aofsoru.com

Kamu Ekonomisi 2 Dersi 6. Ünite Özet

Demokrasinin İktisadi Analizi: Kamu Tercihi Perspektifinden Demokrasinin Başarısızlığı

Demokrasiye Teorik Düzeyde Yöneltilen Eleştiriler

Teorik bazda demokrasiye eleştiri yönelten düşünürlerin başında Arrow, Downs, Mosca, Pareto, Michels, Hayek, Buchanan, Tullock ve Marksist düşünürler gelmektedir.

Arrow: Demokrasinin İmkânsızlığı

Amerikalı iktisatçı K.J. Arrow, rasyonel bireylerden oluşan demokratik bir toplumun kolektif karar alma sorununu analiz etmiştir. Burada bireyin rasyonel olması, oylamadan bulunacağı seçenekler arasında tutarlı bir tercih sıralamasında bulunabilmesini ifade eder. Arrow bireylerin bu tercih sıralamasını yaparken bağımsız olduklarını yani diğer bireylerin tercih sıralamasından etkilenmedikleri varsayar.

Arrow’a göre önemli olan, söz konusu koşulları en iyi şekilde karşılayan oylama kuralının benimsenmesidir. Arrow’un analizinin ulaştığı sonuç, genelde tüm bu koşulları sağlayan bir karar alma kuralını bulmanın olanaksız olduğudur.

Downs: Eksik Enformasyon

Anthony Downs iyi işleyen bir demokrasinin şartlarını şu şekilde sıralamıştır:

  1. Partiler arasında gelişmiş bir rekabetinin olması ve kamusal görevlerin esas itibarıyla genel seçimlerle doldurulması (seçimle işbaşına gelme);
  2. Belli aralıklarla yapılan seçimlerin yapılma zamanına sadece hükûmetteki parti karar vermemeli;
  3. Ergin nüfusun genel seçme hakkı, eşit seçme hakkı ve özellikle eşit oy hakkına sahip olması;
  4. Seçim sonuçlarının kabul edilmesi ve seçimi kazanan ve kaybedenlerin illegal ve güce dayanan araçlar kullanmaktan vazgeçmeleri.

Downs, demokrasinin işleyişindeki aksaklıklardan birinin eksik enformasyon sorunu olduğunu ifade etmiştir. İnsan hayatında karar alma sürecinde bilginin önemini vurgulayarak, eksik enformasyon sorununun hemen hemen her sosyal kurumun yapısını önemli ölçüde etkilediğine işaret etmiştir. Downs’a göre eksik enformasyon üç temel unsuru kapsamaktadır:

  1. Partilerin vatandaşların ne istediklerini her zaman tam olarak bilmemeleri,
  2. Vatandaşların hükûmetin veya muhalefetin ne yaptığını veya vatandaşların çıkarlarına hizmet etmek için ne yapması gerektiğini her zaman bilmemeleri,
  3. Her iki tür bilgisizliği gidermek için ihtiyaç duyulan bilgiyi temin etmenin maliyetli olması yani kıt kaynakların bilgiyi temin etmek için kullanılması gerektiğidir.

Mosca: Siyasal Sınışarın Hakimiyeti

Gaetano Mosca, Vilfredo Pareto ve Robert Michels’in başını çektiği bu teorisyenler, siyasal elitizm kavramını farklı açılardan değerlendirmekle birlikte, demokrasinin işleyişi açısından elit yapıları önemli bir engel olarak görmüşlerdir.

Pareto: Siyasal Elitizm

İtalyan sosyolog Vilfredo Pareto, Mosca’nın geliştirdiği “yönetici sınıf” kavramı yerine siyasal elit kavramını ortaya koymuştur. Siyasal elit kavramını kullanan ilk kişi olması nedeniyle bu teori daha çok Pareto ile anılmaktadır.

Michels: Oligarşinin Tunç Yasası

Yunanca kökenli bir kelime olan oligarşi; “politik gücün, toplumun küçük bir grubunun elinde olduğu yönetim şekli”ni ifade etmektedir.

Siyasal karar alma sürecinde parti içi demokrasinin etkin bir şekilde işlemediği görülebilmektedir. Bundaki temel etken, parti kadrolarının belirli bir elit kesimin elinde toplanmış olmasıdır. Bu elit kesim parti yönetimine o kadar hakimdir ki parti içinde farklı bir sesin yükselmesine izin verilmez. Michels’in “Oligarşinin Tunç Yasası” olarak nitelendirdiği bu katı hegemonyanın yıkılması çok zordur ve parti içerisindeki bu elit yapı kolaylıkla değiştirilemez.

Hayek ve Buchanan: Sınırsız Demokrasi ve Siyasal Gücün Kötüye Kullanım ı

Demokrasinin önündeki en önemli engeli sınırsız demokrasi ve bunun sonucu olarak siyasal gücün kötüye kullanımı olarak gören iki önemli düşünür; F. A. Von Hayek ve James M. Buchanan’dır.

Hayek sınırsız demokrasinin tehlikelerine işaret ederek, sınırsız demokrasiyi bireysel özgürlüklerin önünde önemli bir engel olarak görmüştür.

Hayek’e göre sınırsız demokraside çoğunluk iktidarının halk egemenliğini yansıttığı görüşü büyük bir yanılgıdır. Bugün batıdaki demokrasi uygulamalarını sınırsız demokrasi olarak nitelendiren Hayek, parlamentoya hakim olan ve çoğunluğun desteğini elinde bulunduran temsilcilerin seçmen çoğunluğunun desteğine sahip olmak için bunların uygun bulduğu her şeyi yapabildiklerini ifade eder. Fakat çoğunluğun oylarıyla seçilmiş temsilcilerin her kararına yasa demenin ve onlar tarafından yayınlanan bütün yönergeleri hukuka bağlı olarak tanımlamanın doğru olmadığını, bunun ancak “yasadışı hükûmet” olarak nitelendirilebileceğini savunmuştur.

Buchanan’a göre 19. ve 20. yüzyıl politik düşüncesinin yanlışlığı, devletin Leviathan eğilimlerini kontrol altında tutmak için yalnızca seçim kısıtlamalarının yeterli olacağı inancıdır. Fakat İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batı ülkelerinde yaşanan deneyim, bu yanlış düşüncenin gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. Buchanan, çoğunluk yönetiminin seçim sistemlerinin ve politik aktörlerin çıkar maksimizasyonu yoluyla demokrasi üzerinde yol açtığı tahribatı engelleyebilecek çözüm önerilerini de ortaya koymuştur. Buchanan’a göre tek önlem, çoğunluk yönetimine getirilecek anayasal sınırlamalardır. Anayasal demokrasi; anayasada bireylerin hak ve özgürlüklerinin açıkça tanımlandığı ve korunduğu, siyasal gücün hak ve yetkilerinin doğru bir biçimde tespit edildiği ve sınırlarının açık olarak belirlendiği bir demokrasi anlayışıdır.

Buchanan ve Tullock: Oylamanın Maliyeti

Buchanan ve Tullock, seçmen açısından oylamanın maliyetini iki grupta incelemiştir:

  • Bunlardan birincisi oylama sonucunda alınan kararı beğenmeyen seçmenlerin katlandıkları dışsal maliyetlerdir.
  • İkincisi ise oylamaya katılan seçmenlerin katlandıkları zaman maliyeti, partiler konusunda bilgi edinme maliyeti vb. maliyetlerdir.

Bir toplumda oylamaya katılacak birey sayısının fazla olması hâlinde karar verme maliyeti de artar. Buna karşın dışsal maliyetler azalır. Dışsal maliyetlerin azalmasının nedeni oylamada oy birliği ilkesine doğru yaklaşılmasıdır. Oy birliği hâlinde dışsal maliyetler sıfır olur. Oylamaya katılan birey sayısı arttıkça karar verme maliyeti de artar. Fakat bu durumda dışsal maliyetler azalmaktadır. Buchanan ve Tullock’a göre dışsal maliyet eğrisi ile karar verme maliyeti eğrisinin dikey toplamından elde edilen toplam maliyet eğrisinin minimum olduğu nokta, siyasal süreçte optimum oylama oranını göstermektedir. Çünkü bu noktada karar alma maliyeti minimuma indirilmektedir.

Oylama maliyetlerini minimize edecek şekilde ulaşılacak bir optimal çoğunluk, oylama sürecinde yer alacak her konu için aynı değildir. Bu durumda eğer dışsal maliyet çok yüksek değilse, toplumun daha küçük bir kesimi tarafından karar alınması yani oy birliğinden daha çok uzaklaşılması mümkün olabilir. Fakat dışsal maliyetler yüksek ise toplumun mümkün olduğunca daha geniş bir kesiminin konuyu onaylaması (oy birliğine yaklaşılması) gerekmektedir.

Uygulamada siyasal süreçte oylamaya katılan birey sayısının fazlalığı nedeniyle oy birliği kuralına göre karar almanın imkânsızlığı, basit çoğunlukla karar alma uygulamalarını yaygınlaştırmıştır. Bu durumda hem dışsal maliyetler hem de karar verme maliyetleri artmaktadır. Dolayısıyla oylama mekanizması aracılığıyla siyasal katılım maliyetlerinin yüksekliği seçmenlerin oylamaya katılması önünde bir engel teşkil etmektedir. Oylama maliyetinin neden olduğu bu katılım düşüklüğü, bireysel tercihlerden toplumsal tercihlere ulaşmayı engellemekte ve alınan kararlar sadece oylamada bulunan seçmenlerin tercihlerini yansıtmaktadır.

Marksist Eleştiriler

Marx’a göre siyaset, yöneten-yönetilen ilişkisinde baskı, kabul veya iknayı sağlamada, kısacası hakim olmayı veya tabi olmayı belirlemede güce dayanan en önemli araçtır. Bununla beraber Marx, hakimiyetin tıpkı çatışma gibi insan ilişkilerinin doğal bir parçası olmadığını, her ikisinin de sınıflı toplumlara özgü olduğunu, bu tür toplumların üretim biçimlerinin özgül ve somut özelliklerinden kaynaklandığını savunmuştur.

Devleti de bu bağlamda hakim sosyal sınıfların hegamonyalarını sürdürme gayesi üzerine inşa olmuş bir yapı olarak görmüştür.

Marksistler, Klasik demokrasinin temelini oluşturan özgürlük anlayışına karşı çıkarak, klasik demokraside olduğu gibi önemli olanın toplumdaki bireyleri özgürleştirmek değil, toplumu özgürleştirmek olduğu savunulmuştur. Toplumu özgürleştirmenin yolu da kapitalist sistemdeki üretim biçiminden tüm üretim faktörlerinin devlete ait olduğu bir üretim biçimine geçmek ve bu sayede insanlar için ekonomik şartları iyileştirmektir.

Marksistler demokrasi özellikle klasik demokrasi anlayışının bir türü olan liberal demokrasiye de başlıca iki tür eleştiri yöneltmiştir. Birincisi liberal demokrasi, karakteristiği eşitsizlik olan kapitalizmle iç içe geçmiş olduğundan, böyle bir sistem özgürlük ve demokrasinin gerçekleşmesini engeller. Bu sistemde emeğiyle köleleştirilen proleterler, özel mülkiyete sahip olmanın ezici gücünden yararlanan burjuvalarla aynı sivil ve siyasal özgürlüklere sahip sayılmaktadırlar. Oysa bu durum burjuva sınıfının ekonomik güçleri sayesinde siyasal sistemi tümüyle kontrol altında tutmalarını sağlamaktadır. Gerçek yönetici sınıf “halk” değil, hem ekonomiye hem de devleti denetimi altında tutan burjuvazidir. Bu nedenle, kapitalist sistemde var olan “burjuva demokrasisi” sahte bir demokrasidir. Görüldüğü gibi Marksistlerin demokrasinin klasik ve liberal demokrasiye yönelttiği eleştiriler, özünde bu demokrasilerin kökeninde yattığı düşünülen kapitalist sisteme yöneliktir. Burjuva demokrasisi yerine savunulan ise sınıfsız topluma geçiş amacına yönelik olarak işçi sınıfının hükümranlığını ifade eden proleteryan demokrasidir.

Günümüzde Çağdaş Demokrasilere Yöneltilen Başlıca Eleştiriler

Demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olan egemenliğin kullanılma şekillerine göre farklı demokrasi uygulamaları ortaya çıkmıştır. Bunları;

  • Doğrudan demokrasiler ve
  • Temsilî-katılımcı demokrasiler olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür.

Doğrudan demokrasi pratik anlamda bir anlam ifade etmemektedir. Başka bir ifadeyle, doğrudan demokrasilerin pratikte uygulama imkânı oldukça zor ve hatta imkânsızdır.

Günümüzde uygulama yönünden geçerliliği olan temsilikatılımcı demokrasilerdir. Ancak temsili-katılımcı demokrasilerin de pratikte önemli açmazları bulunmaktadır. Bu bölümde çağdaş temsili-katılımcı demokrasilerin eksikliklerini ortaya koymaya çalışacağız.

Temsilî demokraside halk egemenliği parlamentoda temsilciler tarafından temsil edilmekte ve parlamentoda çoğunluğu sağlayan siyasal iktidar, kamusal faaliyetlere ilişkin kararlarda önemli ölçüde söz sahibi olmaktadır. Buradaki çoğunluk, seçim ve oylama mekanizmasında oy çokluğu kuralının geçerli olması demektir. Bu durumda yürütme organının, yasama organına karşı üstünlüğü geçerli olmaktadır. Uygulamada temsilî-katılımcı demokrasilerin önemli eksiklikleri söz konusu olmakta ve ideal demokrasinin ilkelerine ters düşen sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Bu eksiklikleri aşağıdaki şekilde sınıflandırmak mümkündür:

Halk Egemenliği Kavramının Yanlış Yorumlanması (Halk Egemenliğinin Çoğunluk Despotizmine Dönüşmesi)

Temsilî demokrasinin en önemli açmazı demokrasiyi ifade eden halk egemenliği kavramının yanlış yorumlanmasıdır. Temsilî demokraside halk egemenliği belirli bir çoğunluk tarafından temsil edilir. Oy birliği ile karar almanın gelişmiş toplumlardaki imkânsızlığı nedeniyle bunun yerine kullanılan oy çokluğu kuralı, halk egemenliğinin çoğunluğun iradesi olarak siyasal sürece yansımasını demokrasi için yeterli kabul eder.

Bugün çağdaş batı ülkelerinde uygulanan temsilî demokrasi, çoğunlukçu demokrasinin özelliklerini taşımaktadır. Buna göre, çoğunlukçu temsili demokrasilerde halk egemenliği yetkisi temsilcilere devredilmekte ve bu şekilde kullanılmaktadır. Fakat temsilî demokrasilerde temsilcilerin ne ölçüde halkı temsil ettiği ve halkın verdiği egemenlik yetkisine bağlı kalarak hareket ettiği son derece tartışmalıdır. Parlamentoda çoğunluğu sağlayan siyasal iktidar, kamusal faaliyetlere ilişkin kararlarda bu çoğunluğun iradesine göre hareket etmektedir.

Gerçekten de çoğunluğun yönetme hakkı veya çoğunluğun kararına uyulması anlamında çoğunluk ilkesini, siyasal doğruyu temsil ettiği varsayılan “genel irade” veya “ulusal irade” anlayışıyla karıştırmamak gerekir. Genel irade bir gerçekliğin veya olgusal bir durumun ifadesi olmayıp, tümüyle metafizik bir kavramdır. Eğer çoğunluğun bu anlamda genel/ulusal iradeyi temsil ettiği varsayılırsa, o zaman azınlığın haklarının reddi gerekir ve bundan da özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi değil, olsa olsa “tekelci” bir siyaset ve çoğunluk diktatörlüğü çıkar.

Çoğunlukçu temsili demokrasinin uygulandığı yönetim sistemlerinden biri de parlamenter sistemdir. Parlamenter yönetim sisteminin geçerli olduğu demokratik yapıya “parlamenter demokrasi” denir.

Parlamenter sistemin ayırt edici özelliği; seçime dayalı ve temsil niteliği olan parlamentoya karşı sorumlu bir hükûmetin bulunduğu, yasama yürütme ilişkisinin esnek kuvvetler ayrımına dayandığı bir siyasal mekanizma olmasıdır. Bu sistemde parlamentoda çoğunluğu sağlayan parti hükûmeti kurmakta ve bu partinin başkanı da yürütme organının başı (başbakan) olmaktadır.

Azınlık Oylarının Temsili Sorunu

Çoğunlukçu temsilî demokrasilerde çoğunluğun halk iradesini temsil etmemesinin yanında bu grubun dışındaki azınlığın haklarının temsili de önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz kararların oy birliği ile alınmadığı her alanda bir azınlık grup söz konusu olacaktır. Fakat çoğunluğun karar aldığı bir siyasal süreç, azınlığın sürece katılmaması ve temsil edilmemesi anlamına gelmemelidir.

Etkili katılımın, oy kullanma eşitliğinin olduğu, her vatandaşın oy kullanma konusunda eşit olanaklara sahip olduğu, vatandaşların karar verecekleri konularla ilgili hiçbir sınırlamanın bulunmadığı sistemlere “Poliarşi” denir.

Oy Ticareti (Logrolling)

Çoğunlukçu temsili demokraside çoğunluk iradesinin halk egemenliğini temsilini engelleyen bir başka faktör yasama organında görülebilen “Oy Ticareti” uygulamalarıdır. Oy ticareti; parlamentodaki siyasal partilerin anlaşarak, karşılıklı olarak birbirlerinin kanun tekliflerini desteklemeleridir.

Şüphesiz yasama organında siyasal partilerin belirli konular üzerinde anlaşmaları ve birbirlerini desteklemeleri siyasal sürecin işleyişi açısından sağlıklıdır. Fakat alınan kararlar toplum tercihlerini yansıtmayarak halk egemenliği yerine “partilerin karşılıklı çıkar alışverişi”ne dayalı olarak alınırsa, oy ticareti demokrasi için tehlike oluşturur. Siyasal partilerin kendi çıkarları için bu şekilde anlaşarak toplumsal tercihlerde sapmaya yol açması “negatif oy ticareti”ni oluşturur. Aksi hâlde yani siyasal partilerin anlaşarak toplumsal tercihlere uygun kararlar alması durumunda “pozitif oy ticareti” söz konusu olacaktır.

Demokrasi için sakıncalı olan negatif oy ticaretidir. Negatif oy ticareti yaygın olduğu ölçüde halk egemenliğini temsil ettiği varsayılan yasama organının, seçmenlerin tercihlerinden uzak politik kararlar alması imkânı doğmaktadır. Bu da yasama organındaki temsil sorununu ortaya çıkarmaktadır.

Siyasal İlgisizlik ve Siyasal Katılımın Düşük Olması

Temsilî-katılımcı demokrasiye en önemli eleştiri siyasal katılımın yetersizliği nedeniyle gelmektedir. Siyasal katılım sadece bireylerin bir siyasal partiye üye olmasından veya seçimlerde oy kullanmasından ibaret değildir. Etkin bir siyasal katılım için, seçmenlerin siyasal karar alma sürecinin her aşamasında aktif olarak yer alması gerekir. Fakat siyasal katılım düşüklüğüne sebep olan çeşitli faktörler, bu durumu olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu faktörlerden birincisi siyasal ilgisizliktir.

Vatandaşların bir kısmının siyasete ilgisiz kalması (siyasal ilgisizlik) dolayısıyla siyasal katılım yetersiz kalmaktadır.

Siyasal Bilgisizlik

Temsilî-katılımcı demokrasinin açmazlarından biri de seçmenlerin bilgisizliğidir.

Temsilî-katılımcı demokraside seçmenler kamusal politikalara ilgi duysalar bile bilgisizlikleri nedeniyle doğru tercihlerde bulunamayabilirler.

Politikada önemli ölçüde bilgisiz olan seçmenler bilinçsizce oylamada bulunurlar.

Bu durumda seçmen tercihlerinin güvenilirliği sorunu söz konusudur. Siyasal unutkanlık, medya baskısı ve yönlendirme, yanlış ve yalana dayalı propaganda vs. faktörler de tercihlerin güvenilirliğini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Çıkar Gruplarının Egemenliği

Günümüzde “demokrasi” olarak adlandırılan çeşitli ülkelerde gerçekte “halkın egemenliği” değil, “çıkar ve baskı gruplarının egemenliği” söz konusudur.

Çıkar ve baskı gruplarının siyasal iktidar ve bürokrasi üzerinde oluşturduğu baskı değişik şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Bu baskı yöntemlerini şu şekilde gruplandırmak mümkündür:

  1. İkna,
  2. Lobicilik,
  3. Seçim kampanyası yardımları,
  4. Rüşvet,
  5. Tehdit,
  6. Sabotaj,
  7. Toplu eylemler,
  8. Medya.

Plütokrasi; çıkar ve baskı gruplarının hakim olduğu demokratik yapıya verilen addır.

Çıkar ve baskı grupları siyasal iktidara ve bürokrasiye uyguladıkları baskı yöntemleri ile siyasal süreçte toplumsal tercihlere dayalı karar alınmasını engellemekte ve böylece halk egemenliğini yansıtmayan kamusal faaliyetler gerçekleşebilmektedir.

Depolitizasyon

Depolitizasyonun sonucu seçmenlerin politikaya ve dolayısıyla siyasal katılıma olan ilgisinin zayıflamasıdır. Bu durum, siyasal iktidarların karar alma sürecinde muhalif bir etki olmaksızın karar almasını kolaylaştırır.

Politik Miyopluk

Seçmenlerdeki kısa vadeli düşünme alışkanlığı, rasyonel siyasal tercihlerin ortaya konulmasını engellemektedir.

Demokrasiyi Engelleyen Bir Güç Olarak Sivil Toplum

Sivil toplum demokrasi için yararlı olduğu kadar çeşitli şekillerde tehlikeli de olabilir:

  • Bunlardan birincisi; sivil toplumun faaliyeti, demokratik amaçlar gütmeyebilir.
  • İkincisi; kötü bilgilendirilmiş ve yanıltılmış olan bir sivil toplum demokrasiyi azaltabilir.
  • Üçüncüsü, sivil toplum, yetersiz temsil sorunu nedeniyle demokrasiye zarar verebilir.
  • Dördüncü olarak sivil toplum kuruluşu, antidemokratik uygulamalardan zarar görebilir.

Her ne kadar bu gruplar demokrasi için vazgeçilmez olsa da söz konusu grupların toplumun tamamının çıkarlarını savunduğunu söylemek son derece güçtür.

Bu gruplar, sınırlı sayıdaki kendi üyelerinin çıkarlarını korumaya yönelik olarak organize olmuşlardır.

Çıkar ve baskı gruplarının egemen olduğu bir demokraside, bireylerin tercihleri geri planda kalabilmekte ve daha çok grupların çıkarlarına yönelik politikalar üretilmektedir.

İnsan Hakları İhlalleri

Evrensel bir değer olan insan hakları konusunda gerek devletlerin gerekse toplumdaki diğer kişilerin veya grupların insan hakları ihlalleri, demokrasi karşısında önemli bir tehdit oluşturmakta ve demokrasinin temeli olan özgürlükleri kısıtlayabilmektedir.

Hukuk Devleti ve Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Etkin Bir şekilde Uygulanamaması

Hukuk devletinin gereği olarak hükûmetlerin alacakları her kararın ve yapacakları her faaliyetin hukuk kuralları çerçevesinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Fakat kuvvetler ayrılığı ilkesinin etkinsizliğinin bir sonucu olarak, yasama organında yasalaşan kararların çoğunluğu oluşturan iktidar parti veya partilerinin onayı ile alınması, siyasal iktidarın kendi yasalaştırdığı hukuk kurallarına tabi olmasını gerektirmektedir.

Sonuçta siyasi sistem, yasaların hakim olduğu bir yapıya bürünebilmektedir. Şüphesiz siyasal iktidarı sınırlayan sadece yasalar değildir. Buna yönelik en etkili güç, anayasadır. Fakat temel hak ve özgürlüklerin etkin bir biçimde güvence altına alınmadığı ülke anayasalarının bu işlevi zayıflamaktadır.

Laiklik Karşıtı Eğilimler

Devletin ülkedeki belirli bir dine karşı imtiyazlı davranması ve bu yolla dinin siyasallaştırılması ülkeyi demokratik bir rejimden teokratik bir rejime sürükleyebilir. Böyle bir rejimde toplumdaki inançlar bakımından farklı olan kesimlere farklı muamelede bulunulabilir. Belirli kesimlerin siyasal süreçte temsiline izin verilmeyebilir.

Lider Diktası ve İktidarın Kişiselleşmesi

Demokrasiyi yozlaştıran nedenlerden bir diğeri lider diktasıdır. Siyasal partilerde parti içi demokrasinin mevcut olmaması dolayısıyla en başta parti liderliği için yarışma hakkı ortadan kalkmaktadır.

Öte yandan, milletvekillerini halk değil gerçekte siyasal parti lideri seçmektedir. Parti genel başkanları ya da parti genel merkezleri, aday milletvekillerini keyfice belirlemekte ve sıralamayı da kendilerine göre yapmaktadırlar.

Militarizm

Ordunun bir güç odağı olduğu ülkelerde, hiç beklenmedik zamanlarda askerî ihtilaller olabilmektedir. Bazen, silahlı kuvvetler gizli ya da açık olarak hükûmetler üzerinde baskı oluşturabilmektedir.

Militarizm, en önemli etkisini askerî ihtilaller sonrasında kurulan hükûmetler üzerinde göstermektedir. Demokrasinin kesintiye uğradığı bu dönemde, ordunun teşvikiyle yönetimi eline alan hükûmet, siyasal karar alma sürecinde orduya önemli bir yer verir. Bu durum özellikle ihtilaller sonrası çıkarılan anayasalarda güvence altına alınmaktadır. Sivil anayasa niteliğinde olmayan bu anayasalarda, ordu mensuplarının birtakım politik ve özerk kurumlarda görev alması dahi söz konusu olabilir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email