Maliye Politikası 1 Dersi 4. Ünite Özet
Enflasyon Ve Maliye Politikası
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Enflasyon: Nedeni, Sonuçları
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak yükselmesidir. Bir ekonomide bir seferlik fiyat artışları ya da bazı malların fiyatlarının artması enflasyon olarak tanımlanmaz. Enflasyon tüm fiyatların sürekli olarak artmasıdır.
Enflasyonun Nedenleri: Genel olarak enflasyon, ortaya çıkış nedenlerine bağlı olarak talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan talep enflasyonu, toplam talebin toplam arzdan büyük olmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle devletin para arzını artırmasına bağlı olan talep artısı fiyatlar genel düzeyinin artmasına neden olabilmektedir. Maliyet enflasyonu ise bir ekonomide üretim maliyetlerinin artması sonucunda fiyatların artması durumudur.
Herhangi bir şekilde üretim maliyetleri arttığında bunun fiyatlar genel düzeyinde sürekli artışlara neden olabilmesi için toplam talebin de yeteri kadar güçlü olması gerekmektedir. Aksi durumda maliyet artışları fiyatlarda bir kerelik ayarlama yapılmasıyla sonuçlanacaktır. Benzer bir şekilde, fiyatların bir şekilde artmış olması ücret artısı taleplerini de beraberinde getirecek, artan ücretler üretimin daha maliyetli olmasına neden olarak fiyatların daha da artması sonucunu doğuracaktır. Ücret ve fiyatların bu şekilde birbirini beslemesi olgusu ücret-fiyat spirali olarak adlandırılmaktadır.
Enflasyon konusunda üzerinde durulması gereken bir başka nokta da beklentilerin önemidir.
Eğer bir ekonomide yaygın bir enflasyon beklentisi varsa ekonomideki bütün birimler bu beklentiye uygun davranacaklardır. Böyle bir durumda kira sözleşmelerinden işçilerin ücret artısı taleplerine, firmaların fiyat ayarlamalarına kadar birçok ekonomik karar beklenen enflasyona göre şekillenecektir. Bunun sonucu olarak da beklenen enflasyon gerçekleşecektir. Özellikle uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşamış toplumlarda bu tür davranışlar yaygındır ve bu beklentiler enflasyonla mücadelede önemli derecede zorluk yaratmaktadır. Enflasyonun nedenlerine ilişkin olarak üzerinde durulması gereken bir diğer konu, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan enflasyondur. Gelişmekte olan ülkelerin kendine özgü koşulları nedeniyle ortaya çıkan bu enflasyon, yapısal enflasyon olarak adlandırılmaktadır.
Yapısal Enflasyon: Gelişmekte olan ülkelerde nitelikli eleman, sermaye ve ham madde kıtlıkları nedeniyle üretimin düşük olmasına bağlı olarak ortaya çıkan fiyat artışlarıdır.
Enflasyonun Etkileri: Özellikle yüksek enflasyonun ekonomi ve hatta toplumsal yaşam üzerinde etkilerinin olması kaçınılmazdır. Öncelikle enflasyon satın alma gücünü azaltmaktadır. Ancak enflasyon herkesi aynı biçimde etkilememektedir. Burada enflasyonun bir diğer olumsuz etkisi görülmektedir; enflasyon, gelir dağılımını bozmaktadır.
Yüksek enflasyon aynı zamanda fiyat sisteminin işlevini kaybetmesine neden olmaktadır. Normal dönemlerde fiyatlardaki nisbi değişiklikler girişimcilerin yatırım kararlarına yol gösterecektir. Oysa tüm malların fiyatının arttığı enflasyonist bir dönemde fiyat artışlarını doğru yorumlamak daha güç olacaktır. Bu da kaynakların yanlış yere harcanmasına ve dolayısıyla kaynak dağılımındaki etkinliğin bozulmasına neden olacaktır. Ayrıca enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamı nedeniyle yatırımcılar uzun dönemli yatırımlardan kaçınma eğilimi içinde olacaktır.
Firmalar ürettikleri ya da sattıkları malların fiyatlarını katalog, ilan, reklam gibi çeşitli ortamlarda ilan etmektedirler. Enflasyon nedeniyle firmaların karşı karşıya kalabilecekleri bir diğer maliyet, artan fiyatlar yüzünden bu bilgilerin güncellenmesi gereğinden doğmaktadır. Bu maliyete menü maliyetleri denilmektedir.
Devlet açısından da enflasyonun etkileri olmaktadır. Eğer devlet para basmak yoluyla harcamalarını finanse ederse tıpkı vergi almak gibi kendisine kaynak yaratmış olur. Enflasyon vergisi olarak tanımlanan bu durum gerçekten de para tutanların üzerine konulmuş bir vergi gibidir. Çünkü bu kesimlerin elinde tuttukları paranın satın alma gücü düşerken devletin gelirleri artmış olur.
Ancak bazı durumlarda enflasyon devlet gelirlerini olumsuz yönde de etkiyebilmektedir. Özellikle yüksek enflasyonun yaşandığı dönemlerde, vergilerin tarh ve tahsili arasındaki sürenin uzaması vergi gelirlerinin reel değerini azaltmaktadır. Tanzi etkisi olarak tanımlanan bu durum, devlet gelirlerini aşındırmaktadır. Diğer yandan enflasyonun devlet harcamaları üzerinde artış baskısı yaratması nedeniyle harcamaların finansmanı konusunda da güçlükler yaşanabilmektedir.
Enflasyonun olumsuz etkilerinden biri de dış ticaret alanında gözlenmektedir. Artan fiyatlar nedeniyle o ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatları başka ülkelerin ürettiklerine oranla daha yüksek olacaktır (özellikle ulusal para değerlenmiş ise). Bu durum ise ithalatın artmasına ve ihracatın zorlaşmasına neden olarak ödemeler dengesini bozacaktır.
Yüksek enflasyonun yaşandığı dönemlerde toplumda ahlaki erozyonun yaşandığı gözlenmektedir. Bu dönemlerde hâkim olan belirsizlik duygusu kişilerin birbirlerine olan güvenlerini azaltmakta, çıkarcı davranışları artırmaktadır. Aynı zamanda enflasyon nedeniyle gelir dağılımının bozulması, yoksullaşmanın boyutunu daha da artırır. Bu durumda yoksullaşan kesimlerin geleceğe ait olumlu beklentileri azalmakta, toplumsal yaşama daha az katılmakta hatta suç islemeye yönelik eğilimleri artmaktadır.
Enflasyonla Mücadele ve Maliye Politikası
Bu konuda ekonomistler arasında farklı görüşler mevcuttur. Monetaristler enflasyonu parasal tabanın hızla büyümesine bağlarlar ve enflasyonun “her zaman ve her yerde parasal bir olgu’’ olduğunu savunurlar. Dolayısıyla sıkı para politikaları uygulanması enflasyonla mücadele için gerekli olmaktadır. Arz yanlı ekonomistler ise özellikle vergilerin üretim düzeyi, çalışma ve yatırım yapma arzusu üzerindeki olumsuz etkisini vurgulamaktadırlar. Bu nedenle vergi oranlarının azaltılması üretimi, yatırımı teşvik edecek ve toplam arzın artmasıyla beraber toplam talep fazlası ortadan kalkacak, böylelikle enflasyonla mücadele edilmiş olacaktır. Post Keynesyenler ise enflasyonu sınıfsal bir çatışmanın sonucu olarak görme eğilimindedir. Buna göre işçilerle kapitalistler arasında milli gelirin bölüşümüne yönelik bir çatışma söz konusudur: Gelir bölüşümü savaşının sonucu ise enflasyon olmaktadır. Bu nedenle ücret ve fiyatların oluşumunun denetlenmesi, yani gelirler politikası uygulanmalıdır. Geleneksel Keynesyen yaklaşım ise enflasyonu, toplam talebin toplam arzdan fazla olmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak görür. Açıktır ki bu durumda yapılması gereken, toplam talebi toplam arza eşitlemek olmalıdır. Bu da ya toplam talebin azaltılmasını ya da toplam arzın artırılmasını gerekmektedir. Maliye politikasının toplam talep üzerindeki etkisi bilindiğine göre, kamu harcamaları ve kamu gelirlerinde yapılacak ayarlamalar yoluyla enflasyonla mücadele etmek mümkündür. Bilindiği gibi, bütçe fazlasının ekonomi üzerinde daraltıcı etkisi bulunmaktadır. O halde enflasyonist dönemlerde maliye politikasının amacı bütçe fazlası vermek olmalıdır.
Enflasyonla Mücadele ve Kamu Harcamaları: Kamu harcamaları, mal ve hizmet alımına yönelik kamu harcamaları ve transfer harcamaları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Enflasyonla mücadele açısından bu harcama türlerinin her birinin etkisi ayrıdır.
Mal ve Hizmet Alımına Yönelik Kamu Harcamaları: Mal ve hizmet alımına yönelik kamu harcamaları da cari harcamalar ve yatırım harcamaları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunların her ikisinde de yapılacak bir kısıntı toplam talebi azaltacaktır. Kamu harcamalarındaki azalma, çarpan aracılığıyla milli gelirde daha büyük bir azalış yaratacaktır. Her iki harcama türünün çarpan katsayısı (1/(1-c)) ‘dir.
Cari harcamalar devletin tüketim ve personel harcamalarıdır. Bunlardan tüketim harcamalarında kısıntıya gitmek çok kolay değildir. Kamunun tüketim harcamalarının bir başka etkisi, ekonominin üretim kapasitesinin değerlendirilmesidir. Bir ekonomide üretim kapasitesinin artması için yatırım harcamalarının yapılması gereklidir. Ancak üretim kapasitesinin artmasının yanı sıra, bu üretim kapasitesinin işler hâlde olması da önemlidir.
Kamunun tüketim harcamalarının kısılması; üretim kapasitesinin eksik değerlendirilmesine, üretken sektörlerde atıl kapasite sorununun ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Cari harcamalar içinde önemli bir payı olan personel harcamalarında da kısıntıya gidilmesi oldukça güçtür. Bilindiği gibi, enflasyonist dönemlerde gelir dağılımı sabit gelirli kesimler aleyhine bozulmaktadır. Bu nedenle toplumsal adalet açısından sabit gelirli bireylerin ücret ve maaşlarının azaltılması bir yana, alım güçlerinin azalmaması için, en az enflasyon kadar artırılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, personel giderlerinde yapılacak bir indirim politik olarak da dirençle karşılanacak ve uygulanması güç olacaktır.
Mal ve hizmet alımına yönelik harcamalar arasında kısıntıya gidilmesi en kolay olanı yatırım harcamalarıdır. Devletin yatırım planlarını dondurması ya da bu planlardan vazgeçmesi, yüksek olasılıkla kamuoyunun dikkatini çekmeyecek ve politik bir dirençle karşılaşmayacaktır. Ancak kamu yatırımlarının azaltılmasının uzun dönemde üretim kapasitesi üzerinde olumsuz etkisi olacaktır.
Transfer Harcamaları: Transfer harcamaları, mal ve hizmet alımına yönelik harcamaların aksine karşılıksız nitelikte harcamalardır. Bu harcamaların genel niteliği; emekli, dul, yetim, öğrenci gibi ihtiyaç sahibi kesimlere yapılan harcamalar olmasıdır. Bu kesimlerin marjinal tüketim eğilimlerinin yüksekliği dikkate alındığında, transfer harcamalarında yapılacak kesintilerin ekonomideki enflasyonist baskıları azaltabileceği düşünülebilir. Elbette bu durum sosyal devlet anlayışının güçlü bir şekilde uygulandığı bir ekonomi için geçerlidir. Transfer harcamalarında çarpan (c/(1-c))’dir.
Enflasyonla Mücadele ve Kamu Gelirleri: Enflasyonist dönemlerde kamu gelirlerini, özellikle de vergi gelirlerini artırmak, kişilerin elinde daha az harcanabilir gelirin kalması nedeniyle tüketim ve yatırım harcamalarını azaltacak; dolayısıyla enflasyonist baskı azalacaktır.
Gelir Vergileri: Günümüzde vergi sistemleri içinde gelir vergisinin önemli bir payı olduğu görülmektedir. Genellikle artan oranlı olarak uygulanan gelir vergisi, bu yapısı nedeniyle enflasyonla mücadele açısından oldukça elverişli bir araç olmaktadır. Artan oranlı gelir vergisinin enflasyonla mücadele ve gelir dağılımında adaletin sağlanması açısından yararlı bir araç olmasına karşın, ekonomik etkinliği olumsuz etkileyebileceği ifade edilmektedir. Bunun nedeni ise yüksek marjinal vergi oranlarının en çok yüksek gelir sahiplerini etkilemesi ve bu kesimlerin tasarruf ve yatırım yapma eğilimlerini azaltmasıdır. Bu durumda sermaye birikimi ve büyüme olumsuz etkilenebilecektir. Bununla beraber, böyle bir sonucun gerçekleşmesi için o ekonomide yatırım yapmaya eğilimli bir girişimci sınıfının olması gerekmektedir.
Gider Vergileri: Enflasyonla mücadelede bir diğer yöntem mal ve hizmet alımının vergilendirilmesidir. Bu yöntem mal ve hizmetlerin fiyatlarını artıracak ve tüketimin azalmasına yol açacaktır. Böylelikle toplam talep azaltılmış olacaktır. Dolaylı vergiler enflasyonla mücadele açısından son derece etkin vergilerdir. Dolaylı vergiler toplam talebi azaltmak açısından çok yararlı olsalar da adil olmadıkları için eleştirilmektedirler.
Servet Vergileri: Servet vergilerinin enflasyonla mücadele açısından etkinliği çok daha azdır. Hem servet vergilerinin tabanının dar olması hem de bu vergilerin toplam talep artısını yakından izlememesi nedeniyle enflasyonla mücadele açısından etkin değildir.
Enflasyon ve Kamu Borçlanması: Vergi gelirlerinin harcamaları karşılamada yetersiz kaldığı durumlarda ise borçlanma yoluna gidilmiştir. Kamu borçlanmasının bu artan miktarı nedeniyle borç yönetimi kavramının önem kazandığı gözlenmiştir. Böylelikle bir yandan devlet borçlanmasının maliyeti minimize edilmeye çalışılırken diğer yandan makroekonomik hedefler de dikkate alınmaktadır. Kamu borçlanması birçok makroekonomik değişken üzerinde etkilidir. Enflasyonist bir dönemde kamu borçlanmasının fiyatlar genel düzeyi üzerinde etkisi olması kaçınılmazdır. Enflasyonist bir dönemde kamu borçlanmasının artması belirli koşullar altında antienflasyonist olabilir. Bunun nedeni, artan borçlanmanın özel kesimin likiditesini azaltması ve dolayısıyla satın alma gücünü azaltmasıdır. Bununla birlikte bu nedensellik her zaman geçerli değildir.
Devlet temelde üç kesimden borçlanabilir; hane halkları ve firmalar, ticari bankalar ve Merkez Bankasından borçlanma.
Devlet Merkez Bankasından borçlanmayı tercih ederse bu borçlanmanın etkisi tamamen enflasyonist olacaktır. Çünkü Merkez Bankası devlete borç verirken para basacak, bu da parasal tabanı genişletecektir. Tüm borçlanma seçenekleri arasında en enflasyonist olanı Merkez Bankasından borçlanma seçeneğidir. Özellikle devlet, Merkez Bankasından aldığı borcu geri ödemez ve bu borçlanma yöntemine sürekli olarak başvurursa enflasyonist baskı daha da şiddetlenecek ve kronik enflasyon sorunu ortaya çıkacaktır.
Devlet borçları vade yapısı açısında değerlendirildiğinde enflasyonist dönemde uzun vadeli borçlanmanın tercih edilmesi gerekmektedir. uygulamada ise özellikle enflasyonist dönemlerde kamu borçlarının vadelerinin azaldığı gözlenmektedir. Bunun nedeni, enflasyonun beraberinde getirdiği belirsizlik ortamı nedeniyle insanların uzun vadeli yapamamaları ve uzun vadeli borç vermeye gönülsüz olmalarıdır.
Küreselleşme, Maliye Politikası ve Enflasyonla Mücadele
20. yüzyılın sonlarından itibaren tüm dünyada bir küreselleşme olgusu yaşanmıştır. Yaşanan küreselleşme aynı zamanda ekonomi politikaları üzerinde de etkili olmuştur. Bu süreçte ülkelerin bağımsız para ve maliye politikaları izleme olanakları gittikçe azalmıştır. Bu durum hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için geçerli olmuştur.
Gelişmekte olan ülkeler ise küreselleşmeyle birlikte merkez ülkelerinden artan miktarda kısa dönemli sermaye akısına maruz kalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki faiz oranlarının merkez ülkelerine nispetle yüksek olması ve küresel düzeyde likidite fazlası nedeniyle gelişmiş ülkelerdeki sermaye gelişmekte olan ülkelere kaymaktadır. Kısa dönemli sermaye akısı, gelişmekte olan ülkeler açısından ilave harcama imkânı sağladığı için başlangıçta olumlu karşılanmaktadır. Ancak dış kaynak girişine bağlı ekonomik büyümenin bedeli genellikle artan finansal kırılganlık olmaktadır. Finansal kırılganlığın sürdürülemez noktaya ulaştığı algısı yaygınlaşınca ülke dışına ani bir sermaye çıkısı olmakta ve ekonomik kriz çıkmaktadır.
Bir ülkeye sermaye girişi sınırlanamadığı sürece, o ülkenin toplam talep yönetimine dayalı geleneksel maliye politikalarını uygulaması güçleşmektedir. Çünkü toplam talebi belirleyen unsurlar arasına kısa vadeli sermaye akımları girmektedir.