Yeni Türk Edebiyatına Giriş 2 Dersi 2. Ünite Özet

Osmanlı’Nın 19. Yüzyılını Hazırlayan Sosyal Ve Kültürel Şartlar

Giriş

Türk edebiyatı 19. yüzyıl ortalarında önemli bir kırılma yaşayarak süregelenden farklı bir edebiyat anlayışına doğru yönelir. Edebiyattaki bu değişiklik hayatın bütününü kaplayan, adım adım ilerleyen, zaman zaman direnişlerle karşılaşan, ileriye ve geriye atılan adımlarla süren ve birkaç yüzyıllık bir hazırlık döneminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

18. Yüzyıl Sultanları, Saltanat Yıllarındaki Önemli Hadiseler ve Gerçekleştirdikleri Islahat Hareketleri

II. Mustafa (1695-1703)

  • Gerileme döneminin başlangıcı sayılan Karlofça Antlaşması’nın (1699) imzalanması,
  • Osmanlı’nın Batı’da en büyük toprak kaybı,
  • Avrupa’nın askerî üstünlüğünün somut biçimde fark edilmesi,
  • 1700’de Rusya ile İstanbul Antlaşması’nın imzalanmasıyla Rusya’nın Karadeniz’e inişinin önünün açılması,
  • “Edirne Vakası” (1703) adı verilen yeniçeri ayaklanmasıyla padişahın tahttan indirilmesi.

Sultan III. Ahmet (1703-1730)

  • Pasarofça Antlaşması ile Lale Devri’nin (1718- 1730) başlaması
  • Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile önemli yeniliklerin başlatılması,
  • Batı’nın önemli merkezlerine ilk olarak Osmanlı elçilerinin gönderilmesi,
  • Matbaanın açılması ve ilk kitapların basımı,
  • Yalova’da kâğıt, İstanbul’da kumaş ve çini imalathanelerinin kurulması,
  • Batı’nın düşünce birikimini anlamak üzere bir tercüme heyeti oluşturularak tercüme seferberliğinin başlatılması.

Diğer taraftan ise Lale Devri İstanbul’da zevk ve eğlencenin başladığı, sanatın inceldiği, ama “sahte” bir zenginlik döneminin yaşandığı israf yılları olarak görülür. Bu dönem, Patrona Halil isyanı olarak bilinen kanlı bir ayaklanma ile sonuçlanır.

Sultan I. Mahmut (1730-1754)

  • Patrona Halil İsyanı’nın bastırılması,
  • İsyanla duraklamak zorunda kalan matbaa ve kitap basımı işinin yeniden canlandırılması,
  • Askerî ıslahata hız verilip topçu ve humbaracı ocaklarının yeniden düzenlenmesi, • İran, Rusya ve Avusturya ile girişilen savaşlarda başarılar,
  • 1739’da Avusturya ile imzalanan Belgrat Antlaşması ve Rusya ile imzalanan Niş Antlaşması (1739) ile Pasarofça Antlaşması’nda (1718) kaybedilen toprakların bir kısmının geri alınması,
  • Kısa bir süreliğine de olsa kendine güven duygusunun tazelenmesi,
  • Fransızların Kanuni’den beri devam eden süreli kapitülasyonları, Humbaracı Ahmet Paşa’nın etkisiyle süresiz hâle dönüştürmesi.

Sultan III. Osman (1754-1757)

Kısa süren saltanatı boyunca Osmanlı ülkesinde içeride ve dışarıda huzur hâkim olmuştur.

Sultan III. Mustafa (1757-1774)

  • Baron de Tott’un yardımıyla yeni bir askerî birlik kurulması,
  • Ülkenin mali yapılarında yenilemelerle tasarruf tedbirleri alınması ve iç borçlanmaya gidilmesi,
  • Rusya ile yeni bir mücadele dönemi. Sultan I. Abdülhamit (1774-1789)
  • Kırım’ın kaybını getiren Küçük Kaynarca Antlaşması’nın (1774) imzalanması,
  • Rus gemilerinin tekrar Karadeniz’e inerek ticarete başlamalarının önünün açılması,
  • Kırım’ın Ruslar tarafından işgali (1783),
  • Ordu ile ilgili düzenlemelere devam edilip Mühendishane-yi Bahri-yi Hümayun’un (1775) açılması.

Sultan III. Selim (1789-1807)

  • Avusturya ile Ziştovi (1792), Rusya ile Yaş (1792) antlaşmalarının imzalanmasıyla bu devletlerle savaşlara son verilmesi,
  • Nizam-ı Cedit adı verilen ordunun kurulması (1798),
  • Mühendishane-yi Berri-yi Hümayun’un kurulması (1795), tersanenin ıslahı, humbaracı ve lağımcı ocaklarının düzenlenmesi,
  • Avrupa’da daimi büyükelçiliklerin kurulması ve yükseköğretimde Fransızca eğitime başlanması.

18. Yüzyılda Osmanlı’nın Batı’ya Yöneliş Hareketleri

Büyük bir devlet olarak sınırlarını ve toprak bütünlüğünü koruma gayreti içinde olan Osmanlı için Batı’ya yöneliş öncelikle askeri alanda başlamıştır. Ancak zamanla Batı’nın diğer yönleriyle de tanışan Osmanlı İmparatorluğu’nda çok boyutlu bir değişim hareketi başlatılmıştır. 18. yüzyılın başlarından itibaren Batılılaşma süreci altı başlık altında toplanabilir:

  • Tercüme faaliyetleri ve Tercüme Heyeti
  • Avrupa’ya sefirlerin gönderilmesi ve sefaretnameler
  • Matbaanın kurulması ve basılan ilk kitaplar
  • Askerî ıslahatlar
  • Eğitim
  • Sosyal hayat

Tercüme Faaliyetleri ve Tercüme Heyeti: Bir medeniyetin diğer medeniyeti doğru biçimde tanıması için o medeniyetin zihnî birikimini taşıyan eserlerinin tercüme edilmesine ihtiyaç vardır. Osmanlı dünyasında Batılılaşma yolunda ilk ciddi ve programlı adımlar III. Ahmet ile Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın “Lale Devri” olarak adlandırılan iktidar yıllarında atılır. Bu adımların başında da Batı medeniyetini oluşturan birikimin tanınması ve Osmanlı ülkesine aktarılması amacıyla başlatılan ve desteklenen tercüme faaliyetleri gelir. 1717’de bir Tercüme Heyeti oluşturulur. Tercüme Heyeti, içlerinde divan şairi Nedim’in de bulunduğu, dönemin dil bilen insanlarından oluşan yirmi beş – otuz kişilik bir gruptur. 18. yüzyılın başlarında ve Batılılaşma çabalarının ilk adımı olarak kurulan Tercüme Heyeti’nin bizzat devrin sultanı ve sadrazamı tarafından düşünülmüş olması, devlet olarak ciddi bir dönüşüme ne denli inanıldığının somut bir göstergesidir. Bununla birlikte,18. yüzyıl başlarındaki Tercüme Heyeti’nin çalışmalarına bakıldığında çevirisi yapılan eserlerin büyük bir çoğunluğunun Batı’ya değil Doğu’ya ait olduğu ve yine büyük kısmının batı bilim ve felsefesinden söz eden eserler olmadığı, daha çok birer din ve tarih kitabı oldukları anlaşılmaktadır.

Tercüme Heyeti’nin kazandırdığı eserler arasında;

  • Müneccimbaşı Derviş Ahmet Dede b. Lütfullah’a ait, Hz. Âdem’den başlayarak 1673’e kadar önemli olayları anlatan bir tarih kitabı niteliğindeki Cami’ud-düvel,
  • Aristo’nun Physique (Fizika) adlı eserinin ilk üç kitabının Yanyalı Esat Efendi’nin önderliğinde çalışan bir heyet tarafından Yunancadan Arapçaya yapılmış tercümesi Kitâbü’s-semâniye fî sımai’t-tabiî,
  • Arapça yazılmış 24 ciltlik dünya tarihi İkdü’lcümân fî Tarihi ehli’z-zamân,
  • Hândmîr’e ait İran tarihi kitabı Habîbü’s-siyer,
  • Hoca Gıyasettin’in Çin’e yaptığı seyahatin notlarından oluşan Acâibü’l-letâif,
  • 800-1662 yılları arasındaki Avusturya tarihini ve Osmanlı-Avusturya ilişkilerini anlatan Nemçe Tarihi,
  • Safevi-Osmanlı ilişkilerinin anlatıldığı Tarîh-i ‘Âlem’ârây-i ‘Abbâsî gibi kitaplar yer almaktadır.

Bu yıllarda tercüme faaliyetlerinde yer alan mütercimlerden en önemlileri Yanyalı Esat Efendi ve İbrahim Müteferrika’dır.

Avrupa’ya Sefir Gönderilmesi ve Sefaretnameler : Devletlerin kendilerini temsil etmek üzere başka ülkelere gönderdiği elçilere “sefir”, sefirlerin yaptıkları göreve “sefaret” denmektedir. Avrupalı devletler İstanbul’un fethini takiben Osmanlı ülkesinde daimî elçiler bulundurmaya başlamışlardır. Ortaçağ anlayışına göre elçiliklerin açılması ve elçi kabullerinin tek taraflı olması, kabul eden ülke açısından bir üstünlük ifadesi olarak algılanmıştır. Bu nedenle Osmanlı uzun bir süre kendini başka devletlerde temsil etme ihtiyacı duymamıştır. Osmanlı Devleti 18. yüzyılın sonlarına kadar sultanların tahta çıkışlarını veya kazanılan zaferleri duyurmak, bazı anlaşmaların ya da anlaşmazlıkların şartlarını görüşmek üzere Avrupa’ya elçiler göndermiş, III. Selim devrinden itibaren ise Avrupa’da daimî elçiler bulundurmaya başlamıştır (1793). Osmanlı, 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Avrupa’ya gönderdiği temsilcilerinden Batılılaşma sürecini doğru yönlendirmek adına büyük beklenti içindedir. Büyükelçilerin gittikleri ülke hakkında tespit ve gözlemleriyle, yürüttükleri siyasi ilişkiler konusunda kaleme aldıkları raporlara “sefaretname” denmektedir. Osmanlı sefaretnameleri içerikleri yüzünden çoğu zaman seyahat ya da hatırat türü içerisinde değerlendirilir. Sefaretnamelerde Osmanlı elçilerinin yolculukları, gezdikleri şehirler, saraylar, park ve bahçelere ait izlenimlerden başka katıldıkları davetler, gösteri ve törenlerle ilgili izlenimleri yer almıştır. Sefaretnamelerin siyasi içeriği zayıf kalmıştır. İstanbul’a gelen elçilerin sefaretnameleri, onlarla birlikte gelen kişilerin mektup ve hatıra yazıları, seyyahların seyahatnameleri Avrupa’da bir “Turquerie: Türk modası”nın oluşmasına yol açmıştır. Avrupa’ya giden sefirlerin ve seyyahların yazdıkları da Osmanlı’da özellikle de İstanbul’da bir “Avrupa/Frenk modası”nın oluşumuna katkıda bulunmuştur.

Bu yüzyılın önemli sefaretnameleri arasında şunlar bulunmaktadır:

  • 1719’da Viyana’ya gönderilmiş İbrahim Paşa’nın Sefaretnamesi
  • Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin 1720’deki Paris sefareti ve Sefaretname: Fransa Sefaretnamesi’nden özellikle Paris’i ayrıntılı biçimde gezdiği anlaşılmaktadır. Saraylarına, parklarına, bahçelerine vs. büyük hayranlık duymuş, opera seyretmiş ve izlenimlerini sefaretnamesine kaydetmiş; bu yerlerin plan ve resimlerini de elde ederek İstanbul’a getirmiştir. Fransa Sefaretnamesi’nde yer verdiği tespitler ve gözlemleriyle, beraberinde getirdiği plan ve resimlerin Lale Devri’nin eğlence mekânlarının inşasında, İstanbul’da bundan sonra yaşanacak olan Frenk modasının şekillenmesinde büyük etkisi olur.
  • Nişli Mehmet Ağa, Rusya Sefaretnamesi (1722- 1723)
  • Mustafa Efendi, Nemçe Sefaretnamesi (1730)
  • Ali Ağa, Lehistan Sefaretnamesi (1755)
  • Derviş Mehmet Efendi, Rusya Sefaretnamesi (1755)
  • Ahmet Resmi Efendi, Viyana Sefaretnamesi (1758), Prusya Sefaretnamesi (1763-1764)

Matbaanın Kurulması ve Basılan İlk Kitaplar: Matbaa bilimin, sanatın ve düşüncenin geniş kitleler tarafından öğrenilmesini, bilginin yayılmasını sağladığı için aydınlanmanın önünü açan en önemli icattır. Avrupa’da matbaanın kullanılmaya başlamasıyla Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayıp Aydınlanma Çağı ile devam eden ve Fransız İhtilali’yle doruk noktasına ulaşan bir süreç yaşanmıştır.

Matbaanın Osmanlı ülkesindeki serüveni de bundan farklı değildir. Osmanlı’da 1. Matbaanın bir Hristiyan icadı olması ve bu makinelerle İslami eserlerin basılmasının doğru olmayacağı görüşü; 2. Müstensihler ve hattatlar gibi kitap çoğaltma işini elinde tutan, hatta bunu bir sanat hâline getirmiş hatırı sayılır kalabalığın mesleklerini yitirecekleri ile ilgili kaygıları nedeniyle matbaacılık geç başlamıştır. 18. yüzyılda başı Bütün bunlara rağmen Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın yenilikçi ve cesur yaklaşımları sayesinde, Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in oğlu Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika’nın çabalarıyla Osmanlı ülkesinde de matbaanın kurulması mümkün olur. III. Ahmet’in 5 Temmuz 1727 tarihli fermanı ile de “Matbaa-i Âmire” kurulur. Kendisini daha çok bir coğrafyacı olarak kabul eden İbrahim Müteferrika’nın matbaasında bastığı ilk eserlerden olan Tarih-i Seyyah ve Cihannüma da açıkça bu şahsi ilginin sonuçlarıdır. Matbaada basılan eserler arasında şunlar yer almaktadır:

  • Vankulu Lügati: İbrahim Müteferrika matbaasında basılan ilk eser, İsmail Bin Hammad el-Cevheri’nin Muhtarü’s-Sahah adını taşıyan Arapça sözlüğünün Türkçeye çevirisidir.
  • Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar: İbrahim Müteferrika matbaasının ikinci kitabı, Kâtip Çelebi’nin Osmanlı’nın deniz savaşlarını anlatmak üzere kaleme aldığı eseridir.
  • Usûlü’l Hikem fi Nizamü’l-Ümem: İbrahim Müteferrika matbaasının 1731’de yayımlanmış dokuzuncu kitabıdır. Eser bizzat İbrahim Müteferrika tarafından yazılmıştır. Nizamü’lÜmem, neredeyse yüz yıl sonra ilan edilecek olan Tanzimat Fermanı’nı ve bu fermanda üstü kapalı biçimde haber verilen “meşrutiyet”i hazırlayan söylemler zincirinin ilk halkası olur. düzen vermenin gerekliliği anlatılmaktadır. Tanpınar bu eserin, İbrahim Müteferrika’nın en değerli eseri olduğunu ve Osmanlı Batılılaşmasının beyannamesi olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtir.

İbrahim Müteferrika’nın bastığı diğer eserler şöyledir: Tarih-i Seyyâh, Tarih-i Hind-i Garbî, Tarih-i Timur-i Gürgân, Tarih-i Mısr-ı Kadim ve Mısr-ı Cedid, Gülşen-i Hulefa, Grammaire Turque, Füyûzat-ı Mıknatısiye, Cihannüma, Takvim el- Tevârih, Kitab-ı Tarih-i Naima, Tarih-i Naşit, Tarih-i Âsım, Ahvâl-i Gazavat der Diyar-ı Bosna, Kitâb-ı Lisân elAcem el Müsemma bi-Ferhengi Şuûri.

Askerî Islahatlar: Osmanlı, 18. yüzyılın en önemli değişikliklerini askerî sahada gerçekleştirir. Bunda Avrupa’ya gönderilmiş olan elçilerin hazırladıkları raporların, İbrahim Müteferrika’nın yazdığı Nizamü’lümem’deki ısrarlı dikkatlerinin ve asıl önemlisi ordunun üst üste aldığı yenilgilerin büyük payı vardır. Bu değişiklikler şöyle özetlenebilir:

  • Askeri alanda ilk yenilikler I. Mahmud döneminde yapılır. Bu dönemde Humbaracı Ahmet Paşa Üsküdar’da Avrupai usullere uygun bir topçu ocağı kurar.
  • III. Mustafa da askerî ıslahata I. Mahmut’un bıraktığı yerden devam eder. Bu dönemde Baron dö Tott vardır. Osmanlı tersanelerinin ıslahı gerçekleştirilir ve yeni bir donanma kurulur.
  • I. Abdülhamit de Avrupa’dan getirdiği danışmanlarla askerî ıslahat hareketlerine devam eder. Onun döneminde sürat ve topçu ocağı genişletilmiş, lağımcı ve humbaracı ocakları ıslah edilmiş, kara ve deniz kuvvetleri yeniden düzenlenmiş, yeni tersaneler açılmış ve modern gemilerin yapılması teşvik edilmiştir. Ayrıca deniz subayı yetiştiren bir kurum olan Mühendishane-yi Bahri-yi Hümayun’un kurulur (1775).
  • Bu yüzyıldaki bütün ıslahat hareketlerinin III. Selim devrinin büyük Nizam-ı Cedit hamlesine bir tür hazırlık teşkil ettiği söylenebilir. III. Selim Avrupai tarzda eğitim alan bir orduyu kurarak adını “Nizam-ı Cedit ordusu” olarak belirlemiştir. Bu ordunun eğitimi için Avrupa’dan hocalar getirtilir, Batılı mühendislere görev verilir. Mühendishane-yi Tersane-i Âmire’de gemi inşası derslerine başlanır. Modern kara savaşı teknikleri öğrenmek ve kara askerleri yetiştirmek üzere Mühendishane-yi Berri-yi Hümayun kurulmuştur (1795). Yeniçerilerin yeniliklere karşı başlattığı Kabakçı Mustafa İsyanı ile III. Selim’in tahttan indirilmesi üzerine yenilikler sekteye uğrar (1807). Ancak Osmanlı ordusunun 19. yüzyıl başlarında Rusya karşısında aldığı yenilgiler orduyla ilgili düzenleme çalışmalarını yeniden hareketlendirir. 1826 “Vak’a-yi Hayriye” denilen olayla Yeniçeri Ocağı tamamen kapatılmış ve onun yerine “Âsakir-i Mansure-i Muhammediye” kurulmuştur.

Eğitim Hayatı: 18. yüzyılda askeri ıslahat ile eğitimde ıslahat birbirlerine paraleldir. Büyük bir imparatorluk olarak sınırlarını ve toprak bütünlüğünü korumak için ordudaki düzenlemeleri birinci planda gören Osmanlı’ya Batılı bilimler ve eğitim sistemi, askerî okullar aracılığıyla gelir. Eğitimli askerlerden oluşan Nizam-ı Cedit’in eğitimi için açılan okullar, bu okullarda verilen dersler ve bu dersleri veren hocalar sayesinde Batı’nın pozitif bilimleriyle karşılaşılır. Dolayısıyla 18. yüzyılda eğitimle ilgili en önemli gelişmeler Mühendishane-i Bahri-yi Hümayun (1775) ve Mühendishane-i Berri-yi Hümayun’un (1795) kurulmasıdır. Bu mühendishaneler sayesinde Osmanlı ülkesi matematik, geometri, coğrafya, haritacılık gibi Batılı bilimlerle tanışır ve yavaş yavaş yeni bir eğitim sistemi inşa etmeye başlar. Bu okullarda derslerin büyük kısmının Avrupa’dan getirilen hocalarla sürdürülmesi, Fransızcanın devlet tarafından da tanınan bir dil olması ve yaygınlaşmaya başlamasıyla sonuçlanır.

1727’de İbrahim Müteferrika’nın kurduğu, fakat Patrona Halil İsyanı ile sekteye uğrayan matbaa, İbrahim Müteferrika’nın ölümüyle (1745) neredeyse tamamen durma noktasına gelir. Bütün aralıklı faaliyetine rağmen bu matbaa, Osmanlı dünyasına basılmış kitap fikrini getirdiği; bilginin geniş kitlelerce paylaşılmasını sağladığı; tarih, coğrafya ve dil konusundaki kitaplardan başka haritalar da bastığı için devrin eğitim konusundaki önemli başlangıçlarından sayılır.

1797’de Mühendishane-i Berriyi Hümayun bünyesinde tamamen ders malzemelerinin basımına hizmet etmek üzere bir matbaa kurulur. Mühendishane-i Berri-yi Hümayun bünyesinde ayrıca zengin bir kütüphane kurulur. Eğitim, okul, kitap ve kütüphane birlikteliğinin örneklendiği Mühendishane-i Berri-yi Hümayun, bu anlamda da devri için önemli bir kurumdur.

Sosyal Hayat: 18. yüzyılın sosyal hayatta kaydedilmeye değer en önemli değişiklikleri, III. Ahmet ile Damat İbrahim Paşa’nın mimarı olduğu Lale Devrinde (1718- 1730) görülür. Her ne kadar Patrona Halil (1730) gibi kanlı bir isyanla sonlanan Lale Devri için “sahte zenginlik gösterileri”yle dolu bir dönem tanımı sıklıkla kullanılsa da dönemin sadece bu yaklaşımla değerlendirilmesi doğru değildir. Bu dönemde,

  • İnce bir sevk ve sanat anlayışının edebiyat ve musiki üzerindeki etkileri görülür,
  • Osmanlı’nın Paris elçisi Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris’ten getirdiği bazı parkların, bahçelerin planları, İstanbul’u şekillendirir,
  • Avrupa ile siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkiler kurulmaya ve bu ilişkiler iyi kullanılmaya çalışılır,
  • Önce Humbaracı Ahmet Paşa’nın ve Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin etkileri sonra da Fransız İhtilali dolayısıyla Osmanlı’nın en yakın ilişki kurduğu Avrupa ülkesi, Fransa olur. Bunun sonucunda ülkede mimariden giyim kuşama kadar yaygın bir Fransız etkisi görülür.
  • Avrupalı hayat biçimi sadece saray ve yüksek tabakada değil giderek halk arasında da benimsenir,
  • Avrupa’dan birtakım ticaret eşyası gelmeye başlar,
  • Osmanlı’nın el tezgâhlarında üretilen ticari mallar, daha çeşitli ve dayanıklı fabrika mamulleri karşısında uzun zaman direnemez ve giderek yok olmaya başlar,
  • Ordu başta olmak üzere bütün devlet kurumlarında ciddi yenilenmelere gidilmesinin yarattığı harcamalar, devlet hazinesinin boşalması, vergi sisteminin düzenlenememesi ve iç borçlanmaya gidilmesi gibi olumsuzluklar yaşanır,
  • Sadabat, sadece eğlenceleriyle değil sanata gösterilen ilgi ve itibarla da ayrıcalıklı bir semt olarak önem taşır. Avrupalı elçilerin, gezginlerin, ressamların yazışmalarına ve eserlerine konu olan Sadabat, Avrupa’da ciddi bir merak oluşturur. Batılı ressamlar ve sanatçılar Avrupa’da bir Osmanlı merakının oluşumuna ve yayılmasına katkıda bulunurlar.

Osmanlı İmparatorluğu ve Fransız İhtilali

Osmanlı bütün dünyaya insan hak ve hürriyetleriyle milliyetçiliği yayan Fransız İhtilali’ni (1789) kendi içindeki yapılanma çalışmaları arasından belli belirsiz algılamıştır. Hatta olup bitenlerin Fransa’nın kendi iç meselesi olduğu yaklaşımını benimseyen devrin sultanı III. Selim, Avrupa ile ilişkilerinde ihtilal dolayısıyla meydana gelen boşluğu, ordunun ıslahı ile ilgili girişimlerini rahatça sürdürebileceği uygun bir zaman ve zemin olarak değerlendirir.

Bir yandan yeni insan anlayışı diğer yandan küçük milliyetçilikler fikrî ve millî devlet modeli, imparatorluk anlayışını derinden sarsar. Monarşiyle idare edilen Osmanlı, önce Tanzimat Fermanı’nı (1839), sonra da Islahat Fermanı’nı (1856) ilan etmek zorunda kalır. Bütün insan hak ve hürriyetlerinin devletin garantisinde olduğunu, herkesin kanunlar önünde eşit olduğunu ve yazılı kanunlarla muamele edileceğini vb. uygulamaları haber veren Tanzimat Fermanı, bu haliyle bir eşitlik fikrinin peşindedir.

Diğer taraftan, çeşitli dil, din ve milletleri barındıran bir imparatorluk olan Osmanlı, Fransız İhtilali’nin dünyaya yaydığı ve özellikle de imparatorlukları tehdit eden modern bir düşünce olarak milliyetçilik anlayışına karşı da birtakım tedbirler geliştirmek durumundadır. Osmanlı Devleti, küçük milliyetçilikler fikrini kendine dönüştürerek dinin getirdiği birlik fikrinden uzaklaşmaya ve millî bir devlet görünümünü kazanmayı ister. II. Mahmut’un saltanat yılları bu anlamda önemli adımlara sahne olur. Böylece ilk meşrutiyetin ilanına ve Osmanlı Meclis-i Mebusanının kurulmasına (1876) kadar uzanan bir oluşum başlatılmış olur. Tanzimat ve Islahat fermanlarını ilan eden Sultan Abdülmecit’in, Meşrutiyet’in ilanı için şartların henüz olgunlaşmadığını düşünen Abdülaziz’in ve kısa bir saltanat dönemi yaşayan V. Murat’ın saltanat yıllarının sosyal, siyasal ve edebî faaliyetleri ile basını bu çabanın etrafında yer alırlar.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v