İktisadi Büyüme Dersi 3. Ünite Özet

Geleneksel Büyüme Teorileri

Klasik Büyüme Teorisi

İktisadi büyümeyi içeren analizler ve teoriler tarihsel süreçte makro iktisat teorisine dayanır. Her makro iktisat ekolünün ise makroekonomik politikalara göre şekillenen bir büyüme görüşü ve teorisi vardır.

Klasik iktisat teorisi, büyüme iktisadı olarak da kabul edilen ve iktisadi büyüme konusunda da öncü olan bir teoridir. Klasik büyüme teorisini oluşturan görüşler ise;

  • Özellikle Adam Smith (1783-1790),
  • Thomas Malthus (1776-1834) ve
  • David Ricardo’nun (1772-1823) görüşlerine dayalı olan teorilerdir.

Adam Smith (1723-1790)

Adam Smith, iktisat biliminin babası olarak bilinen ve iktisadi büyüme konusunu analiz eden ilk iktisatçılardan birisidir. 1776 yılında yazmış olduğu Milletlerin Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Üzerine Bir Değerlendirme adlı eseri bilimsel iktisat kitabı olarak çok önemli bir eser olarak kabul edilmektedir.

Smith ekonomik büyümeyi açıklarken kullandığı en önemli faktörler, sermaye birikimi, iş bölümü ve uzmanlaşmadır.

Smith iktisadi liberalizmi savunmuştur. Kişisel çıkarın önemli olduğu bir piyasada görünmez el olan fiyatın toplumun çıkarlarını en üst noktaya çıkarabildiği için hükümetlerin piyasa müdahale etmemelerini gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda Smith’e göre hükümetler, ancak iki görevi yapmakla sorumludurlar. Bunlardan birincisi savunma, adalet, eğitim işlerini yürütmek. İkincisi ise pazarı genişleten ve iş bölümü, uzmanlaşmayı destekleyen köprüler, yollar, limanlar, su kanalları gibi altyapı yatırımlarını inşa etmektir. Smith’in büyümenin kurumsal unsurları konusunda üzerinde durduğu diğer önemli konu ise dış ticarettir.

Smith, iktisadi büyümenin üretim faktörleri içindeki topraktan daha çok sermaye birikimi, işgücü verimliliği ve iş bölümü ile gerçekleşeceğini vurgulamaktadır.

Tam Zenginlik Aşaması, büyümenin ulaşabileceği en üst sınır olup, büyüme ve zenginliğin değişmediği bir durağan durum düzeyidir. Sermaye, iş bölümü ve uzmanlaşma sonucunda sürekli hâsıla artışı sonucu kendi kendini besleyen büyümenin, doğal kaynaklar ve iklimin sınırları ölçüsünde gerçekleşir. Büyümenin sınırsız/sonsuz bir olgu olmadığı, büyüme ekonominin tam zenginlik aşamasına geldiğinde ise durur.

Thomas R. Malthus (1776-1834)

Malthus’un 1798 yılında yayımlanan “Nüfusun Prensipleri Üzerine Bir Deneme” başlıklı eserinde büyüme ile ilgili düşünceleri ile nüfus ve hâsıla artışları arasındaki ilişkiler üzerinedir. Malthus’a göre, nüfus artış hızı kontrol altına alınamaz ve kendi haline bırakıldığında geometrik hızla 1, 2, 4, 8, 16 şeklinde artmaya devam ederken, gıda maddelerinin üretim artışı ise aritmetik bir hızla; 1, 2, 3, 4, 5 şeklinde artacağı için bu iki artış arasındaki fark giderek uyumsuzlaşarak/oransız olarak büyümektedir. Bir başka deyişle tarımsal yapı (toprak faktörünün verimi) ile nüfus yapısı arasında bir uyuşmazlık bulunmaktadır.

“En Az Geçim Ücreti”, “Doğal Ücret” olarak da ifade edilen ve emek piyasasında hiçbir müdahale olmadığında kendiliğinden belirleneceği varsayılan ve işçinin kendisinin ve ailesinin her türlü fizyolojik ihtiyaçlarını sağlayabilecek ve çoğalıp azalmadan nesillerinin devamını sağlayabilecek ücrettir.

David Ricardo (1772-1883)

David Ricardo’nun “Politik İktisadın ve Vergilendirmenin Prensipleri” adlı eserinde temel iktisadi düşünceleri ile birlikte iktisadi büyümeyi de incelemiştir. Özellikle büyüme teorisinde, azalan verimler ve fonksiyonel gelir dağılımı (gelirin emek sahipleri ve sermaye sahipleri, toprak sahipleri arasındaki dağılımı), kâr, rant ve ücretler üzerinde yoğunlaşmıştır. Ricardo’nun teorisi 19. yüzyıl başlarında İngiltere’nin ekonomik ve sosyal problemlerine dayalı olarak geliştirilmiştir.

Ricardo’nun Büyüme Teorisinde Temel Kavramlar ve Varsayımlar

Tarım kesiminde, teknik ilerleme hızı çok düşüktür. Ayrıca toprağın kıt olması ve daha düşük nitelikli toprakların da kullanılması nedeniyle tarımda azalan verimler yasası geçerlidir. Sanayi kesiminde artan verim ve teknik ilerleme, tarım kesimindeki azalan verimi telafi edemediği için, toplam hasılada azalan verimler yasası geçerli olmaktadır.

Ricardo’ya göre, toprak sahiplerinin elde ettiği rant gelirini belirleyen azalan verimlerdir. Bir ülkenin toprakları aynı kalitede olmayıp farklı verimliliğe sahiptirler. Bu nedenle nüfus arttıkça düşük verimli topraklar da kullanılmaya başlayacaktır.

Verimliliklerine göre en az verimli topraklar ise “marjinal topraklar” olarak nitelendirilmektedir. Tam rekabet koşullarının geçerli olduğu piyasalarda, ürünler satıldıkça, fiyatlar marjinal topraklar olarak nitelendirilen en az verimsiz toprakların üretim maliyetlerini karşılayacak şekilde belirlenmektedir. Bu durumda Ricardo’ya göre, daha verimli topraklarda daha düşük maliyetle üretim yapılacağından dolayı, bu topraklara sahip olan toprak sahipleri oldukça yüksek rant geliri elde etmektedirler. Bu rant gelirine “Diferansiyel Toprak Rantı ya da Ricardogil Rant” denilmektedir. Bu bağlamda Ricardo’ya göre, rant geliri, doğanın cimriliğinden doğmaktadır ve verimli topraklara sahip olanların elde ettikleri rant geliri hak edilen bir gelir değildir.

Sermayedar veya girişimci, kâr geliri elde etmektedir. Yatırım yaparak, sermaye birikiminde bulunarak kârını arttırmaya çalışmaktadır. Girişimcinin kârı arttıkça ise sermayelerini artırarak daha çok emek istihdam etmeyi ve daha çok üretim yapmaya çalışarak kârını hep arttırmaya devam etmektedir. Ricardo’ya göre girişimcinin bu özellikleri ve çabaları nedeniyle, büyümeye olan katkıları çok önemli olmaktadır.

Karl Marx’ın (1818-1883) Büyüme Teorisi

K. Marx’ın Büyüme Teorisinde Temel Kavramlar ve Varsayımlar

Marksist teoride temel olarak ileri sürülen düşünce, kapitalistlerin elde ettikleri kârların kaynağının çalışan işçilerin fazla çalışmaları ve fazla çalışmaları karşılığında ödenen düşük ücretlerdir. İşçilerin çalışma saatlerinin karşılığında çalışma saatlerinden daha az ücret ödenmeleri, yani işçilerin bedava çalışmaları ve fazla çalışma sonucunda ortaya çıkan değer ise kapitalistin kârını oluşturmaktadır. Marx’ın bu düşüncelerini “ Emek Değer Teorisi”, “Artı Değer Teorisi” ve “Kâr Teorisi” şeklinde üç ana başlıkta açıklanmakta ve bu çerçevede teorinin işleyişi de analiz edilmektedir.

Emek Değer Teorisi

Bir malın değeri emek miktarı ile belirlenir. Emek gücü ise sadece bir malın üretimi için harcanan zaman olmayıp, zihinsel, fiziksel ve entelektüel yeteneklerin bütününü de ifade etmektedir

Artı Değer Teorisi Artı değer, kapitalist sistemde kapitalist üreticinin, işçileri aldıkları ücret karşılığından çalıştıkları emek saatinden daha fazla çalışmaları sonucunda elde edilir.

Kâr Teorisi

Ortalama kâr, artı değer oranı ile sermayenin organik bileşimine bağlıdır. Kâr oranı ise toplam artı değerin toplam sermayeye oranı şeklinde tanımlanmaktadır. Kâr oranı zaman içinde azalmaktadır.

Marx’a göre artı değer oranı ise, kâr oranı arttıkça artmaktadır. Kapitalist üreticiler güçlü olabilmek için emeğin verimini arttırmaktadırlar. Fakat bütün kapitalist üreticiler de aynı politikayı izlemeye başladıklarında sermayenin organik bileşiminin yükselmesine neden olmaktadırlar. Daha fazla sermaye kullanımı ise kârların azalmasına neden olmaktadır. Marx bu süreç sonunda kâr oranlarının azalmasına “ azalan kâr oranı yasası” olarak ifade etmektedir. Kâr oranlarının azalması ve kapitalist üreticilerin rekabeti, sermayenin belirli üreticilerin elinde toplanmasına neden olmaktadır. Sermayenin organik bileşiminin artması ise kârların düşmesine neden olmaktadır. Bu durum ise küçük ölçekli işletmelerin iflasına neden olacak ve yedek sanayi ordusu olarak nitelendirilen işçilerin sayısı artacaktır. Diğer yandan sermayenin organik bileşiminin artması sonucunda kapitalist, emeği daha fazla sermaye ile donatarak işçilerin verimliliğin artması ile emeğe olan talep azalacaktır. Kapitalist toplam kârını bu yolla arttırmaktadır. Ama bu süreç işsiz kitlenin artmasına neden olurken ücretler de düşmeye başlamaktadır. Üretim sürecinde emeğin azalması ve işsizliğin artması uzun dönemde ekonomik bunalımları başlatarak kapitalist sistemin çökmesine neden olur.

“Yedek Sanayi Ordusu”: Marx’a göre iş arayanların oluşturduğu istihdam edilmeyen emek arzı yedek sanayi ordusudur.

Schumpeter’in (1911-1939) Büyüme ile İlgili Görüşleri

Yenilikler ve Büyüme

Schumpeter’e göre yenilikler ve girişimciler kapitalist sistemin işlemesini, gelişimini sağlayan ve ekonomik dalgalanmalara neden olan faktörlerdir. Yenilikler, teknik ilerleme veya yeni kaynakların bulunması olarak tanımlanmaktadır. Özellikle, teknik yenilikler, uzun dönemde bir ekonomik sistemde bir denge durumundan diğer denge durumuna geçişte ve sistemin gelişmesinde çok önemlidir, Teknik yenilikler, aynı zamanda canlanma, yavaşlama ve bunalım şeklinde ortaya çıkan ve sonuçları birkaç yıl içinde sona eren ekonomik dalgalanmalar da yaratmaktadır.

Schumpeter’e göre, kapitalizmin dinamik yapısı ve sürekli değişim içinde olmasını sağlayan asıl güç yeniliklerdir/inovasyonlardır. Bir başka deyişle kapitalizmin durağan olmasının ve sürekli bir değişim içinde olmasının nedenleri;

  • Yeni malların üretilmesi,
  • Yeni üretim tekniklerinin keşfi,
  • Yeni piyasa ve pazarların keşfi,
  • Yeni hammadde veya yarı mamul kaynaklarının keşfi, endüstrilerin yeniden organizasyonudur.

“Yaratıcı Yıkım Etkisi”: Girişimciler yenilik yaparak yenilik konusu olan malın üretiminde monopolcü konumda kâr elde ederler. Diğer girişimciler de aynı amaçla piyasaya girip başka yenilikler yaptıkça, eski malların ve endüstrilerin yerine, yeni malların ve endüstrilerin yer alması “yaratıcı yıkım” etkisidir.

Girişimciler ve Büyüme

Girişimci, üretim faktörlerini bir araya getirerek, mal ve hizmet üretimi gerçekleştiren ve yenilikleri uygulamak için yatırım riski alan kişidir.

Kapitalist bir ekonomide, yeniliklerin ve teknolojik gelişmenin büyümenin dışsal bir değişkeni olmayıp içsel bir değişkeni olduğunu ortaya koymaktadır. Schumpeter’in ekonomik büyüme konusunda girişimcilerin gerçekleştirdiği teknolojik yeniliklerin önemini vurgulayan görüşleri ve analizi kapitalist sistemde büyümenin içsel bir değişkeni olduğu anlamına gelmektedir.

Keynes’in (1883-1946) Büyüme ile İlgili Görüşleri

Klasik İktisat Teorisi’ne önemli eleştirilerde bulunan iktisatçı ise Johnard Maynard Keynes (1883-1946)’dir. Keynes 1936 yılında “Para, Faiz ve İstihdamın Genel Teorisi” adlı eserinde klasik iktisatçıların savunduğu gibi piyasa mekanizmasının otomatik olarak tam istihdamı sağlama konusunda başarılı olmadıklarını ileri sürmüştür. Keynes eserinde yatırımların öncelikle toplam talep üzerinde etkilerini incelemiş, yatırımların sermaye birikimi üzerindeki etkilerini tümüyle ihmal etmiştir. Keynes’in büyüme konusundaki analizleri ise bu anlamda kısa dönemli statik bir analizdir. Keynes içinde bulunduğu dönem “ 1929 Dünya Bunalımı ” ve sorunları nedeniyle, durgunluk içinde bulunan bir ekonominin durgunluktan kurtulup büyümeye başlayabilmesi için ilk ivmeyi nereden ve nasıl alacağı konusunu analiz etmiştir. Büyüme hâlinde olan bir ekonominin sorunları ise ikinci planda kalmaktadır. Bu bağlamda Keynes’in büyüme konusundaki görüşleri ve analizleri statik analizdir.

Keynes’e göre ekonomik büyümede tüketim ve yatırım harcamalarından oluşan efektif talep çok önemli olmaktadır. Klasik iktisatçıları da eleştirerek işsizliğin nedenlerini de talep yetersizliği olarak değerlendirmektedir. Toplam talepteki artış stokları eritecek, yatırımlar tekrar teşvik edilecek ve artan yatırımlar ise büyümeyi hızlandırarak, eksik istihdamdan tam istihdama geçiş süreci başlayacaktır. Bu bağlamda Keynes, yatırımların özellikle kapasite artırıcı etkisi üzerinde durarak, yapılan yatırımların geliri ne ölçüde arttıracağı ile ilgilenmiştir. Keynes bu analizi yaparken gerçekte uzun dönemde büyümeyi analiz etmeyi amaçlamamış, kısa dönemde, eksik istihdam dengesinden tam istihdam dengesine nasıl ulaşılabileceğini açıklamayı amaçlamıştır. Keynes’in bu analizi, aslında veri teknoloji ve veri işgücüyle konjonktürel dalgalanmaları açıklamaktır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi