İslam Tarihi ve Medeniyeti 2 Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim
İslam Kültür Ve Medeniyetine Genel Bir Bakış
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İslam Kültürü nasıl tanımlanmaktadır?
İslam kültürü genel olarak Müslüman toplumların İslam ortak kaynağı ve değerler sistemi içerisinde, tarihi süreçte inkişaf ettirdikleri zihniyetin ve dünya görüşünün manevi etkinliği ve bu etkinliğin edebiyattan sanata her alandaki ürünleridir şeklinde tanımlanabilir.
"İslam Kültürüénün İslam dünyasını oluşturan milletlere göre alt kültürlere ayrılabilmesinin nedeni nedir?
İslam kültürünü kendi içerisinde İslam dünyasını oluşturan milletlere göre alt kültürlere veya kültür öbeklerine ayırabiliriz; Türk Kültürü, Arap Kültürü, Fars Kültürü gibi. Çünkü İslam’ı anlamada, yorumlamada ve yaşamada bu milletlerin İslam kültürü içerisinde az-çok farklılıkları vardır. Bunun en önemli nedeni, İslam’ın iman ve ibadet esaslarına açıkça aykırı görülmeyen İslam öncesi kültürlerindeki bazı kültürel unsurları İslam sonrası da aynen veya İslam’a uygun hale getirilerek yaşatılmasıdır.
Konuyu bir iki örnekle açıklayalım. Örneğin Türk İslam kültüründe bir Mevlid geleneği ortaya çıkmıştır ve bu önemli bir yere sahiptir. Esasen Mevlid İran veya Arap İslam kültüründe yoktur; Mısır veya bazı Kuzey Afrika ülkelerinde ve Balkanlarda varsa da, bu Osmanlı tesiriyledir. Türk İslam kültüründe Mevlid geleneğinin ortaya çıkması, Türklerin İslam öncesi atalarının ruhuna saygı göstermeleri ve atalarını anma geleneğinden kaynaklanır. Türklerin müslüman olmasıyla bu kültür Hz. Muhammed’in ölümünü yâd etmeye dönüşmüştür.
Namazda, Türkler ellerini bel hizasına bağlarlar; İranlılar ve Mâlikî mezhebinin hâkim olduğu Kuzey Afrika’da Müslümanları ellerini yana salarlar. Türklerin ellerini göğüs veya bel hizalarında bağlamaları Türk soylarının ve Türklerin İslam öncesi kültüründe başkasına ve büyüklerine saygı göstergesiydi.
Kelam, hukuk, hadis, tefsir gibi dini ilimlerin ortaya çıkmasında neler etkili olmuştur?
Hz. Muhammed’in 632 yılında vefatından sonra onun örnekliğinden hareketle Dört Halife döneminden itibaren İslam kültür ve medeniyeti her açıdan çok büyük gelişmeler kat etmiştir. Kur’an’ı anlama ve yorumlama isteği, İslam toplumu
içinde meydana gelen Cemel ve Sıffîn iç savaşları gibi ilk olumsuz olayların İslam açısından sorgulanması bugün kelâm, hukuk (fıkıh), hadis ve tefsir gibi dinî veya İslamî ilimler denen ilimleri ortaya çıkarmıştır. Daha sonra özellikle Dört Halife
döneminden itibaren, İslam’ın farklı coğrafyalara yayılması neticesinde Müslümanlar farklı medeniyetler ve kültürlerle yüz yüze gelmişlerdir. Özellikle Emevilerin son dönemi ile Abbasilerin ilk döneminde, Hind ve Yunan kültürlerinden felsefe ve bilimle ilgili eserlerin Arapçaya tercümesiyle felsefe ve doğa bilimleri İslam dünyasına aktarılmıştır. İslam’ın temel ilk kaynağı Kur’an ve Sünnet’i anlamaya yönelik olarak ortaya çıkan dini ilimlerin öğretileri, VIII. yüzyıldan itibaren çeşitli hukukî ve kelamî mezheplere dönüşmüştür. Cebriye, Cehmiye, Mutezile, Hâriciye, Şiâ, Mürcie, Eşariye, Maturidiye temel, önemli kelamî mezheplerdendir.
Kelâm ilmi, İslam inancını ve onun aklî savunmasını yapan, kaza kader, imamet gibi konuları inceleyen bir disiplindir.
İslam dünyasında felsefeye yönelik oluşan ekoller nelerdir?
İslam dünyasında felsefe ve bilim de özellikle IX. yüzyılın ortalarından itibaren büyük gelişmelere sahne oldu. Tabiat Felsefesi Ekolü, ilk oluşan felsefe akımıdır; bu ekol ünlü kimyacı ve doğa bilimcisi Cabir İbn Hayyan ile başlamıştır; Ebû Bekr
Zekeriya er-Râzî, Bîrûnî, İbnu’l-Heysem bu ekolün önde gelen isimlerindendir.
İkincisi Meşşâi Ekolüdür. Aristoculuk başta ve ağırlıklı olmak üzere Eflatunculuk ve Yeni-Eflatunculuğun çizgisinde felsefe yapan ekoldür. Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Bâcce ve İbn Rüşd bu ekolün en ünlü filozoflarıdır.
Üçüncü önemli felsefe ekolü İşrâkilik’tir. Bir çeşit “Aydınlanma” felsefesi olan bu ekolün kurucusu Şihâbeddin Yahya es-Suhreverdî’dir. Bu ekolün en önemli temsilcileri arasında Molla Sadra, İsmail Ankaravî, Kâtip Çelebî ve Mir Damad gibi İranlı ve Türk filozoflar ve düşünürler vardır.
Zühd ve Takva hareketini açıklayınız?
Tasavvuf düşüncesi de önemli gelişmeler kat etmiştir. Tasavvuf başta sûfilik olarak Halife Osman döneminde bir zühd ve takva hareketi olarak başlamıştır. Bu hareketin ilk temsilcisi meşhur sahabe Ebû Zerr el-Gıfarî’dir. Cüneyd el-Bağdadî, Hallac ve Ma’rûf el-Kerhî ile tasavvuf düşünsel boyut kazandı. Özellikle XII. yüzyılda tasavvuf, tarikat hareketine dönüştü. Daha sonraki yüzyıllarda ise tasavvuf kelamî ve felsefî düşüncelerden etkilenerek, farklı tasavvuf ekolleri oluşmuştur. Bunların en meşhurlarından biri Vahdet-i Vücûd’tur; bunu Muhyiddin İbnu’l-Arabî (öl. 1245) sistemleştirmiştir. Abdurrezzak el-Kâşânî (öl.1329), Davud el-Kayserî (öl.1350) ve Abdülkerim el-Cîlî (öl. 1481) bu akımın en önde gelen temsilcileridir. İkinci önemli tasavvuf düşünce ekolü Vahdet-i Şühûd akımıdır. Bunun kurucusu Ahmet Sirhindî (öl.1625)’dir.
İslam Kültüründe felsefe, kelam ve tasavvuf gibi alanlarda XIX. yüzyılın önemini açıklayınız.
XV. ve XVI. yüzyıllar İslam düşüncesinde gerek felsefî düşünce olsun gerekse kelamî ve tasavvufî düşünce olsun duraklama evresine girmiştir. XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar geçen süre ise İslam düşüncesinin gerilemesi evresidir. Bu süreçte XIX. yüzyılın ayrı bir yeri vardır; zira bu yüzyıldan itibaren İslam dünyası Batı düşünce ve bilimine yönelmiştir. Ancak Batı’dan aktarılan düşünce ve bilim, İslam dünyasında var olan düşünceyi ve bilimi yenilemek ve geliştirmek yerine, yavaş yavaş onun yerini almaya başlamıştır. Böylece de İslam dünyasında farklı şekillerde zihniyet kırılmaları ve bozulmaları ortaya çıkmıştır.
Müslümanlar böylece hemen her alanda bilgi ve bilim üretme yerine Batı’dan aktarılanları tüketme yoluna gitmiştir. Bu süreçte İslam dünyasında üç baskın zihniyet tipi oluşmuştur. Birincisi batıcılıktır. Buna göre İslam’ın ortaya çıkardığı kültür zihniyeti ve değerleri modern çağa uymadığı iddiasıyla bunların tarihte kalması gerekir. Onların yerini Batı kültürünün doldurması istenir. Buna en tipik örnek Prens Sabahattin’dir.
İkincisi, İslam-Batı uzlaştırmacılığıdır. Buna göre İslam kültürü ve Batı kültürü uzlaştırılabilir. Özellikle temel dini meselelerde yeni yorumlara gidilerek, bu uzlaşmanın zemini hazırlanıp İslam kültürel değerleriyle Batı kültürel değerleri uzlaştırılmalıdır. Bu görüşü ortaya atan Fransız Müslüman R. Guenon’dır. İslam reformculuğu, modernizmi ve gelenekselciliği adıyla ortaya çıkan akımlar bu
ikinci zihniyetin ürünleridir. Burada gelenekselciliği, gelenekçilikten ayırmak gerekir. Gelenekselcilik, bütün dinlerin ortak bir geleneği olduğunu iddia ederek temelde dinî kültürlerin uzlaştırılabileceğini savunan bir anlayıştır.
Üçüncüsü İslamcılıktır. Buna göre İslam kültürü kendi başına yeterlidir; bunu devam ettirmek gerekir. Zaman ve zeminin ihtiyacına göre İslam’daki içtihad yöntemiyle yeni sorunlar çözümlenebilir. Sultan II. Abdülhamid’in de öncülüğünü ettiği Panislâmcılık bu akımın ilk örneklerinden birisidir.
İslam Kültürü'nde İbn Haldun'un yerini açıklayınız.
Tarihten sosyolojiye birçok alanı içerisine alan beşeri bilimler, Aristo’nun ilim anlayışına göre ilim veya bilim sayılmıyordu; bu gelenek büyük ölçüde İbn Haldun’a kadar devam etmiştir. İbn Haldun (1332-1406) el-Mukaddime (Giriş) adlı eserinde “İlmu’l-Umrân” (Kültür İlmi) adı altında başta tarih, sosyoloji ve ekonomiyi kültür ilminin disiplinleri olarak vaz etmiş ve kurallaştırmıştır. İbn Haldun doğa ve aklî ilimler gibi, kültür ilimlerini de nedensellik ilkesi gibi kendisine has ilkeleri olduğunu, değişim
kurallarının da birer kural olduğunu ortaya koymuştur. Böylece tarihî ve sosyal olayların doğru tahlillerinin ve değerlendirmelerinin yapılabileceğini göstermiştir. Böylece İbn Haldun kültürün de bir bilim olduğunu göstermiştir. Bunun için
bugün İbn Haldun’a tarih felsefesinin, sosyolojinin ve ekonomi ilminin kurucusu olarak bakılmaktadır.
İslam kültüründe müslüman sanatçıların sanatta sterilizasyona gitme nedenleri nedir?
Müslüman sanatçılar, soyutlama ilkesiyle Allah’ın yaratıcılık ismini taklit etmemeyi ve ona ortak olmamayı amaçlamışlardır. Dolayısıyla sanatta sterilizasyon yöntemini seçmişlerdir. Özellikle minyatür, tezhip, ebru ve hat sanatında, hatta musikide bu ilke hâkimdir. Görsel sanatlarda nesneler resmedilirken, belirli ölçüde asıl görüntülerinden bilinçli olarak kısmî deformasyonlara gidilmiştir. Böylece sanat eserlerinin yalınlaştırılması sağlanmıştır.
Hisbe Teşkilatı'nı açıklayınız.
Kur’an’ın bazı ayetlerinde Müslümanlara “İyi olanı emretmek, kötü olandan sakındırmak” ilkesi emredilince, İslam toplumunda daha hicri ikinci yüzyılda “Hisbe” denen bir teşkilat kurumlaştırılmıştır. Bu kurumun çok yönlü amacı vardır: Üretici ve tüketici haklarını korumak, malların kalitesini ve fiyatlarını denetlemek, köle haklarını korumak, kişiler arasındaki ihtilafları çözüme kovuşturmak bunlardandır. Hisbe teşkilatının ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, bunun ilk örneğinin Hz. Ömer’in halifeliği zamanında kurulduğu rivayetleri vardır. Bu teşkilat XIII. ve XIV. yüzyıllara kadar önemli bir kurumdu. Ancak bu yüzyıllardan sonra, başka teşkilatların ortaya çıkmasıyla önemini yitirmiştir.
"Sadaka-i Cariye" kavramı ne için kullanılmaktadır?
Kur’an kişiler arasında manevi bağları güçlendirmek için zekâtın yanında zengin Müslümanlara sadaka vermeyi ve infak etmeyi emretmiştir. Hz. Muhammed sadakanın sürekli olması için “Sadaka-i Câriye” kavramını kullanmıştır. İslam dünyasına has vakıf kurumu ve sistemi işte Kur’an’ın sadaka ve Peygamberimizin Sadaka-i Câriye kavramlarından doğmuştur. Vakıf sadece Allah rızasını kazanmaya yönelik kurulan ve ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir hayır kurumudur.
Fütüvvetname gibi eserlerin etkili olduğu yapıyı ve özelliklerini açıklayınız.
Ahilik bir zanaat ve esnaf teşkilatı olup özellikle Türk İslam dünyasında yaygınlık kazanmıştır. İlk ahi teşkilatının Abbasi Halifesi en-Nasır li’dinillah (1180-1225) zamanında kurulduğu kabul edilir. Ancak daha IX. yüzyılda Karahanlılar’da bu teşkilatın
var olduğu bilinmektedir. XII. yüzyıldan itibaren Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde önem kazanmış ve yaygınlaşmıştır. Bu teşkilatın kuruluşu ve ilkeleri, İslam kardeşliğini anlatan ve erken dönemlerde yazılan Fütüvvetnâme gibi eserlere dayanır.
Kırşehir’de XIII. yüzyılda Şeyh Nasirûddin Ahî Evran’ın ahiliği yeniden düzenleyip sistemleştirmesiyle Türkler arasında ahilik yeni bir döneme girmiştir. Anadolu’nun birçok şehrinde ahilik teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilat hem İslam kardeşliğini kuramsal hale getirerek yaygınlaştırmıştır, hem de ekonomik hayatı canlı tutmuştur.
Hayır ve hayrat ögelerinden biri olan ve tüccar ve misafire yönelik hazırlanan kurumlar hangileridir?
İslam hayır ve hayrat öğretilerinden esinlenerek oluşturulan başka bir kurum da kervansaray ve han teşkilatıdır.
Kervansaraylar özellikle ticari yolların kenarlarına kurulmuşlardı. Seyyahlar ve tüccarların konaklamaları, gece mallarını ve hayvanlarını koruma altına almak amacıyla açılmışlardır.
Hanlar daha çok yerleşim yerlerine kurulmuştur. Tüccarlar ve misafirler buralarda konaklıyor, tüccarlar ve tacirler mallarını orada satışa sunuyorlardı.
İslam kültüründe posta teşkilatının gelişimini açıklayınız.
Hz. Muhammed’in zamanın İran, Bizans ve Habeş krallarını İslam’a davet için mektuplar göndermesi örnekliği ve dört halife döneminde İslam dünyasının Arap yarımadasının sınırlarını aşması, bir posta teşkilatının kurulmasını zorunlu kılmıştır.
Dört halife döneminde beytülmâlden ayrılan ödenekle hususi develer tutulmuş ve postacı olarak yeminli kimseler seçilmiştir. Böylece düzenli bir posta teşkilatı kurulmaya çalışılmıştır.
Emeviler döneminde daha düzenli posta teşkilatının ortaya çıktığı söylenebilir; develerin yerini daha çok atlar almıştır. Yollar üzerine ve sınır boylarına kurulan ribatlar posta olarak da kullanılıyordu. Abbasilerin ilk dönemlerinde de benzer uygulamalar vardır.
Karahanlılar ve Büyük Selçuklular döneminde posta teşkilatında önemli gelişmeler olmuştur. Posta teşkilatı “ulak” ismiyle anılıyordu. Genel haberler kulelerde ateşler yakılarak duyuruluyordu.
Osmanlılarda XVI. yüzyıla kadar atlı posta teşkilatı vardı; postacılara “koşucular” deniyordu. Bunlar ulak, tatar ve çapar olmak üzere üç sınıftan oluşuyordu. XVII. yüzyılda “Menzil Teşkilatı” adıyla postacılıkta yeni gelişmeler oldu. Büyük şehirlerde “Menzilhâne” denilen özel posta evleri açıldı. I. Abdülhamid (1774- 1789) döneminde posta teşkilatı “Tatar Ocağı” adıyla yenilendi. II. Mahmud döneminde 1821 yılında özel posta arabaları yapıldı. 23 Ekim 1840 tarihinde bugünkü PTT’nin temeli olan “Posta Genel Müdürlüğü” kuruldu.
İslam kültüründe noterlik ve çek geleneğinin doğma nedeni nedir?
Kur’an’da Allah’ın Müslümanlara, aralarında borçlanma ve para ödünç verme gibi bir ilişki olduğu zaman, bunu şahitlerin huzurunda yazmaları tavsiyesi İslam kültüründe noterlik müessesesinin ve çek geleneğinin doğmasına neden olmuştur.
İslam dünyası coğrafya olarak genişleyince çok uzak mesafelerdeki para karşılığı mal alış verişleri için para aktarmak kolay olmadığı için para karşılığı “çek” denen bir çeşit senet yazılıyordu. Bu çekle gelen kişi büyük şehirlerde belirlenen özel kimselerden parasını tahsil ediyordu. Bu gelenek de daha sonra Batı’ya geçmiştir. Bugün Batı dillerindeki “şek”, “çek” gibi kavramlar Arapça “şek” kavramından gelir.
Meşşai bilim felsefesini açıklayınız.
Meşşâî, kelime anlamıyla “yürüyen” demektir. İlk meşşâî kabul edilen Kindî’den İbn Rüşd’e bir kısım Müslüman filozofları Aristo etkisinde felsefe yaptıkları için “yürüyen” olarak nitelendirilmişlerdir. Bunun sebebi, Aristo’nun Lise’nin bahçesinde
öğrencilerine yürüyerek ders vermiş olmasıdır.
Meşşâî filozoflar çerçeve itibariyle bilim anlayışında Aristo’yu takip ettikleri için bilimi, felsefî düşünceye, metafiziğe ve mantığa dayandırırlar. Bunun için bilim her şeyden önce zihinsel bir etkinlik olarak görülmüştür. Bu sebeple bilim anlayışlarında
bir yöntem olarak deney ve tecrübeyi önde tutmazlar. Yöntem olarak Aristo gibi tümden gelimi benimserler.
İslam kültüründe doğa felsefecilerinin bilim felsefesine yönelik katkılarını açıklayınız.
Câbir İbn Hayyân (721-805), İbn Firnas (öl. 888), Ebû Bekr Zekeriya er-Râzî (864-925), Bîrûnî (öl. 1053), İbn Heysem (965-1051) gibi birçok Müslüman bilim adamı, felsefe yapmayla bilim yapmayı ayırırlar. Bilimin tümel kavramlarla değil, tikel kavramlarla yapılabilir olduğunu söylerler. Bilimde tüme varım esastır. Bilim deney ve tecrübeye dayanmalıdır derler. Deney ve tecrübesiz bilimin olamayacağını iddia etmişlerdir. Bu kısa açıklamadan sonra İslam medeniyetinin bilim ve teknolojiye katkılarından bazı örnekler verelim.
İslam dünyasında uçma denemelerini açıklayınız.
İnsanın uçabileceği düşüncesini ilk olarak Müslüman bilginler ortaya koymuşlardır. Böylece uçak yapımına öncülük etmişlerdir. İlk uçuş denemesini yapan Endülüslü Arap veya Berberî asıllı bilgin Abbas İbn Firnas (öl. 888)’tir. İcat ettiği kanatlı bir uçma aleti ile Endülüs’ün başkenti Kurtuba şehrinin yüksek bir tepesinden atlayarak uçma denemesi yapmıştır. Bilinen ikinci deneme Türkistanlı
Türk bilgini Ebû Nasr İsmail Cevherî’ye (12. yy.) aittir. Cevherî o zamanlar Gaznelilerin sınırları içinde bulunan Nişapur şehrinde ders veriyordu. 1002 yılı içinde kanatlı bir uçma aletiyle imamlık yaptığı caminin şerefesinden uçma denemesi yaptı. Ancak kanatlarından birisinin uçuş esnasında kopması sonucu yere düşerek vefat etmiştir. İstanbul’da bulunmuş batılı diplomatların ve seyyahların yazdıklarına göre Kanûnî Sultan Süleyman döneminden itibaren İstanbul’da uçma denemeleri yapılmaktaydı.
Bilindiği gibi, daha çok bilinen uçuş denemeleri IV. Murat zamanında Hezarfen Ahmet Çelebi’nin 1636 yılında ve Lagarî Hasan Çelebi’nin aynı yıllarda yaptıkları uçuş aleti bir çeşit tepkimeli roket veya füzeye benzeyen bir alettir. Ancak Osmanlılar bu denemeleri geliştirme yerine ulemanın yanlış yönlendirmeleri nedeniyle Hezarfen Ahmet Çelebi bir kese altınla Cezayir’e sürgüne gönderilmiştir. Lagarî Hasan Çelebi ise Kırım Hanı Selâmet Giray’ın yanına gitmiştir. Ne tesadüftür ki, ilk modern füze ve roket denemeleri Kırım’ın da içinde bulunduğu Ukrayna’da başlamıştır.
İslam dünyasındaki teknolojik gelişmelere yönelik otomatların nasıl kullanıldığını açıklayınız.
İslam dünyasındaki teknolojik gelişmeyi anlatma bakımından vereceğimiz ikinci örnek kendiliğinden otomatik olarak çalışan çeşitli alet ve edevatın yapılmasıdır. Mekanik aletlerin yanında otomatik ürünler yapımı Bağdad’ta IX. yüzyılda Benû Musa (Musa Kardeşleri) ile başlar. Ahmed, Hasan ve Muhammed adlı üç kardeş teknikle uğraşan ilk önemli mühendislerdir. Bize ulaşan en önemli kitapları, Kitabü’l- Hiyel (Teknik Kitabı)’dir. Onlar birçok mekanik aletin yapımı yanında bazı otomatik olarak çalışan aletler de yapmışlardır. Sibernetik ilkeleri kullanarak otomatik ve robot türü aletler icat etmekle meşhur olmuş bilgin, Cezerî (1136-1206)’dır. Ebû’lİzz el-Cezerî, Artukoğulları’nın başkenti Âmid (Diyarbakır)’teki sarayında yetişmiş ve orada otuz altı yıl mühendislik yapmış bir teknisyendir. Artukoğlu Karaaslan’ın isteği üzerine Kitabü’l-Câmi beyne’l-İlm ve’l-Amel fi Sınaati’l-Hiyel (Teknik Sanatında İlim ve Ameli Birleştiren Kitap) adlı meşhur eserini yazmıştır. Bu eserde kendi yapmış olduğu elli otomatik ve robot türü aletin yapımlarını ve çizimlerini anlatır.
İslam dünyasındaki astronomiye yönelik gelişmeleri açıklayınız.
Astronomi (gökbilim) matematik gibi eski bir bilimdir. Ancak bu bilimin kavramsal olmaktan çıkıp uygulamalı bir bilim haline gelmesi Müslüman gökbilimcilerle olmuştur. Bunda İslam dünyasında Rasathane (gözlemevi)’nin kurulması ve orada çok çeşitli gözlem aletlerin icat edilmesidir. Yunanlılarda gözlemevi yoktur; yaptıkları basit gözlemleri yüksek tepelerde yapıyorlardı. Me’mun, etrafına topladığı bilginlerle Bağdad’ta ilk defa bir gözlemevi ve usturlâb (astrolâb) olarak bilinen aletlerle gözlemler yaptırmıştır. Daha sonra İslam dünyasının birçok şehrinde gözlem evleri yapılmış ve yeni gözlem aletleri icat edilmiştir.
En önemli gözlem evlerinden birisi, İlhanlılar döneminde bugünkü Azerbaycan sınırları içinde kurulan Merağa Gözlemevidir. Hülâgü Han bu rasathaneyi ünlü matematikçi ve gökbilimci Nâsırûddin Tûsî’nin isteğiyle 1256 yılında kurmuştur. Buranın müdürlüğünü uzun süre bu bilgin yapmıştır. Dönemin diğer ünlü bilginleri de orada görev yapmışlardır.
İkinci önemli gözlem evi, Uluğ Bey (1394-1449)’ın Semerkant’ta 1419 açtığı Semerkant Rasathanesi’dir. Aynı zamanda ünlü bir gökbilimci olan Uluğ Bey’den başka Gıyaseddin Cemşid, Ali Kuşçu, Kadizâde-i Rûmî gibi birçok bilgin de orada çalışmıştır.
İslam dünyasında kurulan diğer önemli bir gözlemevi de, İstanbul Rasathanesi’dir. Bunu dönemin ünlü bilgini Takiyuddin (1521-1585) III. Murad zamanında 1576 yılında kurmuştur. Kendi icat ettiği yeni gözlem aletleri vardır. Avrupa’da bunlar o dönemde henüz bilinmekteydi. Ancak bu gözlemevi uzun ömürlü olamamıştır. Kıskançlık ve yanlış din anlayışları yüzünden aynı yıl içerisinde yıktırılmıştır.
İslam kültür ve medeniyeti batı dünyasını nasıl etkilemiştir?
Batı X. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında üretilen felsefî ve bilimsel düşünceleri çeşitli yollarla kendisine aktarmıştır. İlk batılı bilginler eğitimlerini Endülüs’te ve Kuzey Afrika ülkelerinde yapmışlardır. Örneğin Batı’nın ilk matematikçisi sayılan İtalyan Leonardo Fibonacci (1175-1250) eğitimini Cezayir ve Fas’ta yapmıştır. İkinci ve en önemli yol, Papa II. Sylvester de Sacy’nin 910 yılında Kuzey İspanya’nın Ripoll şehrinde kurduğu tercüme mektebinde Arapça eserlerin Latinceye çevrilmesidir. II. Sylvester de Sacy, papa olmadan önce eğitimini Endülüs’te yapmış Arapça da bilen bir bilgindi. Bu terimlerle Batı’ya geçen İslam düşüncesi Batı’yı Karanlık dönemden rönesans ve reform çağlarına hazırlamıştır. Kısaca Batı, felsefe ve bilimi yeniden keşifleri İslam kültürü ve medeniyetinin tesiriyle olmuştur. Birkaç alıntıyla bunu anlatalım:
Ünlü Fransız matematikçi Libri (1803-1869) şöyle demiştir: “Müslümanları tarihten silebilseydiniz, bilimsel Rönesans’ımız yüzyıllarca geri kalmış olacaktır”. İngiliz tabip ve arkeolog Briffoult da “Making the Humanity” adlı eserinde şöyle demektedir: “İslam medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi ve yardımı bilimdir...... Fakat Avrupa’yı yeniden hayata kavuşturan şey, sadece bilim değildir.....Avrupa’nın ilerlemesinde İslam kültürünün kesinlikle etkisini görmeyeceğimiz bir kesit yoktur. Bu etkinin, bütün açıklığı, büyük ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerim kazanılışına neden olduğu alan, doğa bilimleri ile bilim zihniyeti olmuştur”.