Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik Dersi 4. Ünite Özet
Toplumsal Sınıflar, Sosyal Politika, Sosyal Haklar Ve Sosyal Devlet
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Eşitlik, Yurttaşlık ve Sosyal Politika
Sosyal devlete ilişkin bir tartışma, Sanayi Devrimi ve onun beraberinde getirdiği çalışma ilişkileri ile geçim ve yaşam koşulları ve onu düzenleyen sosyal politikalarla başlar. Sosyal politikanın gelişiminin farklı aşamaları, devletin sosyal niteliklerini oluşturmuş ve zaman içerisinde sosyal devlet/refah devleti olarak adlandırılan bir devlet biçimini üretmiştir.
Eşitsizlik ve Eşitlik
Eşitsizlik ve eşitliğin sağlanması sorununun eskilere dayanan bir tarihsel arka planı varken, kapitalist toplumla birlikte eşitsizlikler çok daha derin ve farklı biçimler almıştır. Kapitalist toplum, devlet ve onun örgütleri eşitsizlik sorununu gündeme taşıyacak ve hukuki, siyasal, ekonomik ve sosyal eşitliğin sağlanması yönünde farklı ve yeni araçlar geliştirmiştir. Ancak bu alanlarda eşitliğin bir talep ve mücadele olarak ortaya çıkması, 18’inci yüzyılda gerçekleşebilmiştir. Bu olgu eşitsizliklerin, özellikle modern yurttaşlık kurumuyla birlikte, “insanın doğal hâli olarak” görülmemeye başlanması ile de bağlantılıdır. Özellikle 1789 Fransız Devrimi ile birlikte eşitlik, toplum ve devletin temel, meşru ve seküler bir ilkesi olmuştur. Bu süreçte eşitlik kavramını merkezine alan siyasal hareketler de ortaya çıkmıştır.
Yurttaşlık ve Sosyal Yurttaşlık
Sosyal politika uygulamalarının ortaya çıkması ve olgunlaşması, sadece emek ve sermaye arasındaki ilişkilerle bağlantılı bir olgu değil, aynı zamanda devlet, birey ve toplum arasındaki ilişkilere dönük; yurttaşlık haklarına dayalı bir gelişmedir. Sosyal devletin oluştuğu toplumun üyeleri, yurttaşlık temelinde devletin sosyal işlevlerinden yararlanmış, bu gelişme çizgisi, 20’nci yüzyıl sosyal refah devletlerinin varlığı koşullarında kendisini sosyal yurttaşlık biçiminde dışa vurmuştur. Modern yurttaşlık, siyasal haklar temelinde, belirli bir eşitlik anlayışı ve taahhüdü üzerine kuruludur. Liberalizm, yurttaşları siyasal ve hukuki eşitlik ile kişisel haklar temelinde yasalar önünde biçimsel olarak eşit kılmış, bu eşitlik, sınıfsal ve sosyal eşitliği dışarda bırakmıştır. Burada temel çelişki şudur: “Yurttaşlığın beraberinde getirdiği ‘siyasal ve hukuki eşitlik’ ile sınıfsal aidiyetlerin beraberinde getirdiği ‘ekonomik ve sosyal’ eşitsizlik arasındaki çelişki nasıl çözülecektir?” Salt yasa önünde, -uygulanmasında da türlü eksikliklerin ortaya çıktığı- bu çelişkili ve bölünmüş eşitlik türünün, insan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçmesi için yeterli bir niteliğe sahip olmadığı zamanla fark edilmiştir. Temel ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını yerine getiremeyen bir toplum üyesinin, yurttaşlık hakları ve sorumluluklarını yaşama geçirmesinin de mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
Ekonomik Olan ve Sosyal Olan
Eşitsizlik, eşitlik ve yurttaşlık arasındaki ilişki, bir bakıma, “ekonomik olan” ve “sosyal olan” arasındaki çelişme ve dengeyle de bağlantılıdır. Ekonomik olan, piyasayı imler; piyasa güçleri temelinde, piyasa ilkesi etrafında, eşitsizlikleri veri kabul eden ve bireyci politika ve ilişkileri tanımlar. Sosyal olan ise kamu örgütlenmesi temelinde, ihtiyaç ilkesi etrafında, eşitsizlikleri gideren ve bütünleştirici politika, kurum ve ilişkilere, sosyal adalet ve eşitlik düşüncesine ve refahın toplumsallaşmasına gönderme yapar. Kamunun ve sosyalin, ekonomik olanı ve piyasa ilişkilerinin yaygınlaşmasını denetleyip sınırlandırabileceği düşüncesi sosyal politika ile karşılık bulmuş ve yeniden ileri sürülmüştür. Piyasa ilişkilerinin sınırlandırılmasında ise, öncelik ekonomik olanın değil, sosyal olanın yaptığı göndermelere verilmiştir. Sosyal sıfatının anlamı da burada saklıdır. Sosyal kavramı, sosyal politikaların yöneldiği kesimlerin/sınıfların nüfus içerisindeki göreli büyüklüğünden (nicelik) çok, kamu müdahalesinin ya da politikanın ücretli emeğin çalıştırılması ve sömürülmesi koşulları ile piyasa ve meta ilişkilerini sınırlandırma kapasitesine ve derecesine (nitelik) gönderme yapar. Dolayısıyla “sosyal”, sosyolojik bir niteleme olmaktan çok, kamunun ve sosyal politika aracının serbest piyasayı sınırlandıran ve ona müdahale eden, metadışılaştırıcı içeriğini belirler. Dolayısıyla “sosyal”, kamu müdahalesini, politikayı ve sunulan hizmetin karakterini nitelemektedir.
Sosyal Politika Nedir?
Sosyal politikayı, ekonomik olan ve sosyal olan arasındaki çelişme temelinde, kapitalizmin işçi sınıfını ve tüm toplumu, sermaye birikiminin ve piyasanın bir parçası gibi yönetme eğiliminin kamu örgütlenmesi ve müdahalesiyle sınırlandırılması pratiği ve bilimi olarak incelemek mümkündür. Sosyal politikanın müdahale ettiği ve sınırlandırdığı ilişkileri üç başlık altında ele almak mümkündür. Sosyal politikalarla;
- Üretim noktasında ve işgücü piyasasında emeğin sermaye karşısındaki göreli konumu düzenlenir;
- İnsanın hayattaki varlığını emek gücüne ve işgücü piyasasına katılımına indirgeyen ücretlilik ilişkisi ve işçileştirme merkezli kapitalist anlayış sorgulanır. Böylece emek gücünün satılamadığı, satılsa bile alıcı bulamadığı, satılamayacak durumda olduğu ya da gereksiz hale getirildiği koşullarda geçimin ve ihtiyaçların nasıl karşılanacağı, refahın nasıl sağlanacağı yönündeki belirsizlik giderilir.
- Emek gücünün yeniden üretimi ve kamusal refahın toplumsallaştırılmasında metadışı alanlar yaratılmaktadır.
Dar Anlamda Sosyal Politika
Dar anlamda sosyal politika, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkileri, uyuşmazlıkları ve çatışmaları azaltıp, sınıflar arasında bir uzlaşı ve uyum sağlayarak hakim siyasal ve ekonomik ilişkilerin devamlılığının sağlanmasına yönelmiştir. Dar anlamda sosyal politikanın iki yönü olduğu söylenebilir. Birinci yönü, bağımlı ve güçsüz konumdaki sınıfların korunması ve güvence altına alınmasına dönük devlet müdahaleleri olmasıdır. İkinci yönünü ise, söz konusu güvence ve korumanın sınıfın (emeğin) kendisi tarafından sağlanması ve sömürünün sınırlandırılmasını amaçlayan sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev haklarını içeren toplu hakların devletçe sağlanması ve ihlal edilmemesi oluşturmaktadır.
Geniş Anlamda Sosyal Politika
Geniş anlamda sosyal politika, doğrudan bir sınıfa değil, toplumun ve toplumsal yaşamın bütününe, toplumsal bütünleşme amacıyla yönelir. Bu çerçevede, yoksulluğun önlenmesi, işsizliğin azaltılması, sağlık, eğitim, tarım politikaları, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin azaltılması, “toprak reformu, tarım ürünleri fiyatlarının düzeyi, zanaatın ve esnafın korunması, kooperatifçilik, vergi politikaları” uygulamaları sosyal politikanın geniş yorumuna dahil edilebilir.
Sosyal Politikadan Sosyal Devlete
Çağdaş sosyal politikanın oluşumunu, yoksulluk yardımlarını içeren öncesi; doğrudan çalışma ilişkilerine dönük düzenlemeler ve sosyal sigortacılığın ilk örneklerini içeren başlangıç; eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, gelir dağılımı, konut gibi konulara yayılan gelişim ve ağırlıkla çeşitli dezavantajlı grupları da bünyesine katan genişleme dönemleri temelinde inceleyebiliriz.
Çağdaş Sosyal Politikanın Öncesi
Çağdaş sosyal politika öncesi dönemin refah anlayışının ana çizgileri; refahın ana kaynağı olarak piyasanın kabul edilmesi, bireyin kendi kendine yetmesi, aile ve topluluklar arasındaki dayanışma, dinsel ve geleneksel bir gönüllülük ve hayırseverlik biçiminde özetlenebilir. Bu dönemde, koruma ve güvence arayışındaki en eski yöntem olarak kabul edilen yoksulluk yardımları akla gelir. Bu yardımların yapılması; inançlara, geleneklere, dinlerin yanı sıra ahlakî düşünce ve kaygılara da dayanır.
Çağdaş Sosyal Politikanın Başlangıcı
Çağdaş sosyal politikanın başlangıcı, 19. yüzyılın ortalarında başlayıp 1870’lerde güçlenen ve ağırlıklı olarak 1930’lu ve 1940’lı yıllara kadar olan dönemi kapsar. Bu dönemin ayırt edici özelliği, sosyal politikanın gelişim çizgisinin, haklar ve sosyal haklar rejiminin oluşumuna yönelik olmasıdır. Sosyal politikanın, bu niteliği çerçevesinde, yoksullara yönelik yardımlardan, “kişisel haklara ve sınıfsal korumalara” doğru bir değişim geçirdiği görülmektedir. Bu dönemde, üretim ortamının ve krizlerin emek üzerindeki olumsuz etkilerinin beraberinde getirdiği ölüm, kaza ve yaralanmalar, aşırı uzun saatlerle aşırı çalışmaya bağlı yıpranma, endüstriyel işgücünde kayıplara yol açmıştır. Bu tablo karşısında devlet, işgücü piyasasına ve bağımlı nüfusun çalışma ve yaşam şartlarına müdahale etmiştir. Çağdaş sosyal politikanın ilk oluşum evreleri, kadın ve çocuklar gibi sanayide çok uzun saatlerle çalıştırılıp özel olarak korunma ihtiyacı içinde olan kesimlerle başlamıştır. Ücretler, günlük çalışma saatleri, izinler, gece çalışması, iş kazası ve meslek hastalıkları gibi doğrudan çalışma koşullarının düzenlenmesine yönelen kurallarla işçi sınıfının bütününe yaygınlaşma eğilimi sergilemiştir. Bu önlemler, “işçinin yalnızca işleyen bir alet, makinanın bir uzantısı olmaması nedeniyle, işçinin fizik varlığının korunmasına yönelik” olarak uygulama alanı bulmuştur.
Çağdaş Sosyal Politikanın Gelişimi
Çağdaş sosyal politikanın geliştiği dönemin kökleri, ağırlıklı olarak çalışma ilişkilerine dönük düzenlemelere ve 1870’li ve 1880’li yıllarda özellikle Almanya’da Bismarck döneminde görülen sosyal güvenlik uygulamalarına dayanmaktadır. Ancak çağdaş sosyal politikanın gelişiminin esas olarak 1930’lu ve 1940’lı yıllardan sonra varlık kazandığı söylenebilir. Bu dönemde, savaş yıllarının da etkisiyle toplumsal sınıflar arasında bir uzlaşı arayışı daha çok güçlenmiştir. Çağdaş sosyal politikanın gelişimi çerçevesinde sosyal hakların oluşumunu da sağlayacak şekilde yaşama geçirilen uygulamalar şunlardır:
- Bireysel ve toplu iş hukuku,
- Uzun (yaşlılık, malullük, ölüm) ve kısa vadeli (iş kazası, meslek hastalıkları, hastalık, analık) sigorta dalları,
- Eğitim, sağlık, konut/barınma,
- Ücret/asgari ücret, işsizliğin önlenmesi, yüksek bir istihdam düzeyinin sağlanması, işsizlik sigortası, gelir dağılımı,
- Sosyal hizmetlerin yaygınlaşması,
- Yoksullukla mücadele, asgari bir gelir ve geçim düzeyini hedefleyen politikalar ile sosyal yardımlar,
- Mesleki eğitim programları.
Görüleceği üzere, çağdaş sosyal politikanın gelişimi ve güçlenmesi döneminde sosyal politika hem kapsam hem de uygulama içeriği bakımından genişlemiştir. Kapsam açısından ele aldığımızda, sosyal politika başlangıç dönemlerinde sadece dar anlamda endüstri, yani imalat endüstrisi alanındaki ilişkilerin düzenlenmesine odaklanmış; bu ilişkilerin düzenlenmesinde de öncelikle çocuk ve kadınlara dönük koruyucu önlemler getirmiş; ardından bütün işçileri ilgilendiren kurallar koymuştur. Daha sonra ise doğrudan çalışma ilişkilerinin bir parçası olmasa da tüm toplumu ilgilendiren sosyal koruma ve güvence hakları gündeme gelmiştir. Uygulama içeriği açısından baktığımızda ise doğrudan çalışma ilişkilerine dönük bağımlı çalışanları koruyucu ve onlara güvence sağlayan hükümler getiren düzenlemelerden, toplumun tüm kesimlerinin çalışma yaşamı dışındaki varlıklarını koruyan yapı ve kurumlara doğru bir evrimin söz konusu olduğu görülmektedir.
Çağdaş Sosyal Politikanın Genişlemesi
Çağdaş sosyal politikanın ilgi alanı özellikle 1970’li ve 1980’li yıllardan sonra bir halka daha genişlemiştir. Sosyal politika bu dönemlerden başlayacak şekilde, “çocuk, kadın, çevre, tüketici hakları”, engelliler, dezavantajlı gruplar, cinsel yönelim ayrımcılığı yaşayanlar gibi kesimlerin ekonomik ve sosyal sorunlarıyla da ilgilenmeye başlamıştır.
Sosyal Hakların Oluşumu
Çağdaş sosyal politika araçları, yoksulluk yardımlarından farklı olarak hak statüsünde kurumsallaşmıştır. Bu kurumsallaşma, hakların sosyal haklar olarak yeniden kuruluşuna ve sosyal haklar kataloğunun oluşumuna denk düşer. Eşitlik ve eşitsizlikleri tanımlamada başvurulan; sosyal ve ekonomik olan, emek ve sermaye, piyasa ve toplum gibi ikiliklerin barındırdığı çelişkilerin azaltılmasında, haklar rejiminin oluşumu ve sosyal haklara doğru evrimi merkezi bir öneme sahiptir. Bu çelişkilere yönelik kamu müdahalesi, sosyal hak biçiminde genelleşen sosyal politikalarla gerçekleştirilmiştir. Tam da bu noktada, hakların kamunun piyasaya sınırlandırıcı müdahaleleriyle sosyal bir boyut kazandığı hatırlanmalıdır. Sosyal politikanın kapsam ve içeriğinin gelişimi, devletin sosyal boyutunun kurumsallaşması sosyal hakların yerleşmesiyle mümkün olmuştur. Haklar rejiminin evrimi, toplumsal sınıf hareketleri/mücadeleleri açısından değerlendirilmelidir. Sosyal hakların, sosyal eşitsizliklere karşı verilen mücadele içerisinde ortaya çıktığının altını çizmek gerekir. Klasik haklar, bireyi devlet karşısında, sosyal haklar ise işçi sınıfını sermaye sınıfı ve piyasanın yarattığı ekonomik ve sosyal risk ve eşitsizlikler karşında koruyan haklar olarak değerlendirilebilir. Klasik haklar, büyük ölçüde aristokrasi ile burjuvazi arasında, burjuvazinin emekçi sınıfları da kattığı mücadelelerin ürünü iken, sosyal haklar ise burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki, işçi sınıfı ve diğer güvencesiz kesimlerin kapitalizme ve onun etkilerine karşı verdiği mücadelelerin bir ürünüdür. Özgürlük ve eşitlik burada öne çıkan iki kavramdır. Burjuva eşitlik anlayışının ortaya çıkışına paralel olarak, işçi sınıfının da eşitlik anlayışı belirmiştir ancak işçi sınıfı, eşitliğin sadece soyut düzlemde değil, ekonomik ve toplumsal olarak da yaşama geçmesini talep etmektedir. Klasik hakların oluştuğu dönem, işçi sınıfının aynı zamanda sosyal haklar için mücadele ettiği, talepte bulunduğu da bir dönemdir. Sosyal haklara dönük talepler, özellikle 1848 Devrimleri sırasında dile getirilse de ortak mülkiyet ve çalışma hakkı gibi ekonomik ve sosyal hak istekleri burjuva devrimlerinin içinde de ileri sürülmüştür. Bu talepler ilerleyen süreçte, sendikal haklar olarak bilinen sendika, toplu sözleşme ve grev hakkına doğru genişlemiştir. İşçi sınıfının bu dönemdeki mücadelesi sadece sosyal hakların kazanılmasını değil, aynı zamanda klasik hakların gerçekleşmesi ve genelleşmesini de amaçlamış ve mücadelenin bir boyutu ekonomik ve sosyal haklar iken, diğer boyutu hep siyasal haklar olmuştur. Siyasal haklar söz konusu olunca, genel oy hakkı mücadelesi, oluşmakta olan işçi sınıfının siyasal varlığını ortaya koyduğu büyük bir talep ve direniş olarak belirginleşmiştir. Bu arada nasıl sosyal haklar olmadan klasik haklar tam olarak uygulanamazsa, sosyal hakların da klasik haklardan önemli bir güç aldığını eklemek gerekir.
Sosyal Politikaların ve Sosyal Devletin Temel Özellikleri
Çağdaş sosyal politikanın gelişim çizgisini ve sosyal haklar kataloğunun oluşumunu genel hatlarıyla gördükten sonra, sosyal politikanın ve sosyal devletin temel niteliklerine ilişkin kimi notlar düşmek yararlı olacaktır. Özellikle geniş anlamda sosyal politika ve sosyal devletin varlık kazanması sıraladığımız şu olgular etrafında anlaşılabilir:
- Kapitalizmin krizlerini ve sermayenin gereksinimlerini içeren yapısal gelişim özellikleri, üretim ve birikim süreçlerinin düzenlenmesi,
- İşçi sınıfı hareketinin ve sendikal mücadelenin yükselişini ve taleplerini de içeren toplumsal sınıf ilişkileri,
- Kapitalizmin ve piyasanın beraberinde getirdiği ekonomik ve sosyal riskler,
- Bağımlı nüfusun ve ücretli emeğin korunması ve güvence altına alınması,
- Yoksulluk sorunu,
- Kamu merkezli bir etkinlik olması,
- Metadışı kamusal sosyal refah hizmetleri yaratması,
- Yurttaşlık haklarına dayalı bir gelişimin ürünü olması,
- Devletin sınıfsal niteliği ve siyasal iktidar ilişkilerinin devamlılığı için bağımlı nüfus üzerinde hegemonyanın sağlanması.
Sermaye Birikimi, Emek Gücü ve Sosyal Politika
Sosyal politikanın ve sosyal devletin, ücret ilişkisi bakımından anlamı, bir yandan emek gücünün (çalışma kapasitesi ve yeteneği) oluşumu ve işçileşme süreçlerinin yaygınlaşması diğer yandan ise emek gücünün yeniden üretimi temelinde anlaşılabilir. Sosyal politika, çalışma yaşamının beraberinde getirdiği sorunlara karşı koruma sağlarken çalışabilir nüfusun çalışma yaşamı dışında kalmasına olanak tanıyacak araçları yaratma eğiliminde değildir. Buna göre, sosyal politikanın değişen araçları, mülksüzleşme ve işçileşme süreçlerini içeren ücret ilişkisinin yaygınlaşmasının beraberinde getirdiği ekonomik ve sosyal risklere karşı bağımlı ve güçsüz nüfus kesimlerini sosyal koruma ve güvence altına almaya çalışmıştır. Sosyal politika ayrıca aynı kesimlerin yaşamlarını sürdürebilmek için emek güçlerini satmak ve ücret ilişkisi dışında geçim yolları bulmalarını engelleyecek bir karaktere de sahip olmuştur. Yoksulluk, gelir ve çalışma testlerine dayalı asgari geçimi hedefleyen sosyal yardımlar, mesleki eğitim programları, aktif işgücü piyasası politikaları, düşük işsizlik ödenekleri bu çerçevede değerlendirilebilir. Bunu sosyal politikanın ikili karakteri olarak nitelendirebiliriz.
Bir Kamu Politikası Olarak Sosyal Politika
Sosyal politikaların müdahale ettiği ve düzenlediği alan, devlet dışı kimi aktörlerin faaliyetlerine de konu olsa da sosyal politika dediğimizde öncelikle ve ağırlıklı olarak, devletin/kamunun faaliyetlerini anlıyoruz. Bu yönüyle sosyal politika, esas olarak kamu tarafından sürdürülen, kamuya ait bir politikadır.
Siyasal Rejim ve Sosyal Politika
Sosyal politika ve sosyal devletin gelişimiyle siyasal rejimin niteliği arasında da bir bağ kurulmaktadır. Haklar rejiminin evrimi, yani klasik haklardan sosyal devletin omurgasını oluşturan sosyal haklara doğru ilerleyen çizgi, toplumdaki verili siyasal rejimle de karşılıklı ilişki içerisindedir. Bu noktada, sosyal refahı sağlayan araç ve politikalarla, o toplumun örgütlenme ilkeleri arasında yakın bir bağ bulunduğunu düşünmek gerekir. Pek çok yönetim biçiminin çeşitli sosyal politikalar uygulayabildiği görülmekle birlikte, sosyal politika ve sosyal devletin ağırlıklı olarak çoğulcu, katılımcı ve parlamenter demokratik rejimler içerisinde geliştiğine işaret edilmektedir. Bu belirlemede, demokratik katılım mekanizmalarının varlığına, hak ve özgürlüklerin gelişimine, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne özel olarak dikkat çekilmektedir. Sosyal koruma ve güvencenin, “ancak güçlü bir parlamenter karar ağı ve güçlü bir icra erki ile” yaşama geçebileceği fikri kabul edilmiş, sosyal politikalar ve sosyal devletle demokrasi arasında yakın bir ilişki kurulmuştur.
Yurttaşlık ve Sosyal Politika
Sosyal politikanın gelişiminde ihtiyaç ve yurttaşlık önemli bir yere sahip olmuştur. Refaha erişimde önceleri çalışma, gelir ve sosyal güvenlik yoklamasına dayanan ihtiyaç tespiti yöntemleri temelinde uygulayıcı otoritenin takdir yetkisini temel alan dar bir ihtiyaç yorumunun hâkim olduğu görülür. Bu tür programlar doğrudan yoksullar, kadın ve çocuklar gibi belirli kesimlere ağırlıklı olarak gelir, sosyal güvenlik ve çalışma yoklaması temelinde sunulur. Zaman içerisinde ise yurttaşlığa dayalı evrensel, genele dönük programlar temelinde hakları ve hak sahibi olmayı ve talep edilebilirliği temel alan geniş bir ihtiyaç yorumuna geçilmiştir. Bu geçiş sürecinde, refaha erişime dönük ihtiyaca dayalı örgütleyici ilke, piyasa ilkesinin karşısına koyulmuştur.
Piyasa ve Sosyal Politika
Sosyal politika, piyasanın sorumluluğuna bırakıldığında büyük sosyal eşitsizlikleri beraberinde getirecek eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğe erişim, geçimini sürdürecek yeterli gelir düzeyi gibi ekonomik ve sosyal ihtiyaçları, kamu örgütlenmesi aracılığıyla karşılamaya yönelir. Böylelikle sosyal politika, kamu müdahalesi olmaksızın toplumun kendi kendine geliştiremeyeceği koruyucu yöntemler ve güvence sağlayan amaçlar yaratarak piyasaya müdahale etmektedir.
Risklerin Tazmini ve Sosyal Politika
Sosyal politika ve sosyal devletin temel nitelikleri arasında, kapitalizmin ve piyasanın beraberinde gelen çeşitli ekonomik ve sosyal risklere yapılan müdahaleleri de saymak gerekir. Gelir yetersizliği, işsizlik, düşük ücretler, çalışma koşullarının yetersizlikleri, iş kazası ve meslek hastalıkları, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik olanaklarından yoksunluk, barınma sorunları bu riskler kapsamında ilk planda akla gelenler arasında sayılabilir. Kapitalizm ve refah arasındaki ilişkide, bağımlı ve güçsüz nüfusun sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması ve karşılaştıkları bu risklerin tazmini, sosyal politikalarla mümkün olmuştur. Düşük ücretli çalışma, kötü çalışma koşulları, iş kazası ve meslek hastalıkları, kayıt dışılık ve sosyal güvenlik sorunları, toplu iş ilişkilerinden dışlanma gibi konular çalışma yaşamı temelinde ortaya çıkan ekonomik ve sosyal riskler arasında sayılabilir. e sosyal refahın yaygınlaşması ve sosyal devletin oluşum sürecinde işsizlik, engellilik, maluliyet, yaşlılık, emeklilik, iş kazası ve meslek hastalıkları gibi nedenlerin bir sonucu olarak ücret ilişkisinin dışında kalmış olanlar da sosyal koruma ve güvence kapsamına alınmıştır. Ancak sözü edilen kamusal bakım ve geçimin, çalışabilecek durumda olanları çalışmaktan alıkoymayacak bir düzeyde olmasına da dikkat edilir. Bu kesimler, emek güçlerini satıp çalışmaya başlayacakları ana kadar korunacakları ve bir yandan da onları çalışmaya zorlayan bir bakım ve geçim düzeyi içerisinde tutulmaya çalışılır.
Toplumsal Sınıflar ve Sosyal Politika
Sosyal politika, en başından itibaren kapitalizmin bir parçası olmuş ve onun beraberinde getirdiği temel sınıfsal ilişkileri veri kabul ederek gelişmiştir. Gerek dar anlamda gerekse geniş anlamda sosyal politikanın toplumdaki farklı sınıflar arasında bir denge ve uzlaşı amacına yöneldiği, böylesi bir işleve sahip olduğu görülmektedir. Bu nitelik, sosyal politikanın bir parçası olduğu kapitalist egemenlik ilişkilerinin ve sınıfsal yapının korunması ve yeniden üretimiyle ilgili olduğu kadar özellikle 20’nci yüzyılın ortalarından başlayacak şekilde devlete yüklenen rollerle de bağlantılıdır. Bu roller, özellikle 1940’lı ve 1950’li yıllardan itibaren, kitlesel talep koşullarını yaratan Fordist birikim rejimi, Keynesyen iktisat politikaları, endüstri ilişkilerinde toplu pazarlığa dayalı kurumsallaşmış yapılar, sosyal koruma ve güvencenin artması ve yaygınlaşmakta olan sosyalist ülkelerin sağladığı ortamda kök salmıştır. Sosyal eşitlik ve adalet fikri temelinde oluşan sosyal uzlaşı giderek güçlenmiş ve devletin toplumsal sınıflar arasındaki uyumu sağlama rolünü pekiştirmiştir.