XVIII. Yüzyıl Türk Edebiyatı Dersi 5. Ünite Özet

Şeyh Galip’İn Şiirlerinden Örnekler

Şeyh Galip’in Şiirlerinden Örnekler

Şeyh Galip, divan şiiri geleneği içinde sık kullanılan biçim ve kalıpların yanı sıra çok fazla tercih edilmeyenlerle de güzel ürünler veren bir şairdir. Gazellerinde olduğu kadar musammat biçimlerde yazdığı şiirlerde de başarılıdır. Nitekim tardiyye ve bahr-ı tavil gibi ender rastlanan biçimlerde yazılmış en güzel şiirler onundur.

Kitabın bu ünitesinde divandan dört gazel seçildi.

Örnek 1 (Gazel)

Âşık, tıpkı semender gibi, kendisini sarıp sarmalayan aşk ateşinde yaşamaktadır. Bu nedenle o, her şeye aşkın gözüyle bakmaktadır. Aşk ateş olarak düşünüldüğünden, onun gözünde her şey kaçınılmaz olarak ateşe dönüşmektedir. Diğer Sebk-i Hindî şairleri gibi, Şeyh Galip de bu gazelde görünen gerçekliğin gerisinde duran bir başka gerçekliği açığa çıkarmak için paradoksal imajlar oluşturmuştur. Böylece verili dünyamızdaki zıtlar, imajlar dünyasında uyumlu bir birlikteliğe kavuşturulmuştur. Aşk ateşle anlatılmaktadır. İmajlar dünyasında, özellikle de Şeyh Galip’in imajlarında şarap, ateş ile suyun bir terkibi olarak düşünülmektedir. Böylece öfke ateşi şarabın ateşiyle bastırılmak, ateş yine ateşle söndürülmek istenmektedir. Şair aynı zamanda bu gazelde manevi yolculuğunun uzamasından, ulaşmak istediği hedeflerinin bir türlü gerçekleşmemesinden şikâyet etmektedir.

İnsan sevgiliden ayrılmış ve dünyaya gelmiştir. Sevgilisinden uzak düşenler ona tekrar kavuşma arzusu ile yanıp tutuşurlar. Bu durumda beklemenin ateş olduğu açıktır. Nitekim şairin her bakımdan mürşit olarak kabul ettiği Mevlana’nın Mesnevi adlı eserinin başında, insanoğlunun bu ayrılık serüveni “ney” sembolü ile anlatılmış; ney ise hem içinin ateşle dağlanması hem de çıkardığı sesin yanık ve yakıcılığıyla ateşle yakın bir anlam ilişkisi içindedir.

Şiirde farklı mekânlar, değişik zamanlar tasvir edilmişti. Hepsinde ortak payda ateş olduğu için, hep ateşten söz eden, ateşli zeminlerde dolaşan ve koşan kalem de kaçınılmaz olarak ısınmıştır. Bu durumda kalem de kendiliğinden ateş oluyor. Zemin, zaman ve bütün görünümler ateş olmuştur.

Örnek 2 (Gazel)

Şair bu gazelde aşk kavramını şem-i ilahiye, kendini onun etrafında dönen bir pervaneye; şevk kavramını zincire, gönlünü o zincire vurulan bir deliye benzetmiştir. Ayrıca şarap suya benzetilmiş, benzeyen unsur zikredilmeyerek açık istiare yapılmıştır. Şiirde geçen haçerle, hançere uyumak gibi insani bir özellik verilerek teşhis, konuşma özelliği verilerek de intak sanatları yapılmıştır.

Örnek 3 (Gazel)

Bu gazel, Şeyh Galip’in bestelenmiş şiirlerinden biridir. Eser, Hacı Faik Bey tarafından “Acem-Aksaksemai”, Yavuz Tektay tarafından ise “Acemaşiran-Curcuna” tarzında bestelenmiştir (Oter vd. 2010: 218).

Örnek 4 (Gazel)

Şairin bu şiirde seslendiği gönül, âşığın gönlü olup ileri düzeyde gamla doludur. Sevgiliden gördüğü muamele neticesinde gönül harabeye dönmüştür. Harabe ise, dışarıdan bakıldığında değersizliği, terk edilmişliği temsil eder. Ancak başka bir açıdan bakıldığında orası, definelerin gömülü olduğu değerli bir yerdir. Hazinelerin harabelerde gömüldüğü ve yılanlar tarafından korundukları kabul edilir. Âşığın gönlü de bir harabe olmakla beraber içinde büyük değerler saklamaktadır.

Galip, terci-bendin başından sonuna kadar “sen” zamirine seslenmekte ve onunla konuşmaktadır. İlk bentte redif olarak kullanılan “sen” zamiri, her bendin sonunda tekrar edilen vasıta beyti aracılığıyla bütün bentlere yayılmakta; böylece, şiirin tamamında ona seslenilmektedir.

Galip’in vasıta beyitte dile getirdiği düşünceler, Mevlana’nın Mesnevi’sinin dördüncü kitabındaki şu beyitlerle birebir örtüşmektedir: “Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağ- lığımıza sebeptir ama hakikatte bizim batınımız, bizim iç yüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir. Hükema, insan küçük âlemdir derler, fakat Tanrı hakîmleri insan büyük âlemdir demişlerdir. Çünkü hükemanın bilgisi, insanın suretine aittir, bu hakîmlerin bilgisiyse hakikatte insanın hakikatine ulaşmıştır. Surette sen küçük bir âlemsin ama hakikatte en büyük âlem sensin. Görünüşte dal, meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal, meyve için var olmuştur. Meyve elde etmeye bir meyli, meyve elde etmeye bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan, ağaç diker miydi? Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur (Bkz. Mevlana-Mesnevi, Beyit No: 520-524).

Son bentte şair nazar etmek için diğer duyuların da devreye sokulmasını istiyor. Böylece görme duyusu dışındaki duyulara da bakma ve görme özelliği verilerek “çoklu duyulama” yapılmıştır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi