Temel Ceza Muhakemesi Hukuku Bilgisi Dersi 6. Ünite Özet
Deliller
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Genel Açıklamalar
Ceza Muhakemesinde İspat Sorunu ve Delil Kavramı
Ceza muhakemesinde maddi gerçek aranmaktadır. Maddi gerçek, bugüne dayanılarak dünün öğrenilmesidir. Bu ise ancak ispat araçları ile, yani delillerle olabilir. İddia makamı, sanığın suçluluğu hususunda yargılama makamının şüphesini psikolojik olarak güçlendirmeye çalışırken (tez); savunma makamı bunu engellemeye çabalayacaktır (antitez). Yargılama makamı ise bu farklı ve çelişik düşünceleri bir tek düşüncede birleştirecektir (sentez). Böylece maddi gerçek, farklı ceza muhakemesi süjelerinin uyuşmazlığı birlikte çözme işlemi olarak ortaya çıkmaktadır. Delil ceza muhakemesinin her evresinde söz konusudur. Kanun, delillerin önemli ölçüde, mümkünse tamamen soruşturma evresinde toplanması esasını tercih etmiştir. Maddi gerçeğin ortaya çıkması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, suç şüphesi altında bulunan kişinin lehine olan deliller de soruşturma evresinde toplanacaktır. Bütün deliller duruşmada ortaya konacak ve tartışılacaktır. Bunun sonucunda, fiilin sanık tarafından işlendiği sabit olmaz ise, hakkında mahkumiyet kararı verilemez. Bir hususun sabit olması için o hususun aksinin mümkün olmadığının kabul edilmesi gerekir. Bir hususun yüzde doksandokuz mümkün görülmesi sabit olduğu anlamını taşımaz. Sübut noktasındaki bu şüpheden sanık yararlanır (şüpheden sanık yararlanır ilkesi-in dubio pro reo).
Serbest Delil İlkesi
Diğer bazı hukuk alanlarından farklı olarak ceza hukukunda ispat araçları önceden hazırlanmaz; hatta, genel olarak suç gizlilik içinde işlenir ve deliller yok edilmek istenir.
Soyut olarak her delil eşit değerdedir. Önemli olan delilin güvenilirliği ve sağlamlığıdır. Duruşmada ortaya konup tartışılmak kaydıyla, bütün delilleri hakim serbestçe değerlendirebilir. Başka bir deyişle, duruşmada ele alınmayan hiçbir delil hükme esas alınamaz. Delillerin takdiri bizzat hakim tarafından ve kural olarak sadece duruşmada ortaya konmuş deliller bakımından olabilmektedir. Kanunda, duruşmadan edinilecek kanaate göre delillerin takdir edilmesi öngörülmektedir.
Delillerin Ortak Özellikleri
Gerçekçilik : Delilin gerçekçi olması, onun beş duyumuzla öğrenilebilir, algılanabilir olmasını ifade etmektedir. Delil iç dünyamızın değil, elle tutulabilen dış dünyamızın yani gerçeğin bir parçası olmalıdır.
Akılcılık : Delilin akılcı olması, akla ve mantığa uygun olmasını, bilime aykırı olmamasını ifade eder.
Erişilebilirlik : Erişilebilirlik, delilin elde edilebilir olmasıdır. Ulaşılması hiçbir şekilde ya da belirsiz bir süre için mümkün olmayan bir delil ceza muhakemesinde kullanılamaz.
Olayı Temsil Edicilik : Delil, olayı temsil edici olmalıdır. Olayı temsil edicilik, geçmişte yaşanmış olayı anlatabilme ve gözümüzde canlandırabilme yeteneğini ifade etmektedir.
Müştereklik : Bu özellik, delilin içeriğinin, hükmün ortaya çıkmasında rol alan herkes tarafından bilinmesini ve tartışılmasını ifade etmektedir. Nitekim kanuna göre de hüküm, ancak, duruşmaya getirilmiş ve orada tartışılmış delillere dayandırılabilir. Bu özelliği taşımadığı içindir ki, hakim, olay hakkındaki kişisel bilgisine dayanarak hüküm veremez.
Hukuka Uygunluk: Suç ancak hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delillerle ispat edilebilir, hukuka aykırı elde edilmiş delillerin ikamesi ve değerlendirilmesi yasaktır.
Delil Çeşitleri
Beyan Delili
Şüpheli-Sanık Beyanı : Yargılama sonucunda verilen hükmün doğrudan muhatabı, suç şüphesi altında bulunan; yani ilk başta şüpheli, sonra sanık konumunda olan kişidir. Ayrıca şüpheli veya sanık, çoğunlukla olay hakkında doğrudan doğruya bilgisi olan tek kişidir. Bu nedenle onun açıklamaları önemlidir ve yine aynı nedenle ikrar en önemli delil sayılmıştır. Şüphelinin soruşturma evresinde yaptığı açıklamaları sadece bu evre bakımından beyan delilidir (şahsi delil). Bu açıklamalar kovuşturma evresinde gündeme gelebilir, hatta hükme esas alınabilir; ancak artık beyan değil belge delilinden (maddi delil) söz etmek gerekecektir. Buna karşılık sanığın kovuşturma evresinde yaptığı açıklamalar her zaman beyan delili niteliğindedir.
Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
- Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
- Kendisine yüklenen suç anlatılır (isnadı öğrenme hakkı).
- Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir (müdafiin hukuki yardımından yararlanma hakkı).
- 95. madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhal bildirilir.
- Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir (susma hakkı). Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır (meramını anlatabilme hakkı). Şüpheli veya sanığın susma hakkını kullanması, onun suçu işlediğini kabul ettiği anlamına gelmez ve ceza muhakemesi sürecinde aleyhine bir sonuç doğuracak şekilde kullanılamaz.
- İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
- İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, imkanlar dahilinde mümkün olduğunca teknik imkanlardan yararlanılır.
- İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır.
Tanık Beyanı
Muhakeme konusu olay hakkında beş duyusu aracılığıyla öğrendiklerini aktaran üçüncü kişiye tanık, bunun yaptığı açıklamalara da tanık beyanı denmektedir. Olay hakkındaki bilgi, beş duyu aracılığıyla uyuşmazlık konusu olayın algılanması biçiminde olabileceği gibi; başka kişilerden olayın duyulması şeklinde de olabilir. İkincisinde dolaylı tanıklıktan veya duyduğunu söyleyen kişinin tanıklığından söz edilir. Olay hakkında bilgi sahibi olmak dışında, tanıklık için herhangi bir şart söz konusu değildir. Herkes tanık olabilir. Tanıklık için belli bir fiziksel veya ruhsal olgunluk aranmamaktadır. Bu nedenle çocuklar, akıl hastaları, sanığın yakınları da tanıklık yapabilirler. Tanık, beyanda bulunmak ve doğru ifade vermek zorundadır. Bunun için gerektiğinde hakkında bazı zorlayıcı tedbirler uygulanabilmektedir. Çünkü olayın doğrudan doğruya tarafı konumunda değildir. Oysa gerek şüpheli veya sanık; gerekse mağdur veya suçtan zarar gören olayın tarafıdırlar. Bu nedenle, beyanda bulunmak zorunda olmadıkları gibi; beyanda bulunduklarında da doğru ifade vermek zorunda değildirler. Bu kişilerin bilgisine başvurulurken yemin verilmemesi bu yüzdendir.
Tanık Beyanının Değeri : Tanık olay hakkındaki bilgisini ya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak öğrenir. Doğrudan doğruya öğrenme ise çoğunlukla görmek suretiyle olur. Görgü tanığı kavramının yaygınlığı buradan gelmektedir. Olay hakkında doğrudan bilgi sahibi olan tanığa çeşitli nedenlerle ulaşılamaması, tanıklık yapmaması gibi durumlarda, ondan bilgi sahibi olan kişinin, duyduğunu söyleyen olarak dolaylı tanıklığı gündeme gelmektedir. Bu kişi, tanığın daha önce ifadesini almış olan kolluk görevlisi, savcı veya hakim olabileceği gibi; gizli bilgi kaynağından bilgi alan bir görevli ya da bir olay hakkında dolaylı bilgi sahibi olan herhangi bir üçüncü kişi olabilir. Dolaylı olarak bilgi edinmiş kişilerin tanıklığı, “ikinci derece tanıklık” veya “tanıklığın tanıklığı” olarak da adlandırılmaktadır. Tanık beyanının değeri, olayı aksettirdiği, temsil ettiği ölçüdedir. Nitekim tanık koruma kapsamında kimliği gizli tutulan tanığın beyanının tek başına hükme esas teşkil etmeyeceği kabul edilmektedir. Dolaylı olanı yanında, doğrudan tanıklıkta da beyanın güvenilirliğine ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Çünkü çok çeşitli sebeplerle tanıklar yanlış veya yalan beyanda bulunabilirler. Yanlış beyanda yalan söyleme iradesi yoktur, hatalı bilgi söz konusudur. Yalan tanıklıkta ise kasten gerçeğe aykırı beyanda bulunulmaktadır. Yalan tanıklıkta bulunmak suçtur.
Tanığın Yükümlülükleri:
- Tanığın Hazır Bulunması: Tanıklık kamusal bir görevdir. Bu nedenle kişiler tanıklık yapmak, tanıklık yapmak için de hazır bulunmak zorundadırlar. Tanıklık yapmak üzere hazır bulunması gereken tanık çağrı kağıdı (davetiye, celpname) ile çağrılır. Çağrıya rağmen mazeretsiz gelmemenin en önemli sonucu zorla getirmedir. Ayrıca, tanığın gelmemesinin sebep olduğu giderler de kendisine ödettirilir.
- Tanığın Yemin Etmesi: Tanık, beyanda bulunmadan önce yemin etmek zorundadır. Yeminden sebepsiz olarak çekinen tanık hakkında yeminden sebepsiz çekinmeden doğan bir gider söz konusu olmuşsa bu talep edilebilir. Ayrıca, tanığı yemine zorlamak üzere disiplin hapsi uygulanabilir. Bazı tanıkların yeminsiz dinlenmeleri gerekmektedir. Burada üç gruptan söz edilebilir. İlki , yaş küçüklüğü veya gerekli zihni olgunluğa sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliğini ve önemini kavramayacak durumda olan tanıklardır. Dinlenme sırasında onbeş yaşını doldurmamış olanlar ile ayırt etme gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini kavrayamayan bu kişilerin yeminsiz dinlenmeleri zorunludur. Yeminsiz dinlenecek olan ikinci grup ise, tanıklığa konu uyuşmazlıkla irtibatlı olarak bir biçimde suç şüphesi altında bulunmakla suçlanan veya suçlu bulunmuş olan kişilerdir. Yeminsiz de olsa, bu kişilerin bir kısmının tanıklığa zorlanması uygun değildir. Şüpheliliksanıklık ile tanıklık arasındaki çok önemli farklara rağmen, muhakeme konusu suça iştirakten şüpheli veya sanık olanların da kural olarak tanık gibi dinlenmeleri bir çelişkidir. Sanıkların birbirine karşı tanıklık yapması düşünülemez. Bu durumda hiç olmazsa, kendini suçlayıcı beyanda bulunma yasağı hükmünü işletmek uygun olacaktır. Tanık olarak dinlenmeleri halinde yemin verilmeyecek olan üçüncü grupta mağdurlar yer almaktadır. Muhakeme konusu uyuşmazlığın bir tarafı konumunda olmaları dolayısıyla, mağdurların, yemin baskısı altında bulunmaksızın ifade vermeleri kabul edilmektedir.
- Tanığın Beyanda Bulunması: Şüpheli veya sanıktan farklı olarak, tanık beyanda bulunmak zorundadır. Ancak bu zorunluluk mutlak olmayıp, istisnaları vardır. Bu istisnalar tanıklıktan çekinme kavramı altında değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Her bir tanık ayrı ayrı dinlenir. Henüz beyanda bulunmamış olan tanık, kendinden önceki tanıkların ifadesi alınırken orada bulunamaz. Duruşmada dinlenen tanığa öncelikle başkan veya hakim tarafından soru sorabilir. Daha sonra Cumhuriyet savcısı, müdafi ve vekil de duruşma disiplinine uygun olarak tanığa doğrudan, sanık ve katılan ise başkan veya hakim aracılığıyla soru yöneltebilirler. Tanıklıktan kanuni bir sebep olmaksızın çekinmek mümkün değildir. Kanuni bir sebep olmaksızın tanıklıktan çekinen kişi hakkında, bundan doğan giderlere hükmedileceği gibi, disiplin hapsi de uygulanır.
- Tanık Beyanı Olarak Yüzleştirme (Teşhis): Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin hallerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler. Ceza muhakemesi sistemi içerisinde yüzleştirme, bir tanık dinleme şekli olarak tanığı veya şüpheliyi teşhis yöntemi olarak kabul edilmektedir.
- Tanıklıktan Çekinme Yükümlülüğü:
- Meslek ve Sürekli Uğraşı Sebebiyle Tanıklıktan Çekinme: Meslek ve sürekli uğraşı nedeniyle tanıklıktan çekinme konusunda CMK, meslek sırrına sahip olan kişiden değil, bilginin ilişkin olduğu kişiden hareketle soruna çözüm getirmektedir. Burada hak sahibi olan, bilginin ilişkin olduğu kişidir. Bu kişi, bu bilgilerin açıklanmamasını isteme hakkına sahiptir. Bu hakkın doğal sonucu olarak, bu bilgileri, izinleri olmadığı sürece, herhangi bir kişiye açıklamamak, ilgili meslek mensubu ve sürekli uğraşı sahibi kişiler bakımından bir yükümlülük oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak, ilgili meslek mensubu ve sürekli uğraşı sahibi kişiler bakımından, bilginin ilişkin olduğu kişiler aleyhine tanıklık yapmama yükümlülüğü söz konusu olmaktadır. Buna karşılık, sırra sahip olan kişiden hareket edildiğinde, tanıklıktan çekinme hakkının varlığından söz edilmektedir. Meslek ve sürekli uğraşı sebebiyle tanıklıktan çekinebilecekler Kanunda üç grup halinde sayılmaktadır:
- Avukatlar, stajyerleri ve yardımcıları: Bu kişilerin tanıklıktan çekinme yükümlülüğünün kapsamı, bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı görevi sebebiyle öğrendikleri bilgileri içermektedir.
- Sağlık mesleği mensupları: Bunlar hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler, bu sayılanların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya sanatları mensuplarıdır. Bu bilgiler sağlık mesleği mensubu bakımından meslek sırrı, bilginin ilişkili olduğu kişi bakımından kişisel veri niteliğindedir. Sır saklama yükümlülüğü kapsamına giren bilgiler, hastanın veya yakınının biyolojik, fizyolojik veya ruhsal özelliklerine ilişkin bilgilerden ibarettir.
- Mali işlerle görevlendirilmiş müşavirler ile noterler: Bu kişiler, bu sıfatları dolayısıyla hizmet verdikleri kişiler hakkında öğrendikleri bilgiler hakkında tanıklıktan çekinmek zorundadırlar. Bilgi sahibinin rızasının varlığı halinde, bu kişiler (ikinci ve üçüncü grup) bu sıfatları dolayısıyla öğrendikleri bilgilerle ilgili olarak tanıklık yapmak zorundadırlar. Bu durumda, bu zorunluluk dolayısıyla yapılacak olan açıklamaların ilgilinin lehine veya aleyhine sonuç doğurabilecek olmasının da bir önemi bulunmamaktadır. Fakat avukatlar, stajyerleri ve yardımcıları; rızanın varlığına rağmen tanıklık yapmaktan çekinebilirler. Rızanın varlığı gerekçesi ile bu kişiler beyanda bulunmaya zorlanamazlar.
- Devlet Sırrı Niteliğindeki Bilgilerle İlgili Tanıklık: Belli ağırlığa ulaşmamış suçların muhakemesi söz konusu olduğunda, devlet sırrı kapsamında bir bilgiye sahip kişiler tanıklıktan çekinme yükümlülüğü altındadırlar. Buna karşılık, hapis cezasının alt sınırı beş yıl veya daha fazla olan suçların muhakemesi söz konusu olduğunda ise, bilgi sahibi kişilerin tanıklıktan çekinebilmesi söz konusu değildir; beyanda bulunma yükümlülükleri mevcuttur. Bir bilginin gerçekten devlet sırrı niteliğinde bir bilgi mi yoksa suça ilişkin bir bilgi mi olduğunu tespit yetkisi de yargılama makamında olmalıdır.
- Meslek ve Sürekli Uğraşı Sebebiyle Tanıklıktan Çekinme: Meslek ve sürekli uğraşı nedeniyle tanıklıktan çekinme konusunda CMK, meslek sırrına sahip olan kişiden değil, bilginin ilişkin olduğu kişiden hareketle soruna çözüm getirmektedir. Burada hak sahibi olan, bilginin ilişkin olduğu kişidir. Bu kişi, bu bilgilerin açıklanmamasını isteme hakkına sahiptir. Bu hakkın doğal sonucu olarak, bu bilgileri, izinleri olmadığı sürece, herhangi bir kişiye açıklamamak, ilgili meslek mensubu ve sürekli uğraşı sahibi kişiler bakımından bir yükümlülük oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak, ilgili meslek mensubu ve sürekli uğraşı sahibi kişiler bakımından, bilginin ilişkin olduğu kişiler aleyhine tanıklık yapmama yükümlülüğü söz konusu olmaktadır. Buna karşılık, sırra sahip olan kişiden hareket edildiğinde, tanıklıktan çekinme hakkının varlığından söz edilmektedir. Meslek ve sürekli uğraşı sebebiyle tanıklıktan çekinebilecekler Kanunda üç grup halinde sayılmaktadır:
- Tanıklıktan Çekinme Yetkisi: Çekinme yetkisi, tanığın bizzat kendisinin korunması yanında, belli akrabalık ilişkileri dikkate alınmak suretiyle kabul edilmiştir. Kaldı ki, sayılan ilişkilerin söz konusu olduğu bir ortamda insanların her zaman doğru söylemeyebileceği de öngörülmektedir. Tanıklıktan çekinme yetkisi olanlar Kanunda şu şekilde sayılmıştır: Şüpheli veya sanığın; nişanlısı, önceki veya şimdiki eşi, kan veya kayın hısımlığından üstsoyu veya altsoyu, üçüncü derece dahil kan, ikinci derece dahil kayın hısımları, şüpheli veya sanıkla aralarında evlatlık bağı bulunan kişiler . Çekinme yetkisi bir imkanı ifade etmektedir. Bu nedenle, bu yetkiye sahip tanık yine de ifade verebilir. Bu durumdaki tanık şayet ifade vermeyi tercih ederse, yemin etmeksizin ifade verebilir.
Tanığın Korunması
Tanığın korunması ihtiyacı iki şekilde ortaya çıkabilmektedir. İlk olarak, tanıklık yapacak olanlar veya yapanların verecekleri veya verdikleri bilgiler dolayısıyla kendilerinin veya yakınlarının yaşamları veya sağlıkları tehlike altındadır ve bu nedenle korunmaları gerekebilir. İkinci olarak ise, tanıklık dolayısıyla hayati bir tehlike bulunmamakta, fakat kişi tanıklık yapmak dolayısıyla ilave birtakım mağduriyetlere, travmalara muhatap olabilmektedir.
TKK’nın 3. maddesine göre, tanık koruma tedbiri; Ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar; Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen alt sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar ile terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak uygulanabilir.
Tehlike nedeniyle tanık korumaya ilişkin tedbirler üç aşamada uygulanabilmektedir. Tanıklığa başlamadan önce tanığın kimliğinin gizli tutulması, tanıklık yaparken hazır bulunma hakkına sahip kişiler bulunmadan tanığın dinlenmesi, tanıklık yaptıktan sonra ise gerekli koruma tedbirlerinin alınmasıdır.
Tanık, ses veya görüntüsü değiştirilerek özel ortamda da dinlenebilir. Tanınmasını engelleyecek şekilde tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Kişi tanıklık yaptıktan sonra korunması da gerekebilir. Bu durumda kişinin kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması için gerekli tedbirler; tutuklu veya hükümlü olanların durumlarına uygun ceza infaz kurumu ve tutukevlerine yerleştirilmesi, fiziki koruma sağlanması, kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesi ve düzenlenmesi, geçici olarak geçimini sağlama amacıyla maddi yardımda bulunulması, çalışan kişinin iş yerinin ya da iş alanının değiştirilmesi veya öğrenim görenin devam etmekte olduğu her türlü eğitim ve öğretim kurumunun değiştirilmesi, yurt içinde başka bir yerleşim biriminde yaşamasının sağlanması, uluslararası anlaşmalara ve karşılıklılık ilkesine uygun şekilde, geçici olarak başka bir ülkede yerleştirilmesinin sağlanması, fizyolojik görünümün estetik cerrahi yoluyla veya estetik cerrahi gerektirmeksizin değiştirilmesi ve buna uygun kimlik bilgilerinin yeniden düzenlenmesi tedbirleridir. Tanık koruma tedbirlerinden biri veya birkaçı aynı anda uygulanabilir.
Tehlikede olmamakla birlikte, özel durumları nedeniyle de bazı kişilerin korunması gerekebilmektedir. Bunlar teknik anlamda tanık olmamakla birlikte, daha ziyade olayın mağduru olarak tanıklığa ilişkin hükümler çerçevesinde bilgilerine başvurulması gereken kişilerdir. Bu kişiler, yaş küçüklüğü, hastalık, yargılama konusu eylemden kişisel olarak aşırı etkilenmek gibi, ayrıca bir mağduriyeti söz konusu olan kişilerdir. Bu kişiler, kendileriyle ilgili uyuşmazlıklarda tanıklık yapmaktan dolayı ayrıca mağdur olmaktadırlar. Bu durumdaki mağdurların tanık sıfatıyla mümkünse bir kez dinlenmeleri, tekrar tekrar ifade vermek zorunda bırakılmamaları, bir kez dinlenirken de ayrıca mağdur edilmemeleri için uzmanların yardımıyla ifadelerinin alınması gerekmektedir. Tekrar tekrar ifade vermek zorunda kalmamaları içinse, teknolojik imkanlardan yararlanılmakta ve ifadeler kaydedilmektedir.
Diğer Kişilerin Beyanı
Kanunda sadece suç şüphesi altında olan kişinin yani şüpheli veya sanığın açıklamalarının ve tanığın açıklamalarının nasıl elde edileceğine dair müstakil düzenlemeler bulunmaktadır. Mağdurun dinlenmesi söz konusu olduğunda tanıklık hükümlerinin uygulanacak olması, bazı hususların açıklığa kavuşturulmasını da gerektirmektedir. Tanıklık hükümlerinden sadece yemin etme yükümlülüğünün istisna tutulması, örneğin hazır bulunma ve beyan yükümlülüklerinin mağdur için devam ettiği izlenimini doğurmaktadır. Oysa, tanık dinleme hükümlerine yapılan atfın sadece dinlemenin usulüne ilişkin olması gerekmektedir. Zorla getirmeye ilişkin hükmün ve tanık için söz konusu olan beyanda bulunmaya zorlama hükmünün, mağdur bakımından bu istisnai halle sınırlı olarak anlaşılması ve uygulanması gerekmektedir.
Belge Delili
Belgede, genellikle olay anında, olayın belirli şekillerle bir nesne üzerine aktarılması söz konusudur. Belge delili denilince akla yazılı belge gelir ve yine bu nedenle belge delilinin duruşmada okunmasından söz edilir. Ses ve görüntü kayıtlarının ispat gücü ve tek başına delil olup olamayacağı sorunu tartışılmaktadır. Aslında bu tartışma münhasıran ses ve görüntü içeren belgelere değil, bütün delillere yöneliktir ve öyle olmalıdır. Çünkü Anayasa ve kanunlarda delil değerlendirme bakımından bazı düzenlemeler getirilmiş, bunun dışında kalan bütün hallerde serbest delil değerlendirme ilkesinin uygulanması kabul edilmiştir. Engelleme veya sınırlama olarak, örneğin hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilmesi yasağı, kimliği gizlenerek veya hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan ya da ses veya görüntüsünün değiştirilerek özel ortamda dinlenen tanığın beyanının tek başına hükme esas teşkil etmesi yasağı zikredilebilir. Bunun gibi özel düzenlemeler dışında, delil serbestisi ilkesi çerçevesinde her somut uyuşmazlıkta her bir delil bakımından ayrı ayrı değerlendirme yapmak gerekir. Zira bir hususun delil olarak kabul edilip edilmemesi, delil olarak kabul edildiğinde de tek başına mahkumiyet kararı vermeye yeterli olup olmadığı farklı şeylerdir.
Belirti Delili
Beyan ve belge delili dışında kalan ve olayın ispatına yardımcı olan her türlü iz ve eser belirti delili olarak adlandırılabilir. Belirti, çoğunlukla failin iradesi dışında olaydan geriye kalan iz ve eserlerdir. Kriminalistik biliminin verilerine göre değerlendirilecek olan belirtiler, son tahlilde, bilimsel delil olarak ortaya çıkmaktadırlar ve bu itibarla ispat güçleri çok yüksektir. Ancak olayı doğrudan ispat etmediklerinden, tek başına her zaman yeterli olmayabilirler; başka delillerle desteklenmeleri çoğunlukla gerekebilir.
Delillerin Toplanması ve Değerlendirilmesi
Delillerin Toplanması
Beden Muayenesi
Beden muayenesi hem suç şüphesi altında bulunan kişiler hem de diğer kişiler bakımından kabul edilmiştir. Diğer kişilerin beden muayenesi daha sıkı şartlara tabi kılınmıştır.
- Şüpheli veya Sanığın Beden Muayenesi: Soruşturulmakta veya kovuşturulmakta olan bir suça ilişkin delil elde etmek amacıyla şüpheli veya sanık üzerinde iç beden muayenesi yapılabilir ya da vücuttan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilir. Beden muayenesi iç ve dış beden muayenesi olarak ikiye ayrılmaktadır. Dış beden muayenesi için herhangi bir karar alınmasına gerek bulunmayıp, soruşturma ve kovuşturma makamları bu işlemi kendileri yapabilirler. Şüpheli veya sanığın vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle, saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınması da, iç beden muayenesine ilişkin şartlara tabi tutulmuştur. Keza, cinsel organlar veya anüs bölgesinde yapılan muayene, iç beden muayenesi sayılmaktadır. Ancak, örneğin ağız, burun veya kulak gibi vücut boşluklarında yapılan muayene, iç beden muayenesi olarak kabul edilemez. Şüpheli ve sanık üzerinde iç beden muayenesinin yapılabilmesi veya vücuttan örnek alınabilmesi hususunda kural olarak hakim veya mahkeme tarafından karar verilebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından da bu hususta karar verilebilir. Şüpheli veya sanık beden muayenesine, bedeninin keşif konusu yapılmasına katlanmak zorundadır. Bu konuda onun rızası aranmamaktadır. Rızanın aranmaması, bu konudaki kararın gerektiğinde zorla infazını da mümkün kılmaktadır. Beden muayenesi veya vücuttan örnek alınması kişinin sağlığına zarar vermemelidir. İç beden muayenesi, ancak bir hekim veya sağlık mesleği mensubu bir kişi tarafından yapılabilecek bir müdahale olarak anlaşılmalıdır. Dış beden muayenesinin yeterli olmaması halinde, fiilin niteliği ve ağırlığı gerektirdiği takdirde iç beden muayenesine karar verilmelidir.
- Diğer Kişilerin Beden Muayenesi: Maddi gerçeğin araştırılması bakımından şüpheli veya sanıktan başka kişilerin de beden muayenesi veya vücutlarından örnek alınması gerekli olabilir. Örneğin, mağdur üzerinde yapılacak olan incelemeler, iddia ve savunma açısından önemli bulguları ortaya koyabilir. Beden muayenesinin veya vücuttan örnek alınmasının amacı suça ait delil bulunup bulunmadığını saptamak veya ırsiyeti belirlemek olacaktır. 76. madde kapsamındaki kişilere yönelik birinci fıkra kapsamındaki işlemlerde, cerrahi müdahale hiçbir şekilde kabul edilmemektedir. Yine 75. maddeden farklı olarak, mağdurun rızası, bu işlemlerin yapılabilmesi için karar alınması gereğini ortadan kaldırmaktadır. Ancak rızası olmasa dahi, mağdurun üzerinde de beden muayenesi yapılabilecek veya vücudundan örnek alınabilecektir. Aynı şekilde, rızasının bulunmaması halinde mağdur, bu işlemlere katlanmak yükümlülüğündedir. Beden muayenesi bakımından şüpheli veya sanık ile mağdur arasındaki bir diğer farklılık da, mağdur söz konusu olduğunda, iç ve dış beden muayenesi arasında bir ayırım söz konusu olmadığından, her türlü beden muayenesinin hekim tarafından yapılacak olmasıdır. Tanıklıktan çekinme haklarına sahip olanlar beden muayenesini yaptırmayı veya vücuttan örnek alınmasını kabul etmeyebilirler.
- Kadının Muayenesi: Bu madde kapsamında beden muayenesine tabi tutulacak kadın, şüpheli veya sanık olabileceği gibi, şüpheli veya sanık dışındaki kişiler de olabilir. Maddenin uygulanması, iki şartın birlikte gerçekleşmesini gerektirmektedir:
- Şüpheli, sanık veya mağdur konumundaki kadının, bir kadın hekim tarafından beden muayenesinin yapılmasını talep etmesi,
- Kadın hekime ulaşılabilmesinin mümkün olması. Talep yoksa bu hüküm uygulanmayacaktır. Talebe rağmen, muayene yapılacak yerde bir kadın hekim yoksa, diğer bir sağlık mesleği mensubu kadın tarafından muayene yapılabilir. Bu da mümkün değilse, muayene erkek hekim tarafından yapılmalıdır.
Fizik Kimliğin Tespiti
Fizik kimliğin tespiti, üst sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yürütülen bir ceza muhakemesinde şüpheli veya sanığın ortaya çıkarılması, kimliğinin teşhis veya tespiti için gerek duyulan hallerde başvurulan bir tedbirdir. Özellikle şüphelinin kimliği belli değilse veya belli olan şüpheli veya sanığın tanık tarafından teşhisi gerekiyorsa ya da olay yerinden elde edilen izlerle karşılaştırma gerekiyorsa, fiziki özellikleri ile ses ve görüntüsü kayda alınabilmektedir. Bu amaçla şüpheli veya sanığın fotoğrafı, beden ölçüleri, parmak ve avuç içi izi, bedeninde yer almış olup teşhisini kolaylaştıracak diğer özellikleri, sesi ve görüntüsü kayda alınabilecektir. Fizik kimliğin tespiti işlemi esasında bir soruşturma işlemidir ve buradaki tedbirlere karar verme yetkisi Cumhuriyet savcısına aittir; bu konuda hakimden bir karar alınmasına gerek bulunmamaktadır. Cumhuriyet savcısının fizik kimliğin tespitine yönelik emrinin yazılı olması gerekmez, sözlü emir yeterlidir. Ancak sözlü emrin en kısa sürede yazılı hale getirilmesi gerekmektedir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hallerinde söz konusu kayıtlar Cumhuriyet savcısının huzurunda derhal yok edilir ve bu husus tutanağa geçirilir. Buna göre, mahkumiyet kararı verilen hallerde, fizik kimliğin tespitine ilişkin kayıtlar muhafaza edilecektir.
Yer Gösterme
Münhasıran bir soruşturma işlemi olarak düzenlenen yer gösterme hükmüne göre, kollukta veya Cumhuriyet savcılığında ifade veren şüphelinin, kendisine yüklenen suçu kabul yönünde açıklamalarda bulunması, ikrar etmesi halinde, bu açıklamaların doğruluğunu teyit amacıyla yer gösterme işlemi yaptırılabilecektir. Şüphelinin susma hakkını kullanarak herhangi bir açıklamada bulunmaması durumunda, yer gösterme işlemi yaptırılamaz. Soruşturmayı geciktirmemek kaydıyla, müdafi de yer gösterme işlemi sırasında hazır bulunabilir.
Olay Yeri İnceleme
Olay yeri inceleme, meydana gelen bir olayın aydınlatılması amacıyla, olay yerinde delil niteliği taşıyabilecek her türlü iz, eser ve emarenin bilimsel ve teknik yöntemler kullanılarak araştırılması, elde edilen bilgilerin tespiti, kayıt altına alınması ve dokümantasyonu, toplanması, muhafazası ve ilgili yerlere gönderilmesi işlemleri şeklinde tanımlanabilir. Olay yeri, olayın başlangıcı, takibi ve sonucunda geçtiği mekanları kapsar. Olay yerinin önemi, maddi suç delillerinin ve suça ilişkin bulguların saptanabilmesidir. Olay yerinden elde edilebilecek maddi deliller, işlenen bir suçun yeniden canlandırılmasına, failin kimliğinin ve fail-mağdur-olay yeri arasındaki ilişkinin tespitine yarayan, laboratuvarda işlem gördükten sonra soruşturma aşamasında ve mahkemede delil olarak kullanılabilecek, ikrar ve tanıklık gibi şahsi deliller dışında kalan, suçla veya suç failleriyle ilgili, maddi bir yapıya sahip, dokunulabilen, canlı veya cansız herhangi bir nesne, iz ya da bulgudur.
Delillerin Değerlendirilmesi
Bilirkişi İncelemesi : Önüne gelen uyuşmazlığı çözmekten kaçınamayacak olan hakim, hukuki olmayan pek çok unsuru da taşıyan uyuşmazlıkta, bu sorunların çözümü için işin uzmanının yardımını istemek zorundadır. Örneğin psikiyatri ve adli tıp bilgileri, ceset üzerinde incelemeler, parmak izleri ve benzeri metodlar, toksikoloji, silahlar, daktilolar, biyoloji, kimya, muhasebe, mimari, mekanik, trafik, arkeoloji, yabancı dil, eski harfler gibi alanlar bu konudaki alanlardan sadece birkaçıdır. Bilirkişi hem soruşturma hem de kovuşturma evresinde görevlendirilebilir. Soruşturma evresinde bilirkişi görevlendirme yetkisi Cumhuriyet savcısına aittir. Kovuşturma evresinde hakim veya mahkeme re’sen bilirkişi atayabileceği gibi; Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine de bu konuda karar verilebilir. Ayrıca kovuşturma evresi bakımından, sanık veya katılanın da bilirkişiyi veya uzman kişiyi, herhangi bir görevlendirme olmaksızın duruşmaya getirmeleri mümkündür. Kural olarak, sayı itibariyle tek bilirkişi atanması esastır. Ancak gerekçesi gösterilmek şartıyla sayısının birden çok olarak tespiti mümkündür. Kural olarak bilirkişiliği kabul zorunluluğu yoktur. Bununla birlikte, Kanun, üç grup bilirkişinin bilirkişiliği kabule mecbur olduğunu belirtmektedir. Bunlar; resmi bilirkişiler ile bilirkişi listelerinde yer almış kişiler, incelemenin yapılması için bilinmesi gerekli fen ve sanatları meslek edinenler ve nihayet incelemenin yapılması için gerekli mesleği yapmaya resmen mezun olanlardır.
Uzman Mütalaası : Bir bilirkişilik türü olarak uzman mütalaası talep edilebilir. Görevlendirilen bilirkişiden farklı olarak, tarafların seçtiği bir uzman, taraf bilirkişisidir. Kanuna göre, Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanuni temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.
Gözlem Altına Alma : Fiili işlediği zaman algılama ve irade yeteneği yerinde olan kişinin bu yeteneğinin, ceza muhakemesi engeli olarak sonradan tamamen ortadan kalkmış veya önemli derecede azalmış olması halinde de, hakkında kovuşturma yapılamayacağından, yargılamaya engel bir akıl hastalığının bulunup bulunmadığını belirlemek için gözlem altına alınması ve sonucuna göre yargılamanın durması kararının verilmesi gerekir. Gözlem altına alma hem maddi ceza hukuku yönünden fiilin işlendiği sırada, hem de ceza muhakemesi şartı bağlamında fiil işlendikten sonraki akıl hastalığı bakımından uygulanabilecek bir işlemdir. Gözlem altına alma, fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, o kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için resmi bir sağlık kurumunda izlenmesini ifade etmektedir. Gözlem altına alma kararı ancak hakim tarafından verilebilir. Karar mercii, soruşturma evresinde sulh ceza hakimi, kovuşturma evresinde ise mahkemedir.
Moleküler Genetik İnceleme : Vücuttan örnek alınmasının veya beden parçalarının elde edilmesinin asıl sebebi, moleküler genetik inceleme yapmaktır. Ceza muhakemesinde sadece iki amaçla moleküler genetik inceleme yapılabilir: İlk olarak, olay yerinden, mağdurun üzerinden veya başka bir şekilde elde edilen bulguların veya olay yerinde bulunan ve kime ait olduğu belli olmayan beden parçalarının şüpheli veya sanığa ya da mağdura ait olup olmadığının tespiti için bir zorunluluk vardır. İkinci olarak ise, örnekler üzerinde yapılacak inceleme, soy bağının tespiti için zorunluluk arz etmektedir. Bu amaçlar dışında tespitler yapılmasına yönelik moleküler genetik inceleme yapılması yasaktır. Moleküler genetik inceleme bir bilirkişilik işlemidir. Bilirkişiyi ancak hakim veya mahkeme görevlendirebilir. Şüpheli, sanık veya mağdurdan alınan örnekler üzerinde yapılan inceleme sonuçları, “kişisel veri” niteliğinde kabul edilmiş olup, başka bir amaçla kullanılamaz; dosya içeriğini öğrenme yetkisine sahip bulunan kişiler tarafından bir başkasına verilemez.
Adli Muayene ve Otopsi : Ölüm olaylarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturmalarda, olayın meydana geliş şekli ve sebebini tespit edebilmek ve fail meçhul ise ona ait izleri bulabilmek için ölünün adli muayenesi veya otopsi yapılır. Adli muayene ölünün dıştan muayenesi şeklinde, otopsi ise vücuda müdahale suretiyle yapılan bir bilirkişi incelemesidir. Ölünün kimliği saptandıktan sonra, adli muayenesi yapılır.
Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim görevlendirilerek yapılan ölünün adli muayenesinde tıbbi belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır. Otopsi, ölüm sebebini tespit amacıyla, bir ölünün içinin açılıp organlarının incelenmesidir. Otopside, cesedin durumu olanak verdiği takdirde, mutlaka baş, göğüs ve karnın açılması gerekir.
Keşif : Keşif, maddi gerçeğe ulaşabilmek için olay ve durumun oluş nedenlerini anlayabilmek üzere yerinde yapılan incelemedir. Keşif, delil içeriğinin öğrenilmesine, toplanmış delillerin değerlendirilmesine yaradığı gibi; icra edildiği yerde var olan durum ile olayın özelliğine göre varlığı umulup da bulunamayan delillerin yokluğunu saptama bakımından da önemlidir. Hakim, delillerle bizzat ilişki kurmak zorundadır. Mahkeme salonuna getirilmesi mümkün olan deliller bakımından bu işlem duruşmada yapılacaktır. Buna karşılık, mahkeme salonu dışında bulunan ve salona götürülmesi mümkün olmayan delillerin, hakim tarafından olay yerinde keşif yapılarak vasıtasız bir şekilde öğrenilmesi gerekmektedir. Bu nedenle keşif, kural olarak hakim veya mahkeme, naip hakim ya da istinabe olunan mahkeme tarafından yapılmaktadır.
Delil Elde Etme ve Değerlendirme Yasakları
Hukuk devleti esaslarına uygun bir ceza muhakemesinde, her ne pahasına olursa olsun maddi gerçeğin araştırılması kabul edilmemiştir. Delil elde edilmesi ve değerlendirilmesi işlemlerine ceza muhakemesinde sınırlama getirilmektedir ve bu sınırlamalara “delil yasakları” denmektedir. Elde edilmesi yasak olan delilin aynı zamanda değerlendirilmesi de yasaktır. Yasak sorgu yöntemleriyle, örneğin işkenceyle elde edilen delillerde olduğu gibi. Buna karşılık, değerlendirme yasağına konu olan her delilin mutlaka yasak yöntemlerle elde edilmiş olması gerekmemektedir. Örneğin, tanık ilk olarak duruşmada tanıklıktan çekindiğinde, önceki aşamalarda alınan hukuka uygun beyanları da artık değerlendirilemeyecektir.