Çağdaş Sosyoloji Kuramları Dersi 5. Ünite Özet
Tüketim Toplumu, Simülasyon/ Simülakrlar Ve Sessiz Çoğunluk: Jean Baudrillard
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Tüketim Toplumu, Simülasyon/ Simülakrlar ve Sessiz Çoğunluk: Jean Baudrillard
Kitle iletişim araçları ve tüketim üzerine 20.yy’ın en önemli düşünürlerinden biri olan Fransız Sosyolog’un simülasyon kavramı ‘Matrix’ filmi’ne konu olmuş ve filmin bir sahnesinde “Simülakrlar ve Simülasyon” kitabı da görüntülenmiştir.
“Biz, hayatın TV içinde ve TV’nin hayat içinde kaybolduğu bir çağda yaşıyoruz” ifadesi önemli bir düşünür olduğunun kanıtı niteliğindedir.
Bu dönemin zararlı bir toplumsal yönelimde olduğunu, gerçekliği kavramanın mümkün olmadığını ve dolayısı ile onu değiştirmenin de olanaksız olduğunu vurgular.
Onun hiçbir gerçekliğin olmadığı, hiçbir geçmişin olmadığı, oysa medyanın tarihi yeniden yarattığını, hiçbir geleceğin ve hiçbir anlamın bulunmadığı açıklamaları postmodernistlerin en radikal ve terbiyesiz olanı biçiminde eleştirilmesine neden olmuştur.
Modernleşmenin sosyal bilimi olan sosyolojinin toplumsal, sınıf, kitle, güç, statü, kurum gibi kavramlarının anlamının içinin boşaltıldığına değinen Baudrillard, tüm bu kavramların anlam zedelenmesine uğrayarak içe patladığını (implosion) belirtir.
Baudrillard eleştirel yaklaşımını, “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm” adlı kitabında Batılı toplumların tarihsel bir sürecin sonuna geldiği ve ulaştıkları bu uygarlık düzeyinin gerçekte ulaşılabilecek en üst aşama olarak nitelendirilmemesi gerektiği, aksine bir başarısızlığın simgesi olarak yorumlanabileceği, biçimde ifade eder.
Günümüz düşün dünyasının en çarpıcı isimlerinden olan Baudrillard esas olarak simülasyon, kitlelerin zihniyeti, öteki, baştan çıkarma gibi konuları kitaplarında incelemiştir. Üretimin rasyonel bir etkinlik olmadığını ileri sürmüş, tüketicinin reklam vb. yollarla aldatılmasını göz boyayıcı bir oyun ve hem üretimi hem de tüketicinin isteğini tehdit eden bir öge olarak nitelemiştir.
Gösterge Evreleri
Geleneksel sosyal gruplarda kültür aynı sosyal bağlamda üretilmiş ve kullanılmıştır. Bunu şu anki tartışmada sembolik alışverişin gerçekleştiği bir zemin olarak “yerleşik (grounded) kültür” diye adlandırır. Ancak ABD gibi bir toplumda kültürün büyük bir bölümü kapitalistler, reklam ajansları ve kitle iletişim araçları tarafından üretilmekte ve dönüşüme uğratılmaktadır. Bunu da “metalaşmış kültür” olarak kavramsallaştırır. Geleneksel sosyal grupların üyeleri yerleşik kültür tarafından; postmodern kültürün üyeleri ise metalaşmış kültür tarafından çevrelenmiştir.
Yerleşik ya da temsil eden kültür fikriyle birlikte, Baudrillard’ın incelediği göstergenin dört halini Allan’ın “Contemporary Social and Sociological Theory (2006: 338-340)” kitabından aktaralım:
- Modern öncesi toplumlarda ortaya çıkar. Burada önemli olan etken modern öncesi toplumlarda dilin aracısız olmasıdır. Gösterilenle gösterge arasında güçlü bir korelasyon ve ilişki vardır. Bu aşamada, bütün iletişimsel eylemler -ifade, hediye verme, ritüeller, alışverişler vb. dâhil- sosyal gerçekliğe doğrudan bağlıdır ve onu ifade etmeye yöneliktir. Sembolik alışverişin doğum yeri de burası olmuştur.
- Gösterge, kabaca Rönesans ve Endüstri Devrimi arasında üstünlük kurmuştur. Doğrudan temsil hala vardı, ancak belli insan idealleri o dönemde daha baskın oldu. Örneğin sanat hala görünen dünyanın gözlemlenmesine dayanıyordu ve matematiksel denge, perspektif gibi değerleri barındırıyordu.
- Endüstri Devrimi’yle başlamıştır. Bu genellikle modernite olarak adlandırılan dönemdir. Tüketim mallarının artması, boş zamanın artması, daha fazla insana verilen örtülü ödeneğin miktarı artması tüketim mallarının algılanışını önemli ölçüde değiştirmiştir. Burada malların statü ve güç sembolleri olarak kitlesel kullanımını görebiliriz. Thorstein Veblen (1899) bu fenomeni gösterişçi tüketim olarak adlandırmıştır. Baudrillard bu çağı tüketim toplumunun başlangıcı olarak nitelendirir. Metalar gösterge değeri kazandıkları yola burada girerler ve sembolik alışveriş bir metalaşmış göstergeler yığını altında kaybolur ve tüketim işçiliği fiziksel işçiliği alt eder. Tüketim işçiliği, bir kişinin kendisini metalaşmış göstergeler matrisinde kurulmuş ve orada geçerli olan bir kimlik içinde konumlandırmak için çalışmasıdır. Her meta diğer metalarla göstergesel bir ilişki içerisindedir. Üzerinde “hayal edin” yazılı etiketler bulunan dekoratif bahçe kayalarından traktörlere, kıyafetlere, peynire, müzik dinleme şeklinizden (kayıttan, CD’den ya da MP3 çalardan), nereden alışveriş yaptığınıza ve hatta aldıklarınızı eve neyin içinde (plastik, kâğıt poşet ya da tekrar kullanılabilir torba) götürdüğünüze kadar.
- İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra başlamıştır ve günümüze kadar gelir. Dördüncü aşama endüstri sonrası toplumlarda ortaya çıkar. Burada, üretimden bilgi temelindeki teknolojilere doğru bir geçiş vardır. Buna ek olarak, hatta daha da önemlisi Baudrillard’a göre bu toplumlarda iletişim teknolojilerinin ve kitle iletişim araçlarının sürekli geliştirilmesi ve yaygınlaşması belirleyicidir.
Göstergeler kendilerinden başka hiçbir şeye gönderme yapmaz; kendilerinin gerçeklikleri ve insanların bahsedebileceği tek gerçeklik durumundadırlar. Çünkü Baudrillard, hiçin göstergeler düzeyine yükselmesini ya da hiçin göstergeler sisteminin su yüzüne çıkmasını sanatın temel olayı olarak niteler.
Tüketim Toplumu
Baudrillard’a göre günümüz toplumları nesnelerin, hizmetlerin, maddi malların çoğaltılması ile oluşturulan ve insan türünün ekolojisinde bir dönüşüm yaratan çılgınlık ölçüsünde bir tüketim ve bolluk gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Bireyler günümüzde tüketim davranışları ile bir göstergeler nesnesini satın alırlar. Böylece tüketim, bir var olma modu haline gelir. Baudrillard bu durumu Marx’ın kuramı ile bağlantılandırarak açıklar. Marx’ın kuramında önemli olan üretimdir, üretimi çoklaştırmak ve kârı maksimize etmek, sistemin temel işleyiş felsefesidir. Oysa günümüzde önemli olan tüketimdir. Dolayısı ile günümüzde ekonomi politikten uzaklaşmış, kültürel ve ideolojik boyut ön plana çıkmıştır. Artık malların değişim değeri yerine gösterge değeri önemli olmaya başlamıştır.
Medya, kurgulamış olduğu gerçekliği gerçekliğin teminatıyla doğrulanmış göstergeleri tükettirir. Medya, haberin merkezinde olmak ve teminat altına alınmış göstergeler bütünü söylemi ile bir tüketim praksisi yaratır. Tüketim praksisi bir merak ilişkisi ve bir yanlış bilme boyutu ile kendini anlamlandırarak tüketim toplumunun karakteristiği olan davranışları betimler .
Daha da önemlisi bütün haberler bir merkezi konum yaratılarak gerçeklik kurgusu içinde doğruluk ve nesnellik söylemleri etrafında inşa edilir. Dolayısı ile Baudrillard’a göre kitle iletişim araçlarının sunduğu gerçeklik değil, gerçekliğin baş döndürücü halidir. Gerçeklik bir simülasyondur, yanılsamadır.
Tüketimin yerinin gündelik yaşam olduğunu belirten Baudrillard, gündelik yaşamı, hem günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve sürekli tekrarı hem de bir yorumlama sistemi olarak tanımlar. Gündeliklik bir taraftan makro diğer taraftan mikro yaşam alanlarının bölümlenmesini getirir. Gündeliklik gerçekliğin ve tarihin baş döndürücülüğüne ihtiyaç duyması ile dinginlik sağlar. Bu dinginlik şiddeti tüketmeye eğilimlidir. Tüketim toplumunda bolluk savurganlıkla eş anlama gelir. Baudrillard, bolluğun önlenemeyen ilerleyişini savunanlar ile kıtlığın tehditkârlığından kaynaklanan savurganlığına üzülenlerin aynı kişiler olduğuna dikkat çeker. . Örneğin, reklamlar aracılığı ile size iletilen mesaj, “arabanızı çarpın, gerisini sigorta halleder” ifadesi, bireylerin sıkıntı duymalarına gerek olmadığı firmanın bu işleri kolayca halledebileceği yeter ki bireyin buna istekli olması anlamına gelir. Baudrillard, bunun kapitalist sistemin kendini yeniden üretmesine dönük bir uygulaması olduğunu ifade eder .
Galbraith’in belirttiği “ihtiyaçların aslında üretimin ürünü olduğu” görüşünü Baudrillard, “ihtiyaçlar sisteminin üretim sisteminin meyvesi” olduğuna çevirir. Birey kendisi için haz duyar, ancak tüketim bir haz duyma aracı değildir. Bu tamamen tüketim üzerine geliştirilen ideolojik bir söylemdir, bir anlamlandırma düzenidir. Baudrillard’a göre zaman bir iştir. Zaman tıpkı verimli bir ürün gibi boşa harcanmaz, fakat verimli zamanın bütün kısıtlamaları boş zamanı yeniden üretir. Bir atıl zaman olmadığı gibi özgür zaman da değildir. Kullanılmayan zamanın tüketimidir. Öte yandan zaman bir görevdir. Boş zaman çalışmanın karşıtıdır fakat özgür zaman değildir. Çalışma dışı zaman, çalışma yaşamının tükenmişliğinden kaçıp sığınılan bir durgunluk zamanı değildir. Aksine dinlenme ve kazanım zamanıdır.
Baudrillard, kapitalist toplumda bir malın kullanım ve değişim değerinin bulunduğundan söz ederken, günümüz tüketim toplumunda bu değerlerin gösterge değere dönüştüğünü anlatır. Birey ne kadar çok tüketirse o kadar çok saygınlık kazanmakta ama diğer taraftan moda değeri olan ve hızla yinelenen malların tüketimini gerçekleştirdiğinde de prestiji artmaktadır. Baudrillard’a göre günümüzde tüketimin ilerleme ve mutluluk anlamına gelmesini ve bireyin tercihlerinin çoğalmasını, sistem tarafından üst gerçeklik (hiper-realite) yaratılarak demokrasinin varlığı ile örtüştürülmekte ve toplumun refah anlayışının göstergesi sayılmaktadır. Oysa bu bir yanılsamadır.
Baudrillard’a göre günlük alışverişten lüks tüketime, bedenin inşasından cinselliğe, reklamlardan pop art’a, bireylerin spor yapma ve dinlenme biçimlerine varıncaya kadar tüm yönleri ile bir tüketim çılgınlığı yaşadıklarını belirtir. Nesnelerin tüketimi toplumda çeşitli araçlarla desteklenerek bireylere aktarıldığı için yaşanılanların normal olarak algılanmasına neden olmakta ve bir hiperuyumluluk (hiper-conformity) sağlanmaktadır. Aşırı emek ve tüketim baskısının insanlarda yarattığı normalleşme algısı aynı zamanda hiper-uyumluluk sağlamakta ve böylece nesnelerin tüketimi ile toplum kontrol edilmektedir. Bu denetim sürecine Baudrillard, “sibernetik kontrol” adını vermektedir .
Baudrillard, simülasyon kavramını bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçekliğin modeller aracılığıyla yeniden türetilmesi anlamında kullanır. Simüle etmek -miş gibi yapmak değildir. Birebir gerçeğin yeniden üretilmesidir. Baudrillard, tüketim kültürlerinin ortaya çıkışı ile yüksek ve aşağı sanat, derin ile yüzeysel, kültür ile meta, gösteren ile gösterilen ve insan ihtiyaçları fikri ile geç kapitalizmin sundukları arasında çizilen alışılmış ayrımları radikal bir şekilde sorgular. Gerçeğin yerini simülasyon almıştır. Bugün gerçeklik onun hiper gerçekliği olarak karşımızda durmaktadır. Gerçeklik simülasyonla üretilip çoğaltıldığı için her zaman fazlasıyla var olacaktır.
Bir hastalığı simüle eden kişi, kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir. Öyleyse der Baudrillard “mış” gibi yapmak (feindre) ya da gizlemek (dissumuler) gerçeklik ilkesine zarar veremez, yani bunlarla gerçeklik arasında her zaman açık seçik bir fark vardır. Oysa simülasyon bu “gerçekle” “sahte” ve “gerçekle” “düşsel” arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır. Simülasyonun bilinçli olarak seçtiği tıp ve ordunun dışında bir de din olgusunun bulunduğunu söyleyebiliriz. Baudrillard burada Bizans ikonalarına göndermede bulunarak, imgelerin/göstergelerin her zaman ölümcül bir güce sahip olduklarından bahseder.
Sanatta önemli olan illüzyon yaratmaktır. Çünkü illüzyon gerçekliğe ait bir nesneyle ilgilidir, diğer bir ifade ile gerçeğe bağımlıdır. Oysa günümüzde gerçeklik yitirilmiş olduğundan sanatın temeli olan illüzyonda kaybolmuştur. Baudrillard, simülasyonun gerçeklik ve illüzyonun bittiği yerde başladığını ileri sürmektedir. Böylece postmodern dönemde gerçeklik yitirilmiş insanlar da “gerçeğin yerini almış olan simülakrlar”ın içinde yaşamaktadırlar.
Amerika ve Gerçekliğin Kusursuz Cinayeti; Simülasyon evreninde “gerçekle” “düşsel”, “gerçekle” “sahte” arasındaki farkın ortadan kalktığını söyleyen Baudrillard bu belirlemeyi, Disneyland örneğinde şöyle açıklar: Disneyland, bütün simülakr düzenlerinin iç içe geçtiği kusursuz bir modeldir. Disneyland’ın her köşesinde nesnel bir Amerika profiliyle karşılaşabilmek mümkündür. Baudrillard’a göre, Disneyland “gerçek” ülkenin “gerçek” Amerika’nın bir Disneyland’a benzediğini gizlemeye yaramaktadır. . Disneyland’ı düşsel bir evren olarak sunma arzusunun gerisinde yatan şey, Disneyland’ın dışında kalan evrenin gerçek bir evren olduğuna inandırma düşüncesidir. Oysa Disneyland’ı çevreleyen Los Angeles ve Amerika gerçeğe değil, hiper gerçeğe ve simülasyona aittir. Burada sorun yanıltıcı bir yeniden canlandırılmış gerçeklikten çok, gerçeğin gerçeğe benzemediğini gizleyebilmek ve gerçeklik ilkesinin devamını sağlayabilmektir.
Anlamın Zedelenmesi; Kitle iletişim araçları sunumları ile sürekli imge ve anlam üretmekte dolayısı ile kitleleri anlamın egemenliği altında tutmaktadır. . Kitleler tam tersine kendileri- ne iletilen anlam bombardımanı karşısında özgürdürler kitleler anlamdan uzaklaşmaktadırlar çünkü anlam, artık toplumları sürükleyip götüren bir unsur olmaktan çıkmıştır. Kitleler için anlam yerine gösteri önemlidir. Aslında kitle vurdumduymaz değildir. İktidar da doğrudan onu vurdumduymaz olarak güdümlemez. Ancak iktidar güdümleme işini başka alanlara -futbol, film, pop müzik gibi- devrederek kendini bu işin dışında tutar kitle vurdumduymaz davranışının farkında olarak anlam istemekten kaçınır, bunun yerine özellikle gösteri istediğini açığa çıkarır. Çünkü kitle anlamın gerçekliği altında ezilmek istemez.
Postmodern dünya anlamdan yoksundur; postmodernite, teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir nihilizm evrenidir. Böylece kehanet gerçekleşmiştir der, Baudrillard; göstergenin en yüce işlevinin gerçekliği ortadan kaldırmak ve aynı zamanda bu kayboluşu perdelemek olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Oysa postmodern çağda nesneler anlamını yitirmiştir ve her şey medya tarafından gösteriye dönüştürülmüştür. Anlamın ve modernitenin tüm göndergelerinin ve sonulluklarının yıkılışından sonra, postmodernizm boşluk ve acıya verilen bir yanıt olarak betimlenir. Artık yapılacak şey parçalarla oynamaktan ibarettir. Parçalarla oynamak, işte bu postmoderndir. Postmodernite ne iyimserdir ne de kötümser. Yıkıntıdan artakalanlarla oynanan bir oyundur. ‘Post’ olmamız bundandır, tarih durdu, anlam› olamayan bir tür tarih sonrasındayız. Böylece tüketim kullanım değerinin tüketimi olarak, maddi bir yarar olarak değil, göstergelerin tüketilmesi olarak değerlendirilir.
Kitle’den Sessiz Yığına/ Çoğunluğa; Baudrillard’a göre artık gerçekliğin yerini simülasyonun aldığı Batı toplumlarında kitleler giderek ortadan kalkmakta, buharlaşmakta ve onların yerini “sessiz yığınlar” almaktadır. Kitlelerin anlamını yitirip sessiz çoğunluğa dönüştüğü bu belirsiz düzen, Postmodernist döneme karşılık gelmektedir. Baudrillard’a göre modern toplumda metalaşma, mekanizasyon ve teknoloji gibi alanlarda dışa doğru patlama (explosion) söz konusu iken, her şeyin birbiri içine girerek içe doğru bir patlamanın (implosion) ortaya çıkması Postmodern toplumda varolmuştur.
Bununla birlikte Baudrillard kitlenin sessizliğinin bir patlamaya da açık olduğunu bu nedenle kitleden belli bir anlamda umutlu olduğunu söyler. Ona göre, iktidarın üzerinde güçlü bir simülasyon etkisi bulunmasına rağmen kitlenin de ters simülasyon uygulayarak iktidarı çökertme gücünün bulunduğunu gözden uzak tutmamalıyız.