İslam Mezhepleri Tarihi Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Yönetim, İman-Küfür Ve Kader Meseleleri Etrafında Oluşan İlk Mezhepler
Hariciler muhakkime, Harûriyye ve Vehbiyye ismini hangi anlamda kullanmışlardır?
Sıffîn’de kabul edilen hakemlere rızâ göstermeyi reddetmelerinden dolayı Muhakkime; Hz. Aliden ayrıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harûrâya nisbetle Harûriyye ve buradaki reisleri Abdullah b. Vehb er-Râsibî’ye nispetle de Vehbiyye adlarını almışlardır.
Mürcie’nin doğuşu ve gelişmesi nasıl olmuştur?
Mürcie, büyük günah işleyen bir kimsenin, mümin sayılıp sayılmayacağı hakkındaki tartışmaların çoğaldığı bir dönemde ortaya çıkmış ve Hz. Hasanın hilâfeti Muâviyeye devretmesiyle daha da güçlenmiştir. Çünkü bu olayın ardından Ali taraftarları ve pek çok kimse, zorunlu olarak Muâviyeye biat etmiş, ardından kenara çekilerek ilim ve ibadetle meşgul olmaya başlamıştı. Haricî zihniyeti, Emevî-Hâşimî çekişmesi, Emevîlerin politik ve ekonomik siyaseti, o günkü sürecin doğurduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal problemler Mürcienin ortaya çıkışında etkili olan sebeplerin başında yer almaktadır. Ayrıca, büyük günah işleyenleri ve kendi dışındaki Müslümanları tekfir eden, devlet geleneğine sahip bulunmayan ve medenî hayata alışmamış olan Haricîler karşısında bütün Müslümanların eşitliğini savunan ılımlı ve uzlaşmacı bir zihniyetin doğması kaçınılmaz bir sonuçtu. İlk Mürciî fikirlerin oluşum dönemi Abdullah b. Ömer’in hayatının sonlarına doğru (60/680) başlamıştır. Şam, Mısır ve Basrada da mevcut olmakla birlikte tarafsızlar grubunun yoğunlukta bulunduğu yer Mekke ve Medine idi. Müslümanlar arasındaki yorum farklılıkları had safhaya varıp sadece anlaşmazlıklar hakkında hüküm verme safhasında kalmayıp, büyük günah işleyenin durumu da bunlara eklenince, ortaya, meseleler hakkında peşin hüküm vermeyen ve işi Allaha havale eden yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ashab ile şükkâk (kuşkudakiler) diye adlandırılan kimselerin yolunu izleyen bir grup çıktı. Bu yeni grup, büyük günah işleyenin durumu hakkında peşin hüküm verilemeyeceğini, bunların durumlarının, gaybı bilen Allaha bırakıldığını beyan etmiş, siyasî tartışmalardan uzak kalmış ve günah işleyen kişi hakkında herhangi bir şey söylemekten kaçınmıştır. Mürcienin doğuşunun 60-75 (680-694) yılları arasında gerçekleştiği söylenebilir. Çünkü Muâviyenin başlatmış olduğu Hz. Aliyi lanetleme ve Osmanı övme kampanyası pek çok kimsenin tepkisine yol açtığından, hicri birinci yüzyılın ortalarından itibaren her iki halife hakkında ircâ’ nitelikli bir düşünceye sahip olmak siyasî bir tavrın işareti haline gelmiştir. Buna göre Mürcie, İslâm toplumunu tehdit eden Haricî zihniyetine, Emevî-Hâşimî çekişmesine, Emevîlerin Hâricîler’le diğer muhaliflerine karşı acımasız davranışlarına ve mevâlîyi küçük görmelerine, özellikle de Müslümanların birbirini öldürmesine tepki olarak doğmuş, uzlaşmacı ve birlik taraftarı siyasî bir fırka olarak kabul edilmiştir. İleriki bir safhada Mürcie, “büyük günah işleyenlerden bazılarının günahları affedilir, kötülükleri de iyiliklere çevrilir” demekle kalmamış; daha ileri giderek, imana sahip olunduğu sürece günahın hiçbir zararının olmayacağına hükmetmişti. Emevî yöneticileri, Havâric ve Şîa gibi iktidarı ele geçirmeye yönelik bir amaç gütmeyen Mürcie mensuplarının faaliyetlerine engel olmamış ve onları çeşitli görevlere getirmekte sakınca görmemiştir.
İbadiyyenin görüşleri nelerdir?
İbâdîler devlet başkanı belirlemenin dinî bir görev olduğunu söylerler. İbâdiyye, imamın bazı istisnalar dışında seçim (biat) yoluyla başa geçirilmesi gerektiği inancındadır. İbâdiyye, imamet makamına getirilecek şahsın vasıfları konusunda Ehl-i Sünnetten tamamen ayrılır ve imamların Kureyşten olması yolundaki anlayışı kesinlikle reddeder. Onlara göre imamet için soy değil mü’min vasfını taşıdıktan başka ilim, zühd ve adalet sahibi olmak önemlidir. Bu nitelikleri taşımak suretiyle itaate lâyık olan herkes imam olabilir. Bu görüşlerinden dolayı pek çok Arap olmayan unsurun Haricî saflarına katıldığı bilinmektedir. İmametin vasiyet veya tayinle değil cemaatin ittifakı, yani serbest seçimle gerçekleşeceği hususu İbâdiyyenin temel prensiplerindendir. Allah’ın sıfatlarının zâtından ayrı olmadığını söylemeleri, Kur’an’I mahluk kabul etmeleri ve ahirette şefaati inkar etmeleri İbâdîler’in Mu‘tezile etkisinde kaldığını göstermektedir. Ancak kulların fiileri konusunda Mu‘tezile’den ayrı düşündükleri anlaşılmaktadır. İbâdiyye’ye göre hayır da şer de Allah’tandır. Kulların fiilleri, Allah’ın dilemesi ve yaratmasıyla meydana gelir. Büyük günah meselesinde İbâdiyye mutedil bir yol izleyerek diğer Hâricî gruplardan ayrılmıştır. İbâdiyye’ye göre amel, imandan bir parka olmakla birlikte, amelsizlik ya da büyük günah bir Müslümanı dinden çıkarmaz, onu doğrudan kafir yapmaz. Amelsizlik ve günahkarlık yine küfür olarak adlandırılmaktadır; fakat bu küfür “nankörlük” anlamında “nimet küfrü”dür. Bu çeşit küfür insanı bu dünyada dinden çıkarmaz. Tevbe ederse Müslümanlığa döner ve ebedî ahiret cezasından kurtulur. Tevbe etmez ise ahirette ebedî cezaya müstehak olur. Nimet küfrü halinde olan Müslümanın canı, malı, ırzı diğer Müslümanlara haramdır. Bu dünyada dinden çıkaran küfür ise, bilinen manasıyla Allah’ı, O’nun birliğini, nübüvveti, Kur’an’ı inkar manasında “şirk küfrü”dür. Bu küfür üzere olan insanlarla emr bi’l-maruf uyarınca bu dünyada mücadele edilir. Bu görüşüyle İbâdiyye, elmenzile beyne’l-menzileteyn teorisini savunan Mu‘tezile mezhebiyle benzeşmektedir. İbâdîler’in ibadetler ve muamelât konusunda, Uman ve Kuzey Afrika’da beraber yaşadıkları Sünnî Müslümanlarla herhangi bir mühim farklılığı bulunmamaktadır. Bu sebeple devam ettikleri camileri ayrı değildir. Mezhep ayrılığı gözetmeksizin birbirleriyle evlilik münasebeti kurabilmektedirler.
Hâricîliğin doğuşu ne zaman olmuştur?
Hâricîlğin doğuşu, hemen hemen bütün tarihçiler tarafından Sıffîn Savaşında hakem olayının ortaya çıkışına bağlanmıştır. Buna göre Havâric, hakem tayinini, yani tahkimi kabul etmesinden dolayı Hz. Aliden ayrılanların meydana getirdiği bir fırkadır. Ancak Hâricîliğin tahkim olayı üzerine birden bire ortaya çıkmış bir fırka olmadığı da göz ardı edilmemelidir. Nitekim Hâricîlerin, "Osmanı hepimiz öldürdük" şeklindeki sözlerine ve daha o dönemlerden itibaren ihtilalci unsurların devamı oldukları yolundaki iddialarından hareketle menşelerinin Hz. Osmanın 35/656 yılında şehid edilmesinden önceki yıllara kadar götürülmesi mümkündür.
Varlığını Sürdürebilen Tek Harici Fırka olan İbâdiyye’nin özellikleri nelerdir?
Adını kurucusu olduğu kabul edilen Abdullah b. İbâddan almıştır. Fırkanın adı Kuzey Afrika ve Umanda Ebâzıyye şeklinde söylenirken çağdaş yazarlar İbâdiyyeyi tercih etmişlerdir. Uman İbâdîlerine Beyâsi, Bîyâsi veya Beyâzi de denmiştir. İbâdîler, kendilerine bundan başka ilk tahkimcilerle ilgilerinden dolayı Şurât adını verdikleri gibi, ehlül-îmân vel-istikâme, ehlül-adl velistikâme, cemâatül-müslimîn, ehlüd-davet isimlerini de vermektedirler. Kaynakların verdiği bilgilere göre Abdullah b. İbâd, Câbir b. Zeyd el-Ezdînin ılımlı fikirlerinden ilham alarak, Basradan çıkan müfrit Haricî topluluklarına katılmamış, aklıselîmin ve sünnetin sınırları çerçevesinde kalmak isteyenleri kendi etrafında toplamış, isyan hareketine karışmaksızın Basrada kendi halinde sakin bir hayat yaşamıştır. Ebû Ubeyde isimli reisleri de Basra İbâdîleri’ni dikkatle yönetmiş, etrafında toplanan öğrencileri İbadiyye fırkası öğretileri doğrultusunda yetiştirerek onları birçok bölgeye davetçi olarak göndermiştir. “Taşıyıcılar” ya da “naklediciler” anlamında "hameletül-ilm" veya "nakaletü1-ilm" adı verilen bu davetçi gruplar, İbâdiyyenin Mağrib, Yemen, Hadramut, Uman ve Horasana yayılmasını sağlamıştır.
İslam dairesinde kalan her mezhebin amacı nedir?
İslam dairesinde kalan her mezhep, doğrudan 73 fırka hadisine atıf yapsın ya da yapmasın fırka-i nâciye olma iddiasını taşır.
Hâricî kesimlerin sosyo-psikolojik özellikleri nelerdir?
Hâricî kesimlerin sosyo-psikolojik özellikleri göz önüne alındığında, onların müsamahasız, dar görüşlü fikir ve tavırlarının arka planı belli ölçüde aydınlanmaktadır.
Mu‘tezile’nin Basra ve Bağdat kollarının özellikleri nelerdir ?
Abbasîler devrinde Mu‘tezile mezhebi Basra (Basriyyûn) ve Bağdat (Bağdâdiyyûn) kollarına ayrılmış, bu kollar zamanla iki ekol haline dönüşmüştür. Her iki ekol de mezhebin beş esasını kabul etmekle birlikte ayrıntıda farklı görüşler benimsemiştir. Basra okulunun ilk temsilcisi, aynı zamanda mezhebin kurucusu kabul edilen Vâsıl b. Atâdır. Vâsıl mezhebin tevhid, el-menzile beynelmenzileteyn ve emir bil-marûf nehiy ani’l-münker; halefi Amr b. Ubeyd ise adalet, vad ve vaîd esaslarını geliştirmiş olmakla beraber Mu‘tezilenin usûl-i hamseden oluşan inanç sisteminin teşekkülü, Ebül-Hüzeyl el-Allâf’ın (v. 235/850) elUsûlül-hamse adlı kitabıyla tamamlanmıştır. Nazzâm (v. 232/845) ve Câhiz (v. 255/869), Basra okulunun ileri gelenlerindendir. Bağdat Mu‘tezilîliği, Basra okulunun ortaya çıkışından kısa bir süre sonra Bişr b. Mutemir (v. 210/825) tarafından kurulmuştur. Hârûn Reşîdin veziri Fazl b. Yahya el-Bermekî ile temas kurup görüşlerini saray çevresine benimsetmeye çalışmıştır. Bağdat Mu‘tezilîlerine en büyük hizmeti İbn Ebî Duâd (v. 240/854) yapmıştır. "Mu‘tezilenin rahibi" olarak anılan Ebû Mûsâ el-Murdâr (v. 226/840), zâhidâne hayatı ve tesirli vaazlarıyla mezhebin yayılmasına önemli katkıda bulunmuştur.
Mu‘tezilenin Kaderiyye mezhebi ile ilişkisi nedir?
Düşünce ve inanç okulu durumuna gelmesini sağlayacak bir sistematiğe sahip olmayan Kaderiyye akımının görüşleri çeşitli kişilerce temsil edildi ve giderek Mu‘tezile grubunun temel tezleri arasına girerek varlığını sürdürdü. Kader konusunu gündeme getiren ilk kişinin Emevi halîfelerinden Abdülmelik b. Mervan döneminde Haccâc tarafından öldürülen Mabed el-Cühenî (v. 80/699) olduğu bilinmektedir. Tâbiûn âlimlerinden olan ve Hasan Basrînin derslerini izleyen el-Cüheninin kader konusundaki düşüncelerinin yaygınlık kazanmasında, ünlü Mu‘tezile bilginlerinden ve ekolün kurucularından Amr b. Ubeydin önemli etkisi oldu. Kaderiyye inançları elCühenîden sonra, Halife Hişam b. Abdülmelik döneminde Geylân ed-Dımeşkî tarafından daha sistemli bir biçimde savunuldu. Kaderiyye, kader meselesine yaklaşımı bakımından paralel durumda bulunup daha sonra taraftarlarının kendisine katıldığı Mu‘tezile ile ilişkili olmakla birlikte en azından başlangıçta ondan ayrı bir fırkadır. Abdulkâhir Bağdadî ise, Kaderiyyeyi Mu‘tezilenin diğer bir adı olarak kaydetmektedir. Fakat bazı müellifler, aradaki farkı belirtmek için Kaderiyyeyi "halis kaderiyye" diye ifade etmiştir. Diğer taraftan Mu‘tezile âlimleri, mezheplerinin Ehl-i Sünnet kelâmcıları tarafından Kaderiyye olarak anılmasına karşı çıkmışlardır.
Haricî kelime olarak ne demektir?
Haricî, "çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek" anlamındaki hurûc kökünden, "ayrılan, isyan eden" anlamında hâricûn kelimesine nispet ekinin eklenmesiyle meydana gelmiş bir terim olup topluluk ismi olarak “Hâriciyye” ve “Havâric” şeklinde kullanılır.
Emeviler döneminde Haricilerin durumu nasıldı?
Emeviler zamanında birkaç kez mağlup olan ve defalarca adeta katliamdan geçirilen Hâriciler, toparlanarak Şebîb b. Yezîd eş-Şeybânînin liderliğinde Mardin ile Nusaybin arasındaki Yukarı Dicle bölgesine yerleşip Kufe ve civarına baskınlar düzenlediler. Üzerlerine otuza yakın kuvvet sevkeden Haccâcın ordularını birçok defa yenen, hatta bir ara Kufeye de giren Şebîb de, Haccâcın saldırıları yüzünden 77 (696) yılı sonlarında Kirman dağlarına kaçmaya çalışırken Ahvazda Düceyl suyuna düşüp boğuldu. Haricîler Emevîler’in son dönemlerinde, öncekiler kadar tehlikeli olmamakla beraber hanedanın zayıflamasına paralel olarak isyanlarını yaygınlaştırdılar ve çeşitli bölgelerde çevreye korku salmaya devam ettiler.
İlk Hâricî fırkaların ortak düşünceleri nelerdir?
İlk Hâricî fırkaların ortak düşünceleri, Osman ve Ali’den ve onları siyasi davalarında haklı görenlerden teberrî edip uzaklaşmalarıdır. Bunu, bütün ibadet ve iyi davranışların üzerinde bir özellik olarak görürler ve ancak bunun kabulü durumunda bir Müslümanın nikâhının geçerli olacağını belirtirler. Ayrıca büyük günah işleyenleri kâfir saymayı ve imam (devlet başkanı) sünnete aykırı uygulamalarda bulunduğunda ona karşı ayaklanmayı (hurûc/isyan) bir farziyet kabul ederler. Kendi kanaatlerine katılmayanları, müslüman olsalar dahi kafir sayıp, mal ve canlarını helal addederler.
Mürcienin kelime anlamı ve Mürcie mezhebi denmesinin sebebi nedir ?
Mürcie kelimesi, "tehir etmek, "ümit vermek" anlamlarına gelen "ircâ’" kökünden türetilmiş çoğul bir isimdir. Kuran-ı Kerimde ircâ’ kelimesi bu manalarda çeşitli şekillerde geçmektedir (Arâf, 8/111; ayrıca bk. Tevbe, 9/16; Şuara, 26/36). Mürtekib-i kebîre (büyük günah sahibi müslüman) hakkındaki son kararı Allaha ve âhiret gününe bırakan bu gruba, "their edenler, erteleyenler" anlamında "Mürcie" denmiştir. Mürcie kelimesinin "ertelemek, sonraya bırakmak" anlamına gelen “ircâ veya "beklenti içinde olmak, ümit etmek" mânasındaki recâ kökünden geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüşse de kelimenin, aslî harflerinin sonuncusu hemze olan ircâdan türemiş olduğu fikri tercih edilmektedir. Bunun yanında, aslî harflerinin sonuncusu vâv olan recâ kökünden ircâ kalıbında kullanıldığında birinci anlamın değişmediği konusunda da ittifak vardır. Terim olarak ise, “günahın imana zarar vermediği tezini savunarak, büyük günah işleyene ümit veren ve onun hakkındaki nihai kararı Allaha havale edip tehir edenler” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Mürcie, siyasî ve itikadî bir fırka olarak büyük günah işleyenlerin durumlarını Allaha bırakıp, manevî sorumlulukları hakkında düşüncelerini açıklamayan topluluklara verilen ortak bir isimdir. Ayrıca Mürcie kavramı "amelleri niyet ve inançtan sonraya bırakan", "büyük günah işleyenlere ümit veren" veya "imanı sırf dille ikrardan ibaret gören" şeklinde de tanımlanmıştır.
Kaderiyye kelimesinin sözlük ve terim anlamı nedir?
Kaderiyye kelimesi sözlükte "kadere mensup olan, kader taraftarı" mânasındaki “kaderî”den gelmekle birlikte ilk dönemlerden itibaren bu anlamın aksine, sorumluluk doğuran fiillerle ilgili ilâhî kaderi reddedenleri ifade etmek üzere kullanılmıştır. Terim olarak ise “kader inancını reddeden düşünce ve inanç akımı, sorumluluk doğuran fiillerin sadece insan iradesiyle gerçekleştiğini ileri süren itikadî mezhep” anlamında kullanılmıştır. Allahın belirlediği kader yerine insanın belirlediği bir kadere inanmaları ve fiilleri Allaha değil insana isnat etmelerinden dolayı bu ismi almıştır.
Hariciler havaric ve Ehl-i şurât ismini hangi anlamda kullanmışlardır?
Havâric ismini, "kâfirlerin arasından çıkarak Allaha ve peygamberine hicret edenler" (Nisâ 4/100) mealindeki ayete dayanarak “Allaha ve peygamberine hicret edenler” anlamında kullanmışlardır. Ayrıca “canlarını ve mallarını Allah’a satanlar” manasındaki ayete nispetle kendilerine Ehl-i şurât demişlerdir.
Basra Hâricîliği kim tarafından kuruldu ve ne tür isyanlarda bulunmuşlardır?
Basra Hâricîliği, Nehrevandan kurtulan Misar b. Fedekî et-Temîmî tarafından kuruldu. Buradaki ilk Haricî hareketi 661 yılında Müslüman bir topluluğun Basra civarında öldürülmesiyle başladı. Ziyâd b. Ebîhinin 665’te Basra valiliğine tayini ve 671’te yılında Küfe valiliğinin de ona verilmesiyle Hâricîlik için yeni bir dönem başlamış oldu. Ziyâd, Hâricîlerin kıyamına fırsat tanımayacak derecede sert bir yönetim kurdu. Onun ölümünden 673’te iki yıl sonra Basra valiliğine getirilen oğlu Ubeydullah da benzer tedbirlere başvurdu. Buna rağmen Haricîler isyanlarından vazgeçmediler. Nitekim Ubeydullah, Harici kumandan Ebû Bilâl üzerine 3000 kişilik bir ordu sevk etti ve onu arkadaşları ile birlikte öldürttü.
Mu‘tezilenin kelime anlamı nedir?
Sözlükte "ayırmak, uzaklaştırmak" anlamındaki “a-z-l” kökünden sıfat olan mu‘tezile kelimesi "uzaklaşan, ayrılıp bir köşeye çekilen" demektir. Mu‘tezile adının ilk defa ne zaman ve kimler için kullanıldığı ile ilgili olarak değişik yaklaşımlar mevcuttur. Mesela ilk dönemlerde Hz. Osman’ın ve daha sonra Hz. Alinin hilâfete getirilmesi veya Ali ile Muâviye’nin anlaşmazlığa düşmesi, yahut Hz. Hasanın hilâfeti Muâviyeye devretmesi olayları üzerine hiçbir tarafı desteklemeyen, bir kenarda duran gruplara Mu‘tezile veya Mu‘tezele denmiştir.
Abbasiler döneminde Haricilerin durumu nasıldı?
Abbasîler dönemi Haricîler açısından pek hareketli değildir. Gerçi Abbâsîlerin ilk yıllarında Ezârika, Sufriyye, Necedât gibi bazı kollar özellikle Irak ve dolayları ile Kuzey Afrikada birtakım isyan hareketlerine başvurmuşlardır. Ancak bunlar devlet kuvvetlerince kısa sürede bastırılmıştır. Halife Mehdî zamanında Horasanda ortaya çıkan Haricîler, Abbâsîlere isyan ettiler (160/777). Fakat üzerlerine gönderilen hilafet kuvvetleri karşısında mağlûp oldular. Giriştikleri birçok isyan Abbâsîler tarafından bastırıldı.
Nehrevanda haricilerin öldürülme sebepleri ve sonuçları ne olmuştur?
Ashâbtan Abdullah b. Habbâb b. Eret ile hamile eşini sorguya çekmişler (isti’raz) ve ‘Ali müşriktir’ demediği için öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Nehrevânda, Hz. Ali’nin ordusu tarafından Hâricîlerin tamamına yakını öldürüldü (38/658). Böylece Haricîler’le münasebetler koptu ve artık onların Hz. Ali’nin saflarına katılmaları ümidi kesin olarak kalmadı. Çünkü Haricîler, Nehrevan’da dostlarının başına gelenleri hatırladıkça gayrete geliyor ve kinleri alevleniyordu. Nehrevan olayının sonuçlarından birisi de sağ olarak kurtulanlardan ikisinin Uman’a, ikisinin Kirman’a, ikisinin Sicistan’a, ikisinin elCezîre’ye, birinin de Yemen’e gitmesi ve Hariciyye düşüncesinin bu bölgelerde zuhur eden şer toplulukları tesir altına almasıdır. Nehrevân hezimetinden sonra hayatta kalabilen Hâricîlerin başka bölgelere kaçtıkları ve buralarda çok sayıda Hâricî kollar oluşturdukları bilinmektedir. Nehrevân bozgunu Hâriciler üzerinde silinmez bir etki bırakmış, onlar için Allah yolunda ölmenin, şahâdetin bir simgesi hâline gelmiştir. Bu olaydan sonra Hâricileri yönlendiren en önemli duygu, intikam duygusu olmuş ve bu, bir türlü tatmin edilememiştir. Bundan sonra Haricîler, Hz. Alinin şehid edilmesine kadar zaman zaman küçük mahallî isyanlar çıkardılar. Bunların en önemlisi, Nehrevandan kurtulup Şehrezûra kaçan Ebû Meryem esSadî’nin isyanıdır. Hâricîler, Mekke’de hazırladıkları son eylem plânına göre, Hz. Ali, Muâviye ve Amr b. el-As’ı öldürerek hilafet meselesine kendilerince bir çözüm getirmeyi hedeflemişlerdi. Bu amaçla her üç şahıs için birer suikastçı görevlendirmişlerdi. Hz. Ali’nin öldürülmesiyle görevlendirilen kişi Abdurrahman b. Mülcem idi. Sabah namazına gitmekte olan halîfeye saldırarak onu yaraladı. Bu yara neticesinde Ali, 21 Ramazan 40 (28 Ocak 661) tarihinde şehid oldu.
Harici fırkaları nelerdir?
Hâriciler hadislerin ve lafızların dış görünüşlerine/zâhirlerine bakarak hüküm verdikleri için kendi içlerinde durmadan ihtilaf etmişler ve kendi aralarında çeşitli fırkalara ayrıldıkları gibi bu fırkalar da tâli kollara bölünmüşlerdir. İslâm mezhepleri tarihiyle ilgili kaynaklarda farklı sınıflandırmalar görülmekle birlikte ana Haricî fırkaları, Muhakkime, Nâfi b. Ezraka nisbet edilen Ezârika, Necde b. Âmir liderliğinde ortaya çıkan Necedât, kurucusu genellikle Ziyâd b. el-Asfar olarak kabul edilmekle birlikte, bazen de Abdallâh b. Saffâr olarak kabul edilen Sufriyye, Beyhesiyye, Acâride, Seâlibe ve İbâdiyye olup diğerleri bunlardan ayrılan alt gruplardır. Bunlardan Ezarika, Necedat ve Sufriyye gibi Harici fırkaları Abbasiler döneminde Irak, Horasan, Kirman, Sistan ve Kuzey Afrika’nın çeşitli bölgelerinde isyanlar çıkarsalar da Emeviler dönemindeki kadar başarılı olamamış ve zamanla etkilerini kaybetmişlerdir.
Ebû Hanîfe ve Mürcie arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?
Mürcie’ye mensup olanlardan bazıları da, büyük günah işleyen kişinin durumunun, kıyamet gününde Allaha bırakıldığını beyan etmişler ve bunlar, Ehl-i Sünnet âlimlerinin birçoğu ile pek çok noktada birleşmişlerdir. Buna göre, “büyük günah işleyenin nihaî durumu hakkındaki hükmü, yani cennetlik mi cehennemlik mi olduğu hakkındaki kararı Allaha havale etme” şeklindeki ircâ’ görüşü, temelde Ehl-i Sünnet’in anlayışına yakın bir görüştür. Ebû Hanîfe, amelin imanın zorunlu bir parçası olmadığı noktasında ilk Mürciîler’le aynı görüştedir. Mürcie’de olduğu gibi, Ebû Hanîfe’ye göre de iman, değer bakımından amelden üstündür. Amel, imanın yanında ikinci sırada yer alır. Ancak Ebû Hanife "mürciî" vasfını kesinlikle kabul etmemektedir. "Mürcie" ifadesinin, bir Kelâm ve Mezhepler Tarihi kavramı olarak ilk etapta çağrıştırdığı anlam göz önünde bulundurulursa, Ebû Hanîfe’ye Mürciî demenin doğru olmayacağı açıktır. Ebu Hanifeye ‘Mürciî’ denilmesinin başka bir yönü daha vardır. O da, Ebû Hanifenin, hicrî birinci asırda ortaya çıkan Kaderiye’ye ve arkasından Mu‘tezile’ye muhalefet etmesidir. Çünkü Mu‘tezilîler, kader meselesi hakkında kendilerine muhalefet eden herkese ‘Mürciî’ derlerdi. Bu durum Haricîler ve Ehl-i Hadis için de geçerlidir. Onlar da, ameli imanın parçası görmeyen, büyük günahın imanı gidereceğini kabul etmeyen kesimlere “Mürciî” ithamını uygun görürlerdi.
Mu‘tezilenin doğuşu ve gelişmesi nasıl olmuştur?
Şehristanînin belirttiğine göre; bir kimse Hasan-ı Basrî ye gelerek şöyle dedi: “Ey imam! Zamanımızda büyük günah işleyenlerin kafir olduğunu söyleyen bir topluluk çıktı. Onlara göre büyük günah işlemek, kişiyi dinden çıkaran bir küfürdür. Bunlar Hariciler’den Vâidiyye fırkasıdır. Bir diğer topluluk ise büyük günah işleyenler hakkındaki hükmü tehir (ircâ) etmektedir. Onlara göre ise nasıl küfürle beraber tâatın (hayırlı iş) bir faydası yoksa, imânla beraber günahın da bir zararı yoktur. Bunlar da Mürcie fırkasıdır. Bize bu konuda bir itikad yolu çizer misin?” Vasıl b. Atâ, hocası Hasan-ı Basrinin bu meseleye vereceği cevabı beklemeden, kendisi öne atılarak; “ben büyük günah işleyenin mutlak olarak ne mümin ne de kâfir olduğunu söylerim. O, iki yer arasında bir yerdedir (el-menzile beynel menzileteyn). Ne mümindir, ne de kâfirdir” dedi ve daha sonra ayağa kalkıp, Hasan-ı Basrînin ders halkasından ayrılarak mescidin başka bir direğinin dibinde kendine bir yer tuttu. Hasan-ı Basrî de ona: "Vasıl bizden ayrıldı (itezele)" deyince, bunun üzerine Vasıl ve arkadaşları "ayrılanlar" manasında Mu‘tezile mezhebinin çekirdeğini teşkil etmiş oldular. Bu arada Mu‘tezilenin ortaya çıkışını iç âmiller yanında İran dinleri, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Yunan felsefesi gibi dış etkenlerle açıklayan ilim adamlarının bulunduğu da hatırlanmalıdır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Mu‘tezilî fikirlerin ortaya çıkışında birbirine paralel iki faktörün etkili olduğunu söylemek mümkündür: ? Mürtekib-i kebîre, Allahın sıfatları, iradî fiiller, Kuranın mahlûk oluşu gibi tartışmalar üzerindeki iç siyasî ve fikrî ihtilâflar. ? Varlığın mahiyeti, cevher, araz, hareket, sükûn gibi konular üzerindeki dış felsefi etkenler.
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Ara (Vize) Sınavı Sonuçları Açıklandı!
date_range 2 Gün önce comment 0 visibility 57
-
2024-2025 Güz Dönemi Ara (Vize) Sınavı Sınav Bilgilendirmesi
date_range 6 Aralık 2024 Cuma comment 2 visibility 328
-
2024-2025 Güz Dönemi Dönem Sonu (Final) Sınavı İçin Sınav Merkezi Tercihi
date_range 2 Aralık 2024 Pazartesi comment 0 visibility 913
-
2024-2025 Güz Ara Sınavı Giriş Belgeleri Yayımlandı!
date_range 29 Kasım 2024 Cuma comment 0 visibility 1288
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 14 Kasım 2024 Perşembe comment 11 visibility 20159
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25842
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14700
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12646
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12642
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10582