Suç Sosyolojisi Dersi 7. Ünite Özet
Kadına Yönelik Şiddet Ve Suçların Sosyolojisi: Türkiye Örneği
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Kavramsal Çerçeve
Kadın ve insan hakları savunuculuğu yapan çevreler kadına yönelik şiddeti tanımlarken kimi zaman BM tarafından ortaya konan tanımlamanın daha da ötesinde yoksulluk, sağlık ve eğitime eşitsiz erişim gibi unsurları da kapsayacak şekilde daha geniş bir “yapısal şiddet” tanımlaması ortaya koyarlar. Uluslararası kuruluşlar tarafından kabul edilen şiddet ve kadına yönelik şiddet tanımları şiddet olgusuna genel bir çerçeve çizmektedir. Bununla birlikte, kadına yönelik şiddetin daha iyi anlaşılması için günlük yaşamda sıklıkla karşılaşılan şiddet biçimlerinin dikkate alınması gereklidir. Aynı zamanda bu alanda çeşitli araştırma ve izleme çalışmaları gerçekleştirebilmek için kadına yönelik şiddete ilişkin bazı kavramların gerçekçi tanımlamaları yapılmalıdır. Bu tanımlar, kadına yönelik sıklıkla ortaya çıkan şiddet biçimlerine veya davranışlarına atıf yapılarak ortaya konmaktadır.
Kadına Yönelik Şiddetin Farklı Biçimlerini Analiz Etmek
Kadına yönelik şiddet günümüzde sadece Türkiye’de değil, gerek uluslararası alanda gerekse ülkelerin gündeminde şiddet ile ilgili en şok tartışılan sorunlardan biridir. Geniş kapsamlı ve şok boyutlu olarak düşünülmesi gereken bir sorun olan kadına yönelik şiddet, kadınlara yaşamları boyunca cinsiyetleri nedeniyle yönelen içeren ve zarar verici tüm eylemlerini ifade etmektedir. Cinsiyet; kişinin erkek ya da kadın olarak gösterildiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özelliklere atıfta bulunan bir kavramdır. Aynı zamanda kadına yönelik şiddet çoğunlukla aile içinde yaşanmaktadır. Böylelikle bu şiddet türünün mağduru olan kadınların yanı sıra aile içinde özellikle çocukların da doğrudan etkilendiği ve ailenin bütünlüğüne zarar veren boyutları da bulunmaktadır. Şiddete maruz kalan kadınların çocuklarında şiddet eylemlerine tanıklık etmek ve hatta şiddete maruz kalmaktan dolayı davranış bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda kadınlara yönelen şiddetin farklı biçimleri şu şekilde tanımlanmaktadır:
Duygusal şiddet: Duyguların ve duygusal gereksinimlerin, karşı tarafa baskı uygulayabilmek işin tutarlı bir şekilde istismar edilmesi, bir yaptırım ve tehdit aracı olarak kullanılmasıdır.
Sözel şiddet : Söz ve hareketlerin düzenli bir şekilde korkutma, sindirme, cezalandırma ve kontrol aracı olarak kullanılmasıdır.
Ekonomik şiddet: Ekonomik kaynakların ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol aracı olarak düzenli bir şekilde kullanılmasıdır.
Fiziksel şiddet : Kaba kuvvetin bir korkutma, sindir- me ve yaptırım aracı olarak kullanılmasıdır.
Cinsel şiddet: Cinselliğin bir tehdit, sindirme ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasıdır. Cinsel şiddetin gözlendiği durumlarda çoğu zaman ileri derecede fiziksel şiddetle birlikte, sözel ve duygusal şiddet de söz konusudur.
Toplumsal cinsiyet; toplumun erkek ve kadın bireylere verdiği rol, eylem, görev ve sorumlulukları ifade eder. Erkek ve kadın olmanın toplumda nasıl algılandığı ve bireylerden, cinsiyetleriyle ilişkili kimliklerine dayalı olarak neler beklenildiği ile ilgili bir kavramdır. Kadına yönelik şiddet genellikle aile işinde yaşanmakta ve şiddetin failleri de kadının en yakınındaki kimseler olmaktadır. Bu nedenle kadına yönelik şiddet aile işi şiddetin de bir türü olarak ele alınmaktadır. Aile işi şiddet ise “kendini aile olarak tanımlamış bir grup içerisinde zorlamak, aşağılamak, cezalandırmak, güç göstermek, öfke gerginlik boşaltmak amacıyla bir bireyden diğerine yönelen her türlü şiddet davranışı” şeklinde tarif edilmektedir. Bununla birlikte kadınlar, yaşamlarının farklı evrelerinde farklı türde şiddet içeren eylemlerle karşılaşabilirler. Dolayısıyla şiddetle karşılaşmanın kadınların sadece eşleri ile birlikte oldukları belirli bir yaşam evresine özgü olmadığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Kamu politikası; en genel anlamda; “devletin yasalardan kaynaklanan otoritesinin bulunduğu herhangi bir konuda yetkili olan bir kamu kurumu ya da kamu görevlisi tarafından yapılan her türlü içlem ve eylem” olarak tanımlanır.
Kadına Yönelik Şiddete Zemin Hazırlayan Toplumsal Koşullar
Kadına yönelik şiddet farklı sosyokültürel bağlamlarda farklı şekillerde ortaya çıkan bir olgudur. Bu olgunun sosyolojik nedenlerini incelemek işin birbiriyle bağlantı şekilde etki oluşturan şok sayıdaki unsuru bütünsel bir şekilde değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda, şiddete zemin hazırlayan ve sorunun “kök nedenini” oluşturan en temeldeki unsurun erkekler ve kadınlar arasındaki eşitsiz güç ve iktidar ilişkileri olduğu söylenebilir. Bu ilişkilerin tarihsel olarak kurumsallaşmış kültürel, ekonomik, hukuki ve politik yaşamda türlü yansımaları vardır. Bu yan- sımalar kimi zaman kadınların çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalma ihtimallerini artırmakta kimi zaman da maruz kaldıkları şiddet karşısında onları daha kırılgan ve savunmasız hale getiren bağlamlar oluşturmaktadır. Kız bebek doğumuyla karşı karşıya kalındığında gerçekleştirilen istemli düşükler, töre ve gelenek olduğu kabulüyle gerçekleştirilen “kadın sünneti”, “erken ve zorla evlendirme” ve “namus cinayeti” gibi şiddet eylemleri, temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği olan kültürel bağlamlara dayalı olarak ortaya çıkabilmektedir.
Kadın ve insan hakları savunuculuğu yapan çevreler kadına yönelik şiddeti tanımlarken kimi zaman BM tarafından ortaya konan tanımlamanın daha da ötesinde yoksulluk, sağlık ve eğitime eşitsiz erişim gibi unsurları da kapsayacak şekilde daha geniş bir “yapısal şiddet” tanımlaması ortaya koyarlar. Türkiye bağlamında ise günümüzde ataerkil toplumsal değerler sisteminde yaşanan kırılma ve dönüşümlerin oluşturduğu kadına yönelik şiddeti besleyen bir ortamdan bahsetmek mümkündür. Buna göre küreselleşmenin de hızlandırdığı ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler sonucunda, bir yandan erkeğe atfedilen güçlerde ve yeterliliklerde bir azalma yaşanırken, diğer yandan kadınların erkeklerden bekledikleri duygusal ve maddi beklentiler devam etmektedir. Kadınların ise genel anlamda konumlarını yükseltme, güçlenme arayışları, talep ve arzuları söz konusudur. Geleneksel anlamdaki istikrarlı bir evliliği ve aile yaşamını kurmak ve sürdürmek eskisine nazaran zorlaşmaktadır. Bu durumda kadınların ataerkil sistem işinde statü kazanmak ve kendileri- ne yönelen baskıyla baş etme stratejisi olarak ortaya koydukları geleneksel “ataerkil pazarlık” modeli de giderek geçerliliğini yitirmektedir. Bu gerilimli süreç özellikle orta ve orta-alt sınıflardaki erkeklik kimliğinin şiddet biçiminde kendisini dışa vurmasına zemin hazırlayabilmektedir.
Kadına yönelik şiddetin farklı biçimleri birbirini dışlayan kategoriler olarak düşünülmemelidir. Aksine, şiddet biçimleri birbirleriyle çok yakın ilişkili şekilde ortaya çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Konseyince Kasım 1993 tarihinde yayınlanan ‘Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması” bildirgesi, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitsiz hegemonya ilişkilerini kadına yönelik şiddetin kök nedeni olarak kabul eder. Bireyler gibi ailelerde zaman içinde çeşitli evrelerden geçerek gelişirler. Evlenme ile kurulan ve sadece eşlerden oluşan aile zaman içinde; çocukların katılması, yaşlanan kuşaklarla birlikte yaşama, çocukların evden ayrılması vb. olaylarla değişimler geçirir. Aile yaşam döngüsünde her bir evrede karşılaşılan yeni bir duruma göre ailelerin yeni beceriler geliştirilmesi gerekir.
Küreselleşme süreci toplumlarda ekonomik, siyasal ve sosyal alanda yeni bütünleşme ve parçalanmalara yol açmaktadır.
Örneğin; sosyal alanda, geleneksel aile sistemleri ve bireyler arası ilişkiler yeniden şekillenmektedir. Böylelikle mahrem ve bireysel/ özel yaşamı ilgilendirdiği düşünülen alanların dönüşüme uğraması söz konusudur.
Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Sorununun Yaygınlığı
Türkiye’de yaşanan kadına yönelik şiddet vakalarının tespit ve kayıtlarının yapıldığı idari kayıt mekanizmaları mevcuttur. Fakat dünyanın pek şok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de kadına yönelik şiddetin yaygınlığının anlaşılmasında bu veriler yeteriz kalabilir. Çünkü kadınlar farklı nedenlerden dolayı yaşadıkları bu tür olaylar karşısında resmi başvuru yapmaktan Çekinebilirler. Bundan dolayı da kadına yönelik şiddetin yaygınlığının ölçülmesi ve farklı boyutlarının belirlenmesinde özel olarak tasarlanmış saha araştırmalarına başvurulmaktadır.
Türkiye’de 2008 ve 2014 yıllarında kadına yönelik aile işi şiddetle mücadelenin ülkedeki mevcut durumunu çeşitli boyutlarıyla yansıtmak üzere “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İşi Şiddet Araştırması” gerçekleştirilmiştir. 2014 yılında gerçekleştirilen araştırmanın bulgularına göre; Duygusal şiddet/istismar ülkemizde kadınların maruz kaldıkları en yaygın şiddet türüdür. Araştırma kapsamında görüşülen kadınların yüzde 38’i, yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını belirtmişlerdir. Yaklaşık her on kadından birisi de araştırma tarihinden önceki 12 ay işinde bu şekilde bir olay yaşadığını beyan etmiştir. Gerek 2008 yılında gerekse 2014 yılında gerçekleştirilen “Kadına Yönelik Aile İşi Şiddet Araştırması” bulguları göz önüne alındığında; Türkiye genelinde kadınların araştırma kapsamında incelenen çeşitli şiddet türlerine yaygın bir biçimde maruz kaldıklarını anlaşılmaktadır. Bu iki çalışmanın bulgularından hareketle özellikle fiziksel şiddetin ülke genelindeki yaygınlığında, son 20 yıl işinde önemli bir değişim olmadığı değerlendirmesi yapılmaktadır. Araştırmalar daha ileri yaşlardaki kadınların, daha düşük refah düzeyindeki hanelerde yaşayanların ve daha düşük eğitim düzeyine sahip (özellikle eğitimi olmayan ya da ilkokulu bitirmemiş) olanların ve kırsal yerleşim yerlerinde yaşayan kadınların, yaşamları boyunca çeşitli biçimlerde kadına yönelik şiddet türlerine maruz kalmalarının daha yaygın olduğu söylenebilir. Bulgular aynı zamanda şiddete maruz kalma ihtimali özellikle yüksek olan bazı kadın gruplarına da işaret etmektedir. Bunlardan ilki 18 yaşından önce, erken evlenmiş kadınlardır. Boşanmış/ayrı yaşayan kadınlar da şiddete daha fazla maruz kalan diğer bir gruptur. Bununla birlikte burada özetlenen bulgular; daha genç yaşlardaki, sosyoekonomik düzey bakımından daha olumlu koşullarda yaşayan ve daha yüksek eğitimli kadınların şiddet içeren eylemlere maruz kalmadıkları anlamına gelmemektedir.
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Önemli Uluslararası ve Ulusal Yasal Düzenlemeler
Kadın sorunlarına ilişkin konular dünya genelinde 20’nci yüzyılın ikinci yarısında ulus ötesi özellik kazanmaya başlamıştır. Gerek Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların faaliyetleri, gerekse kadın çalışmaları gerçekleştiren sivil toplum kuruluşların uluş aşan faaliyetlerinin bu süreçte önemli rolü bulunmaktadır. Özellikle “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)”, “Kadına Karşı Şiddet ve Aile İşi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi (İstanbul) Sözleşmesi” ve “2030 Küresel Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” gibi uluslararası sözleşmeler ulusal düzeyde gerçekleştirilen yasal ve kurumsal düzenle- meler işin çerçeve metin olma özelliği taşımaktadırlar. Sözleşmelerde kadına yönelik şiddete doğrudan veya dolaylı atıf yapılmakta, bu konularda başta kamu otoritelerini olmakla şok sayıda paydaşı yükümlülük altına sokmaktadır.
Türkiye’de de dünyadaki gelişmelere paralel olarak özellikle 2000’li yıllardan günümüze gerçekleştirilen yasal değişikliklerle kadına yöneliş şiddeti önlemeye yönelik önemli yasal düzenlemeler gündeme gelmiştir. 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirle- re ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Kanun aynı zamanda kadına yönelik şiddet karşısında “koruyucu ve önleyici tedbirlere ilişkin hükümler getirmekte”, “şiddet önleme ve izleme merkezlerinin (ŞÖNİM) kurulmasını” ve merkezlere sığınan şiddet mağduru kadınlara sağlanacak “mali ve diğer destekleri” düzenlemektedir.
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Uygulanabilecek Strateji ve Politikalar
Kadına yönelik şiddetle mücadeleye dönük strateji ve politikalarda, şiddeti merkeze alan ve şiddetin ortaya çıktığı ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamları gözeten özel strateji ve politikalara da ihtiyaç vardır. Bu soruna politika ve stratejiler geliştirirken öncelikle bu sorunun şok boyutlu bir sorun olduğu dikkate alınarak hareket edilmelidir
Kadına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik faaliyetleri stratejik bir yaklaşım çerçevesinde üç aşamaya yönelik şekilde sınıflandırmak mümkündür. İlk olarak kadına yönelik şiddeti önlemeye ve caydırmaya yönelik faaliyetler öncü ve temel aşamayı oluşturmaktadır. Bu aşamada öncelikle; farkındalık oluşturucu, bilgilendirici, bilinç yükseltici ve zihniyet dönüşümünü sağlayıcı nitelikte çalışmalara ihtiyaç vardır. Eğitim alanında müfredat düzenlemeleri, şiddet tanığı ve mağduru olan çocuklarla yapılacak çalışmalar, yazılı ve görsel medyanın kullanımı bu aşamada yapılacak faaliyetler arasında sayılabilir.
Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik faaliyetler- de ikinci aşamada ise koruyucu faaliyetler sayılabilir. Bunlar esasen şiddete uğrama ihtimali olan veya bir şiddet vakası gerçekleştikten sonra mağdur olan kadınları ve çocuklarını korumayı hedefleyen faaliyetlerdir. Destekleyici ve güçlendirici faaliyetler ise kadına yönelik şiddeti önlemede üçüncü düzey faaliyetler olarak nitelemek mümkündür. Bu alanda yapılacak faaliyetler esasen şiddete uğrama riski bulunan kadın gruplarına ve şiddete uğramış kadınlara sağlanan ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik destekleyici ve güçlendirici faaliyetleri içermektedir.