aofsoru.com

İktisat Tarihi Dersi 3. Ünite Özet

Modern Zamanlar Öncesinde Asya, Afrika Ve Amerika’Da Toplum Ve Ekonomi

Asya’da Toplum ve Ekonomi

Asya toplumları bazı Avrupalı tarihçiler ve toplumbilimciler tarafından toprakta özel mülkiyetin bulunmadığı, rasyonel pazar organizasyonundan ve bürokratik yönetim şekillerinden yoksun, değişme dinamiği olmayan, tarih dışı toplumlar olarak nitelendirilmiştir. Doğu despotluğu, doğu devletlerinde tarım için vazgeçilmez olan sulama sistemlerini kontrol eden yöneticilerin toplumu tam bir baskı altına alarak kişisel teşebbüsün ve temsili kurumların gelişmesine izin vermediği yönetim modelidir. Bu model, modern zamanlarla birlikte Avrupa’nın Asya toplumları üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonyanın önemli bir meşruiyet gerekçesi olarak kullanılmıştır. 1000 yıllarında Çin’in kişi başına geliri Batı Avrupa’nınkinin iki katına yakındı. Fakat 1000’lerden sonra Batı Avrupa gerçekleştirdiği hızlı ekonomik büyü sonunda 1500’lere gelindiğinde kişi başına gelir düzeyi itibariyle Asya’yı geride bıraktı (S:70, Tablo 3.1).

İslam Dünyası

7. yüzyılda ve 8. yüzyılın başlarında gerçekleşen Arap fetihleri, tarihte ilk kez Akdeniz dünyası ile Mezopotamya ve İran’ı bütünleştirdi. 1000 yılında İslam dünyasının toplam nüfusu 28 milyona ulaştı. Arapça, İslam uygarlığının ortak yönetim, hukuk ve ticaret dili oldu. Araplar Hindistan ve Güneydoğu Asya’dan getirdikleri bitki ve ağaç türlerini batıya ve Akdeniz’in iki kıyısındaki bölgelere yayarak yeşil devrim gerçekleştirdiler. Ayrıca Müslümanlar geliştirdikleri aşılama teknikleri ile meyve ağaçları çeşitlendirdiler.

Siyasi bütünleşme ile birlikte bu geniş bölgede para birliği sağlanmış oldu. İslam fetihlerinden önce Bizans ve Sasani topraklarında tek metalli para sistemi geçerliydi. İlk başlarda Müslümanlar bu sistemi bir süre devam ettirdikten sonra, 7. yüzyılın sonunda gerçekleştirdikleri para reformuyla 4.25 gramlık dinar adlı altın ve 2.97 gramlık dirhem adlı gümüş paralara dayalı çift metalli para sistemine geçtiler.

İskenderiye, Şam, Kahire gibi önemli şehirlerin Müslümanların geline geçmesiyle, İslam uygarlığı esas olarak bir şehir uygarlığına dönüştü.

İslam uygarlığının önemli bir zirvesini oluşturan Endülüs’ün ekonomik temeli o dönemin en gelişmiş teknolojisine sahip olan tarımıydı. Muson iklimine ait bitki ve ağaçların İslam dünyasının kurak ikliminde yetiştirilebilmesi için karmaşık bir sulama sistemi geliştirildi. Akdeniz dünyasının önemli bir özelliği olan bağcılık ve zeytincilik gibi faaliyetler de bölgede önem kazandı. Önceleri Doğu’dan gelen kumaşlar zamanla ithal ikamesi yoluyla içeride üretilerek Avrupa’ya ve İslam dünyasına ihraç edilmeye başlandı.

İslam dünyasının tarımsal imkanları sınırlı olsa da Akdeniz ve Çin arasındaki kervan yolları büyük bir ticari potansiyel yaratıyordu. Müslüman devletler kervan yolları üzerinde yol güvenliğini sağlayıcı tedbirler alarak, kervansaraylar kurarak, şehirlerde çarşılar inşa ederek, gümrük tarifelerini düşük tutarak, yabancı tüccarlara çeşitli imtiyazlar tanıyarak ticarete aktif destek verdiler.

Coğrafi keşiflere kadar Müslümanlar, Avrupa ve Asya arasındaki ticarette tek aracı konumdaydılar. Uzak mesafeli ticaretin gelişebilmesi için gerekli altyapı Müslüman dünyasında her yönüyle sağlanmıştı. Alıcı ve satıcıların karşı karşıya gelebileceği ve piyasa şartları hakkında bilgi sahibi olabileceği pazarlar ile genel kabul gören ödeme ve finansman araçları gelişmişti. İslam dünyasının tüm şehirleri ve bölgeleri arasında insanlar, fikirler ve mallar serbestçe dolaşmaktaydı.

Müslüman tüccarlar, Hint okyanusunun rüzgar şartlarını çok iyi biliyorlardı; deneyimli rehberleri, astronomi ve denizcilikle ilgili geniş bilgiler ve gelişmiş gemicilik araçları bulunuyordu. Bazı Müslüman tüccarlar Çin’e kadar giderek limanlarında koloniler kurdular.

Müslümanlar fethettikleri bölgelerdeki Hristiyanlara ve özellikle de Yahudilere büyük bir hoşgörü gösterdiler ve onları vergilendirerek özgürlüklerine saygı gösterdiler.

Müslümanlar uluslararası ticaretle ilgili daha ileri ödeme ve finansman araçları geliştirerek Orta Çağ ekonomik hayatına önemli katkıda bulundular. Poliçe İslam dünyasında 8. yüzyıldan itibaren tüccar ve merkezi bürokrasi tarafından gelirin transferinde kullanıldı.

Avrupa Orta Çağı boyunca Müslümanlar bilim ve felsefede öncü konumdaydılar. Modern matematik Arap rakamlarına dayalı olup, cebir bilimi de bir Arap buluşudur.

Osmanlı Devleti

Osmanlı Devleti çok geniş bir coğrafyada uzun bir dönem politik ve sosyal istikrarı sağlamıştır. Bu başarının temelinde kuruluş döneminde oluşturulan etkin idari, askeri ve mali kurumlar bulunmaktaydı. Anadolu ve Balkanların insan gücü ve diğer kaynaklarının İstanbul’un avantajlı konumuyla kontrol edilmesi imparatorluğun gücünün temelini oluşturuyordu. İmparatorluk yönetiminin sürekli bir ordu besleme ve çok sayıda insanı savaşa sürebilme imkanı vardı.

Osmanlı devletinin yönettiği kitle ekonomik, dini ve etnik açıdan karmaşık özellikler gösteren göçebe ve yarı göçebe grupların da yer aldığı bir köylü toplumu olmakla birlikte o dönemde dünyanın pek çok yerinden daha fazla bir şehirli nüfusu da içeriyordu.

Toplum iki ana gruptan oluşuyordu. Birinci grup Sultan ve onun hizmetinde olan herkesi kapsıyordu. Askeri olarak adlandırılan bu kişiler devlete sağladıkları hizmetler karşılığında vergi muafiyeti başta olmak üzere bazı imtiyazlardan yararlanırdı. İkinci grup ise reaya adı verilen vergi mükellefi nüfustu. Bu gruba çiftçiler, tüccarlar ve esnaf giriyordu.

Hukuki prensipler ve uygulamalar, İslam’ın getirdiği hukuk ve sultanın yaptığı yasalardan gelmekteydi.

Merkezi yönetimin en önemli unsuru sultanın sarayıydı. Eyalet yöneticileri, askeri kumandanlar ve sultanın otoritesini temsil eden diğer tüm kişiler kul olarak kabul ediliyor ve bunlar sarayda özel bir eğitimden geçirildikten sonra bu yüksek görevlere atanıyorlardı. Merkezi yönetimin en önemli organı olan Divan-ı Hümayun ise hem idarenin başıydı ve hem de adalet sisteminin işlemesini sağlayan yüksek bir mahkeme niteliğindeydi.

Tarım

Osmanlı ekonomisi temelde geçimlik bir tarım ekonomisiydi. Nüfusun büyük bir bölümü kırsal alanda yaşıyor ve çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Köylüler arasında, işledikleri toprak büyüklüğü ve elde ettikleri gelir düzeyi itibariyle önemli bir farklılaşma görülmüyordu.

Tarım sektörüyle ilgili önemli bir kurum taşra yönetiminin ve kırsal ekonominin temelini oluşturan tımar sistemiydi. Tarıma dayalı bir ekonomide devletin en önemli gelir kaynağı olan öşür vergisini köylü para yerine ürün olarak ödüyordu. Osmanlı Devleti de ürün olarak alınan bu vergileri paraya çevirecek bir mali örgüte sahip olmadığından harcamalarını karşılayabilmek adına vergi gelirlerini mültezimlere ihale etmek, yani belirli bir bedel karşılığında satmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden devletin zirai vergi gelirleri, ücretleri karşılığında doğrudan doğruya toplayacak sipahi olarak adlandırılan askerlere tahsis edilerek problem çözümleniyordu.

16. yüzyıl öncesinde üretimin temel unsuru olan ekmek kıt bir faktördü. Sipahi, başka bir bölgeye göç eden reayayı 15 yıllık bir süre içinde geri getirme hakkına sahipti. 16. yüzyılda imparatorluk nüfusunun hızla büyümesi sonucu nüfus/toprak dengesi önemli ölçüde değiştiğinden köylülerin toprağı bırakmasına karşı olan kanunlar gevşetilmiştir.

Devlet gelirinin %51’i doğrudan sultana ait olup, devlet hazinesine giriyordu. Gelirlerin büyük bir bölümü sultana ait haslardan geliyordu. Kalan kısmı tüccarların ödediği vergilerle, gümrük resimlerinden ve maden gelirlerinden oluşuyordu. Merkez hazinesi kendine ait gelirlerin tahsilini sağlamak amacıyla mukataa adı verilen mali birimler oluşturmuştu. Mukataaların gelirleri iltizam yöntemiyle toplanırdı.

Uluslararası Ticaret

14. yüzyılda Osmanlı devletinin yükselişi politik ve ticari ağırlığın büyük ölçüde Batı Anadolu’ya kaymasına yol açtı. Bursa, Osmanlı ekonomisinde ve Doğu-Batı ticaretinde önemli rol oynamaya başladı.

16. yüzyılda, Osmanlılar, Kızıldeniz’i güvenlik altına alarak Portekiz’in baharat ticareti üzerinde tekel oluşturmasına engel oldular. Bu yüzyıl boyunca geleneksel ticaret yolları canlılığını sürdürdü.

Akdeniz’in en büyük deniz gücü olan Venedik, Suriye ve Mısır’daki baharat ticaretine hakimdi. Osmanlılar askeri çatışma olmadığı zaman Venedik’e ticari imtiyazlar tanımakta sakınca görmediler.

Karadeniz ticareti, Osmanlı ekonomisinin en önemli bölümlerinden biriydi. 15. yüzyılın sonlarında önemli Karadeniz limanlarını ele geçirdikten sonra yabancı tüccarı Karadeniz ticaretine sokmadılar.

Osmanlı şehirlerinde kervan ticareti ve dış ticaretle uğraşan tüccarlar Osmanlı toplumunun gerçek sermayedarlarıydı. Teşebbüslerini ve servetlerini artırmalarını engelleyen herhangi bir şey söz konusu değildi.

Şehirler ve Sanayi

Yakındoğu devletlerinde kanalların, setlerin, yolların, köprülerin ve kervansarayların inşa ve korunması gibi kamu işlerini devlet üstlenmişti.

Osmanlı şehirlerinin gelişmesinde ve fizik planlarının oluşumunda külliye kurumu önemli rol oynamıştır. Külliyeler genel olarak vakıf olarak kuruluyordu. Vakıflar sistemi, İstanbul’da ve diğer şehirlerde kültürel ve ticari tesislerin kurulmasında önemli rol oynamıştır. İslam toplumlarında tüm hayır kurumları vakıflar şeklinde kurulmuştu. Vakıflar mali ve idari özerkliğe sahip kuruluşlardı.

İstanbul Osmanlı şehirleri arasında müstesna bir yere sahipti. Sultanlar ve diğer saray mensupları vakıf sistemi çerçevesinde yaptıkları yatırımlarla İstanbul’u büyük bir metropol şehir haline getirdiler. Devlet karaborsayı, enflasyonu ve kaçakçılığı önlemek için uzaktaki üreticiden, İstanbul’daki perakendeciye kadar her şeyi düzenliyor ve kontrol ediyordu. İstanbul deniz ve kervan yolları için nihai varış noktasıydı. Osmanlılar, bu ticaretin geçtiği yolları çok iyi koruyordu.

Osmanlı şehirlerinde esnaf loncaları ekonomik ve sosyal hayatın önemli bir unsuruydu. Lonca üyeleri, şehir nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturuyordu. Loncaların başında ahlaki ve dini otoriteyi temsil eden bir şeyh bulunuyordu. Esnaf ustaları, lonca kurallarını uygulamak ve yönetim karşısında loncayı temsil etmek üzere kendi içlerinden birini kethüda olarak seçiyorlardı. Ayrıca her loncada mesleğin bütün incelik ve hünerlerini bilen ve ehli hibre adı verilen usta bulunurdu.

Ekonomik açıdan lonca düzeni, arz ve talep yasalarının işlemesindeki problemleri çözmeyi amaçlıyordu. Lonca düzenini belirleyen ikinci önemli bir faktör pazarın sınırlılığıydı. Çoğu lonca şehir ve çevresindeki köylerden oluşan oldukça dar bir bölge için üretim yapıyordu.

Lonca üyeleri arasında rekabetin önlenmesi amacıyla, mamul malların belirli standartlara uyması koşulu getirilmişti. Üretim metotları, kullanılacak ham madde türleri ve miktarları, üretim araçları ve dükkanların özellikleri belirlenmişti.

Ekonomiyi düzenleyen başka bir önemli kurumda ihtisaptı. İhtisap düzenlemelerinin çoğu ticarette hileyi ve aşırı karı önlemeyi, piyasada adil fiyatların tespit olunmasını, malın ağırlığının ve kalitesinin kontrol edilmesini amaçlıyordu.

Çin

Çin ekonomisi 15. yüzyıla kadar Avrupa’dan daha yüksek bir kişi başına gelir düzeyine sahip dünyanın en gelişmiş ve en büyük ekonomisiydi.

Çinliler kuzeyde Orta Asya steplerinin kenarındaki ormanlık alanları yakarak açtıkları topraklarda tarım yaptılar. İlk başlarda Çin’de tarımı yapılan temek ürün darıydı. Daha sonra bu ürüne Ortadoğu’dan gelen buğday ve arpa eklendi. Onuncu yüzyıldan itibaren Güneydoğu Asya’dan gelen pirincin üretimine başlanmasıyla Çin tarımı sulamanın büyük önem taşıdığı emek-yoğun bir nitelik kazandı. Pirinç tarımının yüksek verimliliği nüfusun artmasına imkan verdi.

Çin nüfus baskısına üretim artışıyla cevap vererek kişi başına tüketim düzeyini koruyabildi. Bunu ekili alanları genişleterek, kişi başına emek girdisini ve toprağın verimliliğini artırarak ve geleneksel gübreleri daha fazla kullanarak başardı. On beşinci yüzyıldan itibaren tütün ve şeker kamışı ekimi yaygınlaştı.

Nüfusun artmasıyla coğrafi dağılımda büyük bir değişme oldu. Farklı yaşam bölgelerini birbirine bağlamak için Çin yönetimi çok sayıda yol ve özelliklede kanal inşa etti. Çin’in iki büyük nehrini birbirine bağlayan Büyük Kanal bir mühendislik harikasıydı. Ulaşım ağı düzenin sağlanması ve vergilerin toplanabilmesi amacıyla inşa edilmiş olsa da bölgeler arası ticareti ve iş bölümünü de teşvik ediyordu.

Çin yiyecek tüketiminde, toprağın hayvan besiciliğine göre daha ekonomik kullanımını sağlayan ürünler üretiminden sağlanan protein ve kaloriler büyük yer tutuyordu. Sürme, taşıma işlerinde kullanılan güç hayvanları, askerler için gerekli binek hayvanları ile zengin insanların temel et kaynağı olan domuzlar dışında Çin tarımında hayvanlara çok az yer veriliyordu.

Çinli kırsal haneler, çiftlik dışında pek çok emek-yoğun faaliyetlerde bulunuyorlar; küçük havuzlarda balık yetiştiriyorlar; yakıt olarak ot ve diğer biyolojik atıklardan yararlanıyorlardı. Gayrisafi hasılanın büyük bir bölümü kırsal alanlarda geleneksel el sanatları ile taşıma, ticaret ve inşaat faaliyetlerinden elde ediliyordu. Üretken tarıma bağlı olarak şehirler gelişti ve bu şehirlerde çok sayıda meslek doğdu. İpek kumaş üretimi ilk kez Çin’de başladı ve Büyük İpek Yolu aracılığıyla Avrupa’ya ihraç edildi. Porselen, kağıt ve matbaayı Çinliler icat etti.

Konfüçyüsçü düşüncenin kendi kendine yeterli ve ticaretten çok tarıma dayalı bir ekonomi tercihine rağmen Çin yönetimleri ticarete açık olmanın mali yararlarının farkındaydılar. Asya pazarlarında dönemin Avrupa devletlerinden çok daha liberal politikalar uygulanıyordu.

Teknolojik ve bilimsel gelişmişliğine rağmen Çin bir sanayileşme sürecine giremedi. Çünkü zanaat ürünleri sarayın, bürokrasinin ve toprak sahibi yüksek aristokrasinin sınırlı taleplerini karşılamaya yönelik olarak gerçekleşiyordu.

Tüccarlar ve ticaret Konfüçyüsçü değerler sisteminde aşağı bir statüye sahipti. Zengin olan az sayıdaki tüccar servetinin önemli bir bölümünü toprak satın olarak aristokratik sınıflara katılmak için harcıyordu.

Suang dönemi Çin uygarlığının sanat, edebiyat, felsefede olduğu kadar ekonomi, teknoloji ve yönetim alanlarında da zirveye ulaştığı dönem oldu. 13. yüzyılda Moğol istilası Çin uygarlığının gelişmesini olumsuz etkiledi. Moğolların tüccarları koruyucu bir politika izlemesi ve yollarda güvenliği sağlaması, ticaretin büyük bir gelişme göstermesine neden oldu.

Ming hanedanı yeniden Çin yönetim geleneklerin geri dönüşü sağladı. 1421’de başkentin Nanking’den Pekin’e taşınması kuzey güney ticaretini teşvik etti.

1200-1433 arasında Çin, Asya ticaretinin dinamik gücüydü. Çin porselen, ipek ve çeşitli mamul ürünler karşılığında Güneydoğu Asya’dan baharat, tıbbi bitkiler ve diğer bölgeye özgü doğal ürünler ithal ediyordu.

Çin geleneksel olarak içe dönük ve kara temelli bir güç olsa da bazı dönemlerde Çin yönetimi okyanusa yönelik daha aktif politikalar izledi. İmparator Yung-Io, geleneksel Çin ilgi alanı olan Hint okyanusunun doğu kıyıları dışında bir deniz seferi başlattı. Seferler sonucunda Kore ve Japonya Çin egemenliğini kabul etti.

1405-1433 yılları arasında Amiral Cheng-ho tarafından Hint Okyanusu’nun Batı kıyılarına keşif amaçlı seferler yapıldı. Büyük miktarda kağıt para basılarak gelirler yükseltilmişti. Ancak ortaya çıkan enflasyon kağıt paranın önemini kaybetmesine neden oldu. 1430’lardan sonra gümüş, değişimin ve vergi ödemelerinin temel aracı oldu. Cheng-ho’nun ölümünden sonra 1430’lardan itibaren uzak mesafeli diplomasi atağı zayıfladı ve Çin yönetimi Asya ticaretinde oynadığı aktif rolden vazgeçerek içe dönük bir politika izlemeye başladı.

Hindistan

Müslümanlar 13. yüzyıldan İngiliz egemenliğine kadar Hindistan’da yönetimi ellerinde bulundurdular.

Moğol aristokrasisi büyük toprak sahipleri olmayıp onlara sadece belirli alanın vergi gelirleri tahsis edilmişti. Bu gelirin bir bölümü ile kendi geçimlerini sağlıyor, kalan kısmını ise nakit olarak ya da asker desteği şeklinde merkezi hazineye aktarıyorlardı.

Moğol görevliler kapı halklarını besleyebilmek için yüksek gelirlere ihtiyaç duyuyorlardı. Moğol yönetimi köy topluluklarından önemli bir tarımsal fazlayı alabilecek askeri güce sahipti. Onlar kendi tüketimlerini artırabilmek için köy topluluğunun geçimlik düzeyin üzerinde kalan tüm gelirlerine el koyuyorlardı.

Devletle olan ilişkilerinde köy topluluğu bir birlik olarak hareket ediyordu. Toprak vergileri genellikle topluca ödeniyor ve yükün köy topluluğu üyeleri arasında dağılımını köyün önde gelen kişileri yapıyordu.

Nüfusun büyük bölümü tarımla uğraşmakla birlikte özellikle pamuklu dokuma sektörü başta olmak üzere zanaatlarda gelişmişti.

Hint toplumunu diğer toplumlardan ayıran önemli bir özellik kast sistemiydi. Kastlar esas olarak mesleğe göre ayrılmışı, fakat etnik unsurlar da söz konusuydu. Bu sistem toplumu ekonomik ve sosyal fonksiyonları kalıtımsal bir şekilde açıkça tanımlanmış ve birbirinden kesin şekilde ayrılmış gruplara bölüyordu. En üst sosyal tabakada yer alanlar din adamlarıydı. İkinci grupta savaşçılar, üçüncü grupta tüccarlar ve dördüncü grupta çiftçiler yer alıyordu. Hint kast sistemi bir zamanlar düşünüldüğü kadar katı olmasa da sosyal hareketliliği ve etkin kaynak dağılımını büyük ölçüde engelliyordu.

Japonya

Japon toplum ve ekonomisi pek çok yönden Çin’e benziyordu. Japonya 7. yüzyıldan itibaren Çin’in kurumlarını benimsemeye başladı. Çin tipi Budizm kabul edildi ve dini kuruluşların büyük servetler edinmesine izin verildi. Avrupa ve Hindistan’a göre Japonya ve Çin’de daha büyük bir toprak kıtlığı vardı ve bu yüzden tarım son derece emek-yoğun bir özellik gösteriyordu.

Bütün bu Çin etkisine rağmen 10. yüzyıldan itibaren Japonya’nım kurumsal tarihi ve yönetim şekli Çin’den çok feodal Avrupa’nınkine benzer özellikler göstermeye başladı. Japon imparatorları devletin başında temsili olarak kalmaya devam ettiler fakat yönetim fiilen kalıtımsal bir aristokrasinin eline geçti. Toprak mülkiyeti karmaşık ve parçalanmış bir sistemdi. Mülkiyet iddiasında olan çeşitli kademedeki kişiler bağımlı köylüden tarımsal fazlanın önemli bir bölümünü alıyorlardı.

Japonya’da şehirleşme düzeyi Çin’den daha düşüktü. Çiftçilik ve sulama faaliyetleri savunma endişesiyle dağ eteklerinde toplanmıştı. Tarımsal ihtisaslaşma ve para ürünlerin üretimi fazla gelişmemişti.

Afrika’da Toplum ve Ekonomi

Geniş Afrika kıtasının ekonomik özellikleri büyük bölgesel farklılıklar gösteriyordu. 1. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar Kuzey Afrika, Roma İmparatorluğu’nun zengin bir bölgesiydi. İslam fetihleri Kuzey Afrika’nın politik ve siyasal yapısını tamamen yeniden şekillendirdi. Kuzey Afrika’da yağışın yeterli olduğu bölgelerde buğday üretimine ağırlık verilirken, kurak alanlarda ise hayvancılık yaygındı.

Aşağı Sahra Afrika’sının ekonomisi iklim, topoğrafi ve bitki örtüsü kadar farklılık gösteriyordu. Nüfus siyahlardan oluşmakla birlikte ırk, kabile ve dil farklılıkları çok fazlaydı. Yazılı bir dilin olmayışı kuşaklar ve toplumlar arasında bilgi aktarımını da güçleştiriyordu. Siyahlar, Müslümanlarla temas sonucunda mülkiyet,hukuk sistemi ve yönetim teknikleri gibi kurumları tanımış oldular.

Bu dönemde bölgede avcılık ve toplayıcılıktan tarımsal üretime geçiş süreci yaşandığından ekonomide en ilkel avcılık ve toplayıcılıktan oldukça gelişmiş tarla tarımı ve hayvan yetiştiriciliğine kadar değişen farklılıklar gözleniyordu.

Sahra’yı aşarak Afrika’nın iç kısımlarına ulaşan bir ticaret yolu M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda Ortadoğu’dan gelen develerin taşıma işlerinde kullanılmasından sonra büyük işlerlik kazandı. Ancak bu tarihten sonra bile taşıma maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle ticaret yüksek değerli ve düşük hacimli altın, fildişi gibi mallar ve kölelerle sınırlı kaldı.

Amerika’da Toplum ve Ekonomi

Amerika’nın yerli halkını oluşturan Kızılderili nüfus kıta boyunca farklı bir yoğunlukla dağılmıştı. en yoğun nüfuslu bölgeler yerleşik tarım yapılan Orta Amerika’nın verimli bölgeleriydi.

Amerika kıtasında tarım Eski Dünya’dan bağımsız olarak keşfedilmişti. Ana ürün mısırdı. Domates, kabak, fasulye ve patates diğer önemli ürünlerdi. Kızılderililerin köpek dışında yararlandıkları tek ehli hayvan yük taşıma işlerinde kullanılan lama idi.

Madenlerden altın, gümüş ve bakırdan yararlanılıyor fakat demir tanınmıyordu. Aletler ağaç, kemik ve doğal cama benzer bir taştan imal ediliyordu.

Pazarlar ve ticaret oldukça erken tarihlerde gelişmişti. Bulgular uzak mesafeli ticaretin M.Ö. 2 bin yılın ortalarında başladığını göstermektedir. Maya uygarlığı da benzer tarihlerde ortaya çıkmıştı.

M.S. 1200’lerde dağlık bölgelerde yaşayan bir kabile olan İnkalar geniş bir alanı denetimleri altına aldılar. Buğday depolama ve dağıtım işini de üstlenen oldukça merkezi bir devlet bürokrasisi kuran İnkalar, bu resmi dağıtım sistemi yanında özel piyasaların faaliyet göstermesine de izin verdiler.

On dördüncü yüzyılın ortalarında savaşçı bir kabile olan Aztekler çevrelerini ele geçirerek yeni bir uygarlığın temelini attılar.

Bu uygarlık bölgeleri dışında Amerika kıtasının çok geniş bir bölümünde ilken avcılık ve toplayıcılık yoluyla geçimlik düzeyde hayatlarını sürdüren seyrek nüfuslu yerli topluluklar bulunmaktaydı.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email