İslam Ahlak Esasları Dersi 6. Ünite Özet
İslam Ahlakının Bireysel Boyutu 2: Çirkin Ahlak (Reziletler)
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Ahlâk ilminin tanımlarından birinin, beğenilen güzel fiilleri yapıp, beğenilmeyen fiillerden kaçınmayı sağlayan insanî nefsin eylemlerinden, yapıp etmelerinden ve huylarından bahseden bir ilim olduğu belirtilir. Gazali gibi klasik İslâm dinini kendi içinden okumayı öneren ahlâkçılara göre, ahlâkı izah etmek için insan denen varlığın açıklanması gerekmektedir. Bu bağlamda o ahlâkı, insanın kalp, ruh, nefs ve akıl yetilerini açıklamak suretiyle izah eder. Hukuk da insan doğasını merkeze almakla birlikte daha çok, toplum endeksli normlarını geliştirir. Nitekim Kur’an’da çirkin ahlâk sergileyenleri, mühürlü kalp, akletmeyen akıl, sufli (aşağılık) nefs ve kirli ruh ifaderiyle tanımlamıştır. Öte yandan fazileti anlatmak için de yine, yumuşak kalp, akletmek, görmek, temiz ruh ve neftsen bahsetmektedir.
İslâm Ahlâkında Reziletlere Genel Bir Bakış
Bütün iş ve davranışlarımızda orta yolu tutmak fazilet sayılır. Faziletlerin de esasını teşkil eden huylarda aşırılık (ifrat) ve bunlardan yoksunluk (tefrit) rezilet sayılmıştır. Rezilete düşmüş olan insanlar arasında ihtilaf ve çatışma esas iken, fazilet sahibi insanlar arasında daima anlaşma, ülfet ve âhenk görülür. Çünkü orta yol ve dolayısı ile fazilet bir tane iken, bunun bulunmadığı yerde reziletler neredeyse sınırsızdır.
İslâm dini, insanın hiç bir duygu ve eğilimini yok etmek istememekte; ancak hayatın bütünüyle ölçülü olmasını, ifrat ve tefritten kaçınılması gerektiğini bildirmektedir. Bu sebeple "itidâl" (ölçü sahibi olmak) son derece önemli kabul edilmiştir.
İslâm cömertliği büyük bir fazilet olarak görür. Fakat cömertliğin, daha doğrusu başkalarına vermenin (infak) ve harcamanın fazilet olabilmesi için harcamalarda itidâle uymak şarttır. Aksi takdirde bu bir fazilet olmaktan çıkar. Hatta sorumluluk gerektiren bir rezilet olur. Bunun için harcamalarda orta yol tutulur. Yani ne aşırı bir şekilde, yerli yersiz harcama yapılır. Bu da israf'tır. Ne de aşırı mal sevgisi ile onu harcamaktan çekinilir. Bu cimriliktir.
Çirkin Ahlâk ya da Reziletler
İslâm ahlâkçıları, insan ruhunun bazı temel kuvvetlere sahip olduğunu, bu kuvvetlerin akıl, gazab ve şehvetten meydana geldiğini kabul etmişler ve bu üç temel kuvvetin fazilet ve reziletlerin ana kaynağı olduğunu söylemişlerdir. Bu kuvvetlerin ifrat, tefrit ve itidâl noktaları ayrı ayrı ele alınmış ve ifrat ve tefritin reziletin; itidâlin ise faziletin esası olduğunu ifade etmişlerdir.
Her ne kadar reziletleri açıklarken genel bir bilgi vermek için erdemlerin zıtlıkları rezilet olarak görünse de bu çoğu zaman farklı şekillerde de yorumlanabilmiştir. Önceki ahlâk düşünürleri gibi Kınalızâde'ye göre de gerçekçi olmak gerekirse, erdem itidal ve orta, rezilet ise itidalin dışındaki her iki taraftır.
Kınalızâde her erdemin zıddı olduğunu kabul etmekle beraber, etraflı bir araştırmadan sonra "her bir faziletin sonsuz sayıda zıddının olması gerekir" düşüncesinin açıkça ortaya çıkacağı kanaatindedir. Çünkü erdem asla fazlalık ve eksiklik tarafına gidilmeyen gerçek orta ve itidaldir. Böylece o, Stoanın zıtlığa dayanan rezilet anlayışından diğer rezilet tanımına geçer. Onda ve kendinden önceki ahlâkçılarda gördüğümüz bu ikinci rezilet tanımı ortanın erdem, fazlalık ve eksiklik şeklindeki her iki tarafın ise rezilet olduğu düşüncesine dayanır.
Kısaca özellikle temel reziletler açısından anımsayacak olursak:
- Nazari Güç orta/itidal durumunda olmadığında: Cehalet
- Amelî Güç orta/itidal durumunda olmadığında: Zulüm
- Gazap Gücü orta/itidal durumunda olmadığında: Korkaklık
- Şehvet Gücü orta/itidal durumunda olmadığında: Ölçüsüzlük
Kınalızâde nefs ve itkilerinden bahsederken temyiz, gazab ve şehvet güçlerini temel nefsani kuvvet olarak alırken; Tûsî ve Devvânî gibi İslâm ahlâkçıları temyiz, def ve cezb kuvvetini kullanarak bunları daha fazla vurgularlar.
Nefs-i melekî, melekî nefs: Bu nefs ile reziletler arasındaki ilişki şöyledir: Burada, temyiz ve idrak gücü düşük olursa rezilet olarak cehalet gerçekleşir. Ancak melekî güç, itidal sınırında olup ifrat ve tefrite/eksiklik ve aşırılığa düşülmezse bu huy, hikmettir. Dolayısıyla cehaletin zıddı olarak karşımıza hikmet çıkmaktadır. Bu nefsin aşırı işlemesi, "orta yol"da durulamaması kişide kurnazlığa neden olur. Eksikliği ise ahmaklığı doğurmaktadır.
Nefs-i seb'î, yırtıcı veya saldırgan nefs: Makam, üstünlük taslama, başkalarını etki altında bırakma, intikam ve öfke güçleri bu nefse aittir. Yırtıcı/saldırgan güç, orta düzeyde olursa bundan meydana gelen huy şecaat (cesaret) olarak kabul edilir. Böylece saldırganlık huyunun zıttı da cesaret olarak açığa çıkmaktadır. Dahası saldırganlığın altında ise korkaklığın yattığını söyleyebiliriz.
Nefs-i behimî, hayvani nefs: Bu nefs kişiyi, lezzetlere sürükleyen; yeme, içme ve cinsel hayat gibi isteklere yönelten bir aracıdır. Hayvani nefsin orta olma durumu - aşırılık ve eksiklikten uzak oluşu- iffettir. Pek çok İslâm ahlâkçısı, İslâm ahlâkında iffet ve ölçülüğü hemen hemen aynı kategoride değerlendirir. Çünkü insan varlığı hayvani özelliklerin üstüne çıktığı zaman insan olmaktadır. Ancak hayvani bir nefs taşıması ve onun da yeteri kadar olması gereğini vurgulamaktadır. Kur'an'da zina hakkındaki vurgunun önemi de burada yatmaktadır.
Amelî nefs: Adaleti temel erdem olarak almıştık. Bunun aşırılığından ya da eksikliğinden doğacak bir erdemden ya da erdemsizlikten söz edilmemektedir. Bunun sadece zıttından bahsedilmektedir. O da "adalet" olarak karşılığını bulmuştu. Çünkü nefsi arındırma ve salih amel ya da iyi işlerde bulunma konusunda adalet, adeta bir mimarinin orta direği işlevini görmektedir. Dolayısıyla adil olmada teorik akıl ve pratik akıl birlikte iş görmekte ve ameli nefsin bir itkisi olarak görülmektedir adalet.
Cehalet: Genel olarak eşya hakkında bilgi edinme gücüne özgü bir erdem olan hikmet faziletinden yeterince/orta düzeyde pay alamama cehalet rezileti olarak karşımıza çıkmaktadır. Varlık ve ahlâk arasındaki ilişkiye temas ederken değindiğimiz gibi, kişinin bilgi ve hikmet gücü de erdemli olmasında son derece önemlidir. İslâm düşünürleri, ahlâklı olmak için bilebilme yeteneğini kabul eder. Ahmak kişinin ahlâklılığından söz edilemez. Aynı şekilde kurnaz kişinin de erdemli olması mümkün değildir. Bütün bu noksanlıklara reziletler açısından baktığımız zaman karşımıza cehalet çıkmaktadır. Cahil kişi, bir kere, ahlâk ve bilgi arasındaki bağlantıyı baştan kuramayacağı için; bir başka ifadeyle eşya hakkında bilgi edinme gücü noksan olduğundan, onun varlık-bilgi değer bütünlüğünü tesis edebilmesi mümkün değildir.
Korkaklık: Üstünlük sağlama güdüsünün orta düzeyde etkinliğini gerçekleştirememesi sonucu korkaklık meydana gelir. Çoğu zaman bu güdüye öfke gücü denmektedir. Bu güçten kaynaklanan erdeme ise cesaret denilmektedir. Cesaretin zıddı ise korkaklıktır. Öfke gücünün fazla olması halinde kişi saldırgan; eksik olması durumunda ise korkak olacaktır. Gazap/öfke gücünün yeterli derecede orta durumda olması ise cesareti doğuracaktır. Bu erdem olmadığı zaman adaletin gerçekleşmesi mümkün değildir. Mesela Kindî'ye göre, cesaret, yapılması gerekeni yapmak ve ortadan kalkması gerekeni de önlemek için ölümü bile göze alabilmektir. Rezilet durumunu dikkate alırsak, yapılması gerekeni gerçekleştirememektir korkaklık. Bu durumda normal bir atılımı yerine getiremeyen kişinin "doğru" uğruna canını bile feda edebilmesinden söz etmek mümkün değildir.
İffetsizlik/Ölçüsüzlük: Bedenin korunması ve geliştirilmesi için gerekli olan şeyleri sağlama, gereksiz olanlara da ilgisiz kalma erdemine iffet dediğimizi anımsarsak; iffetsizlik ise bir tür ölçüsüzlüktür. Bundan daha çok beden zarar görecektir. Zira ya şehvet eksikliği ya da şehvet hastalığı şeklinde aşırı arzu düşkünlüğü hâsıl olacaktır. Her iki rezilet de bedene zarar verecektir. Beden ve ruh arasındaki dengeyi göz önüne getirecek olursak, bu durumda, bedenden sadır olan bir kötülüğün ruhu da gölgelemesi çok tabii bir durumdur. Bu erdem, şehvet güdüsüne bağlıdır. Fazlalığında günahkârlık, azlığında ise şehvet eksikliği olmaktadır. Varlık ve ahlâk arasındaki organik bütünlük bize bedenine zarar verenin varlık bütünlüğünü tesis edemeyeceğini söyler. Dahası böyle bir kişi aklına da zarar vermeye başlayacaktır. Dolayısıyla hikmet erdemi de gölgelenecektir; başka türlü söylersek, adaleti tesis edemeyen aynı zamanda cahil kategorisine de girmeye başlayacaktır.
Zulüm: Zâlim, adalet erdemini gerçekleştiremeyen kişidir. Adalet erdemine bütün aşırılıkların ortası ve genel olarak rezîlet demek olan aşırılıklardan kurtulmayı sağlayan bir erdem olduğu için bütün erdemlerin en tam olanı ve adeta ortak olanıdır demiştik. Bunu için "adalet" ve "vahdet" kavramı arasındaki bağlantıya işaret etmektedir. İşte zulüm ile kesret/parçalanma veya bütünlüğü kaybetme arasında da yakın bir ilişki vardır. Çünkü varlıkta birlik yetkinliği ve tamlığı dolayısıyla erdemi; çokluk, başkalık ve kargaşa ise istikrarsızlık, eksiklik, dolayısıyla rezileti en doğru ifadeyle zulmü gösterir. Diğer erdemleri kişi, yerine şu ya da bu şekilde getirse dahi adaleti ifa etmeyebilir Böyle olursa onun kemalinden söz etmek mümkün değildir. Adalet bütün eğilimlerde tam orta yolu bulmaktır; ancak diğer faziletler gerçekleşirse, ortaya çıkar. Yani adaleti gerçekleştiren kişi diğer erdemleri de yerine getirdiği için erdemli kişi sayılır. Amaç da saadeti ele geçirmek yani mutlu olmaktır. Zalim kişi hem kendine hem de çevresine zulmeder. Böyle bir kişi, diğer erdemleri yerine getirse bile onun reziletlerden uzak olduğunu söylemek mümkün değildir.
Ahlâki Hastalıklar
İslâm ahlâkçıları ruhanî hastalıkların rezilet olduğunu belirtir. Dolaysıyla onlara hastalık gözüyle bakarlar. Genellikle ahlâkçılar basit hastalıkların altında bu hastalıkların birbirleri ile birleşip karışmasından başka hastalıkların meydana geldiğini belirtirler. Sayılamayacak kadar çok olan bu hastalıkların kaynağı bu yalın, birleşmemiş hastalıklardır.
Basit Hastalıklar
1) Temyiz Gücünün Hastalıkları
a) Fazlalık yönünde: Temyiz gücünün ifratı nazarî hikmet veya amelî hikmette meydana gelmesine göre ikiye ayrılır.
- Nazarî hikmette aşırılık iki kısımdır: Araştırmada sınırı aşıp tartışma ve anlatmada mübalağa etmek. Kınalızâde bunun inceden inceye araştırma olmadığını düşünmektedir. Soyut konularda duyularla hükmetmek
- Amelî hikmette meydana gelen fazlalık tümellerde ve tikellerde olmak üzere ikiye ayrılır: Amelî hikmetteki fazlalık, tikellerde meydana gelirse ona hilekârlık, kurnazlık ve kötülük denir. Diğeri de amelî hikmetteki fazlalık; tümellerde meydana gelirse ona dehâ denir.
b) Eksiklik yönünde: Temyiz gücünün eksikliği de nazarî ve amelî hikmette olana göre ikiye ayrılır. (i) Nazarî hikmetteki eksiklik, düşüncenin gerekli olan dereceden eksik olmasıdır. Buna dar kafalılık denilir. (ii) Amelî hikmette olan eksikliğe eblehlik veya bönlük denilir.
2) Öfke Gücünün Hastalıkları
a) Fazlalık yönünde: Aşırı kızgınlık, intikam ve yersiz hiddettir; yırtıcı hayvanlar ve haşaratlar gibi akıl ve dinin ölçülerini aşıp insanlara ve hayvanlara eziyet etmeye teşebbüs etmektir.
b) Eksiklik yönünde: Gayretsiz, korkak ve yüreksiz olduğu için işlerinin idaresinin bozulmasıdır.
3) Arzu Gücünün Hastalıkları
a) Fazlalık yönünde: Yeme, içme ve cinsel birleşme konularında son derece hırslı ve kötülük içinde olmak; böylece aklın ve dinin ölçülerini aşmak, itidal sınırının dışına yönelmektir.
b) Eksiklik yönünde: Yaşamak için gerekli olanları kazanma ve helal lokmayı isteme konusunda sebepsiz yere tembellik yapmak, neslin bekası ve ümmetin çoğalmasını sağlayan çabalardan gereksiz yere uzak durmak veya vazgeçmektir.
Bileşik Hastalıklar
1) Temyiz Gücünün Hastalıkları
a) Fazlalık yönünde: Şaşkınlık (hayret),
b) Eksiklik yönünde: Basit cahillik
2) Öfke Gücünün Hastalıkları
c) Fazlalık yönünde: Öfke
d) Eksiklik yönünde: Korkaklık
3) Arzu Gücünün Hastalıkları
e) Fazlalık yönünde: Arzunun fazlalığı (şehvet hastalığı)
f) Eksiklik yönünde: Tembellik, üzüntü, kıskançlık
Ahlâki Hastalıkların İyileştirilmesinde Genel İlkeler
Ahlâkçılar cismani ve ruhani tıp arasında ayrım yaptıktan sonra, reziletler konusunun ruhani hekimliğin konusu olduğuna dikkat çekerler. Hastalıkları tedavi etmede öncelikle hastalığın cinsinin ve her cinsin sebebi ve alametinin bilinmesi, her hastalığın nasıl tedavi edileceğinin ve hastalığın sebebinin ne ile yok edileceğinin açıklanması bir kanundur. Ahlâkî hastalıkların meydana gelme sebebi beden ve nefistir. Beden ile ruh arasında son derece kuvvetli bir bağ vardır. Bu bağın kuvvetli olması dolayısıyla ruh ve beden arasındaki etkilenme hastalıklar konusunda da söz konusudur. Ruh, öfkelendiği zaman bedenin kızarması ve ateşinin yükselmesi; ruh aşık olduğunda bedenin sararması ve aşığını gördüğünde istemeden bedenin titremesi bu etkilere örnek verilebilir. Bedensel hastalıklar, bedensel tıp ile tedavi edildiği gibi nefsten ve nefsin alışkanlıklarından kaynaklanan hastalıklar da ahlâk ilmi yani ruhanî tıp ile tedavi edilmelidir. İslâm ahlâkçıları, nefse yerleşmiş giderilmesi çok zor olan reziletleri, zıddı olan rezileti kullanarak gidermeyi böylece de orta yolu bulmanın imkânını aralamayı önerir. Örneğin cimrilik reziletini yok etmek için zıddı olan israf reziletini kullanma sayesinde bir tür normalleşme sağlanabilir. Tıpkı tıpta bir zehrin panzehrinin olması gibi. Ancak bu sadece yerleşmiş olan bir alışkanlığı adeta sarsıp kımıldatmak içindir. Zira zıttı olan reziletin de yerleşik bir adet haline gelmesi mümkündür. Bu bakımdan dikkat gerektiren bir alıştırma sürecidir.