aofsoru.com

Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı Dersi 6. Ünite Özet

Vakıf Müessesesi

Vakıf Nedir?

Arapça kökenli olan vakıf durdurmak, alıkoymak, hapsetmek anlamlarına gelir. Özellikle Osmanlı devleti zamanında gelişimi en üst seviyelere ulaşmış ve İslâm hukûkunun en zengin ve en etkili müesseselerinden biri hâline gelmiştir.

Vakıf, kişinin, sâhip olduğu bir malı, diğer insanların faydalanmaları amacıyla Allah rızası için ebedi olarak tahsis etmesidir. Vakıf, ne tür hizmetlerin ve kimlerin faydalanması için kurulmuşsa sadece onlar için kullanılabilir. Sosyal amaçlı kurulan vakıf binalarına ilaveten bunlara tahsis edilen gelir kaynakları da vakıf olarak adlandırılır.

Vakıfların Ortaya Çıkış Sebepleri

Hayır işleme, yardımlaşma ve dayanışma duygularıyla hareket eden ve maddî imkânları elverişli olan insanlar, içinde yaşadıkları topluma faydalı olmak, çevrelerindeki muhtaç insanların sıkıntılarını gidermek suretiyle manevi bir huzura kavuşmayı ümit etmişlerdir. Bu yüzden vakıf yoluyla kurulan ve topluma hizmet sunan müesseselerin tümüne İslâm dünyasında hayrât adı verilmiştir.

İslâm âlimlerine göre İslâm dünyasındaki vakıfların esas kaynağı Kur’an ve İslâm Peygamberi’nin hadisleridir. Abbâsîler devrinde hukukî esasları tespit edilen vakıf müessesesi süratle İslâm dünyasının her köşesine süratle yayıldı. Osmanlılar hem devlet yönetimi hem ilim ve eğitim anlayışı ve hem de devlet ve toplum müesseselerini kapsayan bu mirası devraldılar. Osmanlı padişahları içinde ilk kez vakıf kuran Orhan Bey’dir (1324).

Vakıf Çeşitleri

Vakıflar doğrudan hizmet üreten vakıflar ile bunları ayakta tutmak ve hizmet üretmelerini sağlamak üzere kurulan vakıflar olmak üzere iki ana gruba ayrılır. İnsanlar bizzat kendisinden istifade ettiği hizmet üreten vakıflar şunlardır: câmi, mescid, medrese, mektep, daru’ş-şifâ (hastahâne), imârethâne (aş-evi), tekke, zâviye, misâfirhâne, kütüphâne, köprü, çeşme, sebil vb. İkinci gruptaki vakıflar arâzî, han, hamam, dükkân, binâ, para ve benzeri mal ve mülkler gibi diğer vakıfların finans kaynaklarıdır (akârât). Bu iki tür vakıftan biri olmazsa diğeri de olmaz.

Vakıflar kurucularına ve yöneticilerine göre üç gruptur:

  • Şer’î veyâ hayrî vakıflar
  • Âile vakıfları (ehlî veyâ âdî vakıflar)
  • Yarı âile vakıfları

Şer’î veyâ hayrî vakıflar: Vakfın kurucusunun vakfettiği ve vakfın tescil edilmesinin ardından artık bahsi geçen mal üzerinde hiçbir tasarruf hakkı kalmaz. Bu gelir kaynaklarından elde edilen gelirlerin tamamı, herhangi bir kısıtlamaya ve şarta bağlı olmaksızın doğrudan tahsis edildiği hayır kuruluşuna gider. Bu tür vakıflarda esas olan hayır işlemektir.

Âile vakıfları (ehlî veyâ âdî vakıflar): Bir tür aile işletmeleridir. Vakfedilen gelir kaynaklarının tasarrufunda bazı kısıtlayıcı şartlar mevcuttur. Vakfın idaresinin (tevliyetinin) genellikle vakfın kurucusunda ve ailesinde olması şartı vardır. Vakıf gelirlerinin tamamının tasarrufu kurucu ve ailesi tarafından kullanılacaktır. Bu tür vakıfların kurucusunun ve ailesinin neslinin kesilmesi halinde şer’î veya hayrî vakıflara dönüşür

Bu tür vakıflar kişilerin mülklerini vakfederken kurdukları vakıflardan ziyade ailelerini düşündükleri gerekçesiyle tartışmalara sebep olmuştur. Aile vakıflarının önemli bir kısmı devlet adamları tarafından kurulduğundan müsâdere (el konulma) edilme ihtimali her zaman için mevcuttu. Bundan dolayı bu kişiler mal ve mülklerini vakıflaştırarak dış müdahalelerin önünü kesmeye, ailelerinin geleceklerini teminat altına almaya çalışmışlardır. Ayrıca bu tür vakıflarda yalnızca gelirler tasarruf edilebildiği ve paylaştırılabildiği için mülkün kendisi tek parça halinde kalmaktaydı.

Yarı âile vakıfları: Bu tür vakıfların özelliği, gelir getiren mülklerin tamamının değil bir kısmının şer’î veya hayrî vakıflara tahsis edilmesidir. Vakıf kurucusu öldüğünde mevzubahis gelir vakfiyede adı geçen müessese ile aile fertleri arasında bölüşülürdü. Aile vakıfları ile aynı şekilde bu tür vakıfların da kurucusunun neslinin kesilmesi halinde gelir kaynakları tamamıyla şer’î veya hayrî kuruluşlara geçerdi.

Gelir Kaynağı Durumundaki Vakıflar

Müessesât-ı hayriyye denilen ve bizzat kendilerinden faydalanılan binâ ve kuruluşlar için vakfiyeler düzenlenmesine, bunların birer vakıf eseri olarak mahkeme tarafından tescil edilmesine gerek yoktu. Tescil edilerek hukukî bir nitelik kazandırılan vakıflar gelir kaynağı durumundaki vakıflardı.

Osmanlı vakıf sistemi içerisinde gelir kaynağı olarak tahsis edilen vakıflar, menkul ve gayr-i menkul olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir. Gelir kaynaklarının büyük kısmını oluşturan gayr-i menkuller de arâziler (her türlü tarım işletmeleri, tarlalar, çiftlikler, bahçeler ve bağlar) ve binâlar (dükkân, arasta, bedesten, han, hamam vb.) olarak iki gruba ayrılmaktaydı.

Tahsîs ve irsâd kabîlinden vakıflar: Genellikle üst düzey devlet adamları veya padişahların gözdeleri gibi bazı hayır eserleri kuran kişiler, buranın gelirleri olmak üzere devrin padişahına başvurarak geliri devlet hazînesine âit olan bir arâzinin mülkiyetinin kendisine verilmesini (temlik) sağlar ve bu arâzinin veya mülkün gelirlerini kurduğu müesseseye tahsis ederdi. İlgili tarım alanları o bölgenin tarımla uğraşan sakinleri tarafından ekilip biçilirler, elde edilen ürünün devlete ait vergi miktarı ilgili vakıf kuruluşuna ödenirdi.

Vakf-ı sahîh: Kişinin gerçekten kendi mülkü olan bir malı gelir kaynağı olarak bir hayır kuruluşuna vakfetmesidir. Artık hizmet veremez duruma düşmedikçe vakfın kurucusu ve hükümdar başta olmak üzere bu tür vakıflara kimse müdahale edemez.

Para vakıfları: Menkul, yani taşınabilir nitelikte vakıf gelirlerinin esas itibariyle para vakıfları idi. Maddî imkânları elverişli olan bazı kişiler müessesât-ı hayriyye olarak anılan kuruluşlara gelir kaynağı olmak üzere paralarını vakfederek bunların işletilmesini istemişlerdir. İslâm dini fâizi yasaklamasına rağmen, bu tür paralar, %10 veya %15’le fâize verilebiliyordu.

Vakıf Yapan Kişide ve Vakfedilen Malda Bulunması Gereken Şartlar

Vakfeden Kişide (Vâkıf) Bulunması Gereken Şartlar

Vâkıfın akıl sâhibi, erginlik (bülûğ ve rüşd) çağına erişmiş ve hür olması lâzımdır.

Vâkıfın herhangi bir borç veya müsriflik sebebiyle kendi malını kullanma yetkisi hâkim tarafından elinden alınmış (mahcûr) olmaması gerekir.

Vâkıf, yaptığı her işi kedi rızasıyla yapıyor olmalıdır.

Vâkıf, vakfettiği malı, mülkü veya parayı yalnızca hayır ve sevap kazanma düşüncesiyle yapmalıdır.

Vakfedilen Malda (Mevkûf) Bulunması Gereken Şartlar

  • Vakfın gerçekleştirildiği sırada vakfedilecek malmülk vâkıfın bizzat kendi mülkiyetinde olmalıdır.
  • Mevkûf, borç veya herhangi bir menfaate dayalı olmamalıdır.
  • Vakfedilen malın gelir getiren mülklerden olması gerekir. Sürekli gelir getirmeyen vakıf, sunulması arzulanan hizmetlerin aksamasına sebep olacaktır.
  • Gerçekleştirilen vakfın, sonradan vazgeçme veya başka bir yöne çevrilmesi gibi bir şart taşımaması gerekir.
  • Vakfedilecek mülk bina veya ağaç türünden bir mal ise, yıkılmaya veya sökülmeye mahkûm olmamalıdır.
  • Vakfedilen mülkün gelirlerinden faydalanacak olanların (meşrûtun-leh) açıkça belirtilmesi lâzımdır

Vakıfların Kuruluş Şekilleri

Bir vakfın resmiyet kazanabilmesi için üç yol mevcuttur:

Tescil Sûretiyle: Yapılan vakfın resmî kayıtlara geçirilmesidir. Vâkıfın mahkemeye başvurarak vakıf kurma isteği ve bunun resmî kayıtlara geçirilmesi talebi üzerine, kadı bu kişinin gerekli şartları taşıyıp taşımadığını araştırır. İnceleme sonunda yukarıdaki şartların mevcut olduğu kanaatine varılırsa, gösterilen şâhidlerin (şuhûdu’lhâl) de karara katılmalarıyla kişinin vakıf kurma talebi karara bağlanır ve durum kayıt altına alınır.

Vakıf kurucusunun dinî inancı ne olursa olsun kurulan vakıfların mahkemeler tarafından tescil edilmesi bir zorunluluktur. Her türlü vakfın şer’î mahkemelerde tescil edilmesi zorunludur. Tesciller, genellikle kurulan vakfın tüzüğü sayılan vakfiyeler üzerinden yapılır.

Vasiyyet Yoluyla: Sâhip olduğu mülkü vakfetmek isteyen ancak bunun vefatından sonra gerçekleşmesini arzulayan kişi bunu bir vasiyetle kayıt altına aldırır. Bu kişinin ölümünden sonra mal ve mülkünün mîrasçıları yoksa tamamı, varsa üçte biri arzuladığı hizmet alanlarında kullanılmak üzere vakfedilmiş sayılır ve durum mahkeme tarafından kayıt altına alınır.

Fiil ve Hareketle: Kendilerinden doğrudan faydalanılan (aynıyla intifâ olunan) vakıflardır. Bir arsa üzerine yaptırılan câmi veya mescid, çeşmeler, köprüler ve benzeri yapılar vakfedilmiş (vakf-ı lâzım) sayılır. Fiilen vakıf haline gelmiş bu mekanlar için ayrıca mahkemeye başvurulmasına ve tescil ettirilmesine gerek yoktur.

Vakfiyeler

Vakfiyeler, vakıf kurucusu tarafından hazırlanan ve hukukî belge niteliği taşıyan nizâm-nâmelerdir. Vakıf kurucusunun talebi üzerine mahkeme tarafından tescil edip sicil defterine kaydedildikten sonra resmiyet kazanırlar. Genellikle kâğıt üzerine yazılan Osmanlı vakfiyelerinin bir nüshası kadı sicil defterlerine kaydedilmişlerdir.

Vakfiyenin bölümleri:

  • Giriş
  • Teferruat (Vakfın kısımları ve hizmet şartları)
  • Sonuç

Vakfiyelerin içeriği:

  • Kurulan müesseselerin neler olduğu
  • Gelir kaynaklarının neler olduğu
  • Gelirlerin nasıl toplanacağı
  • Gelirlerin nasıl harcanacağı
  • Vakfın yöneticileri ve personeli
  • Bakım ve onarım işlerinin nasıl yapılacağı

Tescil edilen vakfiyeler İstanbul’da bulunan Defterhâne’ye kaydettirilirdi. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde korunan 26 bin metin Osmanlı döneminde kurulan vakıfların ancak bir kısmına aittir. Vakfiyeler ilmî, sosyal ve iktisadî tarih açısından çok önemli belgelerdir.

Vakıfların İdaresi

1826’da Evkâf Nezâreti’nin kuruluşuna kadar Osmanlı döneminde vakıfların idaresiyle ilgili merkezî bir kuruluş yoktu. Her vakfın idaresinden sorumlu, mütevellî denilen bir yöneticisi vardı. Vakıflar her kazada bizzat kadı veya kadının emrinde çalışan müfettişlerce teftiş edilirdi. İstanbul kadısı bütün vakıfları teftiş yetkisine sâhipti.

Hükümdarların ve ileri gelen devlet adamlarının kurdukları genellikle külliye niteliğindeki büyük ölçekli vakıflar çoğunlukla üst düzey görevlileri tarafından idare edilirdi. Yalnızca sultanlar tarafından kurulan vakıflarda üst kontrol görevi gören bir de nâzır bulunurdu. 1826’ya kadar vakıfların idaresinde mütevellî, ismi ve rolü değişmeyen tek yöneticidir.

Vakıfların nezâret işleri döneme göre sadrazamlar, vezirler, şeyhülislamlar ve kazaskerler tarafından görülmüştür. Arap toprakları ve Kuzey Afrika’daki vakıflar 1587’de kurulan Harameyn Evkâf Nezâreti’ne bağlanmıştır. Bu nezâret de 1838’de Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne bağlanmıştır.

Osmanlı devletinin klâsik döneminde vakıfların idâresiyle meşgul olan kuruluşlar:

  1. Haremeyn Nezâreti: Mekke ve Medîne adına kurulan vakıflarla İstanbul’daki bazı büyük camilerin vakıfları 1587 yılına kadar dâru’s-saade ağalarının idaresinde bulunuyordu. Bu tarihte Haremeyn Nezâreti’nin kurulmasıyla kutsal topraklardaki vakıfların idaresi yeni nezârete devred
    • Haremeyn Nezâreti’nin daireleri:
    • Evkâf-ı Haremeyn Müfettişliği
    • Evkâf-ı Haremeyn Muhâsebeciliği
    • Evkâf-ı Haremeyn Mukâtaacılığı
    • Dâru’s-saâde Yazıcılığı
  2. Vezir Nezâreti: Nâzırlığı vezîr-i âzamlar tarafından yürütülen vakıflar, bu nezârete bağlı idi. Vezîrler, devlet işleri ile meşguliyetleri sebebiyle kendi adlarına bu vazîfe ser-müfettiş unvânlı ulemâdan biri tarafından yürütülürdü. Nezâretin idâresi altındaki bu vakıflar Fâtih Sultan Mehmed’in, Yavuz Sultan Selim’in ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın vakıfları olması hasebiyle evkâf-ı selâse (üç vakıf) olarak da adlandırılırdı.
  3. Şeyhülislâm Nezâreti: II. Bâyezid tarafından ülke genelinde kurduğu bütün vakıflara nezâretten sorumlu olarak 1506’da kurulan nâzırlığın idâre merkezi Bâyezid İmâreti’ndeydi.
  4. Tophâne Ümerâsı Nezâreti: Sultan Bâyezid, Hamidiye, Lâleli, Selîmiye, Mihrişâh Vâlide ve Sultan II. Mahmud vakıflarının mülhakât ve mukâtaalarından oluşan nezâret Darphâne tarafından idare edilmekteydi.
  5. İstanbul Kadıları Nezâreti: İstanbul kadıları kontrolü kadılara bırakılmış olan vakıfların tamamına nezâret ederken sonradan Galata, Üsküdar, Eyüp kadılıkları ile bazı üst düzey devlet görevlilerinin nezâretleri de buraya bağlanmıştır

Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti

Klasik dönemde vakıfların idâresinin parçalı yapısı ve bunların birbirleriyle irtibatsızlığı zaman zaman ortaya çıkan yolsuzlukların takibine ve engellenmesine izin vermiyordu. Bu tür problemlerin çözümü için tüm dînî ve hayrî kuruluşların hepsi tek bir çatı altında birleştirilerek idârî ve mâlî işleri Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne verilmiştir.

Devlet, acil para ihtiyacını karşılamak üzere zaman zaman Evkâf Nezâreti’nin kasasındaki vakıf gelirlerini geri ödenmek üzere Hazine’ye aktardı. Devletin içinde bulunduğu mâlî sebebiyle bu paraların geri ödenememesi, yıkılışına kadar vakıflar yoluyla verilen hizmetlerin aksamasına sebep olmuştur.

Evkâf Nezâreti’nin birimleri:

  • Kîsedârlık (yazışmalardan sorumlu) – 1826
  • Zimmet Halîfeliği (gelirlerin tahsilinden sorumlu) – 1826
  • Sergi Halîfeliği (bütçe işlerinden sorumlu) – 1826
  • Tahrîrât Başkâtibliği – 1831
  • Mülhakât Gedikler Kâtipliği – 1831
  • Rûz-nâmecilik – 1831

3 Mart 1924’te Evkâf Nezâreti kaldırılarak yerine Başbakanlık’a bağlı Vakıflar Umum Müdürlüğü kuruldu. 5 Aralık 1935’te yürürlüğe giren bir kanunla geçmişten intikal eden vakıfların idaresinde köklü bir değişiklik getirildi.

Vakıfların Hizmet Alanları

Günümüzde sağlık, bayındırlık, köy işleri, millî eğitim, sosyal ve güvenlik, ulaştırma ve hatta çalışma bakanlığı gibi muhtelif bakanlıklar ve bir bütün olarak belediyeler kanalıyla halka ulaştırılan hizmetlerin hepsi Osmanlı devletinin klâsik döneminde aracılığıyla sunulmuştur.

Fakirlere, dul, yetim ve öksüzlere, sıkıntı içindeki insanlara, borçlulara, fakir öğrencilere, evlenmek isteyenlere, hizmetçilere ve kölelere yardımlarda bulunan vakıflar mevcuttu. Vakıflar kanalıyla sunulan hizmet ve yardım alanlarının çeşitliliği hayvanları bile kapsamaktaydı. Bir toplumun ve çevrenin ihtiyaç duyabileceği her türlü hizmet ve yardım vakıflar aracılığıyla gerçekleştirilmekteydi.

Gerçekleştirilen hizmetlere göre vakıflar:

  • Dinî hizmetlerin yerine getirilmesi için kurulmuş vakıflar
  • Eğitim ve kültür işlerine yardımcı olan vakıflar
  • Sivil ve askerî alanda hizmet sunan vakıflar
  • İktisâdî ve ticârî alanda hizmet sunan vakıflar
  • Sosyal hizmetleri îfâ eden vakıflar
  • İnsanlara su temin eden vakıflar
  • Bâzı sportif faaliyetleri gerçekleştirmek üzere kurulmuş vakıflar

XVI. yüzyılda Osmanlı devletinin toplam gelirinin üçte birine denk gelen bir bütçeye sâhip olan vakıflar, istihdam ettikleri çok sayıda insanın da geçim kaynağı olmuşlardı. Vakıflardan faydalanan insanların sayısını yüzbinlerle ifade etmek mümkündür. Osmanlı toplumunda insanların doğum ve ölüm arasındaki hayat çizgisinin her safhasında vakıflar görülmektedir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email