İlkçağ Felsefesi Dersi 5. Ünite Özet

Sistematik Dönem I: Platon

Giriş

Platon, en önemli ilk çağ felsefecilerinden biridir. Sokrates gibi önemli bir düşünürün öğrencisi, Aristoteles gibi bir başka büyük düşünürün ise öğretmeni olması itibariyle, ilk çağ felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Doğduğu şehir olan Atina’nın dışına çıkarak Kuzey Afrika, Mısır ve İtalya gibi ülkelerde bulunduğu için, düşünceleri yerel sınırların ve küçük toplum etkilerinin dışına çıkabilmiş, kendi zamanının düşünceleri ve felsefecileri kadar kendisinden önceki düşünceleri ve felsefecileri tanıma fırsatı bulmuştur. Tarihteki ilk akademik kurum olan Akademi’yi kurduğu için, felsefi düşünceleri kurumsal bir şekilde yeni nesillere öğretilmiştir.

Platon’un Hayatı

Platon (Türkçe diğer adıyla Eflâtun), milattan önce 427 yılında doğdu ve milattan önce 347 yılında öldü. Kimi kaynaklar doğum yerini Atina olarak, kimileriyse, Aegina adası olarak belirtir.

Platon, önemli ilk çağ filozoflarının öğrencisi oldu. Ancak hiç şüphe yok ki Platon’u en fazla etkileyen filozof, yirmi yaşında öğrencisi olduğu Sokrates’dir.

Platon, 30’lu yaşlarının başında ülkesinin dışına çıkarak Kuzey Afrika’yı, Mısır’ı ve İtalya’yı gezdi. Bu ülkelerde gördüğü şeyler, onu değişim, durağanlık, tarım, ticaret, zenginlik ve yüksek kültür gibi konularda düşünmeye sevk etti. Yazdığı diyaloglar ona şöhret getirdi.

Yaşadığı ülkenin siyasal sorunları ile ilgilenen Platon, hocası Sokrates’in idamından sonra pratik siyasetle olan bağını tamamen kopardı. Siyasetle ilişkisi teorik düzeyle sınırlı olarak kaldı. Buna rağmen onun “ideal devlet” görüşü, siyasal düşünceler tarihinde, önemli bir yaklaşım olarak bugün bile yerini korumaktadır. Felsefî düşünceyi siyaset, ahlak, estetik, varlık ve bilgi felsefesi gibi alanlarda temellendiren Platon, kurduğu Akademi adlı kurumla bu düşüncelerin sistematik olarak derinleştirilmesini ve öğretilmesini sağladı. Platon’un kurduğu Akademi adlı eğitim kurumu, günümüz üniversitelerinin bilinen en eski atasıdır.

Platon, maddeci felsefeye karşı idealist felsefeyi savunmuş ve idealizmin temellerini atmıştır. Platon, Sokrates’in öğrencisi, Aristoteles’in ise hocası olması itibariyle, kuşaklar arasında felsefi düşüncenin aktarılmasında önemli yere sahiptir. Etkisi günümüze kadar gelen görüşleri, diyalog biçiminde yazılmış 30’dan fazla eserinde anlatılmıştır.

Platon’un Eserleri

Akademi’yi kurduktan sonra Platon, zamanının önemli bir kısmını yazı yazmaya adamıştır. Kendisinden önceki pek çok yazarın aksine Platon’un eserlerinin hemen hemen tamamı bugüne kadar ulaşmıştır.

Bugün Platon’a atfedilen 30’dan fazla diyalog söz konusudur ve bu diyalogların 25’inin Platon’un eliyle kaleme alındığı kesin olarak bilinmektedir.

Platon eserlerini diyalog biçiminde yazmıştır. Diyalog biçimindeki eser, tiyatro senaryolarına benzer biçimde karakterler arasındaki tartışmaların sırayla, konuşma formatında ifade edilmesine dayanır. Böylece felsefî olduğu kadar edebî niteliklere de sahip eserler çıkar ortaya.

Platon’un eserlerini, gelişim evrelerine ve Platon’un kişisel yaşamındaki dönemlere göre iki genel kategoriye ayıran yazarlar vardır.

a. Erken ve orta dönem diyaloglar,
b. Geç dönem diyaloglar.

Platon’un eserlerinin tamamı göz önüne alındığında şöyle bir genelleme yapmak mümkündür: Erken dönem eserlerde diyalogların baş aktörü Sokrates’tir. Bu diyaloglarda ortaya atılan düşüncelerin Sokrates’e mi ait olduğu, yoksa Platon tarafından Sokrates karakteri aracılığıyla mı dile getirildiği, yalnızca diyaloglara bakılarak kolaylıkla karar verilebilecek bir konu değildir. Diğer yandan, Platon’un, orta dönem (Meno, Phaedo, Symposium ve Devlet gibi) diyaloglarından itibaren kendisine ait görüşleri dile getirmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu nedenle Platon’un erken dönem fikirlerinden söz ederken, sıkça Sokrates’ den söz etmek kaçınılmazdır. Ancak erken dönem yapıtlarına bu tür göndermeler yapıldığında, tarihsel bir figür olarak Sokrates’e mal edilen görüşlerin gündeme getirildiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte, orta ve geç dönem eserlerinde, Sokrates dâhil hangi karakter konuşturulursa konuşturulsun, Platon’un kendi görüşlerine doğru bir geçiş olduğu da söylenebilir

Platon’un Varlık Anlayışı

Platon’un varlık hakkındaki düşüncelerini anlamak için onun Türkçe’ ye “biçim” veya “form” olarak çevirebileceğimiz “idea” veya “eidos” kavramına bakmamız gerek. Platon, eski Yunanca olan “idea” ve “eidos” kelimelerini birbirinin yerine kullanır. Her iki kelime de eski Yunanca’ da “görmek” anlamına gelen “idein” kelimesinden türetilmiştir. Platon’a atfedilen “idealar dünyası” tabiri, bazen “idea” sözcüğünün İngilizce’ deki karşılığı (fikir, düşünce) ile karıştırılarak “fikirler dünyası” olarak Türkçeleştirilmektedir. Türkçede ki bu kullanım yanlıştır. Doğrusu, “biçimler dünyası” veya “şekiller dünyası”dır. Hatta “formlar dünyası” tabiri de kullanımdadır ve bu kullanım da doğrudur.

Platon düşüncesinde “gerçek varlık” ile “oluş” (yahut maddi varlık) birbirinden farklıdır. Bu ikisi arasındaki farkı anlamak için Platon’un temel düşüncelerinden birini hatırlamak gerek: Platon’a göre, duyularımıza konu olan şeylerle, formlar dünyasındaki şeyler birbirinden mahiyet itibariyle farklıdır. Formlar dünyasındaki şeyler bilgiye (episteme) konu olurken, fenomenler (phainomena) dünyasındaki şeyler kanaatlere (doxa) konu olurlar.

Platon’un epistemolojik düşüncesindeki bu ayrım, ontoloji anlayışında da benzer bir şekilde yer alır: Formlar dünyasındaki varlıklar gerçek varlıklardır. Oysa fenomenler dünyasındaki varlıklar, formlar dünyasındaki gerçek varlıkların duyularımıza konu olan basit yansımalarıdır. Nasıl ki “bilgi” (episteme) “kanaat” (doxa) karşısında üstünlüğe sahipse, “gerçek varlık” (to ontos on) da “maddi varlıktan” (ousia) veya “oluştan” üstündür.

Platon’un Bilgi Anlayışı

Platon’a göre, içerisinde yaşadığımız dünyanın ötesinde bir dünya var. Bu dünyaya onun tabiriyle kısaca “formlar dünyası” diyebiliriz. Platon, bilginin ortaya çıkması için, ona zemin teşkil eden formların varlığının elzem olduğunu öne sürer. Platon’un bilgi anlayışı ile ilgili önemli bir noktayı, onun Phaedo adlı eserindeki şu sözü özetlemektedir: “Bilmek, hatırlamaktır”. Bu sözden açıkça anlaşılan, bilginin belirli formlar halinde zaten var olduğu, insanın belirli yöntemler izleyerek bilgi sahibi olmasının ise, yalnızca bu bilgileri hatırlamaktan ibaret olduğudur.

Platon her bir eşya, varlık ve olayla ilgili özel niteliklerin insan beyninde zaten yer aldığını ve “bilme” nin bu nitelik ve nicelikleri hatırlamak olduğunu söylemez. O, formlar şeklinde insan zihninde muhafaza edilen bilginin, eşya ve varlıkla her karşılaştığında onlar aracılığıyla beyinde yeniden canlandığını söyler. Yani “hatırlamanın” konusunun eşya hakkındaki çok özel bilgiler değil, formlar olduğunu söylersek Platon’u daha iyi anlamış oluruz.

Devlet adlı eserinde Platon, bilginin nesnesinin sonsuz Varlık, yani “formlar” olduğunu, buna karşılık doxa’nın nesnesinin ise duyulara konu olan varlıklar ve değişim olduğunu söyler. Başka türlü söylersek bilginin (episteme) konusu Varlık, kanaatin konusu ise varoluş (yahut ‘oluş’)tur.

Platon (Sokrates’in diliyle), eğitilmiş insan ile eğitilmemiş insan arasındaki farkı anlatırken, meşhur mağara benzetmesini geliştirir. Platon bu noktada, doğduğu andan itibaren bir mağaranın duvarına yüzü dönük şekilde zincirlenmiş insanları kafamızda canlandırmamızı ister. Bu insanlar, arkadan gelen ışığın etkisiyle duvardaki gölgelerden başka bir şey görememektedir. Işık kaynağı ile bu insanlar arasında hareket eden nesnelerin de gölgesi doğal olarak bu duvara yansımaktadır. Doğduğu andan itibaren, çok uzun yıllar bu şekilde nesneleri algılayan bir insanın, günün birinde zincirden kurtularak gölgelerin sahibi olan gerçek nesnelerle karşılaşması durumunda, bu nesneleri algılamasının çok zor olacağını söyler. Bizim algıladığımız dünyadan uzak bir yerde, formlar dünyasının bulunduğunu ve zihnimizin bu basit algı dünyasının ötesine geçerek, formları akla konu etmesinin de aynı derecede zor olduğunu belirtir. Platon, ilerleyen zamanlarda, bilgi ve kanaat arasındaki farkı biraz daha netleştirir ve bilginin ortaya çıktığı yeri akıl (nous), kanaatin ortaya çıktığı yeri ise duyular olarak gösterir. Platon, gerçek anlamda bilgi sahibi olmak için (yani formları akla konu edinebilmek için) sarf edilen en üst düzeyde zihinsel çaba ile daha düşük düzeydeki aklî çabalar (yani öncüllere dayanarak matematiksel çıkarımlar yapma) arasında, yani “sanat” ve “zanaat” (techne) arasında, fark gözetir. En üst düzeydeki aklî işlemler diyalektiğe dayanırken, aşağı düzeydeki aklî işlemler mantıksal çıkarımlara dayanır.

Platon’un Ruh Anlayışı

Platon’un ruh anlayışı, felsefî literatüre önemli bir kavram olarak girmiş olan “Platonik düalizm” (Platonik ikilik) düşüncesine dayanır. Bu düalizme göre ruh ve beden birbirinden mâhiyet itibariyle farklı iki varlıktır. Platon’un metinlerinde “ruh” tabirine karşılık kullanılan orijinal kelime “psuche” dir (okunuşu: psühe). Bu kavram, zaman içerisinde Avrupa dillerine “psyche” olarak geçmiştir. Psyche sözcüğü modern sözlüklerde “ruh” olarak tanımlanmaktadır. “Psikoloji” (ruh bilimi) sözcüğü de bu kökten türetilmiştir. Diğer yandan Platon’un eserlerinde geçen “psuche” sözcüğünün batı dillerinde çoğunlukla “akıl” anlamına gelecek şekilde tercüme edildiğini de hatırımızda tutmalıyız. Platon’un “psuche” kavramına Türkçe en uygun anlamsal karşılığın “akıl” ve “can” kavramlarının karışımı olduğu düşünülebilir. Zira Platon felsefesinde “psuche”, yalnızca insanların değil, bitki ve hayvanların da sahip olduğu bir şeydir.

Platon’un düalizmi, ister istemez onu şu soruya da yanıt vermeye zorlamaktadır: Ruh ve beden birbirini etkileyebilir mi? Platon’a göre ruh ve beden birbirini etkiler. Bedenin ruhu etkilediği iddiasına en kolay gözlemlerle ulaşılabilir. Bu nedenle Platon felsefesinde bedenin ruh üzerinde etkili olduğuna dair iddiayla karşılaşmak, beklenen bir durumdur. Ancak Platon düşüncesini çarpıcı kılan, ruhun beden üzerinde etkili olduğunu iddia etmesidir. Platon’a göre ruh, beden üzerinde etkiye sahiptir. Platon’un bu düşüncesini modern bilimin verileri ışığında şöyle örneklendirebiliriz: Âşık olduğumuz insanı gördüğümüzde heyecanlanırız. Heyecan anında vücudumuzda adrenalin salgılanır. Böylece ruh halimizdeki bir değişiklik (heyecanlanma), bedenimiz üzerinde bir değişikliğe (kandaki adrenalin miktarında artışa) yol açmış olur. Böylece Platon düşüncesinde ruhun bedenden mahiyet itibariyle farklı, bağımsız bir varlık olmakla kalmayıp, bedeni etkisi altına alabilen bir varlık olduğu iddiası ortaya çıkmaktadır.

Platon’a göre ruh, her ne kadar bütüncül bir şekilde görünüyorsa da, parçalı bir yapıya sahiptir. Başka bir deyişle, işleyiş itibariyle bakıldığında ruhun kendi içerisinde parçalardan oluştuğu görülecektir. Bu parçalar Platon’a göre üç tanedir: Sağduyu (reason), öz (spirit) ve iştah (appetite).

Ruhun ölümsüz olduğu ve bir bedenden başka bir bedene geçtiği düşüncesini Pythagoras ortaya atmıştır. Platon bu düşünceyi daha ileri götürmüş ve kimlik, hayatta kalma, dirilme ve ruhun bedenden ayrılması fikirlerini geliştirmiştir. Hatta Platon’a göre ruh, bir bedenden ayrıldıktan sonra insan bedenlerine yerleşebileceği gibi, insan harici bedenlere de yerleşebilir. Ruhun belirli bir zamanda belirli bir bedende yerleşik olması, onun bu bedenden önce ve sonra da var olmayı sürdürdüğünü düşünmemize engel olmamalıdır.

Platon’un Ahlak Anlayışı

Platon’un ahlâk anlayışı, onun bir dizi kavrama nasıl başvurduğuna ve bu kavramları birbiri ile nasıl ilişkilendirdiğine bakarak anlaşılabilir. Bunlar, erdem, hedonizm (hazcılık), mutluluk, iyi-kötü ve eylem kavramlarıdır.

Platon felsefesinde erdemin farklı görünümleri vardır: Cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık ve adalet. Platon’a göre, erdem tüm eylemlerin yegâne amacı olmalıdır. Başka türlü söylersek erdem, eylemin kendisine içkin değildir. Meselâ içerisinde öldürme olan veya bir başka insana zarar verecek olan bir eylemin, yalnızca eylem şekli nedeniyle kötü olduğunu söyleyemeyiz. Eylemin iyi ya da kötü olduğunu ayırt etmenin yolu, eylemle amaçlanan şeyin erdem olup olmadığına bakmaktan geçer. Bu şekilde Platon, erdeme eylemler üstü bir konum verir.

Platon’un ahlâk anlayışını ortaya koymak için söz edilmesi gereken bir başka kavram “hedonizm” ve onunla ilişki içerisinde olan “mutluluk” kavramlarıdır. Hedonizm, eylemlerin nihaî amacının haz duymak olduğunu söyler. Bu haz, doğrudan eylemin kendisinden kaynaklanabileceği gibi, eylemle birlikte belirli bir amaca ulaşma neticesinde de hâsıl olabilir.

Platon’un hedonist olduğunu (yani tüm eylem ve ahlâki ilkelerin ardında bir tür haz arayışı vardır dediğini) iddia etmek doğru olmaz. Platon genel olarak hazzın önemli bir motivasyon aracı olduğunu kabul etmektedir. Fakat hazzın her zaman ve her yerde yegâne veya en büyük motivasyon kaynağı olduğu/olması gerektiği yönündeki bir iddiayı Platon’un diyaloglarında bulamayız. Platon, hazzı bir varlık veya olay olmaktan ziyade bir tür “süreç” olarak görür.

Platon’un ahlâk anlayışı ile ilgili tespitler yaparken üzerinde durmamız gereken bir diğer konu “iyi ve kötü” kavramlarıdır. Platon’un iyi ve kötü ile ilgili düşüncelerinin (özellikle “iyi” hakkındaki düşüncelerinin) en açık biçimde görüldüğü eseri Devlet’tir. Her ne kadar Devlet adlı eserinde adalet kavramını işlemeyi vadediyor olsa da, Platon’a göre, adalet kavramı başta olmak üzere hemen tüm kavramları anlamak için öncelikle “iyi” kavramını anlamak şarttır. Bu yalnızca kuramsal bir beklenti değildir çünkü Platon’a göre devleti yönetenlerin tam anlamıyla liyâkat sahibi olması için “iyi” kavramını tam anlamıyla öğrenmiş ve içselleştirmiş olmaları gerekir. Platon Devlet adlı eserinde “ideal” bir devleti tanımlamaya koyulur. İdeal bir devlet, iyi bir devlettir. Haliyle, devleti yönetenler de iyi insanlardır. Peki, “iyi devlet” ve dolayısıyla “iyi insan” ne demektir? Platon’a göre, iyi bir devlet şu dört vasıfla kurulmuştur: Bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet. Tıpkı ideal devlet gibi, onu yöneten insanlar da bu dört vasfı taşır ve bu nedenle “iyi” olarak tanımlanırlar.

Platon’un iyilik anlayışını ortaya koyduktan sonra, onun kötülük ile ilgili düşüncelerini anlamak kolaylaşır. Zira onun kötülük anlayışı, iyilik anlayışına benzer bir felsefi yaklaşımla tanımına kavuşur. Platon düşüncesinde kötülük (kakia), “iyiliğin olmaması” veya eksik olması ile tanımlanır.

Platon’un Estetik İle İlgili Görüşleri

Platon’un estetik ile ilgili felsefesi, şu esaslar üzerinde ve temalar etrafında şekillenir:

  • Temelinde “ölçü” (veya “ölçüm”) olan zanaat (techne)
  • Taklide dayalı olan sanat (mimesis)
  • Şiirsel yaratıcılığın temel şartı olarak görülen coşku,
  • Erotik delilik ve bunun güzellikle ilişkisi.

Platon’a göre, ölçü, iyiliğin ve güzelliğin temelidir. İyi ya da güzel bir şey yapmak isteyen zanaatkâr, daha en baştan neyi nasıl, hangi ölçülere ve hangi oranlara göre yapacağına karar verir. Zanaat ürünü olan şey ortaya çıktığında, zanaatkâr en baştan koyduğu ölçülere ne derecede uyduğuna bakar, böylece hedefine ne kadar ulaştığına karar verir. Bu ilke, edebî ürünler (şiir, resim) kadar el sanatları ürünleri için de geçerlidir. Burada sanatsal olan şey, ölçüleri tutturabilmek, daha doğrusu uygun ölçüleri uygulayabilmektir.

Platon felsefesinde, taklide dayalı sanat (mimesis) için de ölçü son derece önemli bir ilkedir. Yalnız burada Platon’un taklit (mimesis) kavramını çok geniş anlamda kullandığını bilmeliyiz. Ona göre, en yüksek düzeyde sanatsal icra, kutsal icracı (Demiurgos) tarafından ortaya konandır. Zira kutsal sanat icracısı, evreni ve tüm varlığı, “ideaların” veya “değişmez formların” taklidi olarak meydana getirmiştir.

Platon her ne kadar insanî yaratıcılığın en yüksek düzeyini devlet adamının tasarım ve uygulamalarında görse de, techne’ den farklı olan bir yaratıcılık türünden daha söz eder. Bu, yine insana özgü olan, şairane yaratıcılıktır. Şair, sıradan bilginin ötesine geçerek kutsal şeylerle temas kurar. Böylece şair, duyulara konu olan dünyanın içerisinden yazıyor olmakla birlikte bu dünyanın ötesine geçerek, bir tür meczupluk hâli içerisinde, kutsal alandan ilham alarak şiirini yazar. Platon’a göre, şiir yalnızca biçimsel ölçüleri yerine getirerek bir zanaat icra etmek şeklinde görülemez. İçerisinde kutsal alana ait şeyler de barındırdığı için bu sanat şekli, techne’ den farklıdır. Şiirsel delilik, ne basitçe kelime ve gramer üzerindeki ustalık, ne de bunun ötesinde ilahî yaratıcılıktır. Her ikisinin arasında bir yerde bulunmaktadır.

Platon, şiirsel deliliğin dört farklı delilikten yalnızca biri olduğunu söyler. Diğer üçü kehânet, meczubiyet ve erotik deliliktir.

Platon, modern zamanlardakinin aksine, sanatı özerk ve bağımsız bir alan olarak görmez. Ona göre, sanat, bir şeyler (temsiller) oluşturmanın bir aracıdır ve kendi içerisinde bir değer taşımaktan çok, oluşturduğu şeylerin değeriyle ölçülür. Platon’a göre, yaratıcı ve üretici sanat, bir site devletinde yeni nesilleri sağlıklı, uyumlu ve akla uygun biçimde yaşamaya teşvik etmenin yollarını aramalıdır. Buradan anlaşılacağı gibi Platon sanata açıkça eğitsel bir işlev yüklemektedir. Sanatın bu eğitsel işlevi, gerek içerik gerekse biçim bakımından bazı (yasal) düzenlemeleri de beraberinde getirir. Düzenlemeler olmadan sanat, insan ruhuna, akla ve iyiliğe uyumlu bir nitelik gösteremez.

Platon’un Siyaset Hakkındaki Görüşleri

Platon’un siyaset ile ilgili görüşlerini ihtiva eden başlıca üç eseri vardır: Devlet (ideal devlet), Devlet Adamı (Politicus) ve Yasalar (Nomoi).

Platon’un siyaset felsefesini, devletin ve toplumun kuruluşu ile ilgili olarak öne sürdüğü ilkelerde aramak doğru olacaktır. İdeal devletin kuruluş ilkeleri hakkındaki görüşleri, Platon’un Devlet adlı eserinde yer alır. Diğer görüşleri ise büyük oranda Devlet Adamı ve Yasalar adlı eserlerinde serdedilmiştir. Her şeyden önce, devlet ve toplum kurmak, siyasi olduğu kadar etik bir konudur da. Dolayısıyla, idealist felsefenin de gereği olarak siyaset, Platon düşüncesinde etikten bağımsız olamaz. İyi tasarlanmış ve düzenlenmiş bir devletin başında, erdem ve bilgelik sahibi bir yönetici bulunur. Bu yönetici, sıra dışı bilgeliği sayesinde, toplumun yararına olan şeyleri herkesten daha fazla bilir. Elbette, bilgelik ve erdem konusunda onunla aynı seviyede olan başka kişiler de olabilir. Ahlâk sahibi bu filozof-yöneticinin en büyük kılavuzu, kendi özgür ve olgun vicdanıdır, ancak gerek duyduğunda, kendisi kadar erdemli ve bilge olan diğer kişilerle de görüş alış verişinde bulunabilir. Platon, devleti yönetmeye aday olabilecek diğer kişilerin de her zaman eğitimden geçirilerek böyle bir görev için hazır hale getirilmelerinin gerekliliğini vurgular. Bu eğitimin amacı, kişinin kendisine olduğu kadar topluma da yararlı olacak bilginin, becerilerin ve erdemlerin aşılanmasıdır. Böylece iyilik, siyasetin nihai amaçlarından biri olarak tanımlanmış olur.

Devlet bu şekilde kurulduktan sonra, yönetim önem kazanır. Platon’a göre, yönetebilmek için, öncelikle devletin yurttaşları belirli açılardan sınıflandırması gerekir. En alt düzeydeki sınıf, el emeği ile üretimde bulunan ve belirli fiziksel ihtiyaçlara bu şekilde cevap veren insanlardır. Bu insan grubu, hacim itibariyle toplumun en geniş tabanını meydana getirir. Bunun bir üzerinde koruyucu sınıf yer alır. Bu sınıf, ideal toplumudevleti korumakla ve barışı egemen kılmakla görevlidir. Platon’un sınıflar arasında çizdiği ayrım keskin çizgilere dayanır ve hiçbir sınıf diğerinin işine karışmaz. Diğer yandan Platon’un siyasi görüşlerinde, savunma sınıfı yalnızca savaşma, savunma, öldürme gibi işlerle uğraşmaz; entelektüel yönlerini de geliştirir ve bu yönleriyle de toplumun kuruluşuna destek olurlar. Platon’un bu işbölümü bir tür kast sistemi olarak anlaşılmamalıdır. Tam tersine Platon, örneğin asker sınıfından birilerinin, uygun özellikler taşımak ve belirli eğitimlerden geçmek kaydıyla, otuz yaşından sonra yönetici sınıfına geçebileceğini (hatta geçmesi gerektiğini) söyler.

Platon, kendi tanımladığı ideal devlet ve toplum sistemini ortaya koyarken pek tabii ki bunun ideal bir sistem olduğunun farkındandır. Platon kendi zamanının devlet türlerini inceleyerek, büyük eksiklikler ve yanlışlar içeren dört farklı devlet türünü tanımlamıştır: Timokrasi, plütokrasi, demokrasi ve tiranlık. Bu rejimlerin her birinde akıl, erdem, ahlâk, ölçülülük ve bilgelik gibi ilkelerin yerine farklı ilkeler yönetim şeklini ve sürecini belirler.

Timokrasi, şeref ve görev ilkelerine göre yönetilen devletlere işaret eder. Cömertlik ve bol ikram sahibi olma gibi ilkelere sahip askeri yönetimler, bu türden devlet biçimine karşılık gelir. Sparta, Platon zamanında bu timokrasi biçimindeki yönetimin tipik örneğidir.

Bir tür oligarşik yönetim çeşidi olan plütokrasi, ekonomik güce dayalı ayrıcalıkları elinde bulunduran sınıfın, yönetimde olduğu sistemlere işaret eder.

Demokrasi, özgürlük ve eşitlik ilkeleri ile halkın oy kullanarak yönetime dâhil olduğu, kuralların belirlenmesinde yer aldığı sistemdir. (Platon’un zamanındaki demokrasi ile büyük farklılıklar gösterse de bugün en gelişmiş ve arzu edilen politik sistem demokrasidir ancak Platon, eşitlik ve özgürlük fikirlerini aydınlanmacı ve modern politik felsefenin aksine kusur olarak kabul eder).

Tiranlık, Platon’a göre, demokrasinin sonucunda toplumda bozulma ve çürümenin meydana gelmesi; demokratik yönetimdeki özgürlüklerin bir tür yozlaşmaya neden olması ile oluşan sistemdir. Toplumda kaos ve kuralsızlık baş gösterince, gücü bir şekilde eline geçiren tiran, büyük kötülükler işlemek zorunda kalır.Bu kötülüklerin neticesinde de mutlaka bir gün yok edilir.

Platon, “Aristokratik” olarak isimlendirebileceğimiz ve kendisi tarafından tanımlanan “ideal devlet” i bu sistemlerin tamamının üzerinde bir yere koyar. Aristokraside iyi eğitilmiş, vasıflı insanların yönetimi söz konusudur.


Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v