Temel İnsan Hakları Bilgisi 2 Dersi 4. Ünite Özet

Birleşmiş Milletler Ve İnsan Haklarının Korunmasında Dolaylı Etkiye Sahip Başlıklar

Uluslararası Ceza Mahkemesi

Uluslararası Bir Ceza Mahkemesi Kurma Çabalarının Tarihsel Seyri

Uluslararası insancıl hukuk, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları konusunda, 20. yüzyıl öncesinde kayda değer üç önemli girişimden söz edilebilir. Bunlar: Peter von Hagenbach’ın yargılanması, Gustave Maynier’in Girişimi ve La Haye Barış Konferanslarıdır.

Bir uluslararası ceza mahkemesi kurma çabaları II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yoğunlaşmaya başlamıştır. Savaş sırasında böyle bir mahkemenin kurulması fikri ilk olarak 30 Ekim 1943 tarihli Moskova Deklarasyonunda yer almıştır. Buna göre savaş ve örf-adet hukukunun ağır ihlalleri niteliğini taşıyan fiilleri işleyenlerin, müttefik kuvvetlerin beraber verecekleri bir kararla yargılanmalarının yapılabileceği hükmüne yer verilmiştir. Bu doğrultuda savaş sonrasında Nuremberg ve Tokyo Askerî Ceza Mahkemeleri oluşturulmuştur.

Nuremberg Askeri Ceza Mahkemesi: Askerî Ceza Mahkemesi, II. Dünya Savaşı sonrası savaş suçlularının adalet önüne çıkarılması niyeti ile oluşturulmuş bir uluslararası ceza mahkemesidir. Mahkeme aslında savaş sonrasında Nazileri yargılamak için kurulmuştur. Bununla birlikte Mahkemesinin kurulması uluslararası hukukta bireysel sorumluluk anlayışının yerleşmesi açısından önemli bir gelişme olarak kaydedilmiştir.

Mahkemede her birinin yedeği bulunan 4 yargıç görev yapmıştır. Ayrıca mahkemede suçlamaları hazırlayan bir iddia makamı yani bir savcı bulunmaktadır. elişme olarak kaydedilmiştir.

Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlar şu şekilde belirtilebilir: Barışa karşı suçlar (mad. 6a), savaş suçları (mad. 6b), insanlığa karşı suçlar (mad. 6c). Bu çerçevede oluşturulan iddianame de bu suçları kapsamıştır.

Nuremberg Mahkemesinin yargısından sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 11 Aralık 1946 tarihinde aldığı karar ile “Nuremberg Mahkemesi Statüsü Tarafından Tanınan Uluslararası Hukuk İlkelerinin Tasdiki” adı ile gerek statüde gerekse yargılama sırasında kabul edilen ilkeleri tasdik ve tasvip ettiğini bildirmiştir.

Tokyo Askeri Ceza Mahkemesi: Tokyo Askerî Ceza Mahkemesi de Uzak Doğu’da işlenen savaş suçlarının faillerini yargılamak üzere kurulmuştur.

Soğuk savaş dönemi mahkemeleri olarak nitelendirilebilecek bu iki ad hoc uluslararası ceza mahkemesinden sonra, soğuk savaş sonrasında uluslararası insancıl hukuk kurallarının ihlallerinin cezalandırılması için iki mahkeme daha kurulmuştur. Bunlar Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleridir.

Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi: Eski Yugoslavya’da yoğun olarak işlenen ciddi insancıl hukuk ihlallerinin uluslararası gündemde yer almasıyla, faillerin yargılanmasına yönelik bir mahkeme kurulması fikrinden yola çıkılarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 25 Mayıs 1993 tarihinde aldığı 827 sayılı karar ile Eski Yugoslavya’da işlenen uluslararası suçların yargılanması için uluslararası bir ceza mahkemesi kurulmasına karar vermiştir. Kararda Mahkemenin resmî adı “Eski Yugoslavya Ülkesi İçinde 1991’den İtibaren Uluslararası İnsancıl Hukukun Ciddi İhlallerinden Sorumlu Kişilerin Yargılanması İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi” olarak yer almıştır.

Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlar: Cenevre Sözleşmesi’nin ağır ihlalleri, savaş ve savaş örf-adet hukukuna aykırılık, soykırım suçu ve insanlığa karşı işlenen suçlardır.

Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi: Mahkeme 1 Ocak 1994 ile 31 Aralık 1994 tarihleri arasında Ruanda sınırları içinde gerçekleştirilen soykırım suçları veya uluslararası insancıl hukuk ihlali niteliği taşıyan fiilleri işleyen faillerin ve Ruanda vatandaşlarından aynı fiilleri komşu ülkelerde işleyen faillerin yargılanması amacıyla kurulmuştur.

Uluslararası Ceza Mahkemesi

Uluslararası Ceza Mahkemesi 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihlerinde Roma’da Birleşmiş Milletlerin girişimiyle toplanan “ Ceza Mahkemesini Kuran Diplomatik Konferans”ta alınan kararlar ve kabul edilen statü ile kurulmuştur. Ceza Mahkemesini kuran bu statü Roma Statüsü olarak anılmaktadır. Ceza Mahkemesinin ana işlevi, 08.08.1945 tarihli Londra Antlaşması ile bu antlaşmaya ekli statüde kabul edilen üç ayrı suç kategorisi ile 17.07.1998 tarihli Roma Antlaşması’nda kabul edilen yeni uluslararası suç tiplerini yargılamaktır.

Mahkemeye taraf olan devlet sayısı 123’tür. Türkiye, ABD ve Rusya Mahkemeye hâlen taraf değildir.

Mahkeme, temelde 4 suçu yani; soykırım suçlarını, insanlığa karşı suçları, savaş suçlarını ve saldırı suçunu yargılama yetkisine sahiptir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi daha önceki uluslararası ceza mahkemelerinden farklıdır. Ceza Mahkemesi genel bir ceza mahkemesi şeklinde organize edilmiş olup daimidir. Ceza Mahkemesiyle, uluslararası ceza hukuku suçu isleyen tarafın adil yargılanma hakkına saygı gösterilip tarafsız bir yargılama merciinde yargılanması sağlanmıştır.

Mahkemenin yargı yetkisi tamamlayıcıdır.

Mahkeme 1998 tarihli Roma Antlaşması ile kurulmuş olmakla birlikte, Mahkemenin kurulması ve işlemeye başlaması için 60 devletin Sözleşme’yi onaylaması şartı söz konusu olmuştur. Bu şarta da 11.04.2002 tarihinde ulaşılmış ve yine statüde belirlenen usule göre hesaplanan 1 Temmuz 2002 itibariyle Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten sonra da sözleşme imzaya kapanmış, katılma yolu ile taraf olma yöntemi başlamıştır.

Mahkeme, kurulduğu ve işlemeye başladığı 1 Temmuz 2002 tarihinden sonra islenen suçlar için yetki sahibidir. Ayrıca mahkeme sadece gerçek kişiler üzerinde yargı yetkisine sahiptir.

İnsani Müdahale

İnsani ya da insancıl müdahale, en basit tanımıyla bir devletin başka bir devlete karşı geniş çaplı insan hakkı ihlallerini önlemek amacıyla kuvvet kullanmasıdır.

İnsani müdahale bir müdahale türüdür. Uluslararası hukuk öğretisi insani müdahalenin olduğu gibi, müdahalenin de kapsam ve içeriği konusunda görüş birliğine varmış değildir. Müdahale, hem siyasi hem de hukuki bir kavramdır. Ekonomik yardım ve diplomatik girişimlerden, eylemsel kuvvet kullanmaya kadar her türlü eylem ve tutum müdahale olarak nitelendirilebilmektedir.

En geniş anlamıyla müdahale; bir devletin ulusal yetkisine giren bir konunun konuşulması, görüşülmesi, incelenmesi, araştırılması ve tavsiyelerde bulunulmasını da kapsamaktadır. Daha dar anlamda müdahale ise bir devletin başka bir devletin iç işlerini ya da dış işlerini ilgilendiren bir konuda zorlayıcı ya da emredici bir şekilde devletin tutumunu değiştirmek ya da bu devlette bazı değişiklikler yapmak amacıyla ona karışması anlamına gelmektedir.

Müdahale hukuka aykırı kabul edilse de bir kısım müdahale türleri hukuka uygun kabul edilmiştir. Bunlar; vatandaşları yabancı bir ülkede koruma, meşru müdafaa, self determinasyon ve rızai müdahalelerdir. Selfdeterminasyon , halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkıdır. Meşru müdafaa, bir devletin haksız bir taarruz karşısında bunu ortadan kaldırmak için sahip olduğu haktır.

Uluslararası hukukta insani müdahale konusunda hukukçular 6 gruba ayrılmışlardır:

  1. İnsani müdahaleyi hukuka aykırı bulanlar.
  2. İnsani müdahaleyi günümüzde hukuka aykırı bulanlar.
  3. İnsani müdahale olgusunun kayıtsız kabulünü savunanlar.
  4. Özellikle yıkılma aşamasındaki devletlerde müdahalenin haklı olduğunu kanıtlamaya çalışanlar.
  5. Bu grup, insani müdahale hakkının tam gelişmemiş olmasına rağmen var olduğu anlayışında olanlar.
  6. Uç olaylarda en son çare olarak insani müdahale hakkının yasallığının zaten var olduğunu savunanlar.

Uluslararası alanda Milletler Cemiyeti Misakı ile 1920 yılında, daha sonra da 1928 yılında Briand- Kellogg Paktı ile ilk kez savaş ve dolayısı ile kuvvet kullanımı yasaklanmıştır. 1945 BM Antlaşması ise bu konuda en ileri ve kapsamlı düzenlemenin yapıldığı uluslararası belge olmuştur.

BM Antlaşması dört durumda kuvvet kullanılmasına olanak tanımıştır. Bunlar;

  • Meşru müdafaa hâlinde kuvvet kullanma
  • BM Güvenlik Konseyi tarafından kuvvet kullanma
  • Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden beş sürekli üyenin kuvvet kullanması
  • İkinci Dünya Savaşı’ndaki düşman devletlere karşı kuvvet kullanılmasıdır.

Terörizm ve İnsan Hakları

Günümüzde insan hak ve özgürlüklerinin ihlaline yol açan en ciddi faktörler arasında uluslararası terörizm yer almaktadır. Terörizm hem doğrudan insan haklarını ihlal ederken dolaylı olarak da devletlerin aldıkları güvenlik tedbirleri yoluyla insan haklarını tehdit etmektedir.

23 Aralık 1994 tarihli kararında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu devlet destekli veya bağımsız terör faaliyetlerinin insan hakları ihlali niteliğinde olduğunu ve ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Devletlerin terörizmi önlemek üzere aldığı önlemlerin insan haklarına aykırı olmaması elzemdir. Devletler terörizm tehdidi ile karşı karşıya kaldıklarında insan haklarını korumak adına öncelikle terörist şiddeti içeren fiilleri suç hâline getirip cezalandırmalıdır. Devletler bu şekilde terörizme karşı önlemler alırken suç hâline getirdiği fiillerle masum insanların suça konu olan haklarının ihlalini titizlikle önlemelidir. Diğer bir deyişle devletler terörizmin ihlal ettiği hakları, terörizmi önlemek adına ortadan kaldırmamalıdır. Hatta devletler terörizmle mücadele ederken terörizm niteliğindeki suçların mağdurlarının durumunu öncelikle dikkate almalıdır.

Terörizmle mücadelede insan haklarına saygı gösterilmesi kalıcı bir başarı için şarttır ve devletin lehinedir.

Devlet, terörizme karşı mücadele ederken insan hakları ihlallerinden dikkatle kaçınmalıdır. Bununla birlikte meseleye sadece masum insanlar açısından bakmak da yeterli değildir. İnsan hakları herkes içindir, bu bağlamda insan haklarının koruma şemsiyesinden teröristler de faydalanmalıdır. Teröristin demokratik devletin temel değerlerine saldırması, başkalarının haklarına saygı göstermemesi, benzer bir muamele ile karşı karşıya kalmasını haklı göstermez. Diğer bir deyişle devletin alacağı tedbirlerin hem masum insanların hem de terörizme başvuranların insan haklarına saygılı bir çizgide kalması şarttır. Buna karşılık, insan hakları kavramı,politik amaçlarla “terörün himayesi hukuku” anlayışına da dönüştürülmemelidir.

Terörizme karşı savaş söylemleri uluslararası insancıl hukukun devletlerin yabancı terörist örgütlerle girdikleri silahlı çatışma hâllerinde uygulanıp uygulanamayacağı konusunu gündeme getirmiştir.

Uluslararası insancıl hukukun genel çerçevesini 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile 1977 tarihli bu Sözleşmelere ek protokoller oluşturmaktadır.

Uluslararası insancıl hukuk savaşla ilgili veya daha genel anlamda silahlı çatışmalarla ilgili uluslararası hukukun bir parçasını oluşturur. İnsancıl hukuk sadece silahlı çatışma hâllerinde uygulanır, silahlı çatışmalar sırasında yerel ve uluslararası ceza ve insan hakları hukuku gibi diğer hukuki rejimler de uygulanabilir fakat bu uygulama sadece sınırlı bir şekilde söz konusu olur.

Uluslararası insancıl hukuk öncelikli olarak insani güvenliğin en çok tehlikede olduğu silahlı çatışma durumlarında insancıl standartların yükseltilmesine odaklanmıştır.

Uluslararası insancıl hukuk uluslararası insan hakları hukuku ile aynı ruhu paylaşmaktadır. İnsan hakları hukukunun temel kabulü olan insanlık onuru prensibi insancıl hukukun da temelinde yatar. Diğer bir bakış açısı ile insancıl hukuk uluslararası ve uluslararası olmayan silahlı çatışma hâllerinde insan haklarını korumak maksadı ile uygulanan kurallardır. Diğer bir deyişle insancıl hukuk sadece silahlı çatışma hâllerinde insan onurundan kaynaklanan hakların korunmasını amaçlar.

Uluslararası olmayan silahlı çatışmalara, insani hukukun uygulanması dört sözleşmeden oluşan “1949 Cenevre Sözleşmeleri” ile başlamıştır. Sözleşmelere 190 devlet taraftır. Türkiye taraflar arasında yer almaktadır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi