Ceza Hukuku Dersi 5. Ünite Özet

Kusurluluk

Giriş

İşlenen fiilin haksızlık teşkil etmesi failin cezalandırılabilmesi için gerekli ve fakat yeterli değildir. Ayrıca failin işlediği bu fiilden dolayı kusurlu sayılabilmesi de gerekir. Kusur ceza sorumluluğunun esasını oluşturmaktadır. Zira ceza hukukunda “fiil olmaksızın haksızlık olmaz, haksızlık olmaksızın kusur olmaz, kusur olmaksızın ceza olmaz” kuralı geçerlidir. Kusur, işlediği haksızlıktan dolayı fail hakkında kınama yargısında bulunulabilmesini ifade etmektedir.

Kusurluluk ve Kusurun Konusu

TCK, haksızlığı ve kusuru birbirinden kesin bir şekilde ayırmıştır (m. 30, 40/1). Haksızlık hukuk düzeninin davranış normlarıyla yasakladığı fiilleri ifade etmekte, hukuka aykırılık çerçevesinde yapılan incelemeyle böyle bir fiilin bulunup bulunmadığı araştırılmaktadır. Bu tespit, fail dikkate alınmaksızın, objektif olarak yapılmaktadır. İşlenen fiilin fail bakımından değerlendirilmesine geçildiği safhada karşımıza kusur çıkmaktadır. Kusur suçun yapısında, tipiklik ve hukuka aykırılık unsurundan sonraki üçüncü safhada incelenmektedir. Buna göre, cezai sorumluluk için failin tipikliğin maddi ve manevi unsuru ile hukuka aykırılık unsurunu gerçekleştirmesi yeterli değildir. Ayrıca işlemiş olduğu bu fiilden dolayı fail hakkında bir kınama yargısında bulunulması da gerekmektedir. Kusur, fail ile fiili arasındaki manevi bir bağı ifade etmemektedir. Diğer bir deyişle kusur, failin tipikliği gerçekleştirdiğini bilmesi değildir. Kusur, failin haksızlık teşkil eden fiili hakkındaki değer yargısını ifade etmektedir. Kast ve taksir birer kusurluluk şekli değildir. Kusur, failin, hukuka uygun davranmak imkânı varken, hukuka karşı gelmesi, haksızlığı seçmesi nedeniyle hakkında yapılan kınama yargısıdır. Ceza sorumluluğu için failin işlemiş olduğu fiilden dolayı kusurlu sayılabilmesi şarttır. Kusursuz ceza olmaz ilkesi, ceza hukukunun temel ilkelerindedir (AY m. 38). Cezanın aksine failin toplum bakımından arz ettiği tehlike göz önünde bulundurularak uygulanacak olan güvenlik tedbiri niteliğindeki kimi diğer ceza hukuku yaptırımlarının uygulanabilirliği kusura bağlı değildir. Ayrıca somut olayda hükmedilen ceza da kusur oranında olmalıdır. Ceza kusurun ölçüsünü aşamaz (m. 61/1- f).

Kusurun Unsurları

Bir kimsenin işlediği fiilden dolayı kınanabilmesi, yani kusurlu olduğundan söz edilebilmesi için öncelikle bu kişinin fiili işlediği sırada kusur yeteneğine sahip olması gerekmektedir. TCK’da kusur yeteneğine ilişkin bir tanım yoktur. Ancak TCK’nın yaş küçüklüğünü ve akıl hastalığını düzenleyen 31. ve 32. maddelerini göz önünde bulundurarak kusur yeteneğine ilişkin bir tanım yapmak mümkündür. Buna göre kusur yeteneği, kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama (algılama yeteneği) ve davranışlarını bu doğrultuda yönlendirme (irade yeteneği) kabiliyetidir. Kusur yeteneği, failin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama (algılama yeteneği) ve bu doğrultuda davranışlarını yönlendirme (irade yeteneği) yeteneğinden oluşmaktadır.

Algılama Yeteneği

Algılama yeteneği, insanın kendi varlığının bilincinde olarak çevresindeki olguları gözlemleyebilme kabiliyetini ifade eder. Algılama yeteneği, insanın zihnî gelişiminin yanı sıra içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevrenin şartlarına bağlı olarak gelişmektedir. İnsan, çevresindeki olaylara ilişkin gözlemlerinden sonuç çıkarırken, yükümlülüklerinin ve bunlara aykırı davranması hâlinde sorumlu tutulacağının bilinciyle hareket etmelidir (haksızlık bilinci). Algılama yeteneği, soyut olarak, kişinin farik ve mümeyyiz olmasını değil, işlediği fiilin içinde yaşamış olduğu toplumda ne anlama geldiğinin bilincinde olmasını ifade etmektedir. Buna göre, algılanması gereken “işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçları”dır. Kısacası algılama yeteneği, işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiği bilincine sahip olmak demektir.

İrade Yeteneği

Kişinin işlemiş olduğu fiilden dolayı kusurlu sayılabilmesi için algılama yeteneğine sahip olması yeterli değildir. Ayrıca bu kişinin somut olayda davranışlarını hukukun gereklerine göre yönlendirebilme yeteneğine de sahip olması gerekir. Ceza hukukunda, yönlendirici iradenin ürünü olan, belli bir amaca yönelen (ereksel/ gai) ve dış dünyada meydana gelen insan davranışlarına fiil denilmektedir. İrade ürünü olmak fiilin bir vasfı olarak karşımıza çıkmaktadır. Fiilin varlığından söz edilebilmesi için gerekli olan bu irade, değerden yoksundur. İradenin oluşum sürecindeki ilk aşamada, belli bir davranışa ilişkin plan, bu davranışa ilişkin önceden tasarlanan nedensellik serisi hakkındaki bilgi bulunmaktadır. Bundan sonraki aşamada kişi, davranış normlarına rağmen, planladığı bu davranışının bir değerlendirmesini yapmaktadır. Bu değerlendirme sonucunda hareketinin davranış normlarına aykırı olduğunu bilmesine, bunun bilincinde olmasına rağmen tercihini fiili işlemekten yana kullanan kişinin iradesi, kusurluluk yönünden değer ifade etmektedir. Kusurun unsurunu oluşturan irade, davranış normlarının anlam içeriğinin bilinmesini, bunların bilincinde olunmasını gerektirmektedir. İrade yeteneği kısaca davranışlarını hukukun gereklerine göre yönlendirebilme yeteneğini ifade eder.

Kusurluluğu Etkileyen Haller

Kusurluluğu etkileyen hâllerden maksat, algılama yeteneğini ortadan kaldıran ve irade yeteneğini önemli ölçüde etkileyen hâllerden birinin gerçekleşmesi demektir. Kusur yeteneğinin bu iki unsurundan biri üzerinde etki gösteren ve varlıkları hâlinde failin kusurluluğunu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlere, kusurluluğu etkileyen hâller denilmektedir. Bunları TCK’nın öngördüğü sistem çerçevesinde aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:

  • Hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi (m. 24/2-4),
  • Zorunluluk hâli dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi (m. 25/2, 92, 99, 147),
  • Hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunmanın sınırının heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması (m. 27/2),
  • Cebir ve tehdit dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi (m. 28),
  • Haksız tahrik dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi (m. 29)
  • Kusurluluğu etkileyen hata hâlleri (m. 30/3-4),
    Yaş küçüklüğü (m. 31),
  • Sağır ve dilsizlik (m. 33),
  • Akıl hastalığı (m. 32),
  • Geçici nedenler, alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olma (m. 34).

Yaş Küçüklüğü

İnsanın, davranışının, toplumdaki değer yargılarına uygun olup olmadığını anlayabilme ve bu doğrultuda davranışlarını yönlendirebilme yeteneği, onun fiziki gelişimine paralel bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Zira yaşı küçük kimseler, yetişkin bir insan gibi doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan, iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneğine sahip değildirler. Gerçekten fiziki gelişimine paralel olarak kişinin toplumun değer yargılarını anlama yeteneği de gelişmektedir. Bu bakımdan kusur yeteneği ile yaş arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Yaş küçüklüğü TCK'nın 31. Maddesine göre üç gruptan oluşmaktadır: Birinci grup yaş küçükleri fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmamış çocuklar ki bunların cezai sorumluluğu yoktur; ikinci grup yaş küçükleri fiili işlediği sırada on iki yaşını tamamlamış ve fakat on beş yaşını doldurmamış çocuklar; üçüncü grup yaş küçükleri fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş ve fakat on sekiz yaşını doldurmamış çocuklardır.

Sağır ve Dilsizlik

İnsanın işitme yeteneğine doğuştan sahip olmaması veya küçük yaştan itibaren bu yeteneği yitirmesi nedeniyle, konuşma yeteneği de gelişmemektedir. Sağır ve dilsiz olan kişilerin algılama yeteneğinin de yeterince gelişmeyeceği kabul edilmektedir. TCK’nın 33. maddesinde, sağır ve dilsizlerin durumu, belli bir yaşa kadar yaş küçüklüğüne ilişkin hükümlere, belli bir yaşın üzerinden sonra da akıl hastalarına ilişkin hükümlere tabi tutularak düzenlenmiştir. Ancak sağır ve dilsizlerin algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin, aynı yaşta bulunan normal kişilere göre daha geç gelişebileceğinden hareketle, farklı bir yaş gruplandırılması yapılmıştır.

Akıl Hastalığı

Kusur yeteneğini etkileyen sebeplerden birisi de akıl hastalığıdır. Zira işlediği fiilden dolayı bir kişiye kusur isnadında bulunabilmek, bu kişinin fiziki olarak gelişmişliğinin yanı sıra, aklen sağlıklı bir insan olması hâlinde mümkündür. İnsan, akıl hastalığına maruz kalması sebebiyle, davranışlarının hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinden veya davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneğinden yoksun olabilmektedir. Böyle bir hastalığın etkisinde kalarak suç teşkil eden bir fiili işleyen kişinin kusur yeteneğinin olmadığı kabul edilmektedir. Fiilin işlendiği anda mevcut akıl hastalığı kusur yeteneğini etkiler.

Geçici Nedenler, Alkol ve Uyuşturucu Madde Etkisinde Olma

TCK’nın 34. maddesinde geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu maddenin etkisiyle kusur yeteneği ortadan kalkan veya önemli derecede azalan kişilerin ceza sorumluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Bu konunun anlaşılabilmesi bakımından öncelikle “sebebinde serbest hareket kuramı”nın (actio libera in causa-alic) ele alınması gerekir.

Sebebinde Serbest Hareket Kuramı (Actio Libera in Causa)

Fail hakkındaki kusur değerlendirmesinde bulunulurken fiilin işlendiği an esas alınır. Dolayısıyla failin işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulabilmesi için fiilin icrası sırasında kusur yeteneğine sahip olması gerekir. Bu bakımdan fiilin işlenmesinden sonra kusur yeteneğinin kaybedilmesi, ceza sorumluluğu üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Suç işlendikten sonra kusur yeteneğinin ortadan kalkması, sadece ceza muhakemesinin yapılmasını veya verilen hükmün infazını engeller.

Geçici Nedeler

Akıl hastalığı gibi devamlılık göstermeyen ve bu düzeye ulaşmayan yalnızca geçici bir süre kişinin algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğini etkileyen hâllerdir. Bu durumların mutlaka patolojik (hastalıklı) bir neden olması da şart değildir. Bu sebeple “geçici nedenler” kavramına hangi hâllerin girebileceğini önceden tespit etmek mümkün değildir. Burada önemli olan husus, kişinin akıl hastalığı dışında, içinde bulunduğu durumun onda geçici bir süre algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldırması veya önemli derecede azaltmış olmasıdır. Bu tür geçici nedenlere örnek olarak, istemeyerek alkol veya uyuşturucu madde alma, uyku hâli, ateşli hastalık, zehirlenme, diyabet, gebelik sonrası ortaya çıkan psikozlar gösterilebilir. İrade dışı etkisi altına girilen geçici neden kusur yeteneğini ortadan kaldırır.

Alkol veya Uyuşturucu Madde Etkisinde Olma

Alkol veya uyuşturucu maddeler de kişinin algılama ve irade yeteneğini etkilemektedir. TCK’nın 34. maddesinin 1. ve 2. fıkraları birlikte değerlendirildiğinde, alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olmanın kusur yeteneği üzerindeki etkisinin belirlenmesinde bu maddelerin alınışındaki duruma göre ikili bir ayrımın yapıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki alkol veya uyuşturucu maddenin irade dışı (istemeyerek) alınmasıdır. Diğeri ise bu maddelerin iradi olarak (isteyerek) alınmasıdır.

İrade Dışı Alkol veya Uyuşturucu Madde Alma

TCK’nın 34. maddesinin ilk fıkrasında irade dışında alınan alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken HUK205U-CEZA HUKUKU Ünite 5: Kusurluluk 3 işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmeyeceği belirtilmiştir. Alkol veya uyuşturucu madde almanın kusur yeteneğini etkileyen bir neden teşkil edebilmesi için; 1- Bu maddelerin irade dışı alınması, 2- Bu maddelerin alınmasının etkisiyle kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derece azalmış olması gerekir. İradi sarhoşluğun kusur yeteneği üzerinde herhangi bir etkisi yoktur.

İradi Alkol Olarak Uyuşturucu veya Madde Alma

Kişinin iradesiyle aldığı alkol veya uyuşturucu maddenin etkisinde kalarak sarhoş olması hâlinde, iradi sarhoşluk söz konusudur. İradi sarhoşluğun üç çeşidinin olduğu kabul edilmektedir. Bunlar:

  • Tasarlanmış sarhoşluk veya uyuşturucu madde etkisi
  • Kastî sarhoşluk veya uyuşturucu madde etkisi
  • Taksirli sarhoşluk veya uyuşturucu madde etkisi

Hukuka Aykırı ve Fakat Bağlayıcı Bir Emrin Yerine Getirilmesi

TCK’nın 24. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkralarında, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi düzenlenmiştir. Hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emir söz konusu ise böyle bir emrin yerine getirilmesi, emri yerine getiren bakımından hukuka uygunluk nedeni oluşturmaz. Böyle bir emri veren sorumlu kalmaya devam ettiğine göre, fiil hukuka aykırı olma vasfını korumaktadır. Emir hukuka aykırı ise bunun yerine getirilmesi hâlinde yerine getirenin sorumlu tutulamaması bir hukuka uygunluk nedeninin bulunmasından dolayı değil, emri yerine getirenin içinde bulunduğu hiyerarşik ilişki nedeniyle kusurluluğunun etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira bir hukuk devletinde “kanunsuz emrin” bir hukuka uygunluk nedeni sayılması mümkün olamaz. Ast kendisine verilen emrin hukuka uygun olup olmadığını kontrol etmek yükümlülüğü altındadır. Şayet ast, kendisine verilen emrin hukuka uygun olup olmadığını denetlemeksizin üstün hukuka aykırı olan emrini yerine getirirse sorumlu olur.

Zorunluluk Hâli

Kusurluluğu etkileyen hâllerden bir diğeri de zorunluluk hâlidir. Zorunluluk hâli TCK’nın 25. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, “Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”. Zorunluluk hâli çerçevesinde işlenen fiiller, meşru (hukuka uygun) görülmemekte, sadece mazeret nedeni olarak değerlendirilmektedir.

Şartları:

  • Zorunluluk hâli bir tehlikenin mevcut olduğu hâller bakımından tartışılabilecek bir konuyu oluşturmaktadır.
  • Tehlike ağır ve muhakkak olmalıdır. Tehlikenin ağır olmasından maksat, tehlikenin kişiye ilişkin hak bakımından ağır bir zarar meydana getirmeye elverişli olmasıdır.
  • Tehlike kişinin gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olmalıdır. Kanun’da, tehlikenin yönelebileceği kişiye ait değerler arasında bir sınırlandırma yapılmamıştır.
  • Tehlikeye ilişkin bir diğer koşul da tehlikeye bilerek sebebiyet verilmemiş olmasıdır.
  • Zorunluluk hâlinin diğer bir şartı tehlikeden başka suretle korunmak olanağının bulunmamasıdır.
  • Korunmaya ilişkin bir diğer koşul tehlike ile korunma arasında bir oranın bulunmasıdır.

Meşru Savunmada Sınırın Heyecan, Korku ve Telaş Nedeniyle Aşılması

Hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması (m. 27/2) kusurluluğu etkileyen bir hâl olarak kabul edilmiştir (CMK m. 223/3- c). Daha önce belirtildiği üzere meşru savunma hâlinde fiilin hukuka uygun sayılabilmesi için saldırı ile savunmanın orantılı olması gerekmektedir. Bu orantıda sınırın aşıldığı hâllerde, aşkın kısmın oluşturduğu fiil bakımından artık hukuka uygunluktan söz edilememektedir. Bazı hâllerde, meşru savunmada saldırı ile savunma arasında varlığı gerekli olan orantı, meşru savunma çerçevesinde hareket eden kişinin heyecan, korku ve telaşa kapılmasından dolayı aşılabilmektedir. İşte meşru savunmanın sınırı fail tarafından heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılmış ise bu kişi mazur görülerek cezalandırılmamaktadır. Örneğin failin saldırıyı bir yumrukla savuşturmasının mümkün olduğu bir olayda, olayın gerçekleştiriliş biçiminden kaynaklanan korkuyla silahına sarılması ve ateş etmesi durumunda olduğu gibi.

Cebir ve Tehdit

Başka türlü davranma imkânı varken, tercihini haksızlık teşkil eden bir fiili işlemekten yana kullanan kişi kusurlu sayılıp cezalandırılır. Cebir ve tehdit, kişinin irade yeteneğini etkileyen hâllerden bir diğerini oluşturmaktadır. Nitekim TCK’nın 28. maddesine göre; karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı bir cebrin veya ağır ve muhakkak bir tehdidin etkisi altında suç teşkil eden bir fiili işleyen kişi, hür bir iradeyle hareket etmiş olmayacağından kusurlu sayılmaz ve cezalandırılamaz. Bu gibi hâllerde cebir ve tehdidi kullanarak başkasına suç işleten kişi, işlenen bu suç nedeniyle fail olarak (dolaylı fail) sorumlu tutulur. Mutlak kuvvet uygulanmak suretiyle işlenen suçun doğrudan faili, mutlak kuvveti uygulayan şahıstır. HUK205U-CEZA HUKUKU Ünite 5: Kusurluluk 4

Haksız Tahrik

Kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında kalarak bir suç işlemesidir (m. 29). Haksız tahrik, doğurmuş olduğu etki nedeniyle kişilerin davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneğini etkilemektedir. Gerçekten böyle bir etki altında bulunmaksızın suç işleyen kişinin irade yeteneği ile haksız tahrik altında suç işleyen kişinin iradesini yönlendirme yeteneği aynı değildir. Haksız fiile maruz kalan kişinin içine düştüğü hiddet veya şiddetli elem şeklindeki psikolojik durum, kişinin iradesinde bir zayıflama meydana getirerek, onu kolaylıkla suç işlemeye götürebilmektedir. Haksız tahrik kusurluluğu etkileyen bir neden olduğundan, haksız tahrikin etkisiyle işlenen fiilin haksızlık içeriğinde herhangi bir azalma söz konusu değildir. Ancak haksız tahrikin kusur üzerindeki etkisi de sınırlıdır. Yani haksız tahrik kusuru tamamıyla kaldırmamakta, sadece azaltmaktadır. Bu nedenle, sadece haksız tahrik altında suç işleyen kişinin cezasında sadece indirim yapılmaktadır.

Haksız Tahrikin Şartları

Haksız tahrikin varlığı şu üç koşulun gerçekleşmesine bağlıdır:

  1. Haksız bir fiilin varlığı,
  2. Bu fiilin failde hiddet veya şiddetli elem meydana getirmiş olması,
  3. Suçun bu hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması.

Haksız Tahrikin Sonuçları

Haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya elemin etkisi altında suç işleyen kişinin cezasında indirim yapılacaktır. İndirim miktar ve oranları 29. maddede belirtilmiştir. İndirim oranının belirlenmesinde, failin durumu, yaşadığı sosyal çevre, olayın oluş şekli, haksız fiilin niteliği, failde meydana getirdiği ruhsal durum ve tahrik eden ile failin davranışları göz önünde bulundurulacaktır.

Kusurluluğu Etkileyen Hata Hâlleri

Kusurluluğu etkileyen hatayı; “kusurluluğu etkileyen nedenlerin maddi şartlarında hata” ve “yasak hatası (haksızlık yanılgısı)” şeklinde ikili bir ayrım çerçevesinde ele almak gerekmektedir.

Yasak Hatası (Haksızlık Yanılgısı)

Haksızlık yanılgısına ilişkin düzenleme TCK’nın 30. maddesinin 4. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre; “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılamaz”. Haksızlık yanılgısı, kişinin işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmemesidir.

Kusurluluğu Kaldıran veya Azaltan Nedenlerin Maddi Şartlarında Hata

TCK’nın 30. maddenin 3. fıkrasında hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hatanın yanı sıra kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlerin maddi şartlarında hata da düzenlenmiştir. Buna göre, kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanacaktır. Bu ihtimalde kişi, kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlerden birinin şartları somut olayda gerçekleşmediği hâlde, şartların gerçekleştiği konusunda yanılgıya düşmektedir. Şayet bu yanılgı kaçınılmaz ise fail bu hatasından yararlanacak ve cezalandırılmayacaktır.

Cezalandırılabilirliğin Diğer Şartları

Haksızlığın unsurları, bir davranışın ne zaman cezayı gerekli kıldığını belirler. Suçun kanuni tanımında gösterilen bu unsurların gerçekleştirilmesiyle birlikte, cezaya layık bir haksızlığın varlığından bahsedilir. Kişinin işlemiş olduğu fiilden dolayı cezalandırılabilmesi için varlığı gerekli olan unsurlara “objektif cezalandırılabilme şartları”; cezalandırılabilme için bulunmaması gereken unsurlara ise “şahsi cezasızlık sebepleri” veya “cezayı etkileyen veya kaldıran şahsi sebepler” denilmektedir.

Objektif Cezalandırılabilme Şartları

Objektif cezalandırılabilme şartları, suçun yapısında haksızlığın ve kusurluluğun dışında kalan ve failin cezalandırılabilmesi için gerekli olan koşullardır. Bu şarta yapısında yer veren suçlarda işlenen fiil haksızlık oluşturmakla birlikte objektif nitelikteki bu şartlar gerçekleşmedikçe kişiye ceza verilememektedir. Bu nedenle, objektif cezalandırılabilme şartları cezalandırabilirliğin alanını daraltan bir işlev görmektedirler. Objektif cezalandırılabilme şartları, cezalandırılabilirliğin maddi unsurlarına ait olmalarına rağmen kastın kapsamına girmez.

Şahsi Cezasızlık Sebepleri ve Cezayı Kaldıran Şahsi Sebepler

Şahsi cezasızlık sebepleri, suçun işlenmesi anında var olan ve failin cezalandırılmasına engel olan şahsa bağlı sebeplerdir. Örneğin TCK’nın 167. maddesinde mal varlığına karşı suçların belli akrabalar arasında işlenmesi şahsi cezasızlık sebebi olarak kabul edilmiştir. Buna göre; “(1) Yağma ve nitelikli yağma hariç, bu Bölümde yer alan suçların; a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin, b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlâtlığın, c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin, Zararına olarak işlenmesi hâlinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz.” Örneğin altsoy üstsoyuna karşı işlediği hırsızlıktan dolayı cezalandırılmayacaktır.

Cezayı kaldıran şahsi sebepler ise suçun işlenmesi anında bulunmayan, ancak suç işlendikten sonra ortaya çıkan, kişiye hiç ceza verilmemesini veya kişinin daha az ceza almasını sağlayan sebeplerdir. Örneğin TCK’nın 221. maddesinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu ve yöneticiler hakkında cezaya hükmedilmeyeceği belirtilmiştir. İşte buradaki etkin pişmanlık hâli cezayı kaldıran bir şahsi sebeptir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi