aofsoru.com

Türk Dış Politikası 1 Dersi 8. Ünite Özet

1980-1990 Dönemi Türk Dış Politikası

Uluslararası Ortam

1980’li yıllarda, o zamana kadar dünya düzenine egemen olan “gevşek iki kutuplu” anlayışın yerini daha gerilimli politikalara bırakması söz konusudur. Bu gerilim özellikle Sovyetler Birliği’nin 24 Aralık 1979’da Afganistan’a asker göndermesi ile başlamış, Sovyetlerin uzun menzilli füzelerini Doğu Avrupa topraklarına yerleştirme girişimleriyle yoğunlaşmıştır. Aynı dönemde, Amerika Birleşik Devletleri Batı Avrupa’da savunma amaçlı daha modern füzeler konuşlandırma kararı almışlardır. 1980’li yıllar Balkanlar ve Orta Doğu’da da özellikle Türkiye için krizlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Papandreu yönetimdeki Yunanistan ile ilişkiler gergin şekilde devam etmiştir. Bulgaristan ise 1984 yılından itibaren ülkesindeki Türklere karşı yoğun bir baskı uygulanmış, bu baskılar birçok Türk’ün Türkiye’ye göç etmesine neden olmaktaydı. Orta Doğu’da ise yaşanan İran-Irak savaşı, Kuzey Irak’ta bir yönetim boşluğu yaratmıştı bu da Türkiye için özellikle 1984 sonrasında önemli bir güvenlik tehdidi yaratmıştı.

Uluslararası Ortam ve 12 Eylül Darbesi

Türkiye’de yaşanan ve önemli ölçüde güçsüz ve çok partili koalisyonlardan kaynaklanan siyasal istikrarsızlık, beş bin kişinin hayatını kaybettiği ideolojik çatışmalar (anarşi) ve ekonomik bunalım 70’lerin ikinci yarısında çok ciddi bir bunalım yaratmıştı. Bu dönemde ülkede yaygın sıkıyönetim uygulamasına rağmen çatışmalar engellenememişti. Can güvenliğinin her şeyden daha önemli bir öncelik hâline geldiği bu dönemin sonunda 12 Eylül 1980’de askerler yönetime el koymuştur. 12 Eylül 1980’de iktidara el koyan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğindeki askerî yönetim S.Demirel hükûmetine son vermiş, siyasi partileri kapatmış, parti liderlerini gözetim altına almış ve yargılamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni feshetmiştir. Ayrıca yüz binlerce kişi gözaltına alınmış sendika ve derneklerin faaliyetleri tamamen durdurulmuştur. 12 Eylül darbesi 1970 Yılında değişikliğe uğrayan 1961 Anayasasının da yürürlükten kalktığı bir dönemdir. Darbe sonrası askerî yönetim önce geçici bir anayasa, ardından 1982 Anayasası olarak adlandırılan anayasayı hazırlamıştır. Bu anayasa 1982 Yılında halk oylamasına sunulmuş ve halkın %91’den fazlası tarafından kabul edilmiştir. Bu referandum ile darbeyi gerçekleştiren Kenan Evren de 7 yıllığına Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.

ABD ve Batı Avrupa ile İlişkiler

Türkiye ve ABD İlişkileri

1980-1990 döneminde Türkiye-ABD ilişkilerini öncelikle askerî yönetim dönemi ve yeniden demokrasi dönemi olarak ikiye ayırmak gerekmektedir. Hiç kuşku yok ki her iki dönemde de pek çok diğer değişken nedeni ile karmaşık ilişkilerden söz etmek gerekmektedir. Ancak 1980-1983 yılları arasında Türkiye’deki askerî yönetimin ABD ile son derece yakın bir ilişki kurduğu ve hükümetler arasındaki sorunların en alt düzeye indiği rahatlıkla söylenebilir. 6 Kasım 1983 seçimlerini zaferle tamamlayan Turgut Özal’ın 13 Aralık 1983’te kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin 43. Hükümeti ile Ronald Reagan’ın başkanlığını yaptığı ABD arasındaki ilişkiler de nispeten olumlu bir seyir takip etmiştir. Bunda aynı dönemde Avrupa ile yaşlanan sorunların artmasının da önemli payı bulunmaktadır. 1980-1990 dönemi “Ermeni Soykırımı” tartışmaları Türkiye-ABD ilişkilerinin en gerilimli olduğu alanlardan birisi olmuştur. Bir taraftan 1973-1985 arasında 42 Türk diplomatını silahlı ya da bombalı saldırılarda öldüren Ermeni terör örgütü ASALA’nın faaliyetlerinin yarattığı gerginlik, öte taraftan ise “24 Nisan”ın ABD’de ne şekilde tanımlanacağına dair tartılmalar bu döneme damgasını vurmuştur. ABD ile 1980’li yıllarda ortaya çıkan sorunlardan biri de Kürt sorunu olmuştur. PKK’nın 1984’te başladığı eylemlerini 80’li yılların ikinci yarısında yoğunlaştırması ile Türkiye’nin özelikle Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da giriştiği mücadelenin yöntemleri ABD tarafından zaman zaman eleştirilmiştir. Kürtleri genelde bir azınlık olarak gören ABD siyaseti, Kürtlerin dil ve kültürel haklarının verilmesini istemiş, Türkiye’ye yapılacak askerî yardımlar gündeme geldiğinde bu konu üzerinden yardımlar konusunda sınırlamalara gidilebileceği söylenmiş, hatta bu yardımlar Kongre’de engellenmeye çalışılmıştır. Zaman zaman yaşanan sorunlar hatta krizlere rağmen Kıbrıs Harekâtı sonrası uygulanan ambargonun kalmasından sonraki sürece bakıldığında, 1980’li yıllarda Türk-ABD ilişkilerinin eskiye göre daha iyi bir düzeyde olduğu söylenebilir.

Türkiye ve NATO İlişkileri

Türkiye, Soğuk Savaş boyunca, Sovyetlerle en uzun sonra sahip olma ve örgüt içindeki en büyük ikinci askerî güç olma vasfıyla NATO içinde her zaman önemli bir ülke olmuştur. 1980-1990 döneminde, NATO stratejisindeki değişiklikler, Türk Yunan ilişkileri, nükleer silah politikası ve Türk dış politikasındaki değişim Türkiye’nin örgütle olan ilişkilerinde belirleyici olmuştur. NATO ile Türkiye arasındaki ilişkilerin en çok sorgulandığı dönem belki de 1989 Yılı’nda Sovyetlerin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle başladı. “Yeni Dünya Düzeni” kurulurken, Türkiye’nin Avrupa bölgesi için yakın stratejik öneminin azaldığı ortaya çıkmıştır. Ancak Türkiye’nin özellikle ABD için genel jeostratejik öneminde artışı da genel kabul görmüştür. Bunun ilk testi de Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez Krizi sürecinde yaşanmış Orta Asya ve Kafkaslardaki gelişmeler de Türkiye’ye atfedilen rolü, artmıştır.

Türkiye ve Avrupa Topluluğu İlişkileri

Türkiye ile Avrupa Topluluğu (AT) arasındaki ilişkiler 1970’li yılların sonlarına doğru giderek daha da bozulmaya başlamıştır.1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası Türk askerînin adadan ayrılmayışı ve bunun bir “işgal” olarak kabul edilmesi, sonrasında Türk tarafının adanın kuzeyinde tek taraşı olarak devlet ilanı Batı Avrupa ülkelerince tepkiyle karşılanmıştır. Ayrıca, Türkiye’de yaşanan kaos ortamı ve insan haklarının ihlali ilişkilerin daha da gerilmesine neden olmuştur. Bu süreç, AT ile üyelik temelli ilişkileri de zayıflatmış, iki taraf da taahhütlerini gerektiği gibi yerine getirmemiştir. İşte bu dönem içinde yaşanan 12 Eylül askerî darbesi, ilişkileri olduğundan kötü duruma getirmiş, insan hakları ve demokrasi konusunda kaygıları iyice artırmıştır. Aydınlara karşı açılan davalar, işkence olaylarının gündeme gelmesi, politikacıların gözetim altına alınması ve siyasetten yasaklanması bu kaygıların oluşmasında önemli etkiye sahiptir. AT ile ilişkiler ancak 1983 yılında Türkiye’de sivil bir iktidarın başa gelmesiyle tekrar düzelmeye başlamıştır. 1983 sonrasında Türkiye’de ekonomik ve siyasi anlamda bütün olumlu gelişmelere rağmen AT ile sürekli krizler yaşanmıştır. Bunda bekleneceği üzere en önemli rolü Yunanistan oynamıştır. Yunanistan’ın bu politikayı rahatça yürütmesinde hiç kuşku yok ki Türkiye ile yakınlaşmanın büyük bir göç dalgası yaratmasından çekinen diğer AT üyelerinin açık ya da gizli desteği de en önemli bariyer haline gelmiştir.

Türkiye ve Yunanistan İlişkileri

Türk-Yunan ilişkileri 1980’li yıllarda gergin bir şekilde devam etmiştir. 12 Eylül darbesi Türkiye’nin Avrupa tarafından dışlanmasına, eş zamanlı olarak Amerika’ya yakınlaşmasına neden olmuştur. 1981’den itibaren AT üyesi olan Yunanistan ise Papandreu’nun liderliğindeki Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK) yönetiminde Sovyetler Birliği ve bölge ülkeleri ile yakın ilişki kurmuş, AT üyesi olmanın verdiği güvenle daha rahat hareket alanı bulmuştur. 1986’da Özal’ın tek taraşı olarak başlattığı ve Mart 1987’de ciddi bir kriz yaşanmasına rağmen, İsviçre’nin Davos kasabasında 1988’de gerçekleşen Dünya Ekonomik Formun’da geliştirilen süreç, iki ülke arasındaki sorunların iyi niyet zemininde kapsamlı çözümü için önemli bir imkân ve heyecan yaratmıştır. Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreau’nun başlattığı bu girişimin Türkiye’nin AET’ye tam üyelik başvurusu ile de ilişkili olduğu açıktır. İki taraf arasında diyalog kurulmasını amaçlayan “Davos süreci” “Davos ruhu” olarak da tanımlanmıştır her iki ülkenin de içinde bulunduğu ulusal ve uluslararası şartlar çerçevesinde sürdürülememiştir. Ancak bu süreç iyi niyet zemininde iki komşu ülkenin sorunlarını ele alma ve çözme çabasına işaret etmesi bakımından son derece önemli bir etki yaratmış, 1999’da Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile mevkidaşı Y.Papendreu arasındaki ilişkiler de bu “ruh” ile ilişkilendirilmiştir.

Ortadoğu İle İlişkiler

1980’li yıllarda Türkiye ile Orta Doğu arasındaki ilişkilerin iki önemli belirleyicisi olmuştur. Bunlardan birincisi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve İran’ın yaşadığı rejim değişikliği sonucu ABD ekseninden çıkması ve ABD’nin ılımlı İslam olarak adlandırdığı, içinde Pakistan, Türkiye, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Mısır gibi ülkelerin yer aldığı bir “Yeşil Kuşak” ile Sovyetleri çevreleyen ve İran rejiminin etkisini azaltıcı bir politika gütmesidir. İkincisi ise 12 Eylül askerî darbesi ile Avrupa’dan uzaklaşan Türkiye’nin ekonomik ve siyasal olarak Orta Doğu ülkelerine yaklaşma gereksinimidir. Buna Özal döneminde serbest piyasa ekonomisine geçilip bölge ülkeleriyle ticaretin geliştirilmesi çabası da eklenebilir.

Türkiye ve İran İlişkileri

İran ile ilişkiler, 1979 yılında A. Humeyni liderliğinde ülkede yaşanan rejim değişikliği ile bozulmaya başlamıştır. Burada 12 Eylül askerî darbesi sonrası, söylem olarak artan Kemalist vurgu, İran’ın da Türkiye’ye mesafeli davranmasına neden olmuştur. Amerika’nın müttefiki olan bir Türkiye, İran için güvenilmez bir ülke olarak görülmüştür. Ayrıca rejim değişikliğinden sonra ülkeden kaçan birçok İranlı Türkiye’ye sığınmış ve bu durum İran’ın yeni yönetimi tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Türkiye ve Irak-Suriye İle İlişkileri

Türkiye’nin Bölge ülkeleriyle olan ilişkilerde 1980-1988 yılları arasındaki Irak-İran Savaşı önemli yer tutmaktadır. Savaş, Irak’ın kuzeyinde önemli bir otorite boşluğuna sebep olmuş, bu da PKK terör örgütünün bölgede güçlenmesine neden olmuştur. Aynı zamanda, İran bu bölgedeki Kürt gruplarını Bağdat’a karşı kışkırtmış, İran’ın bu politikası Irak ve Türkiye tarafından tepki ve endişe ile karşılanmıştır. Bu dönemde Suriye ile olan ilişkiler de oldukça gergin seyretmiştir. Suriye, Irak’ı kendine önemli bir rakip görmekte ve Türkiye’yi de politik olarak baskı altında tutmak istemekteydi. Bunun için de Kuzey Irak’taki ayrılıkçı Kürt gruplarını desteklemiş, Türkiye’den kaçan ayrılıkçı Türk ve Kürt gruplarını himaye etmiş, başta Türk diplomatları olmak üzere Türk hedeflerine saldırılarda bulunan Ermeni Suriye’de üslenmesine ve eğitim almasına izin vermiştir.

Türkiye ve İsrail İle İlişkiler

1980’li yılların başında gergin seyrini sürdüren Türk-İsrail ilişkileri değişen konjonktür içinde 1990’lı yıllara doğru daha olumlu bir hâl almıştır. Ancak yine de Türkiye’nin bu dönemde tek yönlü bir politika sürdürdüğünü söylemek doğru değildir. Türkiye Arap dünyası ile İsrail arasında dengeli bir politika izlemeye çalışmıştır. Türkiye’nin İsrail ilişkilerinde Filistin konusundaki tavrı ise daha belirgin ve değişmez olmuştur. Türkiye Filistinlilere karşı yapılan İsrail saldırılarına her zaman karşı olmuş, Filistinlilerin kendi kaderini destek hakkını savunmuştur. FKÖ’yü Filistinlilerin resmî temsilcisi kabul eden Türkiye 1988 yılında bağımsız Filistin Devleti ilan edildiğinde bu ülkeyi tanıyan ilk ülkelerin başında gelmektedir.

Sovyetler Birliği İle İlişkiler

Sovyetler Birliği ile ilişkiler 1980’lerin başında eskiye oranla gerilme göstermiştir. Burada, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin tekrar düzelmeye başlaması ve iki ülke arasında yapılan SEIA anlaşması ve Türkiye’deki nükleer silahların arttırılması planlarının Sovyetleri rahatsız etmesi etkili olmuştur. Sovyetlerle ilişkilerin tekrar düzelmeye başladığı dönem 1980’lerin ortasında başlamıştır. Özellikle Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle ikili ilişkiler gelişmiş, ticari faaliyetler artmış ve Karadeniz’deki FIR hattı ile ilgili sıkıntı giderilmiştir. Bu dönem, başta müteahhitlik ve enerji olmak üzere ticari faaliyetlerin arttığı da bir dönem olmuştur.

Balkan Ülkeleri İle İlişkiler

12 Eylül 1980 yılında Türkiye’de yaşanan askerî darbe Batı Avrupa ile ilişkileri olumsuz etkilese de Balkan ülkeleri ile olan ilişkiler bundan çok etkilenmemiştir. Ancak bu durum 1984 yılında Bulgaristan’ın, Todor Jivkov iktidarında ülkedeki Türk azınlığına karşı asimilasyon politikası başlatmasıyla değişmiştir. Jivkov yönetimi bu amaçla Türklerin isimlerinin değiştirilmesi, ibadetlerinin engellenmesi, Türkçe konuşmanın yasaklanması gibi uygulamalara gitmiş, direnen Türkleri Belene gibi toplama kamplarına atmış ve hatta öldürme vakaları yaşanmıştır. Bu süreç- te 800 ile 2500 arasında Bulgaristan Türk’ünün öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Türkiye tarafından bu uygulamalar tepkiyle karşılanmıştır. Gerek ülkesindeki Türk azınlığın varlığı gerekse genel olarak Türkiye karşıtı bir politika izlemesi nedeniyle Bulgaristan’ın yanında yer alan Yunanistan, 1986 yılında bu ülke ile Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Deklarasyonu’nu imzalamıştır. Yugoslavya ise Türkiye’ye yakın bir politika izlemiş, Bulgaristan’ın uygulamalarını eleştirmiş, ülkeden kaçan Türkleri sığınmacı olarak kabul etmiştir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email