Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 2 Dersi 7. Ünite Özet

Ara Nesil Dönemi Türk Edebiyatında Mensur Türler

Giriş

Ara Nesil yazarları, Türk edebiyatında yeni bir duyuş ve düşünüşü temsil eder. Türk edebiyatının gelişmesinde ve zenginleşmesinde rol oynar ve Batı tarzı edebiyatı geliştirerek Servet-i Fünun’a aktarırlar. Şiir, tiyatro, hikâye, roman, eleştiri, edebiyat teorisi ve edebiyat tarihi alanında çaba gösterirler.

Ara Nesil Dönemi Hikâye ve Romanı

Ara Nesil döneminde az sayıda sanatkâr şiir ve hikâye alanında eser verir. Bunlar arasında Nabizâde Nâzım, Mehmet Celâl, Fatma Âliye Hanım, Ahmet Rasim ve Mustafa Reşit gibi adları saymak mümkündür.

Hikâye

Bu dönemde hikâye alanında yenileşmenin öncülerinden Ahmed Midhat Efendi’nin devam eden uzun hikâyelerden kurulu Letâif-i Rivâyât serisinin yanında Nabizâde Nâzım’ın ilk döneminde romantik ve daha sonra realistnatüralist anlayışa bağlı kalarak yazdığı hikâyeleri ile Mehmet Celâl’in, Mustafa Reişt’in ve Fatma Leman Hanım’ın hikâyeleri bulunmaktadır.

Nabizâde Nâzım bu kuşağın içinde, özellikle hakikiyyun (realizm-naturalizm) görüşünü savunanlar arasında şair, hikâyeci, romancı ve eleştiri yazarı kimliğiyle yer alır. O, Batılıların “nuvelle” dediği sekiz uzun hikâye yazar. İlk eseri Esaret başlıklı denemesidir. Bunu Yâdigârlarım (hatırat şeklinde hikâye), Zavallı Kız, Bir Hatıra, Karabibik, Sevda, Hâlâ Güzel, Hasba, Seyyie-i Tesamüh adlı küçük hikâyeleri takip eder.

Yazarın Karabibik adlı uzun hikayesi realist-naturalist anlayıştadır. Türk hikâye ve romanının köye açılışında önemli bir eser durumundadır. Bu eserini Emile Zola’nın Fransız köylüsünün yaşayışını dikkatlere sunan Toprak romanından esinlenerek yazmıştır. Hikâyenin konusu oldukça basit tutulmuştur. Daha önce karısı ölmüş, yoksul bir adam olan Karabibik, iki hayalini gerçekleştirmek ister. Bunlar, bir çift öküze sahip olmak ve kızı Huri’yi evlendirmektir. Hikaye boyunca bu iki isteğini gerçekleştiren Karabibik, sol böğründe bir ağrı hissedince komşu Rum köyündeki doktora gider. Karabibik’in doktorun karısını sarkıntılık girişimi başarısızlıkla sonuçlanır ve hikaye böylece biter.

Nabizâde Nâzım’ın dikkat çeken hikâyelerinden biri de Seyyie-i Tesamüh ’tür. Kitap şeklinde basılan bu uzun hikâye, yazı hayatının başında genç ve yeteneksiz birinin yazarlık serüveninin alaya alınması üzerine kurulur.

Bu dönemin diğer bir yazarı Mehmet Celâl’dir. Onun romanlarının yanında uzun ve kısa hikâyelerden oluşan kitapları da bulunmaktadır. Bazı hikâyeleri ise dergilerde kitaplaşmadan kalmıştır. Mehmet Celâl’in hikâye türünde Hâlâ Seviyor yahut İftirâk, Vicdan Azapları, Oyun, Mev’id-i Mülâkât, Ak Saçlar, Solgun Yâdigârlar, İskambil, Sefîd-ser, Piyano, İsmete Taarruz, Zindan Kapısında adlı kitapları yayımlanmıştır.

Mehmet Celâl’in hikâyelerinde aşk, kadın, aile, sanat, çocuk, eşler arasında ihanet/aldatma, içki, bireysel ve sosyal davranış sapmaları ve bozuklukları gibi konular işlenir. Hikâyelerinde kişiler daha çok yerli ve mahalli hayattan seçilmiştir.

Ara Nesil mensupları arasında hikâye yazanlardan bir başkası Mustafa Reşit’tir. Mustafa Reşit’in Bir Çiçek Demeti, Tezkir-i Mazi, Cüzdanımdan Birkaç Yaprak, Tesâvir-i Hayat gibi hikâye kitapları bulunmaktadır. Onun hikâyeleri popülist yolda yazılmış, basit kurgulu ürünlerdir. Daha çok aşk ve evlilik konuları etrafında şekillenen hikâyelerinde romantik özellikler öne çıkar.

Dönemin hikâye yazarları arasında yer alan Fatma Makbule Leman, hikâyelerini Hazine-i Fünun ve Hanımlara Mahsus Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlamış, sonra bunlardan biri dışında kalanları bazı şiirleriyle birlikte Ma’kes-i Hayal adlı kitapta toplamıştır. Hikâyelerinde kadın konusunu ele alır. Kadının yahut kız çocuğunun eğitim, aşk ve evlilik meselelerini dile getirir. Ev içinde geçimsizliklerin, gözü dışarıda erkeklerin, eğitimsiz kadınların aile ve toplumda açacakları yaraları anlatır.

Roman

Ara Nesil döneminde roman yazarları arasında Mizancı Mehmet Murat, Nabizâde Nâzım, Mehmet Celâl, Selanikli Fazlı Necip, Fatma Âliye Hanım ve Mustafa Reşit yer alır.

Mizancı Mehmet Murat

Daha çok gazeteci kimliğiyle tanınan Mehmet Murat, Mülkiye Mektebi’nde ders vermiş, tarih çalışmaları yapmış, İttihat ve Terakki’de yer almış, II. Abdülhamit’e karşı mücadele vermiş bir muhaliftir. Romanın yanında eleştiri yazıları ve tiyatro eseri de yazmış, Rus edebiyatından ilk çeviriyi de o yapmıştır.

1890/1891’de yayımlanan Turfanda mı Yoksa Turfa mı romanı, otobiyografik bir romandır. Kendi idealist kişiliğiyle Mansur Bey tipi arasında benzerlik gösteren romanında Mehmet Murat, dönemin devlet bürokrasisinin işleyişine, sosyal, ekonomik ve siyasi problemlere eleştirel bakış getirir. Roman, kalkınmanın köyden başlaması gerektiği düşüncesini bir çiftlik projesi çevresinde sergilemesi ve idealist roman kişilerini geleceğin yetişecek insan modeli olarak göstermesi bakımından da önem taşır. Turfanda mı Yoksa Turfa mı Ahmet Midhat Efendi’nin Bir Gerçek Hikâye adlı hikâyesi ve Bahtiyarlık romanı, Nabizâde Nâzım’ın Karabibik adlı hikâyesiyle birlikte Türk edebiyatında köye yönelişin öncüleri arasındadır.

Mehmet Murat, bu romanıyla, romanına verdiği ada uygun iki tip insan çizer. Birinci tip insan entrikaların, boş vermişliğin, hilenin, haksızlığın, eski zihniyetin temsilcisidir. İkinci tip insan ise çalışmayı, ilerlemeyi, doğruluğu merkeze alan geleceğin yeni insan tipidir. Eski insan tipini (turfa) Raşit Efendi, yeni insan tipini (turfanda) ise Mansur Bey sembolize eder. Diğer roman kişileri bu iki karakterin etrafında toplanır. Roman, Mansur Bey’in geleceğe dönük tasavvurları, köy ve çiftlik çevresinde uygulamaya koyduğu planlarla ütopik bir yapı kazanır. Ancak bu ütopik arayış, Doksan Üç Harbi (1877- 1878 Türk-Rus Savaşı) ve romana adını veren turfa insanlar yüzünden sonuçlanamadan yarıda kalır.

Nabizâde Nâzım Türk edebiyatında realist-natüralist anlayışa bağlı olarak yazılan ilk romanlardan biri Zehra’ dır. Yazarın ölümünden sonra Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş, daha sonra kitap hâlinde basılmıştır. Bu roman Türk edebiyatının ilk psikolojik roman denemesi olarak da kabul edilebilir. Zehra, kıskançlık teması üzerine kurulmuş bir romandır.

Natüralist edebiyat anlayışına örnek olması amacıyla yazılan Zehra’ da iş, evlilik ve aşk ilişkileri çerçevesinde bir olay örgüsü kurulmuştur. Natüralist bir roman yazmak isteyen Nabizâde Nâzım, kıskançlık duygusunu kıskanç bir kadın olan Zehra’nın annesiyle ilişkilendirerek insanların hayatında soya çekimin önemli rol oynadığını göstermek ister. Bilimsel çalışmaların ve pozitivizmin gelişmeye başladığı bir dönemde ortaya çıkan natüralizm, edebiyat eserlerinde insan hayatında soya çekimin (genetiğin) belirleyici rolü olduğu görüşünü işler.

Mehmet Celal

Venüs başlıklı uzun hikâyesiyle Küçük Gelin adlı kısa romanında bu aşkı işleyerek otobiyografik ürünler ortaya koyar. Ayrıca Cemile, Margrit, Elvâh-ı Sevdâ, Bir Kadının Hayatı, Zehra, Dâmen-âlûde, Müzeyyen, Leman, İsyan ve Kuşdili’ nde adlı romanları bulunmaktadır. Romanlarında genellikle aşk, evlilik, eşler arasında ihanet, düşmüş kadın ve onun statü kazanma çabaları gibi konuları ele alır. Romanları daha çok popüler anlayışa yaklaşan, kolayca yazılmış, samimi ve etkileyici özellikler gösterir.

Mehmet Celal, romanlarıyla Türk edebiyatının köye açılmasında Midhat Efendi’den sonra dikkat çeken yazarlardan biridir. Cemile, Elvâh-ı Sevdâ, Küçük Gelin ve İsyan adlı romanları, köy hayatına yer vermesi ve bu bakımdan Türk edebiyatının köye açılışında ilk eserler arasında yer almasıyla dikkat çeker. Popüler tarzda romantik ve santimantal romanlar kaleme alan Mehmet Celal’in bu eserleri, devrinde ilgi görmüşse de sonraki kuşaklar üzerinde önemli bir etki bırakamamıştır.

Fazlı Necip

Romanları Bir Gençliğin Güzarı, Dilaver, Yine Orada, Sevda-yı Medfun, Şık, Pervin, Dört Mevsim, Cani mi Masum mu?, Dehşetler İçinde I, II, III, Küçük Hanım, Menfa, Ah Anne!.., Saraylarda Mecnunlar, Külhani Edipler ve Muhacir’ dir. İlk edebî çalışmalarına Fransız edebiyatından, daha çok da Victor Hugo’dan yaptığı çevirilerle giren Fazlı Necip, dönemin roman yazarları arasında yerini alır. Onun yazı hayatı, roman yazarlığı ve gazetecilik etrafında şekillenir.

Yazar, romanlarında Doğu-Batı meselesi, alafrangalıkalaturkalık, tarihî ve cinai polisiye konuları, modernleşmenin getirdiği problemleri işlemiştir. Ara Nesil döneminden II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet yıllarına kadar uzanan roman yazarlığında edebî değer taşıyan ürünleri, daha çok gençlik dönemi eserleri olarak belirir.

Fatma Âliye Hanım

Türk kadın yazarları içinde ilk romancılardan biri olan, aynı zamanda eserlerinin bir kısmı Batı dillerine ve Arapçaya çevrilen Fatma Âliye Hanım, Merâm adıyla George Ohnet’nin Volonté romanını Fransızcadan Türkçeye çevirmiş, ayrıca Hayal ve Hakikat, Muhâdârat, Ref’et, Ûdî, Levâyih-i Hayat ve Enîn romanlarını yazmıştır. Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife ve Tedkik-i Ersâm adlarıyla felsefeyle ilgili kitaplar da yazarak Türkçede felsefe üzerine eser veren ilk Osmanlı kadını olmuştur.

Ahmet Rasim

Ahmet Rasim, tür olarak birbirinden pek ayrılmayan, uzun hikâye ile kısa roman arasında değerlendirilebilecek, yaşanmış hayat sahneleriyle birleşen, yarı kurmaca eserler kaleme almıştır. Birçoğu yüz sayfayı bulmayan bu eserlerin konusu aşktır. Şüphe, kıskançlık, kırgınlık, ayrılık ıstırabı, fedâkârlık, ihânet, birbirlerini seven iki insan arasındaki ilişkilerin şekillenmesine sebep olur. Tahlil, tasvir ve olay örgüsü basit ve kurudur. Bununla birlikte bir tarafıyla halkın kültüründen ve gündelik yaşayışından beslenen ürünleri, insan ilişkilerini, günlük telaşını, inanışlarını, folklorik unsurları, zevk ve eğlence dünyasını, kısacası yerel hayatın renklerini geniş olarak yansıtan eserlerdir.

Eserleri şunlardır: İlk Sevgi, Bir Sefilenin Evrak-ı Metrûkesi, Endise-i Hayat, Güzel Eleni, Leyâl-i Istırap, Mehâlik-i Hayat, Mesakk-ı Hayat, Meyl-i Dil, Tecârib-i Hayat, Afife, Mekteb Arkadaşım, Numûne-i Hayâl, Tecrübesiz Aşk, Biçare Genç, Gam-ı Hicran, Sevda-i Sermedî, Asker Oğlu, Nâkâm, Ülfet, Belki Ben Aldanıyorum, İki Güzel Günahkâr, İki Günahsız Sevda.

Ali Kemal

Ali Kemal, uzun hikâye ile roman arasında sayılabilecek bazı eserler kaleme almıştır. Ara Nesil edebî devresinde yetişmiş olmasına rağmen daha sonraki yıllarda ortaya çıkan eserleri İki Hemşire, Bir Sergüzeşt ve Fetret’tir. İlk iki roman denemesini Halep’teki sürgün yıllarının izlenimleri şekillendirir. Fetret ise onun siyasî, edebî, içtimaî görüşlerinin sentezi durumunda ütopik ögeler taşıyan romanıdır. Hayatından geniş izler taşıyan Fetret, otobiyografik roman özelliğine sahiptir.

Mustafa Reşit

Çok sayıda hikâye ve roman yazan Mustafa Reşit’in hikâyeleriyle romanları konu ve kurgu bakımından bir birinden pek ayrılmaz. Bununla birlikte eserlerinin bir kısmı romana daha yakındır. Romanlarındaki ahlâkçı ve öğreti yönüyle Ahmet Midhat Efendi’nin takipçisidir.

Eserleri Flora, Lorans, Defter-i Âmâlim, Son Salon ve Aşk, Bir Askerin Nişanlısına Mektubu olarak sıralanabilir.

Ara Nesil Döneminde Tiyatro

Tiyatro, Ara Nesil mensuplarının fazla ilgi göstermediği bir türdür. Bunu önemli ölçüde II. Abdülhamit devrinin baskıcı yönetim anlayışıyla açıklamak mümkündür. Az sayıdaki oyunlarda siyasi konulara pek yer verilmemesi de bunun bir sonucudur. Bununla birlikte dönemin kimi yazarları, tiyatro eserleri de yazmıştır. Ara Nesil yazarlarından Abdülhalim Memduh, Nâlân, Bedriye; İbnürreşad Ali Ferruh, Huşenk; Mustafa Nuri, Büyücü Karı yahut Teehhül-i Cebr î; Mizancı Mehmet Murat, Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu; Nabizâde Nâzım, Hoşnisîn veya Cihanda Safa Bu mudur ? adlı oyunları yazmışlardır. II. Meşrutiyet yıllarında Nigâr Hanım’ın da Girîve adlı basılmadan kalan bir oyunu oynanır. Ayrıca Mizancı Mehmet Murat, bu edebî devre içerisinde Akıldan Bela adıyla Rusçadan bir tiyatro eseri çevirir.

Bu oyunlardan Bedriye’ de iki farklı sosyal tabakadan insanın yaşadığı aşk; Huşenk’te namus, aşk ve bu aşka müdahale; Büyücü Karı yahut Teehhül-i Cebrî’ de köy dekoru içinde karı koca münasebeti ve karşılıklı güven; Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu’ da olumlu ve olumsuz iki grup şahsın iki hayat görüşü; Akıldan Belâ’ da sosyal eleştiriler yapan yarı ihtilalci bir yazarın çatışmalar ağı; Girîve’ de çok eşliliğin acı sonuçları ele alınmaktadır.

Ara Nesil edebî devresinde kaleme alınan tiyatro eserleri daha çok aşk ve evlilik konusu etrafında şekillenmiştir. Dönemin bir özelliği olarak evlilikte kızlara pek söz hakkı düşmemesi bir problem olarak edebî eserlerin dünyasına girmiştir. Bu konular Tanzimat Dönemi sanatkârları tarafından hikâye ve romanda olduğu gibi tiyatro eserlerinde de sık sık ele alınan konulardır. Ara Nesil yazarları, kendilerinden önceki yazarlar tarafından işlenen konuları devam ettirmişlerdir.

Edebiyat Eleştirisi, Edebiyat Teorisi ve Edebiyat Tarihi

Ara Nesil yazarlarının faaliyet yürüttüğü alanlardan biri de edebiyat tarihi, edebiyat teorisi alanına giren konularıyla eleştiridir. Türk edebiyatında edebiyat tarihi adını taşıyan ilk eser bu edebî devre içinde kaleme alınır. Ara Nesil mensupları çeşitli gazete, özellikle dergi yazılarında ve eserlerinin önsözlerinde genel olarak edebiyat kavramı üzerinde dururlar. Edebî türlerin tarifi ve işlevleri konusunda görüş getirmeye çalışırlar. Bu isimler arasında Abdülhalim Memduh, Hâlit Ziya, Beşir Fuad, Menemenlizâde Tahir, Nabizâde Nâzım, İsmail Safa gibi yazarlar bulunmaktadır.

Bu dönemdeki ilk Türk edebiyatı tarihi Abdülhalim Memduh’un Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eseridir. Eserin önemi, Türk edebiyat tarihinde tezkireden edebiyat tarihine geçişte ilk adım olmasıdır.

Hâlit Ziya’nın Hikâye adlı eseri, roman teorisine ve edebiyat akımlarına yöneliktir. Bu eser, Batıdaki belli başlı edebî eserleri tanıtması, tarihle fiction (kurmaca) arasındaki farkı belirtmesi, romantizm ve realizm gibi modern edebî akımlar hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir.

Bu yıllarda hikâye ve roman kavramı üzerinde duranlardan biri Nabizâde Nâzım’dır. Yazar, Hasba adlı eserinin ön sözünde roman ve hikâye kavramlarını ayırmaya çalışır. Nabizâde Nâzım, bu iki türün birbirinden ayrılan yanlarını belirlemeye çalışmış ve roman üzerine teorik görüşler ileri sürme çabası içinde olmuştur.

Eleştiri yazılarını önce gazete ve dergilerde yayımlayan İsmail Safa, bu yazıların bir kısmını bir araya toplayarak Mülâhazât-ı Edebiye ve Muhâkemât-ı Edebiye adlarıyla kitaplaştırır. Mülâhazât-ı Edebiye’ de 1311’den itibaren Maarif dergisinde yayımlanan eleştiri yazılarını bir araya getirir. Kitapta yer alan yazılar sanat, edebiyat, üslup konuları etrafında şekillenir.

Edebiyat eleştirisi alanında bu nesilden Ali Kemal’in de dikkate değer yazıları ve kitap hâlinde yayımlanmış eseri bulunmaktadır. Paris Musahabeleri yazı dizisi ve Sorbon Darülfünununda Edebiyat-ı Hakîkiye Dersleri kitabı önemlidir.

Bu dönemde, yenileşmenin başlangıcından itibaren, Fransızcada “critique” kelimesiyle ifade edilen kavrama karşılık olarak, daha önce teklif edilmiş olan “muâheze”, “muhakeme” ve “intikad” gibi kelimeler kullanır. Eleştirinin bir eserin sadece kötü taraflarını değil, zayıf yanlarının yanında iyi ve güzel taraflarını da göstermek olduğu fikri ileri sürülür. Sübjektif empresyonist (öznelizlenimci) eleştirinin ve tartışmaların öne çıktığı bir dönemde objektif kriterlere (nesnel ölçütlere) dayanan eleştiri arayışlarına da girişilir.

Bu dönem Türk edebiyatına XIX. yüzyıl modern eleştiri anlayışlarının da girmeye başladığı yıllardır. Eleştiride psikolojik, fizyolojik ve çevreye ait bilgilerden faydalanılması gerektiği fikri ileri sürülmüştür. Ayrıca eleştirmenin sahip olması gereken özellikler üzerinde de durulmuştur.

Bu dönemde Mizancı Mehmet Murat’ın eleştiri yazıları önemli bir yer tutar. Edebiyatımızın Numûne-i İmtisalleri başlığı altında kendisinin çıkardığı Mizan gazetesinde 1888-1889 yılları arasında yayımlanan eleştirileri, edebiyat eserleri üzerinde ilk defa geniş çözümlemelere dayanması, ele aldığı kitapların “tip”, “yapı”, “üslûp”, “icat”, “tasvir”, “dram entrikası” gibi Batılı nesnel prensiplere göre değerlendirilmesiyle Türk eleştiri tarihine yeni bir bakış açısı getirir.

Ara Nesil, Türk edebiyatında romantizmle realizmin karşılaştığı bir dönemdir. Türk edebiyatında ilk defa Batı’daki edebî akımlar ciddi anlamda bu tartışmalarla gündeme getirilir ve üzerinde durulur. Bir yılı aşan bir süre devam eden “hayalliyyun-hakikuyyun” (romantizm-realizm/natüralizm) tartışması, bu dönemde gerçekleşmiş bir eleştiri faaliyeti olarak dikkat çeker.

Özellikle yeni yetişen genç sanatkârları etkileyen, onların sanat eserleri üzerinde düşünmesine zemin hazırlayan bu tartışmanın aldığı mahiyet ve çıkan sonuç şu şekilde sıralanabilir:

  • Beşir Fuad, şiirde letâfetin, ulviyetin ömrünün itibarî olduğuna, şair sözünün yalan olduğuna inanır. Menemenlizâde Mehmet Tâhir, bunu büyük bir haksızlık sayar.
  • Beşir Fuad, şairlerin eserlerinde “hakikat-i fenniye” (bilimsel gerçekler)nin bulunmasını ister. M. M. Tâhir ise fenle şiirin birbirinden farklı şeyler olduğu, bunların birbirine karıştırılmaması gerektiği görüşündedir. M. M. Tâhir, şiirin “hayâlât” (hayaller)tan da yararlanması gerektiği düşüncesindedir. Beşir Fuad, bunun tersine hayale karşıdır. O, natüralistlerin görüşü dogrultusunda hayatın bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmesi, ona hiçbir eklemede, müdahalede ve değiştirmede bulunulmaması gerektiği fikrindedir. M. M. Tâhir, hayatın edebî eserde aynen taklidinin insanlara bir şey kazandırmayacağı kanaatindedir.
  • Beşir Fuad, edebî sanatların şairlerin duygu ve düşüncelerini ifade etmekte düştükleri “acz”den kaynaklandığı, bunların gereksiz olduğu düşüncesini taşır. M. M. Tâhir, Beşir Fuad’ın tespitine, yani edebî sanatların “acz”den doğduğu görüşüne katılmakla birlikte, edebî sanatların aşırılığa kaçmamak kaydıyla gerekliliği üzerinde ısrar eder. Buna karşılık Beşir Fuad da çok sınırlı şekilde edebî sanatlara yer verilmesini uygun bulur. Beşir Fuad’ın edebî sanatlara karşı çıkışının altında “edebî sanatların hayatı ve hakikati olduğunun dışında gösterdiği, değiştirdiği” düşüncesi yatmaktadır. M. M. Tâhir, edebî sanatların kullanılması konusuna şiirdeki “ana fikir”in kaybolmaması kaydını da getirir.
  • Beşir Fuad, romantiklerin basit (zelîl) insanı yüceltmelerine karşı çıkar. Bunu, hakikatin değiştirilmesi olarak görür. M. M. Tâhir ise bu noktada amaca bakılmasından yanadır. Ona göre amaç yüce ise kişilerin yüceltilmesinde bir sakınca yoktur.
  • Beşir Fuad, fen adamlarının şairlerden; fen bilgisi içeren eserlerin de edebî eserlerden daha üstün olduğu görüşünü ileri sürer. M. M. Tâhir de aynı fikre katılmakla birlikte bunların birbirinden farklı, alanlarının ayrı olduğu görüşündedir.
  • M. M. Tâhir, edebî eserin güzel olan tabiatı daha da güzelleştirerek bünyesine kabul ettiği tezini savunur. Beşir Fuad ise en güzel şeyin tabiat olduğu, bu sebeple onun değiştirilmeden olduğu gibi anlatılması gerektiği düşüncesini taşır. Ona göre hakikatten başka hiçbir şey güzel değildir.

Yukarıdaki tartışma Beşir Fuad’ın intiharıyla yarıda kalır. Pozitivist düşünceyle hareket eden Beşir Fuad, Türk edebiyatında henüz yerini bulamamış olan realizmnatüralizm üzerine dikkat çekmiş, fen bilimleriyle sanat eserlerini karşı karşıya getirmiş, sanat eserlerinin üzerinde düşünülmesini sağlamış, Ara Nesil’den bazı genç sanatkârları düşünceleriyle etkisi altına almıştır.

Bu dönemde şiirin teorik problemleri, muhteva ve şekle ait unsurları da üzerinde durulan konular arasındadır. Batılılaşmanın artık kesin bir yol olarak belirdiği bu dönemde, eski Türk edebiyatı bizim klasiğimiz olarak değerlendirilir. Namık Kemal’den gelen bakış açısıyla eski edebiyatın Arap edebiyatını değil de İran edebiyatını model alarak şekillenmiş olması eleştirilir.

Ara Nesil döneminde yeni anlayışa bağlı edebiyatçılar, önce kafiyeyi sık aralıklarla tekrarlanan bir unsur olmaktan çıkarır. Bazı mısraları kafiyesiz bırakır. Değişik türden kelimeleri birbirleriyle kafiyelendirme yoluna gider. Bu yeniliklerin içinde önemli bir değişiklik de kafiye seslerinin şekil birliğinin ihmal edilip kafiyenin fonetik benzerliklerin üzerine kurulması, yani göze göre değil de kulağa göre düzenlenmesidir. Böylece klasik edebiyatın yüzyıllardır sürdürdüğü kafiye anlayışı çözülmeye başlar.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi