İslam Hukukuna Giriş Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
İctihat Teorisi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İctihadın ortaya çıkmasına sebepleri nelerdir?
Hz. Peygamber’in siyasî ve teşrîî fonksiyonlarının kendisinden sonra kimler tarafından ve ne şekilde devam ettirilebileceği konusunda İslâm hukukçularının farklı yaklaşımları bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in ölümünün hemen ardından karşılaşılan imâmet (siyasi otorite) sorunu, yani ümmeti kimin sevk ve idare edeceği sorunu kısa süre içerisinde bir çözüme bağlanmışsa da yasamanın veya yasanın yorum ve uygulamasının kim/kimler tarafından ve ne şekilde yapılacağı sorunu, yani hukukî otorite sorunu, mahiyeti itibariyle daha köklü ve sürekli bir tartışmanın eksenini oluşturmuştur. Anlam potansiyeli güçlü olsa bile naslar tamamlanmış sınırlı açıklamalardan ibaretti. Bu noktada Kur’an ve Sünnet’i, aktif ve dinamik hale getirmek üzere Hz. Peygamberin beyan işlevine benzer bir işlevi üstlenecek birilerine ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç, re’y ictihadı kavramını gündeme getirdi. Bu işlevin temellendirilmesinde Muaz hadisi kullanılmıştır. Bu hadiste Muâz b. Cebel, Kitap ve Sünnet’te hükmünü açıkça bulamadığı konularda re’yini devreye sokacağını söylemekte ve Hz. Peygamber de bunu onaylamaktadır (Ebû Dâvûd, Akdıye, 11). Âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak nitelendiren hadisin de desteğiyle Hz. Peygamberin bir anlamda teşrî‘ fonksiyonunun bazı kayıtlarla da olsa devam ettirilebileceği ortaya konulmuş oldu. Re’y ictihadı kavramıyla ifade edilen bu anlayışla birlikte teşrî‘ sürecine belli sınırlar içerisinde akıl da katılmış oluyordu. Şahsî akıl yürütme anlamında re’y ictihadının devreye girmesiyle birlikte fıkhın rasyonel prensiplerinin oluşmaya başladığı ve fıkıhta sistemleştirme dönemine geçildiği söylenebilir.
İctihadın anlamı nedir?
Sözlükte çaba göstermek, bütün gücünü harcamak anlamındaki cehd kökünden türeyen ictihâdın, usulcüler tarafından yapılmış birçok tanımı vardır. Yaygın tanımlardan birine göre ictihad, bir şer‘î hüküm hakkında bir kanaate (zan) ulaşabilmek için bütün gücün harcanması demektir. Bu çabayı gösteren kimseye müctehid, hakkında ictihad edilen konuya da müctehedün fîh (ictihadi mesele) denilir.
İctihadın türleri nelerdir?
Tarihsel tecrübedeki ictihad faaliyetini tasvir eden en işlevsel bölümleme ictihadın kurucu ictihad ve mezhep içi ictihad olmak üzere iki kısımda değerlendirilmesidir.
Kurucu İctihad ve Mezhep içi İctihadı açıklayınız.
Kurucu ictihad, Ebu Hanîfe, Mâlik ve Şâfiî gibi ekol kurucu müçtehitlerin kendi zamanlarına kadarki bütün birikimi eleyip seçerek bütünlüklü, kendi içinde tutarlı bir yapının (mezhep/ekol) kurulmasıyla sonuçlanan ictihaddır. Bu ictihadda mevcut birikim, bütün yönleriyle değerlendirilip işe yarayan malzeme seçilip alındığı için bu seçip alma faaliyeti, klasik literatürde ihtiyâr (seçme, seçip alma) terimiyle ifade edilmiştir. Bu seçip alma işinin sonsuza kadar silbaştan ve yeniden tekrarlanmasının anlamsızlığı ve gereksizliği, hatta önemli sakıncaları nedeniyle İslâm bilginleri arasında bu seçip alma işinin bir noktada durdurulması gerektiği fikri hâkim olmuştur. Seçip alma işinin son bulduğu vakti belirtmek üzere ekolleşme sürecini içine alan ve hiçbir şekilde hicri üçüncü asrın sonuna varmayan birbirine yakın çeşitli tarihlemeler yapılmıştır. İşte haklı haksız çeşitli eleştiriler yöneltilen ictihad kapısının kapanması hadisesi budur. Dikkat edilirse burada ekolleşme sürecine tekabül eden kurucu ictihaddan söz edilmektedir. Mezhep içi ictihad ise ekolleşme sürecinin sonucunda her bir ekol mensubu fakihin kendi ekol sistematiği içerisinde yaptığı ictihaddır. Mezhep içi ictihadın önü kapatılmamış, daima açık tutulmuştur. Zaten ekol sistematiği içerisinde ictihad etmenin engellenmesi, sistemin kendi kendini inkar ve imha etmesi, yok oluşa mahkum etmesi anlamına gelir.
Mutlak Müctehid ve Mukayye Müctehid ne anlama gelmektedir?
Müçtehitlerin tabakalarına ilişkin tasniflerde de bu ayırımı destekleyen yönler bulmak mümkündür. Müctehidlerin tâbi tutulduğu en yaygın ikili tasnif mutlak müctehid - mukayyed müctehid veya mutlak müctehidmüntesib müctehid veya müstakil müctehid - müstakil olmayan müctehid şeklindedir. Bu ayırımı, şeriatta müctehid - mezhepte müctehid şeklinde ifade edenler de vardır.
Çoğu Şâfiî ve Hanbeli usulcünün katıldığı anlayışa göre mukayyed, müntesib müctehit kapsamında yer alan müçtehitler ne şekilde sıralanmaktadır?
1. Hüküm ve delilde mezhep imamını taklid etmeyip sadece ictihad ve fetvâ hususunda onun metodunu izleyen ve onun mezhebine davet eden müctehid. Bunlar, mutlak müntesip müctehid olarak da anılır. 2. İmamının usulünü ve kurallarını aşmaksızın müstakil olarak delili takrir edebilen, tahrîc ve istinbata muktedir olan müctehid. Bu tabakada yer alan müctehidlere ashâbü’l-vücûh denir. 3. Vücûh sahiplerinin seviyesine ulaşamamış, bununla birlikte fakîhü’n-nefs olan, imamın mezhebine vâkıf, delilleri tanıyan, delilleri ortaya koyup destekleyebilen müctehid. 4. Mezhebi öğrenip nakletmek ve anlamakla meşgul olan kişi. Bu durumda olan kişilerin nakline ve nakle dayanarak verdikleri fetvâya itimat edilir.
İctihad ehliyetinin şartları nelerdir?
• Kur’an Bilgisi: Kur’an’ın şer‘î hükümlerin asıl kaynağı olduğu ve onu bilmenin gerektiği konusunda görüş ayrılığı yoksa da bu bilginin ölçüsü hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Gazzâlî gibi muhakkik usulcülerin çoğunluğu, Kitab’ın tamamını bilmenin şart olmayıp şer‘î hükümlere ilişkin ayetleri (500 civarında) bilmenin yeterli olduğu görüşündedir. Bu görüş sahiplerine göre, hüküm bildiren ayetleri ezbere bilmek de şart olmayıp ihtiyaç anında bulabilecek biçimde yerlerini bilmek yeterlidir. Ahkâm âyetlerini beş yüzle ve müctehidin Kur’an’dan bilmesi gereken miktarı ahkâm ayetleriyle sınırlandırmayı kabul etmeyenlerin yanı sıra Kitab’ın tamamını bilmenin şart olduğu görüşünde olan usulcüler de vardır. • Sünnet Bilgisi: Müctehidin hadisleri bilmesi şartı da benzeri bir yaklaşımla ele alınır ve sadece ahkâm hadislerini bilmesi yeterli görülür ve aynı şekilde hadisleri de ezbere bilmesi şartı aranmaz. Gazzâlî, müctehidin elinin altında Ebû Dâvûd’un veya Beyhakî’nin es-Sünen’i gibi ahkâm hadislerini toplayan temel bir hadis kitabının bulunmasını yeterli görmüş, İbn Dakîku’l-îd ve Nevevî gibi sonraki bazı usulcüler ise buna katılmamıştır. • İcmâ bilgisi: Aykırı ictihatta bulunmamak için müctehidin nasları bilmesi gerekli olduğu gibi aynı gerekçeyle icmâ konularını bilmesi de şart koşulmuştur. • Arapça bilgisi: Müctehidin Arapça bilmesinin şart koşulması, şer‘î hükümlerin iki temel kaynağı olan Kitap ve Sünnet’in Arapça olması sebebiyledir. Bu bilginin asgari sınırı, Gazzâlî’nin ifadesiyle Arabın hitabını ve kullanım âdetini anlayabilecek ve sözün açığını kapalısını, hakikatini mecazını, özelini genelini, doğrudan ya da dolaylı anlamını birbirinden ayırabilecek seviye olup Arap dilcileri ölçüsünde bir dil bilgisine sahip bulunmak şart görülmemiştir. Mâlikî usulcü Şâtıbi, Arapça bilgisinin sadece lafızlarla ilgili konularda şart olduğunu, anlamlara ilişkin konularda ise Şâriin temel maksatlarını iyi kavramış olmanın yeterli olacağını söylemektedir. • Yöntem bilgisi: Müctehidin bu kaynaklardan hüküm elde etme yöntemini bilmesi de şarttır. Naslardan hüküm çıkarmanın en yaygın kabul gören yöntemi, kıyas olduğu için kıyasın şartlarını, hükümlerini, kısımlarını, makbul ve merdud olanını bilmek sahih ictihad yapabilmenin şartı sayılmıştır
İctihad alanı nedir?
Bütün şer‘î hükümler hakkında kesin deliller konulmayıp bir kısmının zanna tâbi kılındığı ve şer‘î hükümlerde zannî delillerin muteber olduğu usulcülerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Mevrid-i nasta içtihada mesâğ yoktur (Mecelle, md. 14) kuralı âyet veya hadisin doğrudan ve açık bir şekilde düzenlediği bir konuda alternatif hüküm getirme anlamında ictihad edilemeyeceğini, ictihadın özellikle nasların düzenlemediği alanlarda olabileceğini anlatır. Hakkında kesin delil bulunmadığı için ictihada açık olan ve hükmü ictihad yoluyla beyan edilen mesele, literatürde müctehedün fîh veya ictihâdî mesele diye adlandırılır.
İctihadın hükmü nedir?
İctihadın hükmü ile hem müctehidin ictihad etmesinin dinî yükümlülük açısından durumu hem de yapılan ictihadın günah-sevap, isabet-hata, bağlayıcılık ve nakzedilebilme açılarından dinî ve hukukî değeri kastedilir.
Dinî yükümlülük açısından içtihadın hükmü nedir?
İctihad, bir olayın şer‘î hükmünü belirleme çabası olduğu için dinî mükellefiyet açısından farz-ı kifâye olarak görülür. Ancak bu görevin mutlak müctehid bulunmadığında mukayyed müctehidle yerine gelmiş olup olmayacağı tartışmalıdır. Hanefîler, müctehidsiz asrın varlığını mümkün gördükleri ve müctehidin bulunmadığı durumlarda ümmetin toptan günah işlemiş sayılmaması için ictihadın farz-ı kifâye olduğu hükmünü müçtehidin mevcudiyeti şartına bağlarlar.
İctihadın günah açısından hükmü nedir?
Günah yçısından yaptığı ictihad sebebiyle müctehidin günahkâr olup olmayacağı tartışması, ictihadın hangi konularda câiz olduğu konusuyla doğrudan, ictihadî konuda doğrunun tek olup olmadığı konusuyla da dolaylı biçimde bağlantılıdır. Dinin katî delille sabit konularında ictihadın câiz görülmediği; bu alanda ictihad yapan kimsenin yerine göre kâfir, bid‘atçı veya günahkâr olacağı; ehliyetsiz ictihad etmenin günah olduğu ilke olarak benimsenmiştir.
İslâmi açıdan kat’î konular nelerdir?
Kat’î konular, kendi içerisinde kelâmî, usûlî ve fıkhî olmak üzere üç kısımdır: • Kelâmî konular tabiriyle sırf aklî olan konular kastedilmektedir. Bu konularda gerçek bir/tek olup, bu gerçeği tutturamayan kimse günahkâr olur. Âlemin sonradan yaratılmış olduğu (hudûs), âlemi meydana getiren (muhdis) birinin bulunduğu, bunun zorunlu ve mümkün sıfatlarının olduğu, peygamber göndermenin ve peygamberleri mucizeler ile desteklemenin caizliği, Allah’ın görülmesinin (rü’yetullah) mümkün oluşu, olan biten her şeyin Allah’ın dilemesiyle olduğu gibi konular bu kapsamda yer alır. • Usûlî konular tabiriyle, icmâın hüccet oluşu, kıyasın hüccet oluşu ve haber-i vahidin hüccet oluşu gibi konular kastedilir. Bu meselelerin delilleri kat’î olup, bunlara muhalefet edenler günahkâr ve hatalıdır. • Fıkhiyyât tabiriyle beş vakit namazın, zekatın, haccın ve orucun farz olması; zinanın, öldürmenin, hırsızlığın ve içkinin haram olması gibi Allah’ın dininde kesin olarak bilinen şeyler kastedilmektedir. Bu tür konularda gerçek birdir ve bilinmektedir. Bu konularda aykırı düşünenler günahkâr olur.
Hata açısından içtihadın hükmü nedir?
Hata Açısından İctihadda hatanın söz konusu olup olmayacağı konusunda başlıca iki görüş vardır. Birincisine göre, bir konuda ictihad eden ve farklı sonuçlara ulaşan müçtehitlerden sadece birisi doğruyu tutturmuş, diğerleri hata etmiştir. Bu gorüşü savunanlar muhattıe adını alır. İkinci görüşe göre ise bu müçtehitlerin her biri doğruyu tutturmuştur. Bu görüşü savunanlara ise musavvibe denilir.
İctihadın nakzedilmesi açısından hükmü nedir?
İctihadın nakzı, önceki bir ictihadın hükmünün geçersiz sayılması anlamına gelir. Farklı ictihadlardan her birinin ictihad olmak bakımından eşitliği kabul edildiğinden usulüne uygun yapılmış ictihad gerek müctehid gerek hâkim gerekse müftî tarafından yapılmış olsun kural olarak başka bir ictihadla nakzedilemez. Yani yeni bir ictihad önceki bir ictihadı ortadan kaldıramaz.
İstiftâ ve Müsteftî kavramlarının anlamları nelerdir?
Sözlük anlamı fetvâ isteyen kişi demek olan müsteftî terimi, karşılaştığı olayın dinî-hukukî hükmünü öğrenmek amacıyla ictihad ehliyetine sahip ve dinî duyarlılığı olan müftîye başvuran kişiyi deyimlemektedir. Kimi usulcülere göre bir kimsenin müsteftî kategorisinde sayılabilmesinin birinci şartı, ictihad edecek birikim ve yeterliğe sahip olmamasıdır. Çünkü ilke, ictihad ehliyetine sahip olan kişinin, birisinden sorması değil, kendisinin bizzat ictihad etmesidir. İsitftâ (fetvâ sorma) uygulamasının meşruluğunu temellendirmek için Bilmiyorsanız bilenlere sorun (Enbiya 21/7) ayetine atıf yapılmakla beraber asıl belirleyici olan sahabe uygulamasıdır. Sahabe döneminden itibaren avâm (ictihad yeterliliğine sahip olmayanlar) karşılaştıkları meselelerin dinî hükmünü öğrenmek için ilim ehline (müctehidlere) başvurmuş ve onlardan fetvâ almıştır. Gerek sahabe döneminde gerekse sonraki dönemde hiçbir müctehidin fetvâ vermeyi reddederek avâmı ictihad etmeye yönlendirdiği bilinmemektedir. Zira herkesi ictihad etmeye yönlendirmek mümkün olmadığı gibi doğru da değildir.