Müzecilik ve Sergileme Dersi 3. Ünite Özet
Türkiye’De Müzeciliğin Tarihsel Gelişimi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Türkiye’de modern anlamda müzecilik 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış ve günümüze kadar sosyal, siyasal, kültürel gelişmelere, değişimlere bağlı olarak gelişimini sürdürmüştür.
Selçuklu döneminde külliye ve medreselerde bilim, sanat, edebiyat koleksiyonları oluşturulmuş ve Hitit, Urartu gibi çeşitli uygarlıklara ait ele geçen eserler çeşitli yapıların bahçesinde ya da çevresinde teşhir edilmiştir.
Osmanlı döneminde ise hanedanlığına ait değerli eşyaların, savaş ganimetlerinin, hediye olarak gönderilen eşyaların belli mekânlarda saklandığı bilinmektedir.
19. Yüzyıl: Osmanlı’nın İlk Müzeleri
19. yüzyıl ikinci yarısında müzenin bir kurum olarak ortaya çıkmasına yönelik ilk adım, Tophâne-i Âmire müşiri Ahmed Fethi Paşa (1801-1858) tarafından atılmıştır. Ahmet Fethi Paşa 1846 yılında Aya İrini’deki Dârü’l-Eslihâ denilen koleksiyonu zenginleştirmiş ve sınıflama yaparak;
- Mecmua-i Esliha-ı Âtika ve
- Mecmua-i Âsâr-ı Atika olmak üzere iki ana bölüme ayırmıştır.
1868’de Fransız arkeolog Albert Dumont henüz müze olarak tanımlanmayan ve daha çok saray deposu olarak kullanılan bu yapıdaki koleksiyonun kataloğunu hazırlamakla görevlendirilmiştir. 1869 yılında Sultan Abdülaziz’in Avrupa gezisinin ardından Sadrazam Ali Paşa (1815-1871) bu kurumu yeniden düzenletmiş ve adını Müze-i Hûmayun (İmparatorluk Müzesi) olarak değiştirmiştir. Bu yıllarda Maarif Nazırı olan Mehmed Esad Safvet Paşa (1814-1883), imparatorluğun çeşitli bölgelerinden tarihî eserlerin İstanbul’a getirilmesini sağlayarak koleksiyonu genişletmiştir
Sadrazam İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu olan Osman Hamdi Bey Paris’te resim ve arkeoloji eğitimi almış, 1869 yılında İstanbul’a döndükten sonra dış ilişkilerle ilgili birimlerde çeşitli görevler aldıktan sonra Bağdat’a gitmiştir. O sırada aldığı eğitimin etkisiyle bölgede arkeolojik araştırmalar yapmıştır.
Osman Hamdi Bey öncülüğünde; hem Anadolu’daki kazıları takip etmek hem de yurt dışına eser kaçırılmasını önlemek için 1884’te yeni Âsâr-ı Atika Nizamnâmesi’nin çıkarılması da önemli bir gelişmedir. Kaçak ya da izin alarak kazı yapan çok sayıda yabancı gezgin ve bilim adamının yurt dışına eser çıkarmaması için sıkı bir takip başlatılmıştır. Osman Hamdi Bey yönetiminde 1884-1906 yılları arasında konuyla ilgili hükümlerin çıkarılmasına devam edilmiş ve koruma yönünde tedbirler geliştirilmiştir. Ayrıca 1889 yılında müdürlüğünü yaptığı Müze-i Hümâyun’da İslam Eserler bölümü kurulmuştur.
Aya İrini’deki kapalı olan Mecmua-i Esliha-ı Âtika koleksiyonu Ahmed Muhtar Paşa öncülüğünde düzenlenerek Esliha-i Askeriye Müzesi adıyla 1908’de ziyarete açılmıştır. Ahmed Muhtar Paşa 1908-1923 arasında bu müzenin müdürlüğünü yapmış ve müzenin adı Müze-i Askerî-i Osmanî olarak değiştirilmiştir. Çeşitli bölgelerden, türbelerden getirilen silahlar, zırhlar, kıyafetler, antika eşyalar, tablolar koleksiyona katılmış, halkın müzeye gelmesine ve müzeye antika eserler bağışlanmasına yönelik gazetelere ilan verilmiştir. Eserler için Osmanlıca ve Fransızca tanıtım etiketleri ve metinler hazırlanmıştır. 1916 yılında müzeye yeniçeri mankenleri getirilmiştir. Koleksiyona ilişkin hazırlanan bir kartpostal serisi ziyaretçilere satışa sunulmuştur. Ayrıca mehter takımı gibi etkinliklere yer verilmiştir. Tüm bu gelişim basamaklarıyla Türkiye’de modern müzecilik açısından önem taşıyan bu müze bugünkü Askerî Müze’nin temeli olmuştur.
Osman Hamdi Bey döneminde, 1897 yılında bugünkü Deniz Müzesi’ni oluşturan Bahriye Müzesi açılmıştır. İstanbul dışındaki şehirlerde de kazılarda çıkarılan eserlerin korunması için depolar yaptırılmış ve günümüz şehir müzelerinin temeli atılmıştır. 1900’lü yılların başında Konya, Bursa, İzmir, Sivas, Bergama gibi şehirlerde yerel müzeler kurulmuştur. Buralarda yabancı uzmanlardan yararlanılarak kataloglama, sınıflama, koruma, sergileme çalışmaları yapılmış ve müzeler adına kazılar başlatılmıştır. 1910 yılındaki ölümüne kadar müze müdürlüğünde kalan ressam Osman Hamdi Bey, hem ilk Türk müdürü hem de ilk arkeolog olarak Türkiye’de çağdaş müzeciliğin gelişmesi yönünde büyük girişimlerde bulunmuştur.
Osman Hamdi Bey’in kardeşi Halil Edhem Bey döneminde, 1913 yılında Süleymaniye Külliyesi’nin imaretinde Evkâf-ı İslamiye Müzesi (İslam Vakıfları Müzesi) kurulmuştur. Bu müzenin adı Cumhuriyet döneminde (1927 yılında) Türk İslam Eserleri Müzesi olarak değiştirilmiştir. 1983 yılında yeniden düzenlenen müze Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı binasına taşınmıştır.
Osmanlıda müzecilik kapsamında bahsedilmesi gereken konu ilk sergilerin yapılması ve sarayda resim koleksiyonlarının oluşturulmasıdır. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) padişahın portresinin dağıtılmak üzere bastırılması, Sultan II. Mahmud döneminde (1808- 1839) padişahın resminin devlet dairelerine asılması, Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) ilk resim sergileme girişimlerinin başlaması ve Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Avrupa’da düzenlenen uluslararası sergilere katılım sosyal ve kültürel değişim çerçevesinde müzecilik ve sergileme açısından da önemli gelişmelerdir.
18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başından itibaren Avrupa tarzı bir ikonografya ile yapılan padişah portreleri diğer ülkelerin hükümdarlarına armağan olarak ya da Osmanlı elçiliklerine konulmak üzere Avrupa’ya gönderilmiştir. Sultan II. Mahmud, yaptığı yenileşme hareketlerine paralel olarak, 1828 yılında gerçekleştirdiği kıyafet değişikliğinin yansıtıldığı tasvir-i hümâyun (kutsal tasvir, padişahın tasviri) denilen portreli nişanlarını yaptırarak yerli-yabancı temsilciliklere dağıtmış, devlet dairelerine törenle portrelerini astırmıştır.
19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren hem padişahların hem de üst düzey yöneticilerin çabalarıyla ilk sergiler düzenlenmiştir. Avusturyalı manzara ressamı Odeacer yaptığı eserleri, 1845 tarihinde bağlı olduğu elçilik aracılığıyla Sultan Abdülmecid’in seyretmesi için Çırağan Sarayı’nda sergilemiştir. Fakat halka açık bir sergi olmaması nedeniyle tam anlamıyla bir sergi gerçekleşmemiştir. Türkiye’de halka açık ilk resim sergisi, Sultan Abdülaziz döneminde Paris’te eğitim almış ressam Ahmed Paşa’nın öncülüğünde çok sayıda yerli ve yabancı sanatçının katılımıyla 27 Nisan 1873’te açılmıştır.
Osmanlıda sanat koleksiyonculuğunun gelişmesinde ve sergilerin gerçekleştirilmesinde Beyoğlu’nda atölye açıp ders veren Avrupalı sanatçıların da etkisi vardır. Özellikle yabancı elçiliklerin 18. yüzyıldan itibaren İstanbul’da artması ve bunların kültür ve sanat ortamını canlandırmasıyla sayıları gittikçe artan Avrupalı ressamlara 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı sarayında da görev verilmiş ve sarayda resim koleksiyonu oluşturulmaya başlanmıştır. Osmanlıda müzecilik ve sergileme açısından önemli diğer konu da sarayda kutsal emanetlerin korunması ve düzenlenmesine ilişkin çalışmaların gerçekleştirilmesidir. 1808’den sonra Sultan II. Mahmud döneminde sarayın değişik yerlerinde bulunan hazineden bazı eserler ve kutsal emanetler düzenlenmiş ve teşhir amacıyla Fatih Sultan Mehmed’den beri padişahın has odası olarak kullanılan mekânda (Hırka-i Saadet Dairesi) bir araya getirilmiştir.
Türkiye’de müzecilik, sergi çalışmaları ve koleksiyonculuk açısından önemli olan diğer bir konu fotoğraf sanatıdır. 19 Ağustos 1839’da Fransa’dan yayılan bu buluş kısa bir sonra İstanbul’da yayımlanan 28 Ekim 1839 tarihli Takvim-i Vekayi gazetesiyle Osmanlı halkına duyurulmuştur. Bu tarihten sonra stüdyo açan Carlo Naya, Basile Kargopoulo, Pascal Sebah, Abdullah Biraderler, Gülmez Kardeşler ve Boğos Tarkulyan ünlü fotoğrafçılar arasında yer almıştır. Türkiye’de çağdaş müzecilik alanında ise ilk önemli gelişmeler Sultan II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) yaşanmıştır. Özellikle Osman Hamdi Bey’in bu dönemde müze müdürü olarak atanması Türk müzeciliği açısından yeni bir dönemi başlatmıştır. Padişahın kültürel değerleri koruma yönünde ilgisinin olması bu süreci etkilemiştir.
Osmanlı müzeciliği açısından önemli bir diğer gelişme eğitim kurumlarında bilim koleksiyonlarının yer almaya başlamasıdır. 19. yüzyıl ikinci yarısında bu alanda ilk modern müzelerin kurulduğunu söyleyebiliriz. Örneğin 1868 yılında kurulan Galatasaray Lisesi’ne İmparator III. Napolyon’un içi doldurulmuş bir mamut hediye etmesinin ardından Tarih-i Tâbiiye Müzesi isimli bir doğa tarihî müzesi oluşturulmuştur.
Sonuç olarak 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti’nin girişimiyle kurulan ilk müzeler daha çok askerî, etnografik ve arkeolojik malzemelerden oluşmuş, bu mekânlarda Osmanlı kimliğinin yansıtılması ön plana çıkmıştır. Bazı eğitim kurumlarının bünyesinde doğa tarihî müzeleri de oluşturulmuştur. Çağdaş sanat eserleri koleksiyona ve müzeye dönüştürülemese de bu alanda çok sayıda serginin yapılması, uluslararası fuarlara katılım ve fotoğraf atölyelerinde bir teşhir sürecinin olduğunun bilinmesi önemlidir.
20. Yüzyıl: Cumhuriyet Döneminde Müzeler
Cumhuriyet’in ilanından sonra diğer birçok alanda olduğu gibi müzecilik alanında da Atatürk öncülüğünde önemli girişimler gerçekleşmiştir. Devlet tarafından yeni yapılanmaların oluşturulduğu 1923’ten 1950’lere kadar süren erken Cumhuriyet döneminde devlet politikasının, yeni ulusun ve yeni düzenin yansıtıldığı alanlardan biri de müzeler olmuştur. Öncelikle koruma altına alınmak istenen İstanbul’da Ayasofya, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Kariye Camii, Fethiye Camii Bursa’da Yeşil Türbe, Muradiye Külliyesi Konya’da Mevlâna Dergahı gibi önemli yapılar müzeye çevrilmiştir. Müzecilik ayrı bir bilim dalı olarak önemsenmiş, kültürel mirasın araştırılması için kazılar başlatılmış ve tarihî eserlerin koruma altına alınmasına ilişkin yeni yasalar çıkarılmıştır.
Diğer yandan yeni rejimin ideolojisini ve kültürünü yansıtan yeni müzeler açmaya yönelik çalışmalar da başlatılmıştır. Osmanlının son döneminde İstanbul’da (Müze-i Hümâyun, Aya İrini’deki Askerî Müze, Evkaf-ı İslamîye Müzesi...) ve Anadolu’da birkaç müze varken Atatürk döneminde kısa sürede birçok şehirde müze açılmıştır. Bunlar arasında Antalya Müzesi, Edirne Müzesi, Adana Müzesi, Amasya Müzesi, Tokat Müzesi, Sinop Müzesi, Kayseri Müzesi, Afyon Müzesi, Çanakkale Müzesi, Denizli Müzesi, Diyarbakır Müzesi, Erzincan Müzesi, Samsun Müzesi, Sinop Müzesi, Van Müzesi, Efes Müzesi, Manisa Müzesi, Kırşehir Müzesi, Kütahya Müzesi, Isparta Müzesi ve Tire Müzesi sayılabilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında artan ve önceleri müze-depo olarak kullanılan birimler, koleksiyonlar arttıkça ve düzenlenmeye başladıkça müze müdürlüklerine çevrilmiştir. Bu hızlı dönüşüm sürecinde sınırlı imkânlardan dolayı yeni müzeler daha çok medrese, han, cami, kale, okul, kilise, halkevi gibi binaların bünyesinde oluşturulmuştur.
Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş ilk müze binası Ankara Etnografya Müzesi’dir. Ankara’nın başkent oluşunun ardından Atatürk’ün 1925 yılındaki talimatıyla yeni ulusun kültürünü yansıtacak bir müze olarak tasarlanmıştır. Kurulma aşamasındaki çalışmalar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülmüş, müze binası ise mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından tasarlanmıştır. 1930 yılında Cumhuriyet döneminin müze olarak tasarlanan ilk yapısı, ilk devlet müzesi olarak halka açılmıştır. 1925 yılında çıkarılan kanunla kapatılan tekke, zaviye ve türbelerden eşyaların birçoğu bu müzeye getirilmiş, Selçuklu döneminden itibaren Anadolu kültürünü yansıtan etnografik eserler, günlük eşyalar, çeşitli giysiler; halı, kilim gibi dokuma örnekleri, el işlemeleri, mutfak eşyaları, ahşap ve maden eserler, el yazma eserler, minyatürler, süs eşyaları, silahlar, çiniler ve Selçuklu Sultanı III. Keyhüs rev’in tahtı, Siirt Ulu Camii Mimber, Ahi Şerafeddin Sandukası gibi nadir eserlerin yer aldığı zengin bir koleksiyon oluşturulmuştur. 1927’de Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından İtalyan Heykeltraş Pietro Canonica’ya bugün müzenin önünde yer alan Atlı Atatürk heykeli yaptırılmıştır. Diğer şehir merkezlerinde de benzer atlı Atatürk heykelleri ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarının heykelleri dikilmiş, bunlar yeni rejimin söylemini yansıtmıştır.
Atatürk döneminde hükûmet programında anıtların korunmasına da yer verilmiştir. Dolayısıyla ilk kez Cumhuriyet döneminde bakım ve onarım söz konusu olmuştur. Önceleri, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Türk Âsâr-ı Atikası isimli birim arkeolojik eserlerin ve etnografik eşyaların toplanması ve korunmasına yönelik çalışmalar yürütürken, Cumhuriyet döneminde burası Hars Müdürlüğü’ne dönüştürülmüş ve
- Âsâr-ı Atika ve Müzeler Dairesi,
- Kütüphaneler Müdürlüğü ve
- Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıştır.
1944 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adını alan kurum eserlerin sadece toplanması ve korunması değil, kazı çalışmalarını yürütme, bakım, onarım, envanter yapma, kataloglama, rapor yazma, teftiş, araştırma ve inceleme gibi görevler de üstlenmiştir.
Atatürk’ün talimatıyla 1931 yılında kurulan Türk Tarih Kurumu da tarih, arkeoloji ve müzecilik açısından önemli projeler yürütmüş, ilk sistemli kazıları gerçekleştirmiştir. Burada yetişen bilim adamları müzelerde görev almış ve bilimsel çalışmalar gerçekleştirmiştir. İstanbul Sarayburnu, Anadolu’da Ahlatlıbel, Karalar, Göllüdağ, Alacahöyük, İzmir Namazgah, Samsun Dündartepe, Konya Alaaddin Tepe, Mudanya Mezarı, Ankara Kalesi, Ankara Mabedi gibi çok sayıda kazının yapılmasında öncü bir kurum olmuştur. Osmanlı döneminde daha çok yabancı uzmanlardan yararlanılırken Cumhuriyet döneminde yeni uzmanların yetiştirilmesine de önem verilmiş ve 1930’lu yıllarda arkeoloji, antropoloji, müzecilik gibi alanlarda eğitim almaları için çok sayıda öğrenci yurt dışına gönderilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında sergilere de önem verilmiştir. Cumhuriyetin 10. yılı olan 1933 yılında İnkılâp Sergisi düzenlenmiş ve yeni düzeni ve inkılapları yansı tan eserlere yer verilmiştir. 29 Ekim 1939 tarihinde ise bu serginin devamı niteliğinde ilk Devlet Resim ve Heykel Sergisi (DRHS) gerçekleştirilmiştir. Bu sergiler 1943 yılına kadar her yıl devam etmiştir. 1950’li yıllarda özel galerilerin girmesiyle kişisel sergilerde artış olmuş ve kültür sanat ortamı canlanmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra, 1937 yılında Atatürk’ün emriyle Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı olarak Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde kurulan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ise Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi olarak açılmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde açılan bu müzeler ve sergiler yeni bir ulus inşa etme sürecinin önemli bir parçası olmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kültürel miras ile ilgili etkin olarak çalışan diğer bir kurum, 1932 yılında kurulmuş olan halkevleridir. 1950’li yıllara kadar halkevleri kapsamında eski eserlerin korunması ve toplanması, tarih ve folklor araştırmaları gibi pek çok alanda çalışmalar sürdürülmüştür. Bazı sergi hareketlerine de halkevleri yön vermiştir. 1938 yılından itibaren ressamlar yurt gezilerine gönderilmiş, cumhuriyet ideolojisini yansıtan eserlerini bu kurumlar vasıtasıyla halka ulaştırmışlardır. Halkevlerinin müzecilik kolları da çeşitli el sanatları çalışmalarını teşvik ederek eski eserleri koruma bilincini oluşturmanın yanında yine cumhuriyet ilkelerini halkın benimsemesini amaçlayan önemli bir rol üstlenmiştir.
Türkiye’de çağdaş müzeciliğin gelişmesi açısından önemli bir gelişme de 1950’li yıllarda UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) ve ICOM’a (Uluslararası Müzeler Konseyi) üye olunmasıdır. 1948 yılında karar verilse de 1956 yılında ICOM’un Türkiye Milli Komitesi kurulmuş ve bununla müzecilik alanında uluslararası iş birliğinin geliştirmesi amaçlanmıştır. Devlet desteğiyle oluşturulan komite Ankara Etnografya Müzesi binasında çalışmaya başlamış, müzecilik alanındaki uluslararası gelişmeleri takip etme ve ortak projeler yürütme gibi imkânlara sahip olmuştur.
Atatürk’ün 1938 yılında ölümünden sonra, Atatürk başta olmak üzere ünlü kişilerin evleri ve Osmanlı sivil mimarisinin önemli örnekleri hatıra müzeleri ve müze evler olarak açılmıştır. Örneğin;
- İstanbul-Şişli’deki Atatürk’ün Evi İstanbul Belediyesi tarafından 1939 yılında Atatürk Evi (İnkılap Müzesi),
- Ünlü şair Tevfik Fikret’in yaşadığı İstanbul’daki Aşiyan Evi ise 1945 yılında Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak açılmıştır.
- Bursa Semaki Evi Müzesi (1945),
- Ankara-Mehmet Akif Ersoy Evi (1949),
- İzmir-Birgi Çakırağa Konağı (1950),
- Atatürk’ün yaşadığı Ankara’daki Müze Köşk (1950),
- Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Müze Evi (1956) de bunlar arasındadır.
Bu tür müzelerin yaygınlaştığı 1950-60’lı yıllarda; Cumhuriyet’in ilan edildiği zamanlardan, Kurtuluş Savaşı’ndan, ilk meclisten kalma mobilya ve eşyaların, kitap, plan, harita, fotoğraf ve belgelerin yer aldığı Cumhuriyet tarihî müzeleri de kurulmaya başlamıştır. 1961 yılında müzeye çevrilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi (Cumhuriyetin ilan edildiği ilk meclis yapısı), Atatürk’ün çeşitli şehirlere gittiğinde kaldığı daha sonraları müzeye çevrilen evler bu tür müzeler arasında sayılabilir. Atatürk’ün özel eşyalarının, giysilerinin, madalya ve nişanlarının yer aldığı Ankara Anıtkabir’deki Atatürk Müzesi ise 1960 yılında ziyarete açılmıştır.
1960’lı yıllarda müzeler açılmaya devam etmiş ve tek tip plana sahip yeni müze binaları yapılmıştır. Bu yıllardan 1980’li yıllara kadar hemen her şehirde koruma, depolama ve aydınlatmanın da önemsenmeye başladığını gösteren müzeler kurulmuş ve var olanlar yenilenmiştir. Örneğin 1965’te Polatlı yakınlarında Kral Midas’ın mezarının olduğu yerde Gordion Müzesi açılmış; 1940 yılında Ankara’da Mahmud Paşa Bedesteni’nde kurulan (aslında 1921’de çekirdeği oluşan) Hitit Müzesi 1968 yılında restore edilerek Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne dönüştürülmüştür. Bu yıllarda hemen her ilde modern bir müze oluşturma çabasına girilmiş, 1970’li yıllarda yüze yakın müze faaliyette olmuştur.
Türkiye’de müzecilik tarihî açısından söz edilmesi gereken bir diğer konu sivil toplum örgütleridir. 1966 yılında kurulan Topkapı Sarayı Müzesi’ni Sevenler Derneği ilk müze derneğidir. Daha sonraki yıllarda bu alandaki kuruluşlar artmış, örneğin Ankara Turizmi, Eski Eserleri ve Müzeleri Sevenler Derneği, İstanbul Belediyesi Kütüphane ve Müzeleri Geliştirme Derneği, Müzeciler Derneği ile müzecilik faaliyetlerinin geliştirilmesi ve doğal-kültürel mirasın korunmasına yönelik etkinlikler hız kazanmıştır.
Türkiye’de Çağdaş Müzecilik Örnekleri
Türkiye’de 1980’li yılların başından itibaren özel müzelerin kurulmaya başlaması çağdaş müzeciliğin tarihsel gelişiminde önemli bir aşamayı daha başlatmıştır. 14 Ekim 1980 tarihinde İstanbul’da kurulan Sadberk Hanım Müzesi ülkemizde kurulan ilk özel müzedir. Vehbi Koç’un eşi Sadberk Koç’un hayatı boyunca topladığı kişisel koleksiyonunu sergilemek üzere Sarıyer’deki Büyükdere-Azaryan Yalısı’nda açılan bu müzeye 1988 yılında, Avrupa çapında sivil toplum kuruluşlarını birleştiren ve uluslarararası kültürel miras koruma örgütleri federasyonu olan Europa Nostra (Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu) ödülü verilmiştir. Bugün satın alma ve bağışlarla genişlettiği - tarih öncesinden günümüze uzanan bir zaman diliminde Anadolu’da, Avrupa’da, Uzak Doğu’da üretilmiş binlerce arkeolojik eser, antika ve sanat eserlerinin yer aldığıkoleksiyonuyla ve değişen müze anlayışına göre yeniden düzenlenip, eğitim programları, konser ve tiyatro salonları, atölye ve restoranların eklenmesiyle bir kültür kompleksi hâline dönüşmüştür.
Özel koleksiyonların müzeye dönüştürüldüğü örneklerden biri de Konya’daki İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi’dir. Konya bölgesinde yaşamış olan ve 1913 yılından itibaren eser toplayarak (Konya ve çevresinde bulunan arkeolojik eserler, etnografik eşyalar, el yazmalar, doğadan toplanmış nesneler, hat sanatı örnekleri, sikkeler...) büyük bir koleksiyon oluşturan İzzet Koyunoğlu (1900-1974) evinde oluşturduğu müzede ve kütüphanesinde bunları sergilemiştir. 1973 yılında tüm koleksiyonunu Konya Belediyesi’ne bağışlamıştır. Bunun üzerine evi koruma altına alınarak, bugünkü modern müze binası yapılmış, koleksiyon yeniden düzenlenerek 2 Şubat 1984’te Koyunoğlu Şehir Müze ve Kütüphanesi ismi ile yeniden ziyarete açılmıştır.
Başka bir özel girişim sonucu 1994 yılında İstanbul’da Rahmi M. Koç Müzesi açılmıştır. Bu müze Türkiye’de sanayi, ulaşım, endüstri ve iletişim tarihinin yansıtıldığı (uçak, otomobil, lokomotif, at arabası, kağnı, motosiklet, bisiklet gibi ulaşım araçları, oyuncuklar, maketler, matbaa makineleri, iletişim aletleri, denizcilik koleksiyonu, endüstriyel aletler, bilgisayar tarihini yansıtan nesneler...) ilk modern müzedir ve Avrupa Konseyi tarafından 1996 yılında Yılın Müzesi Özel Ödülü verilmiştir. Haliç kıyısında Osmanlı döneminde tersane ve lengerhane, Cumhuriyet döneminde Cibali Tütün Fabrikası olarak kullanılan endüstriyel yapıların dönüştürülmesiyle kurulan bu müze endüstriyel mirasın sergilendiği ve çağdaş müzecilik anlayışına göre kendini yenileyen önemli müzeler arasına girmiştir. Burada 2006 yılında düzenlenen Leonardo: Evrensel Deha Sergisi, ünlü ressam Leonardo da Vinci’nin yaptığı - makine tasarımlarının modellerinin yer aldığı interaktif bir sergi olarak ilgi gören projelerden biri olmuştur.
Türkiye’de kullanılmayan endüstri, ticaret, enerji alanlarının kültür-sanat merkezlerine dönüştürülmesi yönünde en kapsamlı projelerinden biri İstanbul’da gerçekleştirilen Santralistanbul Çağdaş Sanat Müzesi’dir. Bilgi Üniversitesi ile diğer kamu ve özel kuruluşların katkılarıyla 2007 yılında Silahtarağa Elektrik Santrali’nin müze ve kültür-sanat-eğitim merkezine dönüştürülmesiyle kurulmuştur. Türkiye’nin ilk endüstriyel arkeoloji müzesi olan Enerji Müzesi, çağdaş sanat sergilerin ve kültürel etkinliklerin gerçekleştirildiği Çağdaş Sanatlar Müzesi (Ana Galeri), sanatçı atölyeleri, kütüphane, yeme-içme ve eğlence mekanları, tiyatro, eğitim binaları ve konaklama yerlerinin yer aldığı büyük bir kompleks olarak tasarlanmıştır. Ana Galeri Binası’na 2010 yılında International Architecture Awards ödülü verilmiştir.
21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bu yıllarda modern anlayışa sahip müzelerin açılması yönünde girişimler sürmektedir. Gaziantep’te 2011 yılında açılan Zeugma Mozaik Müzesi; hem dünyadaki en büyük mozaik müzesi olması hem de mimarisi, sergileme teknikleri, teknoloji kullanımı gibi özellikleriyle Türkiye ve dünyanın en ünlü müzelerinden biri olmuştur. Gaziantep’te eski Tekel Fabrikası’nın yerine kurulan müzede Gaziantep-Nizip’teki Fırat Nehri kıyısında yer alan Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan yaklaşık iki bin yıllık mozaikler, villalar, duvar resimleri, çeşmeler, mimari eserler sergilenmektedir.