Ortaçağ Felsefesi 2 Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Gazzali
Gazzâlî’nin yaşamı ve yapıtları nelerdir?
Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed elGazzâlî
1058 yılında İran’ın Horasan bölgesinde bulunan
Tûs’ta doğdu. Hüccetülislâm ve Zeynüddin gibi lakaplarla
anılırsa da meşhur olan nisbesi Gazzâlî (Gazâlî), künyesi
Ebû Hâmid olup Ortaçağ Batı skolastiklerince Abuhamet
ve Algazel diye tanınmıştır. Fars asıllı olduğu sanılan
Gazzâlî’nin ailesi hakkında Ahmed adında bir erkek ve
birkaç da kız kardeşi olduğu dışında bilgiye sahip değiliz.
Babası bir yandan Tûs’taki iplikçilikle geçimini sağlarken
bir yandan da aydın çevreyle ilişki kuruyor, katıldığı cami
derslerinde bilgisini arttırıyor, hatta imkânı ölçüsünde ilim
erbabına maddî destek sağlıyordu.
Geleneksel ilk öğrenimini bu baba dostunun yanında gören
Gazzâlî’nin daha çocukluk döneminde manevi hayatının
oluşmasında hem babasından hem de yeni hamisinden
etkilediği tahmin edilebilir. Baba dostu hami Gazzâlî ve
kardeşini, babalarının geride bıraktığı az miktardaki imkânı
onların eğitimi için kullandı ve kendilerine daha fazla
yardımcı olamayacağını belirterek bir medreseye
yerleştirdi. Gazzâlî, Ahmed b. Muhammed er-Râzkânî adlı
âlimden aldığı fıkıh dersleriyle Tûs’ta başlayan öğrenimini
daha sonra Cür- cân’a giderek beş yıl süreyle burada devam
ettirdi.
1091’de Nizâmülmülk tarafından Bağdat Nizamiye
Medresesi müderrisliğine tayin edilen Gazzâlî, bir yandan
üç yüz kadar öğrenciye ders verip telif ve tasnif çalışmalarmı
sürdürürken diğer yandan kelâm, Bâtınîlik,
felsefe ve tasavvuf üzerine araştırma ve incelemeler yaptı.
Eleştirel bir yaklaşımla yaptığı bu incelemeler sonunda
ulaştığı sonuç onu zihnî-ruhî bir bunalıma sürükledi.
İslam ilim ve düşünce tarihinin en etkili şahsiyetlerinden
biri olan Gazzâlî, elli dört yıllık kısa ömrüne fıkıhtan
tasavvufa, kelâmdan mantık ve felsefeye, ahlaktan eğitime
kadar geniş bit yelpaze oluşturan çeşitli alanlara dağılan
dört yüz esere imza atmıştır. Onun günümüze ulaşan
eserlerinden bazıları şunlardır: Mi’yârü’l- ilm(Bilginin
Ölçütü), Mihakkü’n-nazarfî ilmi’l-mantık, Şifâü’l-galîl, elKıstâsü’l-
müstakîm, Fedî’ihü’l-Bâtıniyye (Bâtınîliğin İç
Yüzü), el-lktisâd fi’l-l’tikâd (Itikad- da Orta Yol), elMaksadü’l-esnâ,
llcâmü’l-avâm an ilmi’l-kelâm,
Makâsıdü’l-felâ- sife (Filozofların Amaçlan), Tehâfütü’lfelâsife
(Filozofların Tutarsızlığı), Mişkâ- tü’l-envâr
(Nurlar Feneri), el-Münkızü mine’d-dalâl (Dalâletten
Kurtuluş), er-Ri- sâletü’l-ledünniyye, Mîzânü’l-amel,
İhyâ’ü ulûmi’d-dîn, Bidâyetü’l-hidâye, Kim- ya-yı Sa ’âdet.
Gazzâlî’nin Felsefe ile ilişkisi nedir?
Gazzâlî, her şeyden önce bir hakîkat arayıcısıdır
ve felsefeyle olan ilişkisi de aslında onun bu niteliği ile
yakından ilgilidir. el-Münkıfda anlattığına göre Gazzâlî’nin
eşyanın gerçek mahiyetinin ne olduğunu sorması ve bu
konuda kesin bilgiye ulaşmak istemesi, onun yöntemli
şüpheciliğinin başlangıç noktasıdır. Ne var ki bu temel
sorunun üstesinden gelmek için önce doğru bilginin imkânı
ve hangi yolla elde edilebileceğini araştırmak gerekiyordu.
Gazzâlî bu soruların mevcut anlayışların içinde kalarak ve
farklı ekollerden birinin görüşünü benimseyerek
cevaplandırılmayacağını fark etti. Şu halde yapılması
gereken her türlü “aktarma kanaatler”i (el-akâidü’l
mevrûse) bir kenara bırakıp, doğrudan doğruya kendi
zihinsel çabasıyla cevap aramaya girişmekti. Kendi
deyimiyle yaradılıştan gelen “varlıkların hakikatlerini
kavrama tutkusu” daha ilk gençlik yıllarında “taklitten
kurtulup tahkike erme” çabasına dönüşür. Gazzâlî’nin
epistemolojik bir buhran halini alan ve iki ay kadar süren
bu arayışı, onun bilgi ve yöntem anlayışının
şekillenmesiyle sonuçlanır.
Gazzâlî’nin yöntem ve bilgi anlayışı nedir?
Gazzâlî’nin gerçek bilgi ve yöntem anlayışını oluşturan temel ilkeler şöylece sıralanabilir:
- Varlığın hakikatini kavrama ve gerçek bilgiye (yakîn) ulaşmayı sağlayacak olan en önemli güç, gerçeği öğrenme isteğinin bir tutku halini almasıdır.
- Bir araştırma yaparken, varılmak istenen hedef ile ona ulaştıracak olan yol ve yöntemin iyi belirlenmesi, araştırıcının dikkat etmesi gereken hususların başında gelir.
- Araştırmanın başlangıcından bitimine kadar her aşamada konuyla ilgili her şey ciddiyetle ele alınmalı, gerçeği arama konusundaki samimiyet ve titizlik elden bırakılmamalıdır.
- Araştırma sırasında karşılaşılabilecek olan her tür engel ve zorluğun aşılmasını sağlayacak cesaret ve azim, gerçeğe ulaşmanın vazgeçilmez şartlarındandır.
- Gerçek aranırken, konuyla ilgili bütün görüş ve akımlar, hiçbiri göz ardı edilmeksizin ve önyargıdan uzak olarak, ciddî bir yaklaşımla gözden geçirilmeli ve anlamaya çalışılmalıdır.
- Sadece gerçeğin peşinde olan bir ilim insanını, sıradan insanlardan ayıran en önemli nitelik, herhangi bir bilgi yahut düşünceyle karşılaştığında, onun kim tarafından ortaya konulduğuna değil, hakikati ifade edip etmediğine bakmaktır.
- Her ilmî disiplin ayrı bir uzmanlık alanı olup herhangi bir alanda uzman (hazık) olan bir kimsenin başka alanlarda da uzman olacağı veya bir alanda bilgisiz yahut yetkin olmayan birinin hiçbir alanda uzman olamayacağı şeklindeki bir ön kabul doğru değildir. Dolayısıyla hakikat arayıcısı, görüş ve düşüncelerinden yararlanacağı kişilerin uzmanlık alanlarına dikkat etmek zorundadır.
- “Uzmanlığa saygı”nın gereği olarak hiç kimse inceliklerine vâkıf olmadığı, amaç, yöntem ve kapsamını iyi bilmediği bir alanda ulu-orta görüş ileri sürmemelidir.
- Hakkın (gerçek) bir kişi, grup ya da kendi tekelinde olduğu şeklindeki bir anlayış (dogmatizm) son derece yanlıştır ve hakikat arayıcısının önündeki en büyük engeldir.
Bu ilkeler ışığında ulaşılan gerçekleri, kavrayabilecek olanlardan sakınmak ve saklamak ne kadar yanlışsa; onu algılayacak durumda olmayanlara açıklamak da o kadar yanlış olur. Bu ilkeler ışığında gerçekleştirdiği arayış neticesinde yakînî/kesin bilginin her türlü şüphe ve hata ihtimalinden arınmış olması gerektiği sonucuna ulaşan Gazzâlî, kendi zihninde bu niteliğe sahip bilgilerin bulunduğunu ve bunların şüphe götürmediğinden emin olduğunun farkına vardı. Evet, matematik bilgiler bu kabildendi. Şu halde Gazzâlî’ye göre doğruluğu ve güvenilirliği kesin olarak kavranamayan hiçbir bilgi kesinlik düzeyine ulaşamaz.
Gazzâlî bilgide kesinlik ölçütünü nasıl dile getirmiştir?
Gazzâlî, bilgide kesinlik ölçütünü bir analojiyle
şöyle dile getirir: Bilgideki kesinlik öyle olmalıdır ki,
mesela bir kimse taşı altına, değneği ejderhaya
dönüştürerek bilginin yanlışlığını ortaya koymaya yeltense,
bu durum hiçbir şüphe ve ihtimale yol açmamalıdır. Mesela
ben on sayısının üçten daha çok olduğunu biliyorsam, biri
çıkıp bana “hayır üç daha çoktur dese ve bunu kanıtlamak
için “ben değneği ejderhaya dönüştürürüm” iddiasında
bulunsa ve bunu yapsa, ben de bunu gözümle görsem yine
de bu yüzden bilgimden şüphe etmem. Bu olaydan dolayı
sadece onun buna nasıl güç yetirdiğine şaşarım;
bildiğimden şüphe etmeye gelince... aslâ!
Aklın otoritesini kabul ettiğini açıkça ortaya koyan
düşünür, aklın yetkisinin mantık, matematik ve tabiat
bilimlerinin deneysel alanlarında geçerli olduğunu, fakat
metafizik problemlerin çözümünde yetersiz olup bu konuda
vahyin desteğine ihtiyaç bulunduğunu ısrarla belirtmiştir.
Gazzâlî akıl teriminin hangi anlamlarından söz eder?
Gazzâlî akıl teriminin dört farklı anlamından sözeder:
- İnsanın doğuştan getirdiği ve onu diğer canlılardan ayıran teorik bilgi edinme yetisi (garîze),
- Bu yetinin zorunsuzun olabilirliği, imkânsızın olmazlığı, bir kimsenin aynı anda iki yerde bulunamayacağı ve parça-bütün ilişkisi gibi ilk prensipleri idrak edecek düzeye ulaşmış hali,
- Yaşam boyu tecrübe ve deneyimlerle oluşan bilgi birikimi,
- Bilgi edinme yetisinin olgu ve olaylar arası bağlantıları kestirme ve duygulardan bağımsız olarak yargıda bulunabilir düzeye ulaşmış durumu. Ona göre apaçık ve önsel bilgilere denk düşen üçüncü anlamdaki akıl her insanda eşit seviyede bulunur. Bu bilgilerin aklın kendi yapısında içkin mi olduğu yoksa ona dışarıdan mı verildiği tartışmasında Gazzâlî, bunları metafizik kaynağa bağlamaktan yanadır. Onun “bu bilgiler, nefsin akıl gücünün oluşması sırasında Allah’tan veya meleklerin birinden nefse doğar” şeklinde dile getirdiği bu yaklaşımı Fârâbî ve Ibn Sînâ’nın aktif/fa’âl akıl anlayışını çağrıştırmaktadır. Ayrıca Mişkâtü’l-envâr’da “nur” diye adlandırdığı bilgi türlerini incelerken “nur üstüne nur” şeklinde nitelediği kutsî-nebevî (sezgisel) bilgilerin de insanın kalp gözüne yani aklına, bütün nurların/bilgilerin kaynağı, “ilk ve gerçek nur” olan Allah’tan geldiğini söyleyerek sezgisel bilgiyi de aynı metafizik kaynağa bağlamıştır.
Gazzâlî’nin felsefeye bakışı nasıldır?
Gazzâlî, bütün bu ilkelerin ışığında, “hakikati arayan dört grup’’ olarak nitelediği kelâmcılar, Bâtıniler, filozoflar ve sûfîlerin yöntem ve öğretilerini inceleyip eleştirdiği çeşitli eserler kaleme almıştır. Bu bağlamda filozofların görüşlerini eleştirmek üzere kaleme aldığı Tehâfütü 1- felâsife de onun bu eserlerinden biri ve en çok yankı uyandırmış olanıdır.
Felsefenin İslam dünyasında tanınmasıyla birlikte düşünce hareketi olarak varlığını sürdürmekte olan kelâm akımlarının dikkat ve tepkisini çekmeye başlar. Başlangıçtan itibaren kendini gösteren felsefe karşıtı tavır ve tepkiler, ateşli münazaralarda ileri sürülen görüşler ve kelâmcılarm kitaplarında yer alan ifadeler, Gazzâlî’nin deyimiyle "filozofları reddetme amacına yönelik bir kısım karmaşık ve dağınık sözler" olmaktan öteye gitmez. İslam dünyasında filozoflara yönelik olarak en ciddi, en sistemli ve en etkili eleştiri, hiç şüphesiz, Gazzâlî tarafından Filozofların Tutarsızlığı (Tehâfütü’l-felâsife) adlı eserde ortaya konulmuş, bunun cevabı ise Tutarsızlığın Tutarsızlığı (Tehâfütü 't-Tehâfüt) adıyla İbn Rüşd’den gelmiştir.
Gazzâlî, filozofları eleştirirken dinî olduğu kadar, epistemolojik, psikolojik, metodolojik ve sosyolojik nitelik taşıyan gerekçelere dayanır. O, yaşadığı dönemde bazı kimselerin kendilerini zekâ ve anlayışça diğer insanlardan üstün görerek, dinî kural ve uygulamaları küçümsediği hatta hiçe saydığını belirtir. Ona göre bu tavrın gerisinde biri epistemolojik diğeri psikolojik olmak üzere iki etkenden yatmaktadır.
- İlk olarak bu kişiler, Sokrat, Hipokrat, Platon ve Aristo gibi hekim ve filozofların, olgun akla ve birçok fazilete sahip olmakla birlikte din ve inançları inkâr ettikleri, bunları uydurulmuş kanunlar ve aldatıcı hileler olarak gördükleri yolunda yalan-yanlış bilgiler edinmişlerdir.
- İkinci etken ise bu kişilerin ayrıcalıklı, seçkin ve zarif görünme tutkusuna yahut aşağılık duygusuna kapılmış olmalarıdır.
Gazzâlî’nin filozofların tutarsızlığı ile ilgili düşünceleri
nelerdir?
Gazzâlî Filozofların tutarsızlığını yazmaktaki amacını şöyle dile getirir: “Amacım, önceki filozofların metafiziğe ilişkin inançlarının tutarsız ve görüşlerinin çelişik olduğunu açıklayarak reddetmek; gerçekte aklı başındakiler için alay konusu olan öğretilerinin iç yüzünü ve tehlikelerini göz önüne sermek ve bunun sıradan halk yığınları arasından çeşitli inanç ve görüşleriyle temayüz eden zeki kimselere ibret olmasını sağlamaktır.
- Gazzâlî öncelikle felsefi ilimleri kendi amacı ve yöntem anlayışı doğrultusunda matematik (riyâzî), mantık, fizik (tabiî), metafizik (ilâhî), siyâsî ve ahlakî ilimler olmak üzere altı gruba ayırır. Bunlardan matematik, mantık ve fizik, kanıta dayalı (burhânî) olmaları itibariyle epistemolojik açıdan güvenilir ilimlerdir ve bunların dinî meselelerle olumlu yahut olumsuz hiçbir ilişkileri yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerin özellikle din adına reddedilmesi ve eleştirilmesi faydadan çok zarar getirir. Filozoflar, siyâset ve ahlak alanındaki görüşlerini peygamberlerin ve sûfîlerin öğretilerinden yararlanarak olgunlaştırdıklarından, bunlar da epistemoloji ve din açısından herhangi bir sakınca taşımaz. Onların dinî ilkelerle çeliştikleri ve hataya düştükleri alan metafizik olup fiziğin konuları arasında yer almakla birlikte metafizik boyutu da bulunan sebeplilik (determinizm-causalite) ve nefis problemi de bu kapsamda ele alınmalıdır.
- Filozofların en önde gelenlerinden biri olan Aristoteles’in düşünce sistemindeki çelişkilerin ortaya konulması, belirlenen amacın gerçekleşmesini sağlayacak en kestirme yoldur. Çünkü o, teist bir filozof olarak daha önceki deist/natüralist ve ateist/materyalist düşünürlerin öğretilerini inceleyip eleştirerek felsefeyi geçersiz ve gereksiz ayrıntılardan arındırmıştır. Böylece filozofların temel düşüncelerine en yakın görüşleri belirlediği ve felsefi ilimleri sistemleştirdiği için de Mutlak Filozof ve Muallim-i Evvel ona unvanı verilmiştir. Aristoteles’in öğretilerini İslam dünyasına en iyi aktaran, onu en güzel şekilde temsil eden, eserlerini inceleyen ve anlayıp yorumlayanlar da Fârâbî ve İbn Sînâ olmuştur. Dolayısıyla bu iki filozofun görüşlerini irdeleyip eleştirmek diğer bütün filozofarı incelemekle eşdeğer olacaktır.
- Gazzâlî’, filozofların farklı terminoloji kullanmasından kaynaklanan problem, çelişki ve tartışmaların, ortak bir anlam kastedilmek şartıyla, üzerinde durulması gerekmeyen ayrıntılar olarak görüp tartışma dışı tutar.
- Amaç, filozofların çelişki ve tutarsızlıklarını açığa çıkarmak, böylece yöntem ve doktrinlerinin çelişkisiz olduğunu sanarak filozoflara karşı iyimser yaklaşanları uyarmak olduğuna göre, yapılması gereken şey, tartışılan sorunlara ilişkin herhangi bir tez ortaya koymaksızın, yalnızca filozofları sıkıştırmak, görüş ve yaklaşımlarını sorgulamak suretiyle doktrinlerini geçersiz kılıp reddetmektir.
- Filozofların görüş ve doktrinleri doğrudan dinin temel ilkeleriyle ters düşmektedir. Bu yüzden onlara karşı çıkarken herhangi birine bağlı kalmaksızın bütün kelâm ekollerinin görüşlerinden yararlanmak suretiyle güç birliği sağlamak en uygun yoldur
Gazzâlî’nin filozoflarla hesaplaşmasının İslam Düşünce ve Bilimine katkıları olmuşmudur?
Gazzâlî’nin filozoflarla hesaplaşması İslam
düşünce ve bilimi açısından önemli gelişmelerin yolunu
açmıştır. Bunlardan biri, Aristo mantığına yönelik algıda
köklü bir değişimim ortaya çıkmasıdır. Gazzâlî, Aristo
mantığına mesafeli duran önceki kelâmcıları mantığın
temelini oluşturan aklın kanunlarına dayanmak yerine daha
çok muarızlarının doğruluğu yaygınlığına bağlı olup
rasyonel değeri düşük öncüllerine dayalı diyalektik/cedelî
yöntemlerini verimsiz ve yetersiz bularak eleştirir. Ona
göre mantık ilmini yeterince kuşatamamış olan kimsenin
bilgilerine güvenilemez. Yana Çıkma: Gazzâlî’nin
takındığı bu kararlı tutum neticesinde mantık
hem teorik ve aklî ilimler hem de pratik ve naklî ilimler için
gerekli bir yöntem olarak genel kabul görür bir konuma
kavuşmuştur.
Gazzâlî’nin, metafizik alanda aklın yetersiz ve yetkisiz olup
bu konuda sözün vahye/dine bırakılması gerektiğine ilişkin
teziyle felsefe-kelâm-tasavvuf ilişki ve etkileşiminde köklü
dönüşümlere yol açması ikinci önemli sonuç olmuştur. Bu
bağlamda dikkate değer bir başka husus da Gazzâlî’nin din
açısından felsefeyi değerlendirip kritik ederken, Batılı
filozoflardan birkaç yüz yıl önce felsefe ile bilim arasında
çok net bir ayırıma gitmiş olmasıdır.
Gazzâlî Determinizmi hangi açılardan eleştirmiştir?
Gazzâlî’nin filozoflara yönelttiği eleştirilerden en
çok dikkat çeken ve yankı uyandıranı, sebep-sonuç ilişkisi
yahut sebeplilik ilkesine bağlamında ortaya koyduğu
yaklaşımdır. İslam filozoflarının Antik Yunan
düşüncesinden devralıp Allah’ın ilim ve inayetiyle
bağlantılı kılarak açıkladıkları sebeplilik ilkesi karşısında
özellikle Eş’arî kelâmcıları indeterminist bir tavır
içindeydiler. Onlar cevher-i fert (atom) ve araz anlayışı ile
arazların iki ayrı zamanda var olamayacağı, dolayısıyla
yaratmanın her an yenilendiği fikrine dayalı bir tür
vesileci/occasionalist yaklaşımı savunuyorlardı. Buna göre
var olan her şey birbirinden bağımsız parçalardan ibaret
olup onları bir araya getirerek yeni bir yapı kazandıran güç
tabiata içkin değildir. Dolayısıyla bu parçalar (atom) gibi
gerek doğal gerekse İnsanî olsun bütün fiil ve olaylar da
Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. Bu geleneğin bir
izleyicisi olarak sebeplilik ilkesinin determinizme varan yorumuna yönelik en ciddî eleştiriyi Gazzâlî ortaya koymuştur.
Gazzâlî sebep ve sonuç arasındaki ilişkiyi nasıl açıklar?
Gazzâlî’ye göre her ne kadar deney ve gözlemler sebep ve
sonuç denilen iki olayın artarda geldiğini tespit ediyorsa da
burada bir zorunluluk bulunduğunun ilim ve mantık
bakımdan kanıtlanması mümkün değildir. Artarda gelen iki
şeyden birine sebep, diğerine sonuç (müsebbeb, sebepli)
adının verilmesi tümüyle bunları hep artarda görmeye
alışmış olmaktan ileri gelmektedir. Gazzâlî’nin verdiği
örnekle açıklamak gerekirse pamukla ateş, hasta ile ilâç,
açlık ile gıda, susuzluk ile su... vb. bütün doğal varlık ve
olaylar arasındaki kurulan sebep-sonuç ilişkisi, doğal varlık
ve olayların kendi özündeki bir özelliğin zorunlu neticesi
olmayıp Allah’ın irade, takdir ve yaratmasının bir
sonucudur. Çünkü ateş, su, ilaç gibi doğal şeylerin hiçbiri
gerçek anlamda sebep ve fail olamaz. Mucize denilen
olaylarda görüldüğü üzere ateş gibi bir sebep bulunduğu ve
etkisini göstermesi için bütün şartlar hazır olduğu halde
Allah istemedikçe beklenen sonuç doğmayabildiği gibi hiç
beklenmeyen ve tahmin bile edilemeyen neticeler de ortaya
çıkabilir. Doğal nesneleri gerçek sebep ve fail konumuna
yerleştiren böyle bir yaklaşım Gazzâlî’ye göre azat edilmiş
bir kölenin efendisinin yerine azat tutanağının yazımında
kullanılan kaleme şükran duymasına benzer ki bu
“cehaletin son noktası”dır.
Sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi zorunlu sayarak doğal
sebebi olmayan hiçbir sonuçtan söz edilemeyeceğini
savunan Aristocu düşünce, İslam filozofları tarafından
sebeplilik ilkesi Allah'ın ilim ve hikmetiyle bağlantı içinde
yorumlanarak benimsenmiştir. Gazzâlî, tabiatın kendi
içinde kalan bir zorunluluk döngüsü şeklinde gördüğü bu
anlayışa şiddetle karşı çıkar.
Gazzâlî, daha sonra Batı felsefesinde en açık
şekilde Malebranche tarafından dile getirilen
“occasionalisme/vesilecilik”i önceleyerek bir yandan doğal
determinizmi yadsırken diğer yandan da ilâhî irade ve
hikmeti dışlayan rastlantı ve tesadüf düşüncesini geçersiz
kılacak şekilde Allah'ın âlemdeki bütün olgu ve olayları
bildiği, irade ettiği ve gerçekleştirdiği görüş ve inancını
savunmuştur.
Gazzâlî için Nizamiye Medresesi’nin önemi nedir?
Selçuklu veziri Nizâmülmük’ün sürdürdüğü burs uygulamasından de yararlanarak ilim tahsiline devam edebileceği düşüncesiyle 1080 yılında Nîşâbur’a giderek buradaki Nizamiye Medresesi’ne giren Gazzâlî, burada dönemin en tanınmış kelâm âlimi olan el-Cüveynî’nin öğrencisi oldu. Kelâm ve felsefeyle onun derslerinde tanışan Gazzâlî’nin Nîşâbur’daki öğrenimi sırasında büyük ölçüde yararlanıp etkilendiği şahsiyetlerden biri de meşhur sûfî Ebû Ali el-Fârmedî olmuştur. Cüveynî’nin vefatı üzerine 1085’te Nizâmülmülk’ün karargâhına gitmesi ve yirmi sekiz yaşında bulunmasına rağmen vezirden saygı görmesi Gazzâlî’nin hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Gazzâlî’nin yöntemli şüpheciliğinin başlangıç noktası nedir?
Gazzâlî, her şeyden önce bir hakîkat arayıcısıdır ve felsefeyle olan ilişkisi de aslında onun bu niteliği ile yakından ilgilidir. el-Münkız’da anlattığına göre Gazzâlî’nin eşyanın gerçek mahiyetinin ne olduğunu sorması ve bu konuda kesin bilgiye ulaşmak istemesi, onun yöntemli şüpheciliğinin başlangıç noktasıdır.
Gazzâlî’nin bilgi ve yöntem anlayışının şekillenmesi nasıl olmuştur?
Önce doğru bilginin imkânı ve hangi yolla elde edilebileceğini araştırmak gerekiyordu. Gazzâlî bu soruların mevcut anlayışların içinde kalarak ve farklı ekollerden birinin görüşünü benimseyerek cevaplandırılamayacağını fark etti. Şu halde yapılması gereken her türlü “aktarma kanaatler”i (el-akâidü’l-mevrûse) bir kenara bırakıp, doğrudan doğruya kendi zihinsel çabasıyla cevap aramaya girişmekti. Kendi deyimiyle yaradılıştan gelen “varlıkların hakikatlerini kavrama tutkusu” daha ilk gençlik yıllarında “taklitten kurtulup tahkike erme” çabasına dönüşür. Gazzâlî’nin epistemolojik bir buhran halini alan ve iki ay kadar süren bu arayışı, onun bilgi ve yöntem anlayışının şekillenmesiyle sonuçlanır.
Gazzâlî’nin gerçek bilgi ve yöntem anlayışını oluşturan temel ilkelerini nasıl sıralayabiliriz?
(i) Varlığın hakikatini kavrama ve gerçek bilgiye (yakîn) ulaşmayı sağlayacak olan en önemli güç, gerçeği öğrenme isteğinin bir tutku halini almasıdır. (ii) Bir araştırma yaparken, varılmak istenen hedef ile ona ulaştıracak olan yol ve yöntemin iyi belirlenmesi, araştırıcının dikkat etmesi gereken hususların başında
gelir. (iii) Araştırmanın başlangıcından bitimine kadar her aşamada konuyla ilgili her şey ciddiyetle ele alınmalı, gerçeği arama konusundaki samimiyet ve titizlik elden bırakılmamalıdır. (iv) Araştırma sırasında karşılaşılabilecek olan her tür engel ve zorluğun aşılmasını sağlayacak cesaret ve azim, gerçeğe ulaşmanın vazgeçilmez şartlarındandır. (v) Gerçek aranırken, konuyla ilgili bütün görüş ve akımlar, hiçbiri göz ardı edilmeksizin ve önyargıdan uzak olarak, ciddî bir yaklaşımla gözden geçirilmeli ve anlamaya çalışılmalıdır. (vi) Sadece gerçeğin peşinde olan bir ilim insanını, sıradan insanlardan ayıran en önemli nitelik, herhangi bir bilgi yahut düşünceyle karşılaştığında, onun kim tarafından ortaya konulduğuna değil, hakikati ifade edip etmediğine bakmaktır. (vii) Her ilmî disiplin ayrı bir uzmanlık alanı olup herhangi bir alanda uzman (hazık) olan bir kimsenin başka alanlarda da uzman olacağı veya bir alanda bilgisiz yahut yetkin olmayan birinin hiçbir alanda uzman olamayacağı şeklindeki bir ön kabul doğru değildir. Dolayısyla hakikat arayıcısı, görüş ve düşüncelerinden yararlanacağı kişilerin uzmanlık alanlarına dikkat etmek zorundadır. (viii) “Uzmanlığa saygı”nın gereği olarak hiç kimse inceliklerine vâkıf olmadığı, amaç, yöntem ve kapsamını iyi bilmediği bir alanda ulu-orta görüş ileri sürmemelidir.(ix) Hakkın (gerçek) bir kişi, grupya da kendi tekelinde olduğu şeklindeki bir anlayış (dogmatizm) son derece yanlıştır
ve hakikat arayıcısının önündeki en büyük engeldir. (x) Bu ilkeler ışığında
ulaşılan gerçekleri, kavrayabilecek olanlardan sakınmak ve saklamak ne kadar
yanlışsa; onu algılayacak durumda olmayanlara açıklamak da o kadar yanlış olur.
Gazzâlî, bilgide kesinlik ölçütünü nasıl açıklar?
Bilgideki kesinlik öyle olmalıdır ki, mesela bir kimse taşı altına, değneği ejderhaya dönüştürerek bilginin yanlışlığını ortaya koymaya yeltense, bu durum hiçbir şüphe ve ihtimale yol açmamalıdır. Mesela ben on sayısının üçten daha çok olduğunu biliyorsam, biri çıkıp bana “hayır üç daha çoktur dese ve bunu kanıtlamak için “ben değneği ejderhaya dönüştürürüm” iddiasında bulunsa ve bunu yapsa, ben de bunu gözümle görsem yine de bu yüzden bilgimden şüphe etmem. Bu olaydan dolayı sadece onun buna nasıl güç yetirdiğine şaşarım; bildiğimden şüphe etmeye gelince... aslâ!
Gazzâlî'ye göre akıl teriminin kaç anlamı vardır?
Gazzâlî akıl teriminin dört farklı anlamından sözeder: (i) İnsanın doğuştan getirdiği ve onu diğer canlılardan ayıran teorik bilgi edinme yetisi (garîze), (ii) bu yetinin zorunsuzun olabilirliği, imkânsızın olmazlığı, bir kimsenin aynı anda iki yerde bulunamayacağı ve parça-bütün ilişkisi gibi ilk prensipleri idrak edecek düzeye ulaşmış hali, (iii) yaşam boyu tecrübe ve deneyimlerle oluşan bilgi birikimi ve (iv) bilgi edinme yetisinin olgu ve olaylar arası bağlantıları kestirme ve duygulardan bağımsız olarak yargıda bulunabilir düzeye ulaşmış durumu.
Gazzâlî'ye göre hakikati arayan dört grup kimlerden oluşur?
Gazzâlî'nin "hakikati arayan dört grup” olarak nitelediği kelâmcılar, Bâtıniler, filozoflar ve sûfîlerdir.
Gazzâlî'nin filozofların görüşlerini eleştirdiği kitabı nedir?
Gazzâlî, bütün bu ilkelerin ışığında, “hakikati arayan dört grup” olarak nitelediği kelâmcılar, Bâtıniler, filozoflar ve sûfîlerin yöntem ve öğretilerini inceleyip eleştirdiği çeşitli eserler kaleme almıştır. Bu bağlamda filozofların görüşlerini eleştirmek üzere kaleme aldığı Tehâfütü’l-felâsife de onun bu eserlerinden biri ve en çok yankı uyandırmış olanıdır.
Felsefenin İslam dünyasında tanınmasıyla birlikte oluşam etki nasıl olmuştur?
Felsefenin İslam dünyasında tanınmasıyla birlikte düşünce hareketi olarak varlığını sürdürmekte olan kelâm akımlarının dikkat ve tepkisini çekmeye başlar. Bu doğaldı, çünkü kelamcıların kendi aralarında tartışageldikleri teorik sorunların çoğu, aynı zamanda filozofların da gündeminde yer alan konulardı. Nitekim İslam dünyasının ilk filozofu olan Kindî, dinî düşünce adına felsefe ve filozoflara karşı çıkan kimi çevrelerden söz eder. Ne var ki başlangıçtan itibaren kendini gösteren bu felsefe karşıtı tavır ve tepkiler, ateşli münazaralarda ileri sürülen görüşler ve kelâmcıların kitaplarında yer alan ifadeler, Gazzâlî’nin deyimiyle “filozofları reddetme amacına yönelik bir kısım karmaşık ve dağınık sözler” olmaktan öteye gitmez.
Gazzâlî, filozofları eleştirirken hangi iki etkenden söz eder?
Gazzâlî, filozofları eleştirirken dinî olduğu kadar, epistemolojik, psikolojik, metodolojik ve sosyolojik nitelik taşıyan gerekçelere dayanır. O, yaşadığı dönemde bazı kimselerin kendilerini zekâ ve anlayışça diğer insanlardan üstün görerek, dinî kural ve uygulamaları küçümsediği hatta hiçe saydığını belirtir. Ona göre bu tavrın gerisinde biri epistemolojik diğeri psikolojik olmak üzere iki etkenden yatmaktadır. İlk olarak bu kişiler, Sokrat, Hipokrat, Platon ve Aristo gibi hekim ve filozofların, olgun akla ve birçok fazilete sahip olmakla birlikte din ve inançları inkâr ettikleri, bunları uydurulmuş kanunlar ve aldatıcı hileler olarak gördükleri yolunda yalan-yanlış bilgiler edinmişlerdir. İkinci etken ise bu kişilerin ayrıcalıklı, seçkin ve zarif görünme tutkusuna yahut aşağılık duygusuna kapılmış olmalarıdır.
Gazzâlî’ye göre filozoflar neden bir aldatmaca içindedirler?
Çünkü onlar, özellikle metafizik konulara ilişkin görüşlerini temellendirmede zora girdiklerinde muhataplarını ikna etmek üzere bu disiplinin, zeki kimselerin dahi anlamakta güçlük çektikleri karmaşık, kapalı ve içinden çıkılmaz bir ilim olduğunu; dolayısıyla matematik ve mantık bilmeyenlerin bu konuları anlayamayacağını ileri sürerler.
Gazzâlî'nin Filozofların Tutarsızlığı’nı yazmaktaki amacı nedir?
“Amacım, önceki filozofların metafiziğe ilişkin inançlarının tutarsız ve görüşlerinin
çelişik olduğunu açıklayarak reddetmek; gerçekte aklı başındakiler için alay
konusu olan öğretilerinin iç yüzünü ve tehlikelerini göz önüne sermek ve bunun
sıradan halk yığınları arasından çeşitli inanç ve görüşleriyle temayüz eden zeki
kimselere ibret olmasını sağlamaktır”
Gazzâlî felsefi ilimleri kaça ayırır?
Gazzâlî öncelikle felsefi ilimleri kendi amacı ve yöntem anlayışı doğrultusunda matematik (riyâzî), mantık, fizik (tabîî), metafizik (ilâhî), siyâsî ve ahlakî ilimler olmak üzere altı gruba ayırır.
Gazzâlî altı felsefi ilmi nasıl açıklar?
Bunlardan matematik, mantık ve fizik, kanıta dayalı (burhânî) olmaları itibariyle epistemolojik açıdan güvenilir ilimlerdir ve bunların dinî meselelerle olumlu yahut olumsuz hiçbir ilişkileri yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerin özellikle din adına reddedilmesi ve eleştirilmesi faydadan çok zarar getirir. Filozoflar, siyâset ve ahlak alanındaki görüşlerini peygamberlerin ve sûfîlerin öğretilerinden yararlanarak olgunlaştırdıklarından, bunlar da epistemoloji ve din açısından herhangi bir sakınca taşımaz. Onların dinî ilkelerle çeliştikleri ve hataya düştükleri alan metafizik olup fiziğin konuları arasında yer almakla birlikte metafizik boyutu da bulunan sebeplilik (determinizm-causalite) ve nefis problemi de bu kapsamda ele alınmalıdır
Gazzâlî için Aristoteles'in önemi nedir?
Filozofların en önde gelenlerinden biri olan Aristoteles’in düşünce sistemindeki çelişkilerin ortaya konulması, belirlenen amacın gerçekleşmesini sağlayacak en kestirme yoldur. Çünkü o, teist bir filozof olarak daha önceki deist/natüralist ve ateist/materyalist düşünürlerin öğretilerini inceleyip eleştirerek felsefeyi geçersiz ve gereksiz ayrıntılardan arındırmıştır. Böylece filozofların temel düşüncelerine en yakın görüşleri belirlediği ve felsefi ilimleri sistemleştirdiği için de Mutlak Filozof ve Muallim-i Evvel ona unvanı verilmiştir.
Gazzâlî’ye göre “cehaletin son noktası” nedir?
Ateş, su, ilaç gibi doğal şeylerin hiçbiri gerçek anlamda sebep ve fail olamaz. Mucize denilen olaylarda görüldüğü üzere ateş gibi bir sebep bulunduğu ve etkisini göstermesi için bütün şartlar hazır olduğu halde Allah istemedikçe beklenen sonuç doğmayabildiği gibi hiç beklenmeyen ve tahmin bile edilemeyen neticeler de ortaya çıkabilir. Doğal nesneleri gerçek sebep ve fail konumuna yerleştiren böyle bir yaklaşım Gazzâlî’ye göre azat edilmiş bir kölenin efendisinin yerine azat tutanağının yazımında kullanılan kaleme şükran duymasına benzer ki bu “cehaletin son noktası”dır.
Gazzâlî’ye göre sebep-sonuç ilişkisi içinde filozofların hangi görüşleri kabul edilemez?
Ona göre, savunduğu indeterminist yaklaşım hiçbir zaman doğada her türlü saçma “imkânsız”ın gerçekleşeceği bir karmaşa ve belirsizlik bulunduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü ilke olarak Allah’ın iradesine konu olan her şey “imkânsız” olmaktan çıkar; ayrıca Allah bizim zihnimizde kendisi için mümkün olan bu şeyleri yapmayacağına ilişkin bir bilgi yaratmıştır. Bu durumda bizim sebep-sonuç ilişkisi içinde hep artarda birlikte bulunduklarına şahit oluşumuz, onların sürekli bir biçimde öteden beri geçerli olan bir düzene bağlı olarak gerçekleştiği fikrinin zihnimizde yerleşmesini sağlar. Hal böyleyken filozofların bu ilişkide tabii bir zorunluluk görmeleri, Gazzâlî’ye göre, sadece mantıki ve ilmî değerden yoksun olması bakımından değil, aynı zamanda Allah’ın mutlak iradesini ve mucizenin imkânını dışlayıcı bir yapıda olması itibariyle de kabul edilemez niteliktedir.
Gazzâlî’, filozoflarla ilgili neyi tartışma dışı tutar?
Gazzâlî’, filozofların farklı terminoloji kullanmasından kaynaklanan problem, çelişki ve tartışmaların, ortak bir anlam kastedilmek şartıyla, üzerinde durulması gerekmeyen ayrıntılar olarak görüp tartışma dışı tutar.
Gazzâlî görüşlerini açıklarken kiminle hesaplaşmıştır?
Fârâbî’nin ve özellikle de İbn Sînâ’nın eserleri üzerinde iki yılı aşkın bir süre yoğun bir incelemeye girişen Gazzâlî, önce Filozofların Amaçları (Makâsıdü’lfelâsife) başlıklı eserini kaleme alarak bu alanda görüş bildirecek yetkinliğe ulaştığını göstermiş, ardından Filozofların Tutarsızlığı’nı yazarak genelde filozoflarla özelde ise İbn Sînâ ile hesaplaşmıştır.
Gazzâlî kitaplarını yazarken hangi özel yöntemi kullanmıştır?
Amacı ve özel yöntemi uyarınca yirmi problem tespit ederek bunları filozofların kullandığı terminoloji ve mantık disiplini çerçevesinde tartışmıştır. Yer yer polemiğe dönüşen diyalektik bir söylemle gerçekleştirdiği felsefe eleştirisi sonucunda İbn Sînâ’nın ve dolayısıyla da filozofların on yedi mesele hakkındaki görüşlerinin hatalı, çelişik ve tutarsız olduğunu belirleyen Gazzâlî, Tanrı-âlem ilişkisi yahut âlemin ezelîliği, Allah’ın tikellere ilişkin bilgisi ve ölümden sonraki hayatın bedensiz olacağı yahut cesetlerin diriltilmesi konusundaki görüşlerinin dinî ilkeler açısından tümüyle geçersiz (bâtıl) olduğu kanaatine ulaşmıştır.
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 8 Gün önce comment 11 visibility 17856
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Kayıt Yenileme Duyurusu
date_range 7 Ekim 2024 Pazartesi comment 1 visibility 1164
-
2024-2025 YKS Ek Yerleştirme İle Yerleşen Adayların Çevrimiçi (Online) Başvuru ve Kayıt Duyurusu
date_range 24 Eylül 2024 Salı comment 1 visibility 616
-
Çıkmış Soruları Gönder Para Kazan!
date_range 10 Eylül 2024 Salı comment 5 visibility 2741
-
2023-2024 Öğretim Yılı Yaz Okulu Sınavı Sonuçları Açıklandı!
date_range 27 Ağustos 2024 Salı comment 0 visibility 905
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25570
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14505
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12507
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12499
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10423