Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı Dersi 7. Ünite Özet
Klasik Devir Ve Islahatlar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
XVII. Yüzyıl Sonlarına Kadar Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Islahat Anlayışı
Osmanlı tarihi için iki farklı “altın çağ” söz konusudur. Birincisi henüz saf ve idealist bir kurucu beyler dönemidir. İkincisi, modern tarihçilerin “klasik çağ” dediği, devletin zirveye ulaştığı dönemdir. Bu dönem Fatih’ten Kanunî devri ortalarına veya sonlarına kadar süren yaklaşık yüz yıllık devirdir.
Kadim düzenin bozulmasına dair esaslı bir tenkit, Âşıkpaşazâde tarafından Osman Gazi’nin sade hayatını ve bıraktığı mirasın mütevazılığına karşın, Fatih devrinde yapılan vakıf ve mülklere yönelik malî ıslahat çerçevesinde yapılmıştır. Âşıkpaşazâde’nin bu eleştirileri, İstanbul’un fethiyle gelinen yeni aşamada menfaatleri haleldar olan grupların duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Anonim Osmanlı Kroniği’ne göre yeni durumun sonuçları:
- Saf ve temiz bir düzenin dış müdahale veya bid’atlerle bozulması
- Şarap ve işret bilmeyen Osmanlı hükümdarının Sırp bir prenses yüzünden şarap içmeye başlaması
- Defter ve hesap bilmeyen Osmanlıların İran ve Karaman’dan gelen bürokratların teşvikiyle ülkeyi kayıt altına alması
- Nesebi belirli ailelere mensup timarlı askeri yerine iç oğlanların ön plana çıkması
- Hakiki bilgi sahipleri yerine para ve mal peşinde koşanların kadılık makamına gelmesi
Burada eleştirilen aslında Osmanlı Beyliğinin devlete geçişi çerçevesinde yapılan düzenlemelerdir. Bu geçiş sürecinde rol oynamış zümrelerin veya yakınlarının Fatih Sultan Mehmed zamanında ulaşılan merkeziyetçi imparatorluk yapısının çıkarlarına halel getirdiğini, bu yüzden kuruluş dönemlerinin idealleştirilmesinin yalnızca ahlâkî veya dinî sebeplerle izah edilemeyeceği açıktır.
XVI. yüzyılın ortalarından itibaren yapılan eleştiriler genellikle gücünün zirvesine büyük bir disiplin içinde ulaşan devletin hile, entrika, rüşvet ve iltimas sebebiyle zayıflamasına odaklanmıştır.
Kanun-ı Kadim
Islahatnamelerde esas olarak eski, ideal düzenin bozulması büyük ölçüde Osmanlı nizamının temeli olan “kanun-ı kadim”in ihlaline bağlanır. Örfî-sultanî kanunlar hem kadîm nitelikli (ezelden kalma) hem de gelecek nesilleri bağlayıcıdır. Osmanlılar siyasî-sosyal düzeni sağlayan kuralların meşruiyeti açısından kadim’e, geleneğe ve örf ve âdetlere atıfta bulunmuşlardır.
Osmanlı yönetim anlayışında nizam/düzen veya nizam-ı âlem kavramı da kadimle bağlantılıdır. Kadim kanun ve kurallara riayet edildiği sürece âlemde düzen olur. Düzendeki değişiklikler kargaşa, bozulma veya çürüme olarak algılanmaktaydı. Ancak değişiklikleri olağan karşılayan, toplumdaki bozulma ve karışıklıkların her devirde görülebildiğini yazan bazı yazarlar da mevcuttu.
Osmanlı devlet ve toplum yapısında XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlayan değişimler Osmanlı devlet adamları tarafından da fark edilerek bunların sebepleri ve mahiyeti üzerine fikirler üretilmeye başlandı (Mustafa Âlî, Selânikî vd.).
Koçi Beğ Risâlesi’nin ana kaynaklarından biri olan ve temelde daire-i adliye kavramına odaklanan Kitâb-ı Müstetâb’a göre, çözülme ve bozulma III. Murad (1574- 1595) devrinde başlamıştır.
Koçi Bey’e göre eskiden padişahlar her işle ilgileniyorlardı, divan toplantılarını takip ederlerdi. İdareciler kul kökenli olup reâyâ ve esnaf bunlara karıştırılmazdı. Onun ıslahat programına göre mansıplar hak sahiplerine verilmeli ve veziriâzam müstakil olmalıdır.
II. Viyana Kuşatması ve ardından gelen devamlı yenilgiler ve toprak kayıpları neticesinde, Osmanlı devlet adamları gözlerini giderek daha uzak geçmişte kalan ihtişamlı bir mâziden ziyade güçlü düşmanların örnekliğine çevirmişlerdir.
Kanun-ı Kadim’in Tenkidi
İdeal-politikten ziyade real-politiğe uygun bir anlayışla kanun-ı kadim söylemine açıktan tenkitler yönelten eserlerin başında Kitâbu Mesâlihi’l-Müslimîn ve Menâfi’i’l-Mü’minîn gelmektedir. Bu eserin ayırıcı özelliği kendisinden önceki ve sonraki ıslahat lâyihacılarından farklı olarak kanûn-ı kadîmi ihya esasına dayalı bir yaklaşımı benimsemediği gibi yer yer eleştiriler de yöneltmesidir. Buna göre eski kanunlar ne farz ne de sünnet değildir ve değiştirilebilirler. Yazarının geçmişteki uygulama ve kaidelere karşı toptan bir karşı çıkışı yoktur. Bunlardan kendine göre geçerliliklerini yitirenleri hedef almıştır. Ona göre değişmez kanunlar yoktur, sadece şartlara göre konulmuş ve işe yaramadığında hükümsüz kalacak kanunlar vardır.
XVI. Yüzyıl Sonlarından XVIII. Yüzyıl Başlarına Islahat Önerileri
Nushatü’s-Selâtin ’e göre kanunlara aykırı olarak ortaya çıkan bid’atler:
- Birçok insan bulunduğu mevkiden daha üstünü istemektedir.
- Mansıplar iltizamla verilmemeli ve aşağı kimselerin yüksek makamlara çıkmalarına ortam hazırlanmamalıdır.
- Fetih olmaksızın bir beylerbeyliğin ya da sancağın ikiye ayrılmasıdır.
- Din ve devletin dayanağı olan ulemâ zümresinin düzeninin ve mansıplar silsilesinin bozulmasıdır.
- Vezir oğlu olanlara babalarının vezirliği sırasında beylerbeylik verilmemesidir.
- Sikke ahvaline yani paranın durumuna dikkat edilmelidir.
- Timar ve zeametlerin vezirlerin, beylerbeyilerin ve sancakbeylerinin adamlarına verilmesi engellenmelidir.
- Aynı mevzu, sipahi ve züema (zaimler) taifesinin zayıflamasının bir sebebidir.
Âlî, her sahada kanuna aykırı uygulamalara son verilerek düzenin yeniden işlerlik kazanmasını ve padişahın ülke işleriyle bizzat ilgilenmesini tavsiye eder.
III. Murad’a sunulan Hırzü’l-Mülûk adlı eserde, rüşvetin önlenmesi, hazine gelirlerinin azalmasına yol açan gelişmelere set çekilmesi ve ülke işlerinin adâlet üzere çekip çevrilmesi tavsiye edilerek bu işin öncelikle padişahın dizginleri ele almasına bağlı olduğu belirtilmektedir.
Usulü’l-hikem fî Nizami’l-âlem’e göre mevcut bozuklukların başlıca sebepleri:
- Halkın işlerini ve ülkenin meselelerini ehil kişilere verilmemesi (adalette ihmal)
- İdarecilerin ulemâya üstten bakmaları ve akıllı kişilerin sohbetine katılmaktan utanmaları (müşâvere’de ihmal)
- Askerlerin ümerâdan ve seraskerlerden korkmaması (asker tedârikinde ve tedbirinde ihmal)
Hepsinin nihaî sebebi, rüşvet ve kadınlara rağbet gösterip onların sözleriyle iş görmektir. Yeni silahlara dikkat çekmesi eserin yazarı Hasan Kâfî’yi öteki nasihat yazarlarından ayıran en belirgin özelliktir.
Ayn Ali Efendi’nin Kavânîn-i Âl-i Osman der Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Divan (1609) adlı eserine göre timar sisteminde görülen bozuklukların en önemli iki sebebi dirlik sahipleri ve maiyetlerinin sefer yerine başka işlere gönderilmesi ile yoklamaların düzgün yapılmamasıdır.
Kitâb-ı Müstetâb ’a göre devletin temel dayanakları olan kul tâifesi ve timarlıların bozulması, savaşları kaybetmenin temel sebebidir. Eserin yazarına göre ihtilâl-i âlem temelde iyi bir veziriâzamın bulunmaması sebebiyledir.
Koçi Beğ’e göre ideal düzen:
- Padişahın ülke işleriyle bizzat ilgilenmesi
- Devlet görevlilerinin azil korkusundan uzak tutulması
- Kul ve timar sistemlerinin tavizsiz bir şekilde uygulanması
- Erkân-ı erbaa’nın (dört sınıf) dengeli biraradalığını temel alan toplum düzeninin devam ettirilmesi
IV. Murad devrinde Aziz Efendi, veziriazam sayısındaki artışı eleştirip bunun hazineye getirdiği büyük mâlî yüke odaklanmaktaydı. Ona göre dört olgun vezir yeterlidir ve veziriâzamın işlerine müdahale edilmemelidir. O da diğer risâleciler gibi kanûn ve şeriate aykırı temliklerden şikayetçidir. Islahat risâlecileri timar ve zeamete verilmesi gereken yerlerin mülk ve sonra da vakıf yapılmasının timarlı sayısının azalmasına yol açtığını belirtirler. Hazine gelirlerinin azalmasının bir sebebi de aslen reaya olduğu halde vergi vermemek için bir şekilde kendini seyyid yazdıranların (müteseyyidler) sayısının aşırı derecede artmasıdır.
Kâtip Çelebi’nin Düsturü’l-Amel’ ine göre:
- Celâlîlerin çıkışıyla vergi veren köylü halk yoksullaşmıştır.
- Tarımdaki çöküntü vergilerin fazlaca arttırılmasındandır.
- Emânet ehline verilmemekte ve gaddarın hakkından gelinmemektedir.
- Bütün mansıplar yüksek fiyatlarla satılmaktadır.
- Toplumdaki ileri gelenler nüfuz ve unvanlarını genişletmeye başlamıştır ve orta tabakanın da bunlara özenmesiyle tüketim eğilimi yaygınlaşmıştır.
Defterdar Sarı Mehmed Paşa’nın Nesayihü’l-Vüzera adlı eserine göre:
- Halka zulmedilmesi, köylerin harap ve boş kalması, hazinenin zaafa düşmesi ve kıtlık gibi zincirleme sonuçlar rüşvet sebebiyledir.
- Mansıpların rüşvetsiz verilirse reâyâ üzerindeki zulüm kalkacak ve toprağını terk edenler geri dönebilecektir.
- Veziriâzam mansıp sahiplerini kendisinden başkasına bağımlı kılmamalıdır.
- Mâliyenin düzelmesi için geliri arttırıp masrafları azaltmaya çalışmak gerekir.
- Yeniçeri Ağası ile Kul Kethüdasının tedbirli, güvenilir ve dindar olmaları gerekir. Ocağın ıslahında tedricî bir hareket tarzı benimsenmelidir.
- Reâyâdan fazla vergi alınmasının önüne geçilmelidir.
Gelenekçi Islahat Düşüncesi Hakkında Bir Değerlendirme
Bu ıslahat projeleri sayesinde öğrendiğimiz bizzat Osmanlı yönetici tabakasının ya da bu tabaka içindeki bazı grupların karşılaştıkları durum hakkındaki değerlendirmeleridir. Nasihat yazarları karşılaştıkları değişimi devrin “resmî ideolojisi” çerçevesinde tahlil etmişlerdir. Bu gelenekçi ıslahat düşüncesine göre, Osmanlı bir “altın çağ” yaşamıştı ve kurtuluş bu altın çağı ihyâ etmekteydi. Toplumda sarsıntı ve siyasî sistemde bunalım yaratan “değişme”lere ve yeniliklere “fetret” ve “bid’at” kavramları çerçevesinde bakmaya alışmış bir geleneğin etkisindeydiler.
Bu yazarlara göre memleketin genişlemesi, hazinenin bollaşması ve devletin olgunluğa erişmesi ile birlikte düzenin bozulmasına sebep olan durumlar da Kanunî zamanında ortaya çıkmıştır. Düzenin bozulmasından en fazla sorumlu tutulan Padişah III. Murad’dır. Teklif edilen ıslahatın niteliği, genel olarak idarî ve gelenekçiydi; yöntemi ise temelde zora ve disipline dayalı idarî reform yöntemi idi.
Osmanlı Askerî, Sosyal ve Malî Düzeninde XVII. Yüzyıl Islahatları
Risâle ve layiha yazarları çözülmenin temel sebeplerinden biri olarak timar sisteminin ihmâl edilmesini göstermişlerdir. Halbuki, timar sistemi artık değişen dünya şartlarında eskiden gördüğü fonksiyonları yerine getiremez hâle gelmişti. Dolayısıyla timar sisteminin tarz-ı kadîm üzere ihyâsı gerçekçi değildi. Esasında IV. Murad’ın timar sistemindeki ıslahatında (1632-33) ıslahat lâyihası literatüründe savunulan fikirlerin çok az etkili olduğu da bilinmektedir.
Osmanlı devlet adamları ıslahat uygulamalarında “idealleştirilmiş bir geçmiş”e bakmaktan ziyade yaşadıkları devrin şartlarına itibar etmişlerdir. Koçi Bey ve benzerlerinin merkezî ordunun mevcudunun azaltılması ve timar sisteminin ihyası gibi teklifleri yeni gelişmeler ışığında pratik bir anlam taşımıyordu ama padişah otoritesinin sağlanması, gelir-giderin dengelenmesi vb. hususlar Sultan tarafından başlanacak ıslahata ışık tutmuştur.
Sultan İbrahim’in ilk döneminde ıslahatçı Kemankeş Kara Mustafa Paşa sikke tashihi yapmış, ocak mevcudunu azaltmış ve reâyânın üzerindeki yükü artan avârız vergisinin tarhına esas olmak üzere geniş çaplı bir sayım hareketine girişmiştir.
IV. Mehmed zamanında bütçe işini yoluna koymak üzere önemli çalışmalar yapan Tarhuncu Ahmed Paşa, haksız isnatlarla idam edilmiştir. Derviş Mehmed Paşa idarî mevkilerde değişiklik ve müsadere yöntemiyle hazinenin açıklarını gidermek şeklinde bazı tedbirler aldı. Köprülü Mehmed Paşa sadaretinde avârız sayımları devam ettirilirken gelir ve giderler kontrol altına alındı. Tekkeleri yıkmaya ve bid’atleri kaldırmaya girişen Kadızâdeliler, liderleri sürülerek etkisiz hale getirildi.
Fazıl Ahmed Paşa sadaretinde kapıkulu ocakları ve timarlı ordusunun düzene sokulması için adımlar atıldı. Mirî arazinin mukataalaşması usûlünün yaygınlaşması timarlı askerinin önemini ve ağırlığını giderek azalttı. Fazıl Mustafa Paşa, narh uygulaması yerine fiyatların piyasada belirlenmesine izin verdi. Cizye reformu, yeniçeri ocağında tensikat, saray çalışanlarının azaltılması gibi malî tedbirlerle hazinenin yükünü azaltmaya çalıştı. 1695’te malikâne usulüyle mukataalar ömür boyu iltizama verilmeye başlandı.
1691-96 sıralarında boşalan köylerin yeniden iskânını sağlayarak tarım üretimini ve dolayısıyla vergi gelirlerini arttırmak, sosyal yapıda asayişi bozabilecek grupları kontrol altına almak amacıyla konar-göçerlerin iskânına çalışıldı.