Özel Güvenlik Meslek Etiği Dersi 1. Ünite Özet
Teori Ve Hizmet Boyutu İle Güvenlik
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Güvenliğe İlişkin Kavramsal Çerçeve
Güvenlik, kimin güvenliği sorusuna asıl tehdit altında olanın ve koruyucu tedbirler alınması gereken nesnenin kim olduğuna yönelik tanımlanan bir kavramdır. Bu çerçevede devlet ya da birey merkezli bir güvenlik tanımlamasından söz edebilmek için;
- Varlığın sürdürülmesi ve korunmasına yönelik bir veya birden fazla içsel ya da dışsal tehdidin bulunması veya
- Varlığın sürdürülmesi ve korunmasına yönelik tehdit algı ve tahminlerin bulunması gerekmektedir (Dedeoğlu, 2014: 34).
TDK’de güvenlik; “Toplumun yaşamında kanuni düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet” şeklinde ifade edilmektedir. Objektif ve subjektif güvenlik tanımı yapan Arnold Wolfers’a göre objektif güvenlik, “Eldeki değerlere yönelik tehditlerin yokluğu”, subjektif güvenlik ise “Eldeki değerlerin tehdit edildiğine yönelik bir korkunun yokluğu” olarak tanımlanmaktadır. Güvenlik kavramını tartışmalı ve kolayca karıştırılabilen bir kavram olarak tanımlayan Baldwin, en genel ifadeyle güvenliği “temel değerlere yönelik bir tehdidin yokluğu” olarak ifade etmektedir. Stephen Walt, güvenliği “Tehdit ve askeri gücün kullanımı ve kontrolü” olarak tanımlamaktadır (Walt, 1991: 212). Ole Waever’a göre güvenlik, beka ile ilgilidir. “Varlığa kastedilen tehditler karşısında acil ve olağanüstü önlemlerle bekanın sağlanmasıdır” (Waever, 2002: 9). Richard Ullman’a göre güvenlik; bireylerin, toplumsal grupların, devletlerin ya da uluslararası kuruluşların, varlıklarına veya sahip oldukları değerlere yönelik bir saldırı ya da tehdidin olmaması durumudur (Karabulut, 2011: 8). 24 Ağustos-11 Eylül 1987 tarihleri arasında BM Genel Kurulu tarafından gerçekleştirilen Silahsızlanma ve Kalkınma Arasındaki İlişki Üzerine Uluslararası Konferans’ın sonuç belgesinde ise ulusal güvenlik, “askerî boyuta ek olarak siyasal, ekonomik, sosyal, ekolojik ve insan haklarına ilişkin yönleri de bulunan bir kavram” olarak tanımlanmıştır (Ülman, 2000: 100).
Millî güvenlik, güvenliğin iç ve dış ayrımından uzaklaşarak stratejik bir bütünlük içinde ifade edildiği siyasi irade beyanıdır. Ulus ve devlet arasındaki güvenlik ilişkisini kurmak için kullanılan millî güvenlik kavramı, kimin güvenliği sorusuna, tehdit altında olanın ve koruyucu tedbirler alınması gerekenin ulus olduğu cevabını veren kavramdır (Gün, 2014: 19). Millî güvenlik kavramı, devletlerin varlıklarını sürdürmelerine ve hedeflerine ulaşmasına engel teşkil eden hususlara yönelik olarak tanımlanmıştır. İç ve dış güvenlik olarak iki bileşeni bulunmaktadır. Ülkenin iç güvenliğine tehdit oluşturması muhtemel hususları aşağıdaki şekliyle belirtmek mümkündür (Gürpınar, 2016: 12):
- Anayasa ve diğer yasal metinlerle belirlenmiş devlet düzenine tehdit oluşturacak faaliyetler (Kamu Düzeni Vurgusu),
- Devletin savunma gücünü zayıflatmaya yönelik hareketler,
- Ülkenin ve milletin birlik, beraberlik ve bütünlüğünü tehdit eden veya etmesi muhtemel faaliyetler.
Dış güvenliğin silahlı kuvvetler, iç güvenliğin ise polis kuvvetleri ile sağlandığı ifade edilmektedir. İç güvenlik, özellikle son yıllarda bireysel hak ve özgürlüklerin korunması çerçevesinde, suç teşkil eden davranışların önlenmesi ve suçluların yakalanması ile ilişkili bir kamu hizmeti olarak tanımlanmaktadır
Güvenlik Kavramının Tarihsel Dönüşümü
Günümüzden yaklaşık 11.000 yıl önce yaşayan ilk avcı/toplayıcı topluluklara bakıldığında göçebe bir yaşantılarının olduğu ve merkezî bir yönetim anlayışının henüz gelişmediği anlaşılmaktadır. İnsanlar, endişeleri doğrultusunda yerleşim yerlerini yüksek ve savunulması kolay noktalara inşa etmişler, kendilerini ötekilerden korumak amacıyla kesici aletler yapmışlardır. Çiftçilik, yiyecek üretimi ve yiyeceklerin depolanmasının keşfi ile birlikte yerleşik hayata geçen insan nüfusu artmış, yemek aramak için kaybedilen zaman farklı alanlarda değerlendirilerek düzenli ordular kurulmuş ve bir dönemin güç göstergesi olan kılıçlar icat edilmiştir. Merkezî yönetimlerin kurulmaya başlaması ile birlikte güvenlik alanında da uzmanlaşmaya gidilmiştir. Devletlerin inşa süreci ile birlikte bireyden devlet seviyesine çıkan güvenlik algısı beraberinde devleti öncelemeyi getirmiştir. Güvenlik kavramı yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar, devlet tehdidi, askerî kapasite, güç ve devlet çıkarları çerçevesinde ele alınmıştır. Soğuk Savaş Dönemi’nin sona ermesi ile birlikte tehditler; kaynağı, zamanı ve şekli önceden öngörülemeyen bir genişleme yaşamıştır. Devletlerarasında sıcak çatışma riski zayıflamış, düşük yoğunluklu ve uzun süreli mücadele üzerine inşa edilmiş tehdit kaynakları ortaya çıkmıştır. Bu noktada geleneksel askerî bir kavram olarak değerlendirilen güvenlik artık, sosyolojik, ekonomik, siyasi vb. yönleri bulunan çok yönlü bir dönüşüm yaşamıştır. Modern devletin inşası sonrasında ve özellikle 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı, güvenlik kavramının, askerî kuvvet kullanımı çerçevesinde tanımlanmasına neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası küreselleşmenin hız kazanarak, sosyal güvenlik anlayışının gelişmesi ve Soğuk Savaş sonrasında, devletlerin uluslararası sistemde başat aktör olma özelliklerinin aşınarak yeni aktörlerin sahneye çıkması, güvenlik kavramını çok boyutlu bir yapıya dönüştürmüştür. 20. yüzyılın son yarısına kadar güvenlik analizleri, devletlerin stratejik varlığının korunmasına yönelik olarak yapılmış, ikinci yarısı ile birlikte güvenlik analizleri dikey ve yatay olarak genişletilmiştir.
İnsan ihtiyaçlarını basamaklar hâlinde sunan Maslow, güvenlik ihtiyacının insanların hayatta kalmalarını sağlayacak yeme, içme gibi fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra geldiğini belirtmiştir.
Devlet ve Güvenlik
Devlet kavramı en genel tanımıyla, belirli sınırları olan bir toprak parçasına sahip ve bu toprak parçası üzerinde yaşayan insanları yönetme hâkimiyeti olan meşru bir siyasal organizasyondur. Devlet tanımına bakıldığında, toprak parçası, insan topluluğu ve egemenlik olmak üzere üç temel unsurunun olduğu görülmektedir. Demokratik devletlerde, politika oluşturma ve uygulamaya dayalı meşruiyet unsurundan da bahsetmek mümkündür. Meşruiyet, yönetilenlerin devlet yöneticilerinin karar alma, kamu politikası oluşturma ve uygulama yetkisine sahip olduğunu kabul etmesidir. Bu çerçevede yöneticiler, toprak parçası üzerinde yaşayan herkesi bağlayıcı kararlar alabilmektedir. Yöneticilerin aldığı kararlara uymayanlar hakkında doğrudan veya dolaylı meşru zor kullanma yetkisi de devlete aittir.
1982 Anayasası’nın 5. maddesi’nde Türkiye Devleti’nin temel amaç ve görevleri ifade edilmiştir. Bu çerçevede Anayasa’mızda ifade edildiği şekliyle devletin görevlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
- Türk milletinin bağımsızlığını, bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak,
- Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
- Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
- Kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak,
- İnsanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak.
Demokratik ve hukuk devletlerinde hâkim olan temel ilkelerinden biri, insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Devletler, anayasaları ve diğer yasal metinleri aracılığı ile kişi haklarının kullanılması ve korunması meselelerini düzenlenmektedir. Devletler egemen olduğu ülke üzerinde meşru yönetme yetkisini elinde bulundurmaktadır ve bu çerçevede kişi özgürlüklerini genişletebilir veya kısıtlayabilirler. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması, hakların özlerine dokunulmadan, Anayasa’da belirtilen sebeplere bağlı olarak kanunla yapılabilir. Bu sınırlamalar, demokratik toplum düzenine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Ancak temel hak ve özgürlüklerin demokrasinin temel değeri olduğu düşünüldüğünde demokratik devletlerin bireylerin özgürlük alanlarını genişleten bir anlayışa sahip olması beklenmektedir (Özyıldız, 2015: 5).
İnsan Hakları ve Güvenlik
Doğal haklar anlayışına göre, insanlar “insan” olmaları nedeniyle birtakım haklara sahiptir. Bu haklar insanlık tarihinin başlangıcı ile ortaya çıkmıştır. Bütün insanlar bu haklara sahiptir ve haklar süreklidir yani yer ve zaman sınırlaması yoktur. Yukarıda ifade edildiği üzere haklar devlet öncesine aittir ve devletlerin temel varlık nedeni insan haklarının kullanılması ve korunmasıdır. İnsan haklarının öznesi insandır ve insanlar doğuştan bu hakların sahibidir (Özyıldız, 2015: 40). Doğal haklar yaklaşımı çerçevesinde insan haklarının temel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
- Bireyseldir.
- Doğuştan kazanılır.
- Evrensel ve geneldir.
- Dokunulmaz.
- Vazgeçilemez ve devredilemez.
İnsan hakları dinamik yapısı gereği bir anda değil, tarihsel süreçte siyasi, askeri, ekonomik, teknolojik ve toplumsal gelişmeler sonucu ortaya çıkmış ve gelişmeye devam etmektedir. İnsan haklarına ilişkin ilk resmi belge 1215 yılında İngiltere’de imzalanan ve kralın kendi isteğiyle yetkilerini sınırlandırdığı Magna Carta Libertatum’dur. 17. yüzyılda yine İngiltere’de kabul edilen Petition of Rights (Haklar Dilekçesi), Habeas Corpus ve Haklar Bildirgesi, önemli insan hakları belgeleridir. Farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkan haklar arasında bir önem sıralaması yapmak veya birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ancak insan haklarının tarihsel gelişiminin daha iyi anlaşılması için ortaya çıktıkları dönem ya da hakların nitelikleri gibi başlıklar altında sınıflandırmalar mevcuttur. Negatif-Pozitif-Aktif Statü hakları ya da 1-2-3. kuşak insan hakları gibi farklı başlıklar altında yapılan sınıflandırmalar aynı hakları ifade etmektedir.
Birinci Kuşak İnsan Hakları: Yaşama hakkı ve kişi dokunulmazlığı, İşkence ve kötü muamele yasağı, Kişi özgürlüğü ve güvenliği, Düşünce ve ifade özgürlüğü, Din ve vicdan özgürlüğü, Özel hayatın gizliliği hakkı, Adil yargılanma hakkı, Mülkiyet hakkı, Ayrımcılık yasağı, Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, Çalışma özgürlüğü, Dilekçe hakkı, Seçme ve seçilme hakkı, Kamu hizmetlerine girme hakkı.
İkinci Kuşak İnsan Hakları: Kültürel yaşama katılma hakkı, Sağlık hakkı, Eğitim hakkı, Yeterli yaşama düzeyi hakkı, Toplu sözleşme ve grev hakkı, Sendika kurma hakkı, Sosyal güvenlik hakkı, Çalışma hakkı.
Üçüncü Kuşak İnsan Hakları: Temiz çevre hakkı, Barış içinde yaşama hakkı, Ekonomik ve sosyal olarak gelişme hakkı, Kültürel mirası koruma hakkı, Dayanışma hakkı.
Demokratik devletlerde hakların asıl sahibi bireyler olmakla birlikte, devletler yukarıda ifade edilen hak ve özgürlüklerin korunması, hak ve özgürlükleri ihlal edenlerin cezalandırılması görevlerini üstlenmiştir. Devletler, sınırları içerisinde yaşayan bireylerin suçlara karşı korunması, yukarıda ifade edilen haklarını rahatça kullanabilecekleri bir ortamın sağlanması ve hak ihlallerinin önüne geçmek için gerekli önlemlerin alınması ile görevlidir. Bu çerçevede sınırlarımız içerisinde aşağıda belirtilen sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı ve güvenlik güçleri vasıtasıyla hak ve özgürlüklerin kullanımının sınırlandırılması mümkündür. I. Millî güvenlik, II. Kamu düzeni, III. Suç işlenmesinin önlenmesi, IV. Genel sağlık ve genel ahlakın korunması, V. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması.
Özgürlük ve Güvenlik
Güvenlik başı başına bir amaç değil, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi insani değerlere hizmet eden bir araçtır. Güvenlik ile özgürlük arasındaki ilişki sıfır toplamlı bir oyun olarak görülmemelidir (Zedner, 2015: 138). Başka bir ifadeyle güvenlik ve özgürlük, birinin fazla olmasının mutlaka diğerinin azalması anlamına geleceği gerilimli bir ilişki içerisinde değerlendirilmemelidir. Güvenlik tedbirlerini haklı kılan unsur, hedeflenen amaçlar noktasında kullanılan araçların amaca uygun olmasıdır. Bireylerin özgürlükleri için güvenlik ön şart olduğu düşünüldüğünde, güvenlik uygulamalarının toplumun özgürlüğü çerçevesinde getirdiği yükün kabul edilebilir olması gerekmektedir (Zedner, 2015: 161). Hedeflenen güvenlik ortamı için başvurulan araçlarda aşırıya kaçılmamalı ve hak ihlallerine göz yumulmamalıdır.
Güvenlik hizmetleri, uluslararası ve iç hukukumuzda yer alan ilkelere dayalı olarak hukukun üstünlüğü ilkesine bağlılık çerçevesinde sunulmalıdır. Halkın güvenlik talebi, mesleki davranış kurallarına uygun hareket etme, profesyonellik ve dürüstlük ilkelerine uygun olarak karşılanmalıdır. Bu kurallar güvenlik hizmetlerindeki etik değerlerin yansımasıdır. Etik değerler yapılması ve yapılmaması gerekenler şeklinde ilkeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özgürlük ve güvenlik arasındaki dengenin temeli, insanların rızasının gerekliliğine ilişkin anlayıştır. Halkın rızasını kazanmak ise, hizmetlerde şeffaflık, insanlarla iletişim ve karşılıklı anlayış ile kazanılmaktadır. Güvenlik hizmeti, halkın ve devletin ihtiyaçlarına göre geliştirilmeli, toplumun beklentileri göz önünde bulundurulmalıdır. Topluma karşı, eşit ve tarafsız bir şekilde hizmet sunumuna özen gösterilmelidir.
Güvenlik Hizmetlerinin Sembolik Etkisi
Objektif güvenlik anlayışı, elektronik ve fiziki tedbirler vasıtasıyla olası risk ve tehditlere karşı bireylerin subjektif güvenlik algısını arttırmayı amaçlamaktadır. Fiziki tedbirler sembolik etkisi ile suç işlenmesine yönelik caydırıcılığı arttırmakta ve güvende hissetme duygusuna olumlu yönde katkıda bulunmaktadır. Güvenliğin sembolik boyutu aynı zamanda, güvenlik arayışı içerisinde olduğu konusunda toplumun güvenlik endişelerine cevap vermektedir. Şirketler, siteler, iş ve alışveriş merkezleri tarafından satın alınan güvenlik hizmet ve ürünleri, toplumsal suç korkusunun denetim altında tutulmasına hizmet ettiği kadar insanların gezme, eğlenme ve alışveriş yapma gibi sosyal faaliyetlerini de güven içerisinde yapabilmelerine olanak sağlamaktadır.
Bir suçun varlığı için üç temel koşul bulunmaktadır. Muhtemel bir suçlu, suçun nesnesi olan bir hedef ve hedef nesne üzerinde koruma tedbirlerinin eksikliği (Zedner, 2015: 82). Bu eksende muhtemel suçluların suç işleme motivasyonunun kırılması ve yine muhtemel suçluların amaçlarından uzaklaşması için fiziki güvenlik hizmetlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer yandan sembolik güvenlik hizmetlerinin insan kaynağı ve araç, gereç temini noktasında bir maliyeti ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple tedbirlerin yöneltileceği kaynakların doğru seçimi etkili ve verimli güvenlik hizmetinin ekonomik boyutunu oluşturmaktadır.