İletişim Ortamları Tasarımı Dersi 2. Ünite Özet

İletişim Ortamları Tasarımının Tarihsel Gelişimi

Yazının Doğuşu ve Gelişimi

Buzul çağında mağara duvarlarına çizilen ve oyulan resimler bundan yaklaşık 27 bin yıl önce yapılmıştır. Bu çizimler görsel dilin ilk girişimleridir ve dilbilimin ilk kayıtlı örnekleri olarak kabul edilir. Bu çizimlerin, işaret serilerinin birleştirildiği bir çeşit alışkanlık ya da açıklama niyetiyle yapıldıklarına inanılır. Bu çizimlerin baki kıldığı şey ise anlatım dili ve davranışıdır. En erken dönemlerde yapılan yazılar değiş-tokuş aracı olarak da kullanılmıştır. Ortadoğu’da MÖ. 8000’e ait, hesap tutmak için kullanılan üç boyutlu pişmiş toprak semboller bulunmuştur. Bu yazma fikrinin bir kültürden diğerine yayıldığını göstermektedir.

Yazı gelişiminde ilk aşama, ideogramla piktogramın yer değiştirmesidir. Piktogram ya da piktograf bir eşyayı, bir objeyi, bir yeri, bir işleyişi, bir kavramı resmetme yoluyla temsil eden sembollerdir. İdeogram ise harfler olmadan fikirleri ifade eden işaretlerdir. Yazının gelişiminin ilk aşamalarında, ikonik sunumdan sembolizme doğru bir geçiş olmuştur. Piktografik yazının daha ileri aşamasında resimli bilmeceler (rebus) geliştirilmiştir. Rebusların geliştirilmesi, iletişimin ileri aşamalarında ses ve ikonların birleşmesini gündeme getirmiştir.

Tipografi, Yunanca’da “typos” (form) ve “graphia” (yazmak) sözcüklerinden türemiş olan “typographia” sözcüğünün Türkçe halidir. Forma uygun yazmak anlamına gelmektedir. Yazı tipi, punto büyüklüğü, satır uzunluğu, satır arası boşluk ve benzer etkenlerin kombinasyonlarını kapsar. Harf ve yazınsal-görsel iletişime ilişkin diğer elemanların görsel, fonksiyonel ve sanatsal düzenlemesi ve aynı zamanda bu elemanlarla oluşturulan bir tasarım dili, anlayışıdır. Tipografi görsel dilin, diğer bir deyişle grafik iletişimin önemli bir parçasıdır. Sayfa tasarımındaki temel elemanların başında gelir. Yazılar hem içerik olarak hem de görsel olarak bir etkiye sahip olur. Sadece tipografik elemanlarla dahi oldukça etkili tasarımlar elde etmek mümkündür.

İnsanlar tarih boyu yazı yazmak için çok çeşitli araçlar kullanmıştır. İlk zamanlar yazı yazmak için taş, koyunların kürek kemiği, balçık yaprağı, çanak çömlek parçaları, yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi şeyler araç olarak kullanılmıştır. M.Ö. 4000 yılında papirüsün bulunmasıyla insanlar bu materyali yazı aracı olarak kullanmıştır. M.S. 4. Yy ise parşömen yaygınlaşmıştır. Harflerin taştan kâğıda geçme sürecinde, görünüşleri ve biçimleri değişmiştir. Yazının bulunması bilgilerin eksiksiz ve doğru biçimde toplumlara ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlamıştır.

Mısırlıların papirüsten icat ettikleri kitaplar uzun şeritlerden oluşmuş ve aynı zamanda satırlar şeridin uzunluğuna dik olarak yüzlerce sütun halinde yazılmıştır. Romalıların icat ettiği balmumundan kitaplar Fransız devrimine kadar kullanılmıştır. Roma’ya uzak Mısır’dan getirilen papirüs pahalı olduğundan karalamalar, notlar ve günlük hesaplamalar için bu balmumu yazı tahtaları kullanılıyordu. Parşömen (özel hazırlanmış hayvan derisi), papirüsün en parlak döneminde ona zorlu bir rakip olarak ortaya çıkmıştır.

Parşömen üzerine yazmak için deriye iyice sinen ve silinmesi kolay olmayan, özel dayanıklı bir mürekkep icat edilmiştir. Bu mürekkep, bugün de birçok mürekkeplerin yapıldığı gibi mazı soyundan (mürekkep kozası), demir sülfattan ve reçineden (ya da Arap zamkından) yapılmıştı. Bu mürekkebin özelliği, ilk yazıldığında yazının renginin soluk olması, aradan bir süre geçtikten sonra kararmasıdır.

M.S. 105 yılında Çin’de kâğıt icat edilmiştir. Kâğıdın Asya’dan Avrupa’ya gelmesi ise yaklaşık bin yıl almıştır. Avrupa’da ilk kâğıt ancak 1151 yılında İspanya’da yapılabilmiş, kâğıt değirmenlerini ancak 18. yüzyılda Avrupa’da görmek mümkün olmuştur. İlk kâğıt makinesi ise 1798 yılında yapılmıştır.

Yüzyıllarca manastırlarda elle gerçekleştirilen kitap basımı oldukça yavaş ilerlemiştir. Aynı zamanda çok maliyetli ve halka açık değildi. 12. Yüzyıl sonlarına doğru Avrupa’da kâğıt yapılmaya başlayınca yeni bir profesyonel basım gelişti. Sonuçta kitap basımı kiliselerin tekelinden kurtuldu. 13. Yüzyılda kitap konuları felsefe, matematik ve astronomiyi kapsamaktaydı. Hareketli harflerle mekanik basımcılığa geçildiğinde bu konular değişmeye başladı.

1447 yıllarında ilk olarak Johann Gutemberg baskıyı makineleştirdi. Onun meslektaşı Peter Shoeffer metal alaşımdan dökme harf elde etme yolunu buldu. Baskı makinasının buluşundan sonra matbaacılık yaygın ve hızlı gelişen bir sektör oldu. İlk çalışmaları olan 42 satırlık İncil’i 1455 yılında bastılar. Avrupa’da matbaacılık özellikle 15. yy’da gelişme göstermiştir.

Tipo baskı, baskı işlemlerinin en eskisidir. Yüksek baskı sistemidir. Bu tekniğin özelliği düz kalıp yüzeylerinde basmayacak yerlerin oyularak çukurlaşması, yüksekte kalan yerlere merdane ile boya verilerek baskı yapılır. Basan yani boya alan kısımlar yüksekte olduğu için bu ismi almıştır. Çinlilerin 8.ve 9. yüzyıllarda tahta bloklar üstüne yapılmış kabartmalarla bir tür baskı yaptıkları bilinmektedir. Günümüzdeki anlamıyla tipo baskıysa 1450’de Avrupa’da, Gutemberg’in, sözcükleri oluşturacak biçimde bir araya yerleştirilen tek tek harfleri dökmesiyle başlamıştır. Tek tek harflerle baskı yapılmasını sağlayan tek yöntem, tipo baskıdır. Tipo yöntemi, sonradan düzeltme gerektiren baskılarda yaygın olarak kullanılır.

1700 öncesinde, el yazısından hareketle türetilen ve o zamanın ruhunu yansıtan harf karakterleri görüldü. William Caslon 1776’da Amerikan bağımsızlığının ilan edildiği baskılarda kendi geliştirdiği harf karakterlerini kullandı. Johan Baskerville ve Giambattista Bodoni yeni yazı karakterlerini geliştirdi ve bunlar Avrupa’ya boydan boya yayıldı. Baskı makinası sürekli belli teknik yeniliklerin uygulandığı bir alet oldu.

Matbaa ve Türkler arasındaki ilişkiye bakıldığında, 745- 940 yılları arasında Türkistan’da yüksek bir medeniyet kuran Uygur Türkleri, klişe kalıp değil, hareketli harfler kullandıkları görülmektedir. Bu harfleri satırlar hâlinde dizip kitap sayfalarını hazırlıyor, sonra da kâğıda basıyorlardı. 8. yüzyılda Türkistan’a gelen Arap tüccarlar, kâğıt yapımını Uygur Türklerinden öğrenerek memleketlerine götürmüşlerdir.

Avrupa’da basımevlerinin hızla yaygınlaşmaya başladığı dönemde Osmanlı tahtında 2. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) oturmaktaydı. Ancak 1727’ye, İbrahim Müteferrika’nın matbaa kurma hazırlıkları başlayana kadar padişahlar matbaa kurulması girişimlerinde bulunmamışlardır. İbrahim Müteferrika 1729’da ilk matbaayı kurdu. 1829 yılına kadar olan dönem basımcılık açısından bir başlangıç dönemi olarak görülebilir. Sonraki dönemlerde niteliksel değil niceliksel gelişmeler yaşanmıştır. O dönemde baskı, şimşir üzerine oyularak (ağaç oyma tekniği) hazırlanan kalıplarla (klişe) gerçekleştirildi. Türkiye’de ilk matbaayı kuranlar Yahudi azınlıklardır (1493). Avrupa’da basım evlerinin yaygınlaştığı dönemde Türkiye’deki Yahudiler de matbaa kurmuştur. Matbaanın ilk kitabı olan “Vankulu Lugatı”nın (Arapça-Türkçe sözlük) birinci cildi 31 Ocak 1729’da çıkmıştır. Zamanla basılan bu kitaplara ağaç oyma yöntemiyle resimler de eklenmiştir.

Osmanlı’da çinko ya da bakır 1840’lı yıllarda klişe için kullanılmaya başladı. İkinci Meşrutiyet döneminde ise linotipler kullanılmaya başlanmıştır. Linotipler tek tek matrislerin yan yana getirilmesiyle dizilen yazıları, kurşun satırlar biçiminde döken dizgi makineleridir. Osmanlı devletinin son yıllarında klişecilik önemli ölçüde gelişmiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında klişehaneler kurulmaya başlamıştır.

Alois Senefelder’in 1796’da taş basımcılığı (litografi) icat etmesinden sonra bu buluş tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Taş basmacılığı, çoğaltılacak yazı ya da resmin kimyasal yöntemlerle taş üstüne geçirilerek, taşı kalıp olarak kullanma yoluyla kâğıt üzerine bir çok nüsha basma yöntemidir. İcadından kısa bir süre sonra 1829 yılında Hüsrev Paşa tarafından İstanbul’da bir litografya basımhanesi kurulmuştur ve kısa sürede gelişme göstermiştir.

Türkiye’de 1928 harf devriminden sonra baskı makineleri gelişti. 1931 Matbuat Kanunu kabul edildi. Linotipten entertipe (harfleri satır olarak dizen ve döken dizgi makinesi) geçildi. 1950 yılında basın ve matbuatlar kanunu kabul edildi. Böylece 1931 Matbuat Kanunu’nun hükümete tanıdığı yetkiler kalktı. Gazete çıkarmak için izne gerek kalmadı. Gazete sahipleri gazetelerinde yayınlanan yazılardan dolayı ceza sorumluluğu altında değildi.

1950’li yıllarda Türkiye’deki matbaalarda foto-ofset ve tifdruk baskı yöntemleri uygulanmaya başlamıştır. Renkli baskı da bu dönemde hayata geçmiştir. 1960-1980 döneminde basım sanayimize önemli olanaklar elde edildi.

1990 yıllarında ise terörle mücadele yasaları nedeniyle matbaacıların yükümlükleri artırılmış, matbaa kapatma ve hapis cezaları getirilmişti.

Türkiye’de gazeteler ancak 70’li yıllardan itibaren tipodan ofset baskı yöntemine geçmeye başlamıştır. Hürriyet, Tercüman ve Milliyet gazeteleri bu yöntemi uygulayan ilk gazetelerdi. 1970lerin ortalarında “compugraphic” dizgiye geçildi. Bu dizgi sisteminde yazılar, başlıklar ve resim altları bu makinalarda dizilip fotoğraf kağıdına çıktı alınıyordu. 1970’lerde kurulan çok sayıda yayınevi ile yüksek tirajlı gazetelerle geniş okur kitlelerine ulaşıldı. 1990’lı yılların başlarında Macintosh bilgisayarlar gazete tasarımında yerini aldı. Baskı makinaları bilgisayarla yönetilmeye başladı.

Teknolojik Etkiler ve Tasarım Süreci

İletişim araçları üretim alanında hareketli harfler ve matbaanın bulunuşundan sonra bağımsız olmaya başladı. Orta çağa ait kitaplar artarken baskının ilerleyişi yazım dünyasına yeni bir bağımsızlık getirdi. Üretim alanı önemsenmezken bir iletişim şekline dönüştü.

Ekonomik zorluklar ve kültürel bağlamlar bir süre geleneksel yaklaşım ve yeni yaklaşımların birlikte bir zeminde yürütülmesini şart koştu. Tasarımcılar harf formlarını ve başlıkları kopyaladıkları tipografi kaynaklarından yararlanarak elle çizdiler ve yazdılar. PMT kamera (photo mechanical transfer) bulunarak, fotomekanik transfer teknolojisi geliştirilene kadar, yazıları çoğaltma işlemi el yordamıyla gerçekleştirildi.

Erken dönemlerde basılı kitle iletişim araçları geniş bir politik çizgide, daha taraşı, propaganda amaçlı ve dini yayma amaçlıydı. Basılı kitle iletişim araçları kültürel olarak değişmekte, daha derin ve etkileyici bir boyut kazanmaktadır. Basımcılığın gelişmesi kültürel etkileri de beraberinde getirmiştir. Okuryazarlık artmış, fikirlerin yayılımı hızlanmıştır. Sonuç olarak gazeteler ilk “haber kitabı” formundan, “haber sayfaları” formuna doğru bir evrim geçirmiştir.

1984 yılında Macintosh klasiklerin çıkmasına rağmen tasarımda bilgisayar teknolojisinden yararlanma ancak 1990 yıllarında gerçekleşmeye başlamıştır. Yeni teknoloji konunun yeniden algılanmasını beraberinde getirdi. Başlangıçta çok az sayıda font tasarımlanmıştı. Bu ilkellik temel olarak dijital olarak tasarım heyecanını paylaşan tasarımcıları engellemedi ve yeni bir estetik boyut oluşturdu.

Teknolojik yeniliklerin artması, dijital yazıların oluşturulmasında, yazı tasarımcılarını yazılım tasarımcıları birlikte çalışmak durumunda bırakmıştır. Yazı tasarımcıları çözünürlük problemlerini aşabilmek için, çözüm üretmek durumunda kaldı.

1990’lı yılların başlarında font tasarlamak ve şekillendirmek için yeni teknolojiler diğer tasarımcılar tarafından kullanılmaya başladı. Yazı tasarımı yaygınlaştı ve o dönemin grafik tasarımcı kuşağı buna odaklandı. Bu dönemde, binlerce font oluşturularak depolayan büyük yazı tasarım şirketleri kuruldu.

Tasarımcılar yeni yazılımlarla klavye arasında yeni bir ilişki kurdular. Bu ilişkiler imaj temelli fontların ortaya çıkmasına neden oldu. Dijitale yoğun ilgi, geleneksellikle karşı karşıya geldi.

İmajların Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

İmajların başlangıcı paleolitik çağa dayanmaktadır. O çağlarda imajlar taşlara oyulan av sahneleri, insanların hayatta kalma mücadelesini yansıtan görsel ifadelerdir. Bu ilk resim örnekleri yaklaşık 30 bin yıl önce ve o dönemde muhtemel olarak insanların barındığı mağaralarda gerçekleştirilmiştir. Daha sonraları bulunan imajlar ise genellikle dinsel konulardadır. Sıradan insanlar uzun süre tasvir edilmemiş ve tasvir edildiklerinde ise çalışırlarken gösterilmiştir. Gerçekliği tasvir etmeye çalışan sanatçılar bu durumdan oldukça etkilenmişlerdir. İmajlar bu dönemde bir değişim aracı görevini üstlenmiştir.

Fotoğraf

Fotoğraf, doğada mevcut gözle görülebilen maddi varlık ve şekilleri, ışık ve bazı kimyasal maddeler yardımıyla ışığa karşı duyarlı hale getirilmiş film, kâğıt veya herhangi bir madde üzerine saptayan fiziksel ve kimyasal işlemdir. Fotoğrafçılığın başlangıç tarihi kesinlik kazanmamıştır. Fotoğraf tarihi, karanlık bir kutu içinde görüntü elde etmenin tarihi olduğu kadar, bu görüntüleri fotokimyasal yollarla saptamanın da tarihidir.

Sekizinci yüzyılda Cabir İbni Hayyam adlı bir Arap’ın Gümüş Nitratın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulması ve 15. asırda büyük sanatçı Leonardo da Vinci’nin karanlık odada mevcut ufak bir deliğin dış dünyadaki görünümlerini aksettirmesi fotoğrafçılık tarihinin önemli başlangıçlarıdır. Rönesans devrinde sanatçılar, ışığın girdiği ufak bir delik aracılığıyla karanlık kutunun öbür ucunda ters çevrilmiş bir görüntü elde ettiler. 18. yüzyılda karanlık kutunun bir ucuna mercek ve diğer ucuna da buzlu cam konularak, görüntü kutunun dışında görülebilir hale getirilmiştir. Fotoğraf sanatı 19 yüzyılda hızla gelişti. 1839 yılında, Fransa’da, Louis Daguerre’in kendi yöntemiyle bir fotoğraf imajını gümüş kaplı bir bakır plakaya basması ilk fotoğraf örneklerindendir.

Lumiere kardeşler ilk film kamerasını ve aynı zamanda projeksiyon cihazını imal etti. Böylece hareketli resimler doğdu ve dünyayı sardı. Makara film, ardından renkli filmler icat edildi ve fotoğraf makinaları daha da küçüldü hatta günümüzde cebe sığacak boyuta geldi.

Tarihsel Süreçte İletişim Ortamları

Gazetelerin Doğuşu

Gazetelerin doğuşu beş yüzyıl önceye dayanmaktadır. İlk basılı gazeteler Almanya’da 1400’lü yılların sonlarına doğru sansasyonel içerikli küçük kitapçıklar ya da tek yapraklık broşürler biçiminde ortaya çıktı. İngiliz dünyasında gazetenin en eski ataları, küçük haber broşürler, el ilanları kayda değer olaylar olduğunda çıkarılan “Corantos”tur. İlk başarılı yayın 1622’de The Weekly News’tir. İngiltere’de yüzyılın sonuna doğru bir çok süreli yayın türemesine rağmen ilk resmi izinli gazete 1666’da çıkarılan “The London Gazette”dir. Türkiye’de ilk gazeteyi Fransızlar yayımlamıştır. Ardından ilk Türkçe gazete olarak tanımlanan “Takvim-i Vekayi” ise 1 kasım 1831’de yayımlanmaya başlamıştır. İlk resimli gazete olarak Ocak 1867’de çıkarılan “Ayıne-i Vatan” gazetesi bilinmektedir.

Televizyon

İlk televizyon görüntüsünü 1926’da İskoç mühendis John Logie Baird yayımlamıştır. Önceleri titrek ve noktalar halinde olan görüntü, giderek iyileştirilmiştir. İlk renkli televizyon gösterisi de yine aynı kişi tarafından 1928’de yapılmıştır Ticari amaçlı renkli televizyon sistemleri ise bundan ancak 25 yıl sonra geliştirilmiştir. Televizyon İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru kültürel bir güç olarak doğdu. Televizyon tek başına, okuma davranışından bir grup aktivitesine doğru kayan bir iletişim alışkanlığı oluşturdu.

Radyo

İtalyan Mucit Guglielmo Marconi radyoyu icat eden kişi olarak kayıtlara geçmiştir. Lee De Forest ve Edwin Howard Armstrong Amerika’da radyo teknolojisinde çok büyük değişiklikler yapmış, tüpler ve devreler kullanarak bambaşka bir hal kazandırmışlardır. 1947 yılında transistörün icadı ise radyo teknolojisi için bir devrim olmuştur. Türkiye’de ilk radyo yayını Telsiz Telefon Türk AŞ. tarafından İstanbul ve Ankara’da 1927 yılında başlatılmıştır. 1936 yılında çıkarılan kararname ile radyo yayınları devlet eliyle yürütülmeye başlanmıştır. 1974 yılında radyoculukta da önemli bir gelişme yaşandı, radyo yayınları merkezden TRT1, TRT2, TRT3 yayın postaları olarak yapılandı ve TRT1, 24 saat yayına başladı. 1992 yılında ilk özel radyo yayınları FM bandında başladı.

İnternet Ortamı

İnternet dünya bilgisayarlarını birbirine bağlama aracı olup, tüm dünyadaki bilgisayarların birbirleriyle haberleşmesine imkân veren ortak bir elektronik dil ve kurallar dizisidir. İnternet 1960 yıllarında A.B.D’de Savunma Bakanlığı’nın başlattığı bir deneyle ortaya çıktı. Savunma Bakanlığı’nın oluşturduğu bu bilgisayar ağının adı ARPANETti. ARPANET bugünkü internetin temeli sayılır. ARPANET 1990 yılı haziran ayında ortadan kaldırıldı ve internet adı altında önce ABD’deki üniversitelere daha sonra da genel kullanıcılara açıldı. 1992 yılında ABD kaynaklı bir şirket olan CERN tarafından, World Wide Web (www) geliştirildi. Türkiye’ye internetin girişi 1990’lı yıllarda başlamıştır. 12 Nisan 1993’te TÜBİTAK, ODTÜ iş birliği ile DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) projesi çerçevesinde Türkiye internete bağlanmıştır. Özellikle 1999 yılından itibaren internet kullanıcılarının sayısındaki hızlı artış, Türkiye’deki şirketleri de internet ortamına girmeye zorlamıştır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi