Yakınçağ Avrupa Tarihi Dersi 8. Ünite Sorularla Öğrenelim
Sovyetler Birliği’Nin Dağılmasından Günümüz Avrupası’Na
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Sovyetler Birliği arasında gerçekleşen tarihi zirvenin yeri, tarihi ve sonucu nasıl açıklanabilir?
1989 yılının sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Sovyetler Birliği arasında Malta’da tarihi bir zirve gerçekleştirildi ve iki ülke soğuk savaşın resmen sona erdiğini tüm dünyaya duyurdu.
Komünist sistemin çökmesi ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin Yugoslavya üzerindeki etkileri neler olmuştur?
Komünist sistemin çökmesi ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile Doğu Avrupa ülkeleri ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin geleceği hakkındaki belirsizlik en önemli sorun oldu. Topraklarında barındırdığı farklı dini ve etnik grupları uzun süre barış içinde yaşatmayı bilen Yugoslavya, belki de bu becerisi sayesinde sosyalist blokun en başarılı ülkeleri arasındaydı. Fakat aynı ülke, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kimsenin bir defa daha tekrarlanacağını düşünmediği acılara ev sahipliği yaptı. Yugoslavya, asla hayal edilemeyecek biçimde ölüm kamplarının kurulmasına, etnik temizlik ve toplu tecavüz gibi trajedilere sahne olacaktı.
20. yüzyılın son çeyreğine girilirken Sovyetler Birliği, ekonomik ve sosyal konularda tarihsel süreç nasıl işlemişti?
20. yüzyılın son çeyreğine girilirken sahip olduğu askeri yetenek ve siyasi etki alanı açısından bakıldığında Sovyetler Birliği gerçekten de tartışmasız bir güç gibi görünüyordu. Ancak askeri ve siyasi bakımdan sergilediği etkileyici görüntünün aksine Sovyetler Birliği, ekonomik ve sosyal konularda ciddi bir çöküş süreci içindeydi. 1960’lı yılların ortasından 1980’li yılların ortalarına kadar geçen yaklaşık 20 yıllık dönemde Sovyet ekonomisindeki büyüme oranı yıllık %4,9’dan %1,8’e gerilemişti. Benzer şekilde 1980’li yıllarda tarım üretimindeki artış ise ancak %1,2 olmuştu. 1969 yılında ortalama yaşam süresi 69,3 yıl iken sadece 10 yıl sonra yaşam süresi 67,7 yıla inmişti. Aynı dönemde çocuk ölümleri ise binde 22,6’dan binde 28’e yükselmişti. Öte yandan alkolizm de ülkenin en ciddi sorunları arasında yer alıyor ve milli gelirin yaklaşık %89’u bu sıkıntının yol açtığı toplumsal sorunlarla mücadelede harcanıyordu. Sovyetler Birliği’ndeki bu tablo, Soğuk Savaş’ın ardından pek çok ciddi ekonomik ve sosyal meseleyi gündeme taşıdı.
1815 yılında Avrupa Tarihi’nde hangi önemli olaylar olmuştur?
1815 yılında Avrupa Tarihi’nde iki önemli olaya tanıklık edildi:
- İlki içinde yaşayanların da büyüklüğünü fark ettikleri ve Avrupa’da yeni bir düzen inşası anlamına gelen Viyana Kongresi idi.
- İkincisi ise tam 47 yıl sonra Prusya başbakanı olacak 19. yüzyılın en büyük siyasetçilerinden Otto von Bismarck’ın doğumu oldu.
Almanya’nın 2. birleşmesi hangi isimle anılmıştır?
1990’daki ikinci birleşmeyi ilkinden ayırmak amacıyla ikincisine “yeniden birleşme” denildi. İkincisi de tıpkı ilki gibi Avrupa siyaseti ve güçler dengesi açısından bir dizi tartışmayı beraberinde getirdi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Avrupa’da özellikle Komünist blokta yer alan ülkelerde bir parçalanma dönemi başladı. Birleşmeyi başaran tek ülke Almanya oldu.
Almanya’nın birleşmesine kim neden karşı çıkıyordu?
Siyasi hayatında Alman karşıtlığına önemli bir yer veren ve Demir Leydi unvanı ile anılan İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, Almanya’nın birleşmesini desteklemiyordu. İngiltere ile birlikte iki Almanya’nın birleşmesine en çok karşı çıkan ülke François Mitterrand’ın liderliğindeki Fransa oldu. Mitterrand, birleşmeye engel olmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Mitterrand’ın en büyük endişesi, yeniden birleşecek Almanya’nın yalnızca toprakları açısından Fransa ile neredeyse aynı büyüklüğe ulaşacak olmasından kaynaklanmıyordu. Birleşik Almanya nüfus ve ekonomi bakımından Fransa’dan daha büyük bir devlete dönüşecekti.
1990 yılında Almanya da yapılan kamuoyu yoklamaları sonucunda nasıl bir süreç gelişmiştir?
1990 yılında yapılan bütün kamuoyu araştırmaları Almanların tarafsız ve birleşik bir Almanya’dan yana olduklarını gösteriyordu. ABD’nin baskısı sonucu İngilizler ve Fransızlar da birleşme görüşmelerinde Alman ve Sovyet temsilcileri ile aynı masada yer almayı kabul ettiler. İki artı dört anlaşması denilen bu görüşmeler, katılan ülkelerin dışişleri bakanları arasında 1990 yılının Şubat ayından Eylül ayına kadar sürdü. 12 Eylül 1990’da Moskova’da, Almanya Konusunda Son Uzlaşma Antlaşması imzalandı. Antlaşma ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgalci konumdaki dört güç her iki Almanya’daki haklarından vazgeçerek iki Almanya’nın birleşmesini onayladılar. Nihayet 3 Ekim 1990’da Doğu Alman Cumhuriyeti, Federal Almanya Cumhuriyeti’ne katılarak birleşme tamamlandı. Kısacası İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri ikiye böldükleri Almanya’yı 1990 yılına gelindiğinde yeniden birleştiriyorlardı.
1985 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Mihail Gorbaçov hangi reform hareketlerini gerçekleştirmiştir?
1985 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Mihail Gorbaçov, göreve geldikten hemen sonra ülkedeki sorunların çözümüne dönük köklü bir reform hareketine kalkıştı. Sovyet lideri iç sorunlarla meşgul olduğu dönemde hem Doğu Avrupa’daki hem de Sovyetlerin batı sınırında yer alan cumhuriyetleri adeta kendi kaderine terk etti. Bu rahat atmosferi, öncelikle Baltık Cumhuriyetleri olarak adlandırılan Estonya, Letonya ve Litvanya fırsata çevirmeyi bildiler.
Bağımsızlıklarının ilk günlerinden itibaren yüzlerini batıya çevirerek Avrupa Topluluğu ile bütünleşme çabası içine girdiler. Ukrayna Mart 1991 yılında Ukrayna halkına bağımsızlıkla ilgili düşüncesi sorulduğunda %88 oranında Sovyetler Birliği’nden ayrılma yönünde bir istek belirtiliyordu. Nihayet birliğin dağılmasıyla Ukrayna 1991 yılı Ağustos ayında bağımsızlığını ilân etti. İki Batıdaki Beyaz Rusya ve Moldova Sovyet Cumhuriyetleri bütün bu gelişmeleri dikkatle takip ediyordu. Ukrayna bağımsızlığını ilân ettikten sonra Beyaz Rusya da komşusunu izledi. Açık bir dağılma süreci içine giren Sovyetler Birliği’nin sonunu getirenler yine onu kurtarmaya çalışanlar oldu. Bir grup darbeci 17 Ağustos 1991’de Gorbaçov’dan başkanlık yetkilerini Olağanüstü Komite’ye devretmesini istedi. 24 Ağustos 1991’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
Gorbaçov’un 1991’de Komünist Partisi Genel Sekreterliğinden istifasından sonra neler yaşanmıştır?
Gorbaçov’un 24 Ağustos 1991’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliğinden istifasından sonra 21 Eylül’e kadar ülkede birbirini takip eden bir çok çalkantılar yaşanmıştır. Bu çalkantılar eşliğinde 24 Ağustos’ta Baltık cumhuriyetlerinin başlattığı bağımsızlık furyasına Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldova, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Gürcistan, Tacikistan ve Ermenistan da katıldı. Nihayet 9 Aralık 1991’de Rus, Ukrayna ve Beyaz Rusya Cumhuriyetlerinin liderleri bir araya gelerek Sovyetler Birliği’nin dağıldığını ilân ettiler.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle savaşın tarafları aynı trajedinin yaşanması için nasıl çareler arama yoluna gittiler?
İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle savaşın tarafları toparlanma ve benzer bir trajedinin tekrarlanmaması için bir takım çareler aramaya başladılar. Bu arayış sürecinde Doğu Avrupa ülkeleri tercihlerini komünizmden yana kullandılar. Ancak Soğuk Savaş’ın ardından Doğu Avrupa ülkeleri ve bazı Sovyet cumhuriyetleri Avrupa Topluluğu’nun üyesi olma konusundaki arzularını açıkça gösterdiler. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Avrupa Topluluğu her ne kadar kendi iç sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalsa da beklenmedik ölçüde bir genişleme ihtimaliyle de karşı karşıya kaldı.
1954’te Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’yla başlayıp 1993’te Avrupa Birliği adını alan sürecin genişleme dalgaları nelerdir?
1954’te Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’yla başlayıp 1993’te Avrupa Birliği adını alan sürecin günümüze kadar beş genişleme dalgası olmuştur. Bu genişleme dalgalarının;
- İlkinin ana teması, ulus-üstü birleşme konusundaki uzlaşıdır.
- İkinci ve üçüncü genişleme dalgalarına damga vuran temel düşünce demokratikleşmedir.
- Dördüncü genişleme dalgasının vurgusunu tarafsızların kazanılması oluştururken;
- Son dalganın sayıca çok ve farklı nitelikteki ülkeyi kapsaması bakımından tek bir ana fikre indirgenmesi zor görünmektedir.
Genişleme sürecinde hangi ana tema öne çıkmıştır?
Genişleme sürecinde iki ana tema öne çıkarılabilir;
- Tarihsel birliktelik ve
- Stratejik alan kazanımı.
Genişleme süreci kaç başlığa ayrılabilir?
Bu genişleme dalgalarının farklı yıllarda kayda geçirildiği dikkate alınarak daha iyi anlaşılması amacıyla burada ikili bir sınıflandırmaya gidildi. Buradan hareketle genişleme süreci;
- Soğuk Savaş sırasında ve
- Soğuk Savaş sonrasında olmak üzere iki ayrı başlık altında sunuldu.
Soğuk Savaş döneminde Avrupa Birliğindeki ilk genişleme dalgasında hangi gelişmeler yaşanmıştır?
Avrupa Birliği’ne yönelik ilk üç genişleme dalgası Soğuk Savaş döneminde yaşanmıştır. İlk genişleme dalgasının (1973) ana fikrini ulus-üstü birleşme konusundaki uzlaşma oluşturur. İngiltere, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile sonraki Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurucu üyeleri arasında yer almamıştı. Fakat Topluluğun zamanla elde ettiği başarılar sonucunda ulus-üstü birleşme konusunda ikna olmaları onların da sürece katılmalarına yol açtı. İngiltere’nin kararı doğal olarak Danimarka, İrlanda ve Norveç gibi ekonomileri İngiliz ekonomisi ile bütünleşmiş olan ülkelerin de bu sürece dâhil olmalarına yol açtı. Ancak 1972 yılında Topluluk’a katılma konusunda yapılan referandumda ret oyu çıkınca Norveç dışarıda kaldı. 1 Ocak 1973’teki ilk genişleme dalgası ile İngiltere, Danimarka ve İrlanda Topluluk’un yeni üyeleri oldular.
Soğuk Savaş döneminde Avrupa Birliğindeki ikinci ve üçüncü genişleme dalgasında hangi gelişmeler yaşanmıştır?
Ana konusunu demokratikleşmenin oluşturduğu ikinci ve üçüncü dalgalar 1981 ve 1986 yıllarında gerçekleşti. Bu tarihlere kadar demokratik yönetimlerin tam olarak gelişmediği hatta diktatörlüklerle idare edilen ülkelerin üye yapılması ikinci ve üçüncü dalganın temel motifini oluşturdu. Nitekim 1981 yılında Yunanistan ve 1986’da İspanya ile Portekiz’in üyeliğe alınmasının altındaki ana fikir bu ülkelerin demokratikleşmesini desteklemekti. Soğuk Savaş döneminde 1987 yılında sırasıyla Türkiye ile Fas da Topluluk’a üyelik için başvurmuşlardır. Diğer ülkelerde de halk oylaması yapıldı; Avusturya %66, Finlandiya %60 ve İsveç %52 oy çoğunluğuyla katılımı onayladı. Gerek düşük nüfus sayıları gerekse ekonomik kalkınmışlıkları açısından bakıldığında bu genişleme Avrupa Birliği tarafından en kolay hazmedilen genişleme oldu.
Avrupa Birliği’ni en fazla meşgul eden dalga hangisi oldu?
2004 ve 2007 yıllarındaki beşinci genişleme dalgası Avrupa Birliği’ni en fazla meşgul eden dalga oldu. Her ne kadar Avrupa Birliği ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, işbirliği ve genişlemeyi Avrupa’nın güvenliğini artıracak bir gelişme olarak görse de bu genişleme bir hayli zor oldu. Söz konusu ülkelerin nispeten kalabalık nüfusları ve az gelişmişlikleri en önemli sorundu. Bu sıkıntıyı aşmak amacıyla makul bir yol olarak bu ülkelerin güvenlik açısından taşıdıkları önem ön plana çıkarıldı ve öncelikle bir başka örgüte üye yapılmaları yoluna gidildi. Çözümün ilk basamağında bu ülkelerin NATO’ya kabul edilmelerine karar verildi. 1999 yılında önce Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya; 2004 tarihinde ise Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, NATO üyesi oldular. Ancak Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya ve Slovenya için farklı bir yol izlendi ve bu ülkeler, 2004 yılında eş zamanlı olarak Avrupa Birliği’ne de kabul edildiler.
1997’de Avrupa Komisyonu yaptığı müzakerelerde hangi konularla hakkında görüşmeler yapmışlardır?
Avrupa Komisyonu, 1997’de beş ülke ile katılım müzakerelerine başlanmasını önerdi ve 1998’de Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Polonya ve Slovenya ile müzakereler başladı. Avrupa Komisyonu aynı yıl Ekim ayında Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya ile de müzakerelere başlanmasını tavsiye etti. Bu ikinci grup ülkelerden Bulgaristan ve Romanya hâriç diğerleri geç başlamalarına rağmen müzakerelerde ilk gruba yetiştiler. Nitekim Bulgaristan ve Romanya dışındaki ülkeler, 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne kabul edildiler. Böylece Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği tarafından hazmedilip hazmedilemeyeceği sorusu da cevabını bulmuş oluyordu. 2004 yılında Avrupa Birliği, pek çok gözlemciyi de şaşırtan bir şekilde, 25 ayrı devletten oluşan bir yapıya kavuşmuştu. 1 Ocak 2007’de Bulgaristan ile Romanya’nın da Birlik’e katılmasıyla Avrupa, tarihinde hiç olmadığı kadar çok ulusu kapsayarak işbirliği ve sorumluluk çerçevesinde birleşmişti.
Türkiye ve Avrupa birliği üyeliği hakkındaki tutum ve görüşler nasıl bir gelişme seyri izlemiştir?
Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için başvuran adaylar arasında birçok bakımdan benzersizdi. Ekonomik olarak bakıldığında Birlik ortalamasının çok altındaydı. Pek çok gözlemciye göre siyasi açıdan istikrarlı denemeyecek bir görüntüye sahip olduğu gibi parlak bir insan hakları sicili de yoktu. Öte yandan üyeliğe kabul edilmesi halinde Almanya’nın ardından Birlik’in en kalabalık ikinci ülkesi olacaktı. Bazı Avrupalılar, Türkiye’nin topraklarının önemli kısmının Avrupa’da bulunmamasını da ülkenin Avrupalılığını kuşkulu hâle getirdiğini ileri sürüyorlardı. Katılım şartları arasında bulunmamakla birlikte bazıları da Türkiye’nin çoğunluğunun Müslüman olmasına temkinli yaklaşmaktaydı.
Belki de en önemli eleştiri, 1960’lardan itibaren Almanya’ya gelmiş bulunan Türk işçilerin, o zamandan bu yana Almanya toplumunda bir türlü özümsenemediğinden şikâyetle, Türkiye’nin de Avrupa Birliği tarafından hiçbir zaman özümsenemeyeceğine ilişkindi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye’nin stratejik önemi, elindeki en önemli karttı. Osmanlı Devleti’nin dağılması ve onun yerini Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğini yaptığı laik, çağdaşlaşma hedefi güden reformların yapıldığı bir devletin alması, neredeyse 19. yüzyılın başından itibaren Avrupa devletlerini meşgul eden Şark Meselesi’ni gündemden düşürmüştü.
Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin önemi nasıl açıklanabilir?
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye’nin zaten önemli olan stratejik konumu bu defa başka bir önem ve boyut kazandı. Türkiye artık iki tarafın uluslararası jeopolitik çatışmasının sınır karakolu değildi. Tarihi bağları bulunan doğusuyla irtibatı zayıflamış, Avrupalı olma yolunda da istenen düzeyde ilerleme kaydedememiş bir ülke olarak Türkiye, Asya ile Avrupa arasına sıkışmış fakat her iki tarafla da bir şekilde bağı ve yakınlığı olan bir geçiş noktasıydı. İstikrarsız bir bölgede Batı’nın güvenlik şemsiyesi olan Türkiye, daha çok ülkenin stratejik önemini öne çıkarmaya çalıştı. Ülkenin stratejik öneminin farkında olan ABD, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini ciddi şekilde desteklemekteydi.
Demir Perde’nin yırtılmasının ardından 1990’lar boyunca Avrupa’da hangi yeni ülkeler ortaya çıkmıştır?
Demir Perde’nin yırtılmasının ardından 1990’lar boyunca Avrupa’da 15 yeni ülke doğdu. Belarus (Beyaz Rusya), Estonya, Letonya, Litvanya, Moldova ve Ukrayna gibi pek çok eski Sovyet cumhuriyeti bağımsız devletlere dönüştüler. Doğu Avrupa’da komünizmin çökmesi ile birlikte bazı eski sorunlar yeniden su yüzüne çıktı. Birinci Dünya Savaşı sonunda 1919 yılında toplanan Paris Konferansları ile oluşturulan Çekoslovakya ve Yugoslavya dağılmaktan kurtulamadı. Çekoslovakya oldukça sorunsuz hatta barışçıl bir şekilde bölünerek Çek Cumhuriyeti ve Slovakya isimli iki ayrı ve bağımsız devlete dönüştü. Yugoslavya’da yaşananlar ise adeta İkinci Dünya Savaşı sırasındaki acı anıları çağrıştıracaktı. Yugoslavya; Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya, Sırbistan ve Slovenya adları altında yeni devletlerin ortaya çıkmasıyla tarihe karışacaktı.
Çekoslovakya’da Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ülkede baş gösteren farklı nelerdir?
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ülkede iki ayrı düşünce atmosferi ortaya çıktı. Çek nüfusun yoğun olarak yaşadığı topraklarda kapitalist sistem ve Batı Avrupa ile hızlı bir bütünleşme konusunda neredeyse tam bir görüş birliği varken Slovakların aynı amacı paylaştıklarına dair bir işaret yoktu. Özelleştirme, serbest piyasaya geçilmesi ve kamu sektörünün küçülmesi gibi birçok uygulamanın Slovaklar tarafından onaylandığı pek söylenemezdi. Çünkü Slovakların büyük bölümü, komünist dönemin yaygın tarzı olan kâr etmeyen fabrikalarda, madenlerde ve imalathanelerdeki işlere Çeklerden daha çok muhtaçlardı. Soğuk Savaş sonrası dönemde Çeklerle Slovaklar arasındaki en temel fikir ayrılığı buydu. Birinci Dünya Savaşı’nın sonu ile Soğuk Savaş’ın bitmesi arasındaki dönem boyunca pek çok sorunu birlikte göğüslemiş bu iki ulus, aynı içtenlikle 1 Ocak 1993 tarihinde ayrılma kararı aldılar. Şiddet içermeyen ve son derece sakin bir şekilde gerçekleştirilen bu parçalanmanın iki taraf için yarar sağlayıp sağlamadığı uzun süre bilinemedi. Komünizmin dağılmasını izleyen ilk 10 yılda her iki ülke de ciddiye alınacak bir gelişme gösteremese de iki tarafta da Çekoslovakya özlemine dair herhangi bir işaret yoktur.
Josip Broz Tito’nun ülkesi, komünist ülkeler arasında liberal ekonomiye en yakın duran, ülke hangisiydi?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan komünist blok içinde Yugoslavya özel ve farklı bir yere sahipti. Josip Broz Tito’nun ülkesi, komünist ülkeler arasında liberal ekonomiye en yakın duran, özgürlükler ve etnikdinsel hoşgörü açısından daha geniş sınırlara sahip bir ülkeydi.
Soğuk Savaş sonrasında Yugoslavya parçalanmaktan neden kurtulamamıştır?
Soğuk Savaş sonrasında parçalanmaktan kurtulamayan Yugoslavya’nın kaderi hakkında iki ana yorum geliştirildi. Birinci yoruma göre Yugoslavya, geçmişi yüzyıllarca öncesine dayanan düşmanlıkların toplandığı bir ülkeydi. Pek çok farklı etnik ve dini grup, Yugoslavya’nın kurulmasıyla tek bir devletin çatısı altında birleştirilmeye çalışılmıştı. Dolayısıyla bir patlama kaçınılmazdı. İkinci yoruma göre ise Yugoslavya’nın parçalanması ve Balkan trajedisinin yaşanmasının asıl sorumlusu yabancı devletlerdi. Bu iddianın sahipleri, bölgede yaşayan milletler arasındaki kin ve nefretin, yabancı güçlerin kışkırtmasıyla ortaya çıktığına inanıyordu. Bu tezi desteklemek amacıyla Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher’in, vaktinden evvel Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını tanımasını örnek gösteriyorlardı. Yugoslavya’daki farklı bölgeler farklı geçmişlere sahipti; kuzeydeki Slovenya ve Hırvatistan ağırlıklı olarak Katolik’tiler ve uzun süre Habsburg İmparatorluğu’nun parçası olarak kaldılar. Güney bölgeleri (Bosna-Hersek, Karadağ, Makedonya ve Sırbistan) ise yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresi altında yaşadılar. Böylece Ortodoks nüfus ile büyük bölümü Müslüman olan BosnaHersekliler yüzlerce yıl birlikte yaşadılar. Osmanlı döneminde de bu topluluklar zaman zaman çatışmak zorunda kaldılar.
Yugoslavya’da yaşanan siyasi gelişmelerden sonra ortaya nasıl bir trajedi çıkmıştır?
25 Haziran 1991 günü Slovenya’nın bağımsızlığını ilân etmesiyle Balkanlardaki trajedi de başlamış oldu. 27 Haziran ile 7 Temmuz 1991 tarihleri arasındaki kısa süreli savaşın ardından Slovenya bağımsız bir ülkeye dönüştü. Aynı tarihlerde Hırvatistan da bağımsızlık ilân etmiş ancak Avrupa Topluluğu’nun talebi üzerine bu kararını ertelemişti. Bu erteleme kısa sürdü ve sonunda 8 Ekim 1991’de Hırvatistan da Yugoslavya ile bütün bağlarını kopardığını duyurdu. Hırvatistan’ın bağımsızlığı, 15 Ocak 1992’de Avrupa Topluluğu tarafından tanındı. Fakat bu arada Yugoslav ordusu ile Hırvat güçleri arasında 1991 yılının sonunda bir savaş başladı ve 1995 yılının Ağustos ayında bu savaş Hırvat ordusunun galibiyeti ile sonuçlandı. Yaklaşık dört yıllık savaş sırasında hem Yugoslav ordusu hem de ordu dışındaki Sırp silahlı örgütleri, Hırvatistan’da vahşeti andıran olaylara imza attılar. Hırvatistan’da yaşananlar trajedinin bile ötesinde olsa da asıl acı dolu hikâyeler Bosna-Hersek’teki savaşta kaydedilecekti. BosnaHersek’te, Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar aynı anda birbirlerine karşı mücadele ettiler ancak en büyük kayıp Boşnak tarafındaydı. Sırpların eylemleri, Nazilerin yaptıklarının adeta tekrarıydı. Yaşananlar, bütün Avrupa’yı şok etse de Avrupa devletlerinin bu tarz olaylara müdahale etmekteki beceriksizliğini de gözler önüne serdi. ABD olmasaydı, bu barbarca gelişmelere insani gerekçelerle bile olsa Avrupalıların müdahale edeceği yoktu. Doğu Avrupa’da yaşananlara bakarak Sırpların baskısına daha fazla katlanmak istemeyen Bosna’daki, Boşnak ve Hırvat siyasi önderler, 1 Mart 1992’de bağımsızlıklarını ilân ettiler.
20. yüzyılın son çeyreğinde Sovyetler Birliği ekonomik ve sosyal açıdan ne durumdaydı?
20. yüzyılın son çeyreğine girilirken sahip olduğu askeri yetenek ve siyasi etki alanı açısından bakıldığında Sovyetler Birliği gerçekten de tartışmasız bir güç gibi görünüyordu. Ancak askeri ve siyasi bakımdan sergilediği etkileyici görüntünün aksine Sovyetler Birliği, ekonomik ve sosyal konularda ciddi bir çöküş süreci içindeydi. 1960’lı yılların ortasından 1980’li yılların ortalarına kadar geçen yaklaşık 20 yıllık dönemde Sovyet ekonomisindeki büyüme oranı yıllık %4,9’dan %1,8’e gerilemişti. Benzer şekilde 1980’li yıllarda tarım üretimindeki artış ise ancak %1,2 olmuştu. 1969 yılında ortalama yaşam süresi 69,3 yıl iken sadece 10 yıl sonra yaşam süresi 67,7 yıla inmişti. Aynı dönemde çocuk ölümleri ise binde 22,6’dan binde 28’e yükselmişti. Öte yandan alkolizm de ülkenin en ciddi sorunları arasında yer alıyor ve milli gelirin yaklaşık %8-9’u bu sıkıntının yol açtığı toplumsal sorunlarla mücadelede harcanıyordu. Sovyetler Birliği’ndeki bu tablo, Soğuk Savaş’ın ardından pek çok ciddi ekonomik ve sosyal meseleyi gündeme taşıdı.
İki Artı Dört Anlaşması ne anlama gelmektedir?
Federal Almanya ile Doğu Almanya’nın birleşmesi sorununa çözüm bulmak amacıyla toplanan ülkelerin görüşme ve uzlaşmasını tarif eder. Katılımcı ülkelerin konumundan ötürü böyle bir adlandırmaya gidilmiştir. “iki” Doğu ve Batı Almanya’yı, “artı dört” ise ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’yı ifade eder.
Federal Almanya ve Doğu Almanya birleşimi ne zaman gerçekleşmiştir?
12 Eylül 1990’da Moskova’da, Almanya Konusunda Son Uzlaşma Antlaşması imzalandı. Antlaşma ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgalci konumdaki dört güç her iki Almanya’daki haklarından vazgeçerek iki Almanya’nın birleşmesini onayladılar. Nihayet 3 Ekim 1990’da Doğu Alman Cumhuriyeti, Federal Almanya Cumhuriyeti’ne katılarak birleşme tamamlandı.
Ukrayna, Sovyetler Birliği Açısından nasıl bir öneme sahipti?
Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin, Rusya’dan sonraki en önemli cumhuriyeti idi. Sovyet nüfusunun %18’i bu topraklarda yaşarken GSMH’nin %17’si de yine bu bölgede üretiliyordu. Bu sebeple, Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyet olduğu yıllar boyunca Ukrayna, adeta sömürge muamelesi görmüş ve doğal kaynakları sömürülmüştü. Ayrıca bölgede yaşayan insanlar büyük bir baskı altında tutulmuş ve özellikle 1930’lu yıllarda neredeyse soykırımı çağrıştıran uygulamalar yaşanmıştı. Bu olumsuz hatıralar, Ukrayna’yı vakti geldiğinde Sovyetler Birliği’nden ayrılmak için en fazla gerekçeye sahip olan ülke haline getirmişti. Nitekim Mart 1991 yılında Ukrayna halkına bağımsızlıkla ilgili düşüncesi sorulduğunda %88 oranında Sovyetler Birliği’nden ayrılma yönünde bir istek belirtiliyordu. Nihayet birliğin dağılmasıyla Ukrayna 1991 yılı Ağustos ayında bağımsızlığını ilân etti.
Sovyetler birliği ne zaman dağılmıştır?
Kırım’da yıllık tatilini geçirdiği sırada, bir grup darbeci 17 Ağustos 1991’de Gorbaçov’dan başkanlık yetkilerini Olağanüstü Komite’ye devretmesini istedi. Gorbaçov’un bu talebi geri çevirmesinden iki gün sonra Olağanüstü Komite, Gorbaçov’un sağlık nedenlerinden ötürü görevlerini yerine getiremeyeceğini ve artık Komite’nin tam yetkiyle hareket edeceğini duyurdu. Yeltsin’in çabaları sayesinde darbe başarısız oldu ve 21 Ağustos’ta darbecilerden biri intihar etti, diğerleri ise tutuklandı. Gorbaçov aynı gün Moskova’ya döndü ve 24 Ağustos 1991’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Bundan sonra 21 Eylül’e kadar ülkede birbirini takip eden çalkantılar eşliğinde 24 Ağustos’ta Baltık cumhuriyetlerinin başlattığı bağımsızlık furyasına Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldova, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Gürcistan, Tacikistan ve Ermenistan da katıldı. Nihayet 9 Aralık 1991’de Rus, Ukrayna ve Beyaz Rusya Cumhuriyetlerinin liderleri bir araya gelerek Sovyetler Birliği’nin dağıldığını ilân ettiler.
Avrupa Birliği oluşumu ve genişlemesi ne şekilde gerçekleşmiştir?
1954’te Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’yla başlayıp 1993’te Avrupa Birliği adını alan sürecin günümüze kadar beş genişleme dalgası olmuştur. Bu genişleme dalgalarının ilkinin ana teması, ulus-üstü birleşme konusundaki uzlaşıdır. İkinci ve üçüncü genişleme dalgalarına damga vuran temel düşünce demokratikleşmedir. Dördüncü genişleme dalgasının vurgusunu tarafsızların kazanılması oluştururken son dalganın sayıca çok ve farklı nitelikteki ülkeyi kapsaması bakımından tek bir ana fikre indirgenmesi zor görünmektedir. Ancak bu genişlemede de iki ana tema öne çıkarılabilir; tarihsel birliktelik ve stratejik alan kazanımı.
Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ilk katılan ülkeler hangileridir?
1 Ocak 1973’teki ilk genişleme dalgası ile İngiltere, Danimarka ve İrlanda Topluluk’un yeni üyeleri olmuşlardır?
Avrupa Birliği’nin 1981 ve 1986 genişlemesinin altında yatan ana fikir neydi?
Ana konusunu demokratikleşmenin oluşturduğu ikinci ve üçüncü dalgalar 1981 ve 1986 yıllarında gerçekleşti. Bu tarihlere kadar demokratik yönetimlerin tam olarak gelişmediği hatta diktatörlüklerle idare edilen ülkelerin üye yapılması ikinci ve üçüncü dalganın temel motifini oluşturdu. Nitekim 1981 yılında Yunanistan ve 1986’da İspanya ile Portekiz’in üyeliğe alınmasının altındaki ana fikir bu ülkelerin demokratikleşmesini desteklemekti.
Fas’ın Avrupa Birliği başvurusu neden kabul edilmemiştir?
Fas’ın 20 Temmuz 1987’deki başvurusu ise ülkenin Avrupalı sayılmaması -yani başka birçok nedenin yanında Kuzey Afrika’da bulunuyor olması- nedeniyle reddedilmiştir.
Türkiye ne zaman tam üyelik için müzakere hakkı elde etmiştir?
Soğuk Savaş döneminde 1987 yılında sırasıyla Türkiye ile Fas da Topluluk’a üyelik için başvurmuşlardır. Türkiye’nin 14 Nisan 1987’deki başvurusu 1963 Ankara Anlaşması’na istinaden uygun görülmüştü. Nihayet Türkiye 2005 yılında tam üyelik için müzakerelere başlama hakkını elde etti. O tarihten bu yana da tam üyelik müzakerelerini sürdürmektedir.
Dördüncü gelişme dalgasında hangi ülkeler Avrupa Birliği’ne üye olmuştur?
Almanya meselesinin çözüme kavuşmasıyla dördüncü genişleme dalgası (1995) gündeme geldi. Bu genişlemenin ana temasını, Soğuk Savaş Dönemi’nde tarafsızlıklarıyla bilinen Avusturya, Finlandiya ve İsveç’in kazanılması oluşturdu. Nitekim üç ülke de Avrupa Birliği’nin yanında ve taraf olacaklarını gösterdiler. Bu girişim aynı zamanda, Maastricht Anlaşması’nın özüne uygun biçimde Avrupa Birliği’nin etki alanını genişletmeye başladığını da ispat etmekteydi. Avusturya, Finlandiya, İsveç ve Norveç ile farklı zamanlarda yürütülen müzakereler oldukça uzun sürdü. Norveç, büyük petrol ve doğalgaz rezervleri ile zengin balıkçılık bölgeleri üzerindeki haklarından vazgeçmek istemiyordu. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin sağladığı özel ayrıcalıklara rağmen Norveç’te 1994’te yapılan halk oylamasında, 1972’dekinden farklı bir sonuç çıkmadı ve Norveç halkı katılımı onaylamadı. Diğer ülkelerde de halk oylaması yapıldı; Avusturya %66, Finlandiya %60 ve İsveç %52 oy çoğunluğuyla katılımı onayladı.
Avrupa Birliği’ne son olarak üye olan devletler hangileridir?
1 Ocak 2007’de Bulgaristan ile Romanya’nın da Birlik’e katılmasıyla Avrupa, tarihinde hiç olmadığı kadar çok ulusu kapsayarak işbirliği ve sorumluluk çerçevesinde birleşmişti.
Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne kabul edilmemesinin başlıca sebepleri nelerdir?
Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için başvuran adaylar arasında birçok bakımdan benzersizdi. Ekonomik olarak bakıldığında Birlik ortalamasının çok altındaydı. Pek çok gözlemciye göre siyasi açıdan istikrarlı denemeyecek bir görüntüye sahip olduğu gibi parlak bir insan hakları sicili de yoktu. Öte yandan üyeliğe kabul edilmesi halinde Almanya’nın ardından Birlik’in en kalabalık ikinci ülkesi olacaktı. Bazı Avrupalılar, Türkiye’nin topraklarının önemli kısmının Avrupa’da bulunmamasını da ülkenin Avrupalılığını kuşkulu hâle getirdiğini ileri sürüyorlardı. Katılım şartları arasında bulunmamakla birlikte bazıları da Türkiye’nin çoğunluğunun Müslüman olmasına temkinli yaklaşmaktaydı. Belki de en önemli eleştiri, 1960’lardan itibaren Almanya’ya gelmiş bulunan Türk işçilerin, o zamandan bu yana Almanya toplumunda bir türlü özümsenemediğinden şikâyetle, Türkiye’nin de Avrupa Birliği tarafından hiçbir zaman özümsenemeyeceğine ilişkindi.
Çekoslovakya’nın bölünmesindeki temel gerekçe neydi?
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ülkede iki ayrı düşünce atmosferi ortaya çıktı. Çek nüfusun yoğun olarak yaşadığı topraklarda kapitalist sistem ve Batı Avrupa ile hızlı bir bütünleşme konusunda neredeyse tam bir görüş birliği varken Slovakların aynı amacı paylaştıklarına dair bir işaret yoktu. Özelleştirme, serbest piyasaya geçilmesi ve kamu sektörünün küçülmesi gibi birçok uygulamanın Slovaklar tarafından onaylandığı pek söylenemezdi. Çünkü Slovakların büyük bölümü, komünist dönemin yaygın tarzı olan kâr etmeyen fabrikalarda, madenlerde ve imalathanelerdeki işlere Çeklerden daha çok muhtaçlardı. Soğuk Savaş sonrası dönemde Çeklerle Slovaklar arasındaki en temel fikir ayrılığı buydu.
Çekoslovakya’da bölünme ne şekilde gerçekleşti?
Birinci Dünya Savaşı’nın sonu ile Soğuk Savaş’ın bitmesi arasındaki dönem boyunca pek çok sorunu birlikte göğüslemiş bu iki ulus, aynı içtenlikle 1 Ocak 1993 tarihinde ayrılma kararı aldılar. Şiddet içermeyen ve son derece sakin bir şekilde gerçekleştirilen bu parçalanmanın iki taraf için yarar sağlayıp sağlamadığı uzun süre bilinemedi. Komünizmin dağılmasını izleyen ilk 10 yılda her iki ülke de ciddiye alınacak bir gelişme gösteremese de iki tarafta da Çekoslovakya özlemine dair herhangi bir işaret yoktur.
Yugoslavya’yı diğer Sovyetler birliği ülkelerinden farklı kılan durum neydi?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan komünist blok içinde Yugoslavya özel ve farklı bir yere sahipti. Josip Broz Tito’nun ülkesi, komünist ülkeler arasında liberal ekonomiye en yakın duran, özgürlükler ve etnik-dinsel hoşgörü açısından daha geniş sınırlara sahip bir ülkeydi. Ancak Tito’nun 1980 yılındaki ölümünden sonra aslında bu düzenin devam etmesinde onun çok önemli bir rolü olduğu ortaya çıktı.
Yugoslavya’nın dağılmasındaki gerekçeler nelerdir?
Soğuk Savaş sonrasında parçalanmaktan kurtulamayan Yugoslavya’nın kaderi hakkında iki ana yorum geliştirildi. Birinci yoruma göre Yugoslavya, geçmişi yüzyıllarca öncesine dayanan düşmanlıkların toplandığı bir ülkeydi. Pek çok farklı etnik ve dini grup, Yugoslavya’nın kurulmasıyla tek bir devletin çatısı altında birleştirilmeye çalışılmıştı. Dolayısıyla bir patlama kaçınılmazdı. İkinci yoruma göre ise Yugoslavya’nın parçalanması ve Balkan trajedisinin yaşanmasının asıl sorumlusu yabancı devletlerdi. Bu iddianın sahipleri, bölgede yaşayan milletler arasındaki kin ve nefretin, yabancı güçlerin kışkırtmasıyla ortaya çıktığına inanıyordu.
Balkanlardaki çatışma ne zaman başlamıştır?
25 Haziran 1991 günü Slovenya’nın bağımsızlığını ilân etmesiyle Balkanlardaki trajedi de başlamış oldu. 27 Haziran ile 7 Temmuz 1991 tarihleri arasındaki kısa süreli savaşın ardından Slovenya bağımsız bir ülkeye dönüştü. Aynı tarihlerde Hırvatistan da bağımsızlık ilân etmiş ancak Avrupa Topluluğu’nun talebi üzerine bu kararını ertelemişti. Bu erteleme kısa sürdü ve sonunda 8 Ekim 1991’de Hırvatistan da Yugoslavya ile bütün bağlarını kopardığını duyurdu. Hırvatistan’ın bağımsızlığı, 15 Ocak 1992’de Avrupa Topluluğu tarafından tanındı. Fakat bu arada Yugoslav ordusu ile Hırvat güçleri arasında 1991 yılının sonunda bir savaş başladı ve 1995 yılının Ağustos ayında bu savaş Hırvat ordusunun galibiyeti ile sonuçlandı. Yaklaşık dört yıllık savaş sırasında hem Yugoslav ordusu hem de ordu dışındaki Sırp silahlı örgütleri, Hırvatistan’da vahşeti andıran olaylara imza attılar.
Srebrenica katliamı ne şekilde gerçekleşmiştir?
Ratko Mladiç komutasındaki Bosnalı Sırp güçler, 11 Temmuz 1995’te BM’nin sözde güvenli alan diye belirlediği Boşnak kasabalarından biri olan Srebrenica’ya girdiler. Aslında bölge, BM Barış Gücü’ne bağlı silahlı 400 Hollanda askerinin koruması altındaydı. Mladiç ve adamları geldiğinde bu askerler hiç müdahale etmemiş ve onlar da Müslüman topluluğu sorguladıktan sonra çocuklar dâhil bütün erkekleri ayırmışlardı. Ertesi gün Mladiç ayırdıkları erkeklere zarar vermeyeceğine dair “subay sözü vererek” onları Srebrenica civarındaki tarlalara doğru yürütmeye başladı. Bu söze rağmen aralarında 13 yaşındaki çocukların da olduğu erkeklerin hepsi dört gün içinde öldürüldü. Sayılar tartışmalı olmakla birlikte Srebrenica’da kaybolduğu tespit edilen 8373 kişinin isimleri Srebrenica Soykırım Anıtı’na işlenmiştir
ABD ve NATO sürece nasıl dahil oldu?
Srebrenica soykırımı Bosnalı Sırplar için sonun başlangıcı oldu. Bütün Avrupa’nın gözleri önünde Srebrenica katliamının gerçekleştirilmiş olması Sırpları daha da cesaretlendirdi. Bu inançla yaklaşık dört yıldır kuşatma altında tuttukları Saraybosna’nın pazaryerini 28 Ağustos 1995’de ikinci defa top ateşi altına aldılar. Çoğu çocuk, 43 sivil öldü, 75 kişi de yaralandı. Bu olay savaşın seyrinin değişmesine yol açtı. ABD Başkanı Bill Clinton, Sırpların zarar veremeyecek hale getirilmelerini sağlamak için aralıksız bombardıman emri verdi. NATO bu emri yerine getirmek üzere harekete geçti. Silahsız ve çaresiz siviller karşısında elde ettiği başarılardan dolayı övgülere boğulan Sırp savaş aygıtı, bombardıman karşısında darmadağın oldu.
Balkanlardaki savaş ne şekilde sonlandı?
ABD’nin, Ohio eyaletinde bulunan Dayton Hava Üssü’nde yapılan ve üç hafta devam eden görüşmelerin ardından taraflar 14 Aralık 1995 günü Paris’te imzaladıkları anlaşmayla Bosna Savaşı’na son verdiler. Görüşmelerde Bosna-Hersek’i Alija İzzetbegoviç, Hırvatistan’ı Tudjman, Yugoslavya ve Bosnalı Sırpları ise Miloşeviç temsil etti. Bu anlaşmanın amacı Bosna-Hersek’i paylaşmadan Yugoslav savaşlarına bir çözüm bulmaktı. Bosna bu anlaşmayla iç savaşı atlattı ancak yurtlarından olan ve çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu kitle, yerel ve uluslararası yetkililerin verdikleri bütün güvencelere rağmen bir daha eski evlerine dönmediler. Bosna parçalanmadı ve sonrasında da barış korundu.