Bilgisayar Destekli Temel Tasarım Dersi 4. Ünite Özet

Algı

Giriş

Yaşamımızda karşılaştığımız her nesne, bir görselliğe sahiptir. Bu görsellik, insanla buluştuğu andan itibaren etkileşim başlayacaktır. İnsan fizyolojisiyle sağlıklı bir biçimde yürüyen bu etkileşimde, beynin katılımıyla duyum, bilme, öğrenme, tanıma, vs. eylemleri gerçekleşecektir. Bu çalışmanın temel anlatımı görsellik üzerine kurulmasına karşın, algı, sadece görmeyle gerçekleşmemektedir. Özellikle beş duyunun katılımıyla alınan her türlü ileti, algı için birer veri oluşturmaktadır.

Görsel tasarım alanında asıl farkındalığımız bakma ile görme arasında olmaktadır. Bakma, en genel açılımıyla, varoluşlardan gelen her türlü bilginin bir biçimde fizyolojik olarak gerçekleşmesi olarak kabul edilebilir. Görme ise, varoluşlardan gelen verilerin zihinde değerlendirilmesi ve kullanılmasını kapsamaktadır. Görmede dikkat, farkındalık ve istek vardır. Bakma ve görme arasındaki önemli farklılık ise, anlam açısından oluşmaktadır. Varoluş, hem bütünüyle hem de öğeleriyle birlikte, algılayan kişi için anlam ifade etmektedir.

Algı, Görsel Algı ve Algılama

Algının oluşabilmesi için öncelikle insan ve insanın fizyolojik özelliklerine gereksinim vardır. Ancak, sadece insanın varolması algının oluşması için yeterli değildir. Algılayan kadar algılananın da varolması gerekmektedir. Varoluşlar her ortamda bir şekilde varlardır. Ancak bunların algılayan, yani insan, tarafından bilinebilmesi için öncelikle onu görmesi gereklidir.

Işık, görme eylemi için ön koşuldur ve yaşanılan çevrede varoluşların görülebilmesini sağlayan en önemli etkendir.

Bilinçli ya da bilinçsiz, varoluşlardan gelen iletiler, yani bilgi paketleri, bireyler tarafından görülmektedir. Algı ve algılama için gerekli olan ön koşul böylece gerçekleşmiş olur.

Algı

Algı, içten ve dıştan gelen uyarıcıların duyumlar aracılığıyla anlamlı hale getirilmesi olarak tanımlanır. İstemli ya da istemsiz olarak başlayan bakma ve görme, insanın algılama, bilme, anlama ve anlamlandırma süreçlerini gerçekleştirmektedir. Bu süreçler, anlık saliselerle süregelen bir dizi biyolojik ve fizyolojik tepkimelerdir.

Formlardan yansıyan ışınlar, yani görüntüler, duyu organı göz tarafından beyne yollanır. Buna duyum denir. Duyumun beyinde yarattığı ilk etki, imgeler, diğer bir deyişle, görsel bilgiler, önceden varolan bilgilerle karşılaştırılır. Eğer önceden edinilen bir görsel bilgi varsa önceki bilgilerle eşleştirilerek görsel bilgi tanımlanır, nesnelleştirilir. Bu işlem sonunda ise algılama süreci tamamlanmış olur.

İmge, duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri. Bir başka anlatımla, bir nesneyi doğrudan doğruya yeniden tanıtmaya yarayacak biçimde,duyu organlarıyla algılanmış olan nesnenin somut ya da düşünsel kopyası olarak tanımlanabilir.

Görme eylemini detaylı olarak anlatacak olursak. Nesneden gelen iletilerin bir görüntüsü göz aracılığıyla retina üzerinde belirir. Retinada beliren nesnenin görüntüsü daha sonra beyinde görme korteksine iletilerek görme duyusu yaratılır. Bu bölüm başımızın arka tarafındaki bölümdür. Bu bölgede görme ile ilgili bölge görme ilişkilendirme alanı olarak tanımlanmıştır. Bu alan beynin görme ve görsel hafızayla ilgili olan bölümdür. Bunun önündeki alan ise, tüm duyu organlarından gelen duyuların birleştirildiği duyu birleştirme alanları olarak tanımlanmaktadır. Görme korteksine gelen duyumlar anlamlandırılır. Önceki bilgilerle bir çakışma olmaz ise, beyne gelen uyarılara ait görsel bilgi benzetme ve çağrışım yöntemleriyle tanımlanmaya çalışılır. Eski deneyimlerden yola çıkılarak gerçekleştirilen bu işlemde karşılaştırma önemli bir rol oynamaktadır. Görsel bilgi beyinde benzetme ve çağrışımla yakınlık duyulan imgelerle yaratıcı bir tarzda kaynaştırılmaya çalışılır. Yeni formun tanımlanması, bu imgelerin beyinde oluşturduğu izlerle gerçekleşir. Yeni form ilgi çeker, şaşırtır ve merak uyandırır. Gerekirse soru sordurur ve öğrenmeyi sağlar. Sonuçta ise, yeni form daha sonra kullanılmak üzere, nesnelleşerek bilgi paketi biçiminde beyinde depolanır.

Kısaca, her birey, baktığı alandan aldığı görsel duyumları, görme sinirleri yoluyla beyne iletir. Beyin, imge ve çağrışım sonucu, daha önceden elde edip kodladığı bir bilgiye benzetip ilişkilendirir. Bu görsel algının nesnelleştirilmesidir. Algıda elde edilen her bilgi, simgesel ve kavramsal olarak depolanıyorsa nesnelleşmiş demektir.

İmge beyinde, aynı zamanda temel tasarım öğeleri olan, nokta, çizgi, leke olarak da tanımlanırlar. Form ve formun öğeleri de bu tanımlamaların bir parçasını oluşturmaktadır. Beyinde paketlenen (depolanan) her imge, yeri geldiğinde kullanılmak üzere bilgiye dönüşür. İşte, bu bilgilerin yardımıyla duyum yoluyla beyne gelen imgelerin toptan kavranmasına algılama denir.

Duyum ile algı arasında ise üç fark olduğu kabul edilmektedir.

  1. Duyum, fizyolojik bir olaydır ve basit bir süreci ifade eder. Algı ise karmaşık bir takım süreçlerin sonunda oluşan psikolojik bir eylemdir.
  2. Duyum için gerekli olan, nesneden gelen bilgiler ayrı ayrı değerlendirilebilir. Ancak, algıda formlardan gelen uyarıcılar bir bütündür ve bütün olarak değerlendirilir.
  3. Duyum her birey için aynı etkiyle sonuçlanır. Ancak algı, bireyin kimliğini oluşturan belirleyicilerinin etkisi sonucu farklılık gösterir.

Görsel Algı

Öğrenmenin % 70’nin görsel uyaranlar aracılığı ile gerçekleştiği bilimsel deneylerle kanıtlanmıştır.

Dolayısıyla görsellik, öteki duyularımızdan biraz daha önde ve öneme sahiptir.

Algı alınan duyumla, eskiden çeşitli zamanlarda alınan imgeleri canlandırmak, bir küme yapacak şekilde birleştirmek ve bunların hepsine sonuçta duyumu doğuran şey üzerinde toplama gibi önemli ve karmaşık zihin çalışmasıdır. Oysa bu karmaşık ve karmaşık olduğu kadar önemli olan algı, bilgili ve deneyimli bir bireyde saliselerle ölçülecek kadar kısa bir süreçte oluşabilmektedir. Bu kısa süreçte, daha fazla bilgi ve detay konusunda verileri elde edebilecek ve değerlendirebilecektir. Birey, çoğunlukla, bu süreçte görsel olarak algılama eylemini gerçekleştirmektedir.

Görsel iletilerin yoğunluğu nedeniyle kişi, yani uyarılan, bu iletilerin farkında bile değildir. Hatta, nesneler dikkatini bile çekmemektedir. Sadece davranışlar ve eylemler farkındalığı görsel ve davranışsal olarak ortaya koymaktadır.

Algının Belirleyicileri

Algılama, tamamen fiziksel tepkimelerle sonuçlanan bir süreç değildir. Olumlu ya da olumsuz birçok zihinsel etken, duyuma ve imgeye karışır. Nesnelerin algılanması sürecinde, form kadar o formu algılayan bireyin nitelikleri de algıya etki edebilmektedir.

Bireyin doğup büyüdüğü ortam, bulunduğu toplum, kültür, aile yapısı, din, aldığı eğitim gibi birçok dış etkiler algılama sürecinde beyne ulaşan duyum ve imgelere etki yapabilir.

Bireyin yapısal özellikleri dışında, sahip olduğu nitelikler, o güne kadar olan deneyimler de algıyı farklılaştırabilir. Algılamanın dış ve iç etkenler sonucunda farklı anlamlar kazanması, algılamayı biçimlendiren en önemli etkendir. Bireyin deneyim ve birikim kapasitesi, hatırlama, akıl ve zekaya bağlı kişilik örgütlenmeleri, altbilincin kullanılması, cinsel, dinsel ve etik kalıp değerleri algılamanın öncelikli ve en baskın belirleyicisi olmaktadır. Bunlar aynı zamanda algılamayı da kontrol altında tutmaktadır.

Form Algısı

Nesneler bulundukları çevreyle algılanabilirler. Yani, nesnelerin formlarının algılanması, bulundukları ortamla doğru orantılıdır.

Form görüntüye dönüşürken, içyapılarından ve dış görünüşlerinden yansıyan ışınlar bireylerin duyu organlarıyla beyne iletilirler. Gelen bu duyumun bir anlam ifade etmesi için daha önceden bir bilgi birikiminin oluşmuş olması gerekir. Daha önceden birikime girmemiş olan form ve biçimler, beyne gelen görüntünün form ve biçimine göre en yakın bilgiyle değerlendirilmeye çalışılır. Bu benzetme sonucu formlar tanımlanabilir, yani adı, biçimi, rengi, dokusu, vs. söylenebilir.

Formun algılanması da bulunduğu çevreyle iş görüsüne bağlı olarak gerçekleşir. Form, herhangi özel nesnelliğin biçimiyle değil, o nesnelliğin türü olarak algılanır. Form, bir anlamın ve düşüncenin içyapısına ve öğelerinin biraraya geliş sistemine göre oluşan dışsal örgütlenmedir. Formun algılanması tamamen dış sınırların ve örgütlenmenin dışında, bireyde uyanan duyusal değerlerin de farkına varılmasıyla oluşabilir.

Algıda Seçicilik

Algılama sürecinde bazı formlardan gelen uyarıcılar, bireyde diğerlerinden daha farklı etkiler oluşturmaktadır. O form, bireyin dikkatini çeker ve birey çevresindeki birçok uyarıcıya rağmen o forma odaklanır.

Algıda seçiciliği etkileyen bireye bağlı olan ya da bağlı olmayan durumlar söz konusudur.

Algıda seçiciliğin oluşmasında, bir takım iç ve dış etkenlerin varlığı söz konusudur.

Bireyin kendisine bağlı olmayan durumlar formun yapısal niteliğine bağlı özelliklerdir. Aynı zamanda, fiziksel etkenler olarak da adlandırılmaktadır.

Bununla birlikte, bireyin yapısına bağlı olan durumlar, yani bireyin iç etkenleri bulunmaktadır. Bunlar psikolojik etkenler olarak da adlandırılmaktadır.

Algıda Değişmezlik

Bir kez algılanan ve tanımlanan nesnelerin formları, renkleri, büyüklükleri değişse de, birey onları aynı biçimde algılar. Dolayısıyla algıda değişmezlikte, nesnelleşen bilgi çoğu zaman formu, rengi, dokusu, büyüklüğüyle zihin tarafından tamamlanır ve bütünmüş gibi algılanır.

Algıda Düzenleme

Formlardan ve çevresinden gelen uyarılar, bir bütün olarak birarada değerlendirilmektedir. Bu nedenle bütün görsel varoluşların ve bilgilerin birarada algılanması, algının en önemli özelliğidir.

Form-zemin ilişkisi Gestalt ilkeleri içinde de yeralmaktadır. Bireylerin çevrelerindeki varoluşları algılamalarındaki en önemli eğilim, form ve zeminin birbirlerinden ayrılmasıyla ilgilidir. Bu eğilim, formların zeminlere göre dikkat çekerek öncelikli olarak odaklanılması ve önce algılanmasıdır. Bu formun çevresiyle birlikte algılanmasını sağlarken formun belirli özelliklerine bağlı olarak da zeminden kendini koparmasını sağlayarak farklılık yaratabilmektedir.

Her birey, bir duyum sonucu beyninde oluşan imgeyi daha önceden edindiği bilgileri ve deneyimlerini kullanarak benzetebilir. Bu benzetme algının bir biçimde tanımlanmasıdır.

Bir form, uzayda yer aldığında, çevresiyle ilişkiye girer. Ancak, formun algılanması, uzay ile oluşturacağı bir takım zıtlıklarla olanaklı olabilir.

Form ile zeminin algılanmasında bir takım nitelikler ön plana çıkmaktadır. Bu nitelikler form-zemin algısının düzenlenmesi sırasında bireye algıda kolaylık sağlayabilir.

Form-zemin algısında, form ile zeminin birbirleriyle olan ilişkileri gruplama, tamamlama ve algıda değişmezlik ilkeleriyle değerlendirilebilir.

Form ve zemin arasında üç tür ilişkiden söz edilebilir. Bunlar:

1. Formun Zemine Egemen Olması: Bir formun zeminden koparak odaklanılmasını sağlayacak biçimde düzenlenmesiyle oluşmaktadır.
2. Form İle Zeminin Eşdeğerlerle Kurgulanması: Form ve zemin ilişkilerinde özel bir durum zaman zaman yaşanabilir. Bu özel durum, zemin ve formun eşdeğer olduğu bir yapıdır. Form ile zemin görsel olarak aynı renk ve form değerlerine sahip olabilir. Ölçü olarak da birbirlerine çok benzemektedir. Bu durumlarda ortaya konan düzenlemede formun ve zeminin hangisi olduğu kolay ayırt edilemez. Bireylerin algısına göre formlarla zeminler yer değiştirebilir.
3. Zeminin Forma Egemen Olması: Zeminin forma egemen olması, bir formun zeminin düzenlenmesi içinde yok olarak dikkat çekmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda birey, formdan çok zemine odaklanacaktır.

Form İle Zeminin Birbirleriyle Olan İlişkileri: Üç ana grupta toplanmaktadır. Bunlar:

  1. Gruplama: Strüktür, ölçü, doku işlev benzerliğinde olan formlar gruplaşabilir.
  2. Yakınlık İlişkisi: Birbirine yakın olan formlar birlikte bir bütün olarak algılanır.
  3. Benzerlik İlişkisi: Benzer geometrileri olan formlar bulundukları çevreyle birlikte bir bütün olarak algılanma eğilimi içindedir.
  4. Süreklilik İlişkisi: Sürekliliği olan bir formlar bir bütün olarak algılanır.
  5. Tamamlama İlişkisi: Önceden algılanan formlar, bazı öğeleri eksik olmasına karşın sanki onlar varmış gibi zihin tarafından tamamlanarak algılanır.
  6. Tamamlama: Daha önceden görülmüş, bilinen her türlü form, eksik dahi olsa, tamammış gibi algılanabilir.
  7. Algıda değişmezlik: Daha önceden bilinen, öğrenilmiş, nesnelleşmiş bilgilerin form, parlaklık ve ölçü gibi nitelikleri, birey tarafından net görülmese de önceden bilindiği gibi algılanabilirler.

Derinlik Güdüsü ve Algısı

Her bireyin içinde derinlik güdüsü vardır. Derinlik Güdüsü, formların düzlem ya da uzay içindeki durumları, pozları, yönleri, kısaca konumlarının birey tarafından algılanmasıdır.

Derinlik güdüsünden söz edebilmek için öncelikle üç boyutlu bir alanın varlığı gereklidir. Uzay ya da mekan olarak tanımlanabilecek bu üç boyutluluk içinde, bireyin varlığı algının başlamasına neden olacaktır. Algıyla birlikte birey, bu hacim içinde hareket edecek, hatta zaman içinde durum ve duygu değişimine uğrayabilecektir.

Formların düzlem ya da uzay içindeki durumları, pozisyonları, yönleri, kısaca konumlarının algılanması derinlik güdüsüyle olmaktadır. Güdü, öğrenme ve deneyimle duyguya dönüşmektedir.

Gestalt Yasaları

Algı, kendini oluşturan duyusal girdilerin toplamından daha fazla bir anlam ifade eder. Bu gerçeği algısal psikoloji üzerinde çalışan ilk Alman psikologlar, Gestalt kelimesiyle anlatmaya çalışmışlardır. Bazı düzenlemelerin belirli kurallar içinde toplanması sonucu “gestalt ilkeleri” yapılandırılmıştır.

Gestaltçı psikologlar, algının, formun dolu ve boş öğelerinin yapılanışıyla oluşan ve doğuştan kaynaklanan bir tepki olduğunu belirtmekteydiler. Onların savaşımı, algının ilkeleri çerçevesinde geniş deneylere bağlanmasıydı.

B. Denel’e göre (1970), Gestalt İlkeleri 6 grup içinde biraraya getirilmiştir. Bunlar, benzerlik kanunu, iyi sınırkontur kanunu, ortak aktivite kanunu, tamamlanmış-kapalı biçimler kanunu, yakınlık kanunu ve birikim-deney kanunudur.

Form-zemin ilişkisiyle birlikte Gestalt İlkeleri aşağıdaki biçimiyle sınıflandırılabilir.

1. Ağırlık Merkezi İlkesi: Formlar, yerçekimli bir ortamda kütlelerin yapılarına bağlı olarak, ağırlık merkezlerine sahiptir.
2.İyi Form İlkesi: Basit, yalın ve geometrik formlar daha kolay algılanırlar.
3. Benzerlik İlkesi: Benzer form, renk, doku, biçim, ölçü, oran, vs. sahip formlar gruplaşma eğilimindedir.
4. Yakınlık İlkesi: Formlar arasındaki uzaklığın, yani aralığın, formların birbirleriyle ilişkiye girecek kadar yakın olması sonucu yaşanan birlikteliktir.
5. Ortak Hareket İlkesi: Birçok yön alternatifi olan bir kompozisyonda, aynı yönde olan ve aynı yöne akma eğiliminde olan formlar gruplaşma eğilimindedir.
6.Simetri İlkesi: Simetrik düzenlemeye sahip formlar gruplaşma eğilimindedir.
7. Tamamlama İlkesi: Algı sürecinde önemli noktalardan biri parça-bütün ilişkisidir.

Kolay algılama için tasarlanan form ya da düzenlenen hacimlerde, Gestalt İlkelerinin kullanılması, formlar arasındaki ilişkileri kuvvetlendirebilmektedir. Formların birbirleriyle oluşturdukları ilişkiler arasındaki uyum, özenli ve bilinçli olarak kullanılan Gestalt ilkeleri ve zıtlıklarla geliştirilebilmektedir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi