Tarih Felsefesi 1 Dersi 1. Ünite Özet
Tarih Felsefesi Nedir?
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
“Tarih Felsefesi” Hangi Anlama/Anlamlara Gelir?
Tarih İlk olarak, Sami dillerinde daha çok zamanla ilgili anlamlar yüklenmiş olan ve Türkçe’de böyle bir kullanımı da bulunan “tarih”in, İslâm tarihçiliğinde, tanık olunmuş olayları kayıt altına almak üzere yıllıklar (annales) yazma anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Batı dillerinde history, historia, vb. biçimlerde karşımıza çıkan ve Türkçemizdeki “tarih”in karşılığı olan sözcük de Yunanca historeinden gelmektedir. Historein, Yunanca’da “araştırma yoluyla bilme/öğrenme” anlamında, ayrıca “hikâye” ve “tarih” anlamlarında kullanılmıştır.
Günümüzde ise, tarihin kullanıldığı üç farklı anlamdan söz edilebilir. Bunların ilki, zamanla ilişkili olan; yani belli bir takvimlemeye göre herhangi bir olayın ne zaman gerçekleştiğini söylerken kullanılan anlamdır. İkincisi, geçmişin tümü olarak tarihtir. Şimdiye dek olan biten, üretilmiş, yapılmış her şeyi kapsayan zaman dilimi “geçmiş” denilen anlamıdır. Son olarak ise, geçmişe ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı olarak tarihtir.
Çeşitli düşünürlerin tarihe bakışları için şunlar söylenebilir: Batı’da tarih felsefesinin kurucusu olarak görülen Giambattista Vico’ya göre tarih, insan topluluklarının ve onların kurumlarının tarihidir. Vico ilkel insanın başlattığı gelişmelerden ne çıkacağını önceden gördüğü fikrini temelsiz bulur (Collingwood 2010, s. 80). Tarih insan yapıp etmelerinden oluştuğundan onda bir plan varsa da bu plan bütünüyle insana aittir. Vico’nun düşüncesinde tarih salt insan zihninin bir ürünü değildir, aksine, insan doğası ancak tarih aracılığıyla anlaşılabilmektedir. Çünkü tarih, insanların farklı zamanlarda değişik biçimlerde kendilerini ifade etmelerini kapsamakta, insanın bir bakıma karakterini oluşturmaktadır. Tarihi yapan insan olduğu için, tarih insan tarafından bilinebilir, hatta Yeni Bilim’de doğruluğun bilgisi için tek sağlam kalkış noktası, verum ile factum’un yani doğru ile olgunun birbirlerine geçtiği ve dönüştüğü toplumsal sivil dünyanın bizzat kendisi olarak gösterilmektedir. Raymond Aron tarihe, dar anlamıyla insan geçmişinin bilimi, geniş anlamıyla kültürün, türlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün araştırılması tanımını getirmiş ve bu tanımlamada doğainsan ilişkisini göz önünde bulundurmuştur. Tarih, Tarih, Jaspers’e göre insanın kendisini onaylaması bakımından en güçlü nesnel gerçekliktir ve insanlığı en geniş haliyle tabloya aktarır, çağdaş insan için gerekli ölçütleri ortaya koyar ve çağa bilinçsizce bir bağlılıktan insanı kurtarır; kısacası, insana kendini görmeyi öğretir. Karl Popper göre, insan tarihinin en önemli kısmı felsefeyi ve dini de içeren insan düşüncesi ve bilgisinin tarihidir. Popper tarihin insanlığın bilgisi ve bu bilgi üzerine ortaya atılan kuramların toplamından oluştuğu görüşündedir. Braudel’in tarihe ilişkin düşüncesi de tarihin insanlar, insanların da tarih tarafından yapıldığı ve kaderlerinin onun tarafından biçimlendirildiği yönündedir.
Bıçak’a göre, tarih düşüncesinin felsefe alanındaki yerinin sağlamlaşması, felsefenin gündemine ahlâk, devlet, toplum vb. sorunların girmesiyle birlikte olmuş; arkhe, devlet, toplum sorunları ve felsefenin kendi tarihi, felsefe ile tarih arasında içten içe bir bağlantı oluşmasına yol açmıştır. Felsefenin tarihe yaptığı önemli katkılardan biri geçmişe ilişkin bilgilerin güvenilirliği sorunudur. Tam da bu noktada, Collingwood’un tarihçiye yüklediği felsefeci gibi düşünebilme, düşünme üzerine düşünme gibi ödevlerin ne anlama geldiği ve tarih felsefesinin neden gerekli olduğu sorularını sormayı daha fazla erteleyemeyeceğimiz bir konumdayız. Tarih ve felsefe, yukarıdaki açıklamalar ve görüşlerin de işaret ettiği gibi, iç içe geçmiş iki önemli insan etkinliği olarak hem birbirinden besleniyor hem de birbirini besliyor. Bu durumda, felsefenin disiplinleri arasında, başlı başına tarihi inceleyen, onun varlık ve bilgi alanlarındaki konumunu bir bütünlük içerisinde ortaya koymayı amaçlayan, yer yer sorgulayan ve eleştiren, yer yer de tarihsel varlık alanını ve tarih bilgisini temellendirmeye çalışan bir çalışma alanının bulunmasını bir zorunluluk olarak görmek de abartılı bir tutum olmaz.
Res Gestae Olarak Tarih ve Tarih Felsefesi
Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim res gestae, niteliklerini kısaca ifade ettiğimiz türden bir çalışmayı da içerir. Tam da bu bakımdan, res gestae, aynı zamanda tarihin bir tür ontolojisinin yapılmakta olduğuna, yani, geçmişi bir bütün halinde kavramaya ve yorumlamaya yönelen tüm tarih ve tarih felsefesi çalışmalarının, aslında tarih ontolojisi olduğuna işaret etmektedir. Zaten 19. yüzyılda özellikle alman idealizmi’ni karakterize eden düşünürlerin tarih felsefesi çalışmaları, birer tarih metafiziği ya da ontolojisi niteliği taşımıştır. Doğan Özlem’e göre, geçmişin ve geleceğin ne anlam ifade ettiğini sormanın ve bu soruların yanıtını aramanın insan için vazgeçilmezliğidir. Zaten geleneksel tarih felsefesi çalışmalarının önemli çoğunluğu da insanda hiçbir zaman eksilmeyen bir merakı gidermeye, en genel ve basit ifade biçimiyle “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorularına yanıt vermeye yöneliktir.
İnsanın kendi yaşamını anlamlı ve değerli kılma çabalarının bir ifadesi olan bu genel sorulara verilmesi denenmiş yanıtlar hem çok çeşitlidir hem de bu yanıtları dile getirmiş düşünürler arasında belirli bir uzlaşıdan söz etmek hemen hemen olanaksızdır. Tarihte var olduğu ileri sürülen ereklilik konusunda ortaya atılan savlar, bu söylediklerimize iyi bir örnek oluşturur. Kimi düşünürlere göre: (a) Tarihte bir ereklilik vardır, (b) Tarihteki ereğin ne olduğunu geçmişe bakarak saptayabiliriz ve (c) Bu sayede gelecek hakkında öndeyilerde (prediction) bulunabiliriz. Bu söylenenlere karşı çıkarak, tarihte sanılanın aksine ereklilik adına en küçük bir şeyin bile bulunmadığını ve bu yüzden gelecek hakkında söz söylemeye hakkımızın olmadığını söyleyen düşünürler de bulunur. Bir başka örnek de çizgisel ve döngüsel zaman anlayışlarını savunan düşünürler arasındaki karşıtlık üzerinden verilebilir. Kimi düşünürlere göre, tarih belirli bir ereğe doğru ilerleyen ve bir daha tekrarı gerçekleşmeyecek olaylardan örülü bir süreçtir, bu bakımdan da çizgisel olarak ilerler. Kimi düşünürlere göreyse, tarih belli dönemler hâlinde devinip duran döngüsel bir süreçtir yani daha bilinen bir ifadeyle, “tarih tekerrürden ibarettir”.
Historia Rerum Gestarum Olarak Tarih ve Tarih Felsefesi
Historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi, tarih yazan kişinin bilgi etkinliğini asıl sorun olarak öne çıkaran bir tür “bilim felsefesi”, bir “metodoloji eleştirisi”dir. Özellikle Herder’e bağlı kalan Alman Tarih Okulu’nun çalışmalarıyla büyük bir gelişme gösteren tarih bilimi, 19. yüzyılın ortalarından sonlarına doğru, Wilhelm Dilthey’in “tin bilimleri”ni temellendirme çalışmaları sırasında sağlam bir eleştiri ve sorgulama süzgecinden geçirilmiştir ve Dilthey, tin bilimlerini önemli ölçüde Alman Tarih Okulu’nun tarihçiliğinde ifade bulan tarih bilimi örneği üzerinden temellendirme çabası içinde olmuştur.
Dilthey’in her şeyi tarihsel bağlam içerisinde anlamlandırdığını ve bu yönüyle yalnızca historia rerum gestarum anlamında bir tarih felsefesinin değil, aynı zamanda bilime yönelik yaklaşımlarda etkili olan tarihselciliğin de bir temsilcisi olduğunu söylememiz kolaylaşır. 20. yüzyılın önemli tarih felsefecilerinden Robin George Collingwood, tarihin tanımına, nesnesine, yöntemine ve ereğine ilişkin dört temel soru sorarken, aslında tarihin epistemolojik yönünü öne çıkarmakta, yani historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi yapmaktadır. Collingwood’a göre tarihin ne olduğu sorusuna verilecek en uygun yanıt, ilk etapta onun bir çeşit araştırma olduğudur (a.y.). Bilimi bilmediğimiz bir şeyleri keşfedip ortaya çıkarma etkinliği olarak gördüğümüzde, tarih aynı zamanda bilimdir de. Öyleyse bu bilimin neyi keşfettiği sorusu da sorulabilir. Collingwood bu sorunun yanıtını Latince’de res gestae tamlaması ile ifade edilen, geçmişte gerçekleştirilmiş tüm insan edimleri, diye vermiştir. Dolayısıyla tarih biliminin nesnesi geçmişteki insan edimleri olarak belirlenmiş olur. Tarih biliminde ilerleme nasıl olur, sorusuna Collingwood’un verdiği yanıt, “kanıtların yorumlanması” diye ifade edilebilir. Burada kanıt derken Collingwood tek tek belgelerin oluşturduğu bir topluluğu kastetmiş olduğunu da söyleyerek, tarihte yöntemin temel olarak bu kanıtların yorumlanmasından ibaret olduğu yönlü düşüncesini yineler. Geriye kalan sorunun, yani tarihin ne için olduğu sorusunun yanıtı Collingwood’a göre insanın kendisini bilmesi içindir. Collingwood’un insanın “kendisini bilmesi” ile kastettiği, insanın insan olarak doğasını yani insanı insan yapan şeyi ya da şeyleri- bilmesidir ve tarihin değeri de insanın ne yapıp ettiğini dolayısıyla da ne olduğunu bize öğretmesindedir.
Tarih Felsefesinin Ortaya Çıkışı
Bir çalışma alanı olarak Tarih Felsefesi adı ilk 18. yüzyılda, Voltaire tarafından ortaya atılmıştır. Voltaire bu terimi, tarihçinin eski kitaplarda bulduğu hikayeleri tekrar etmektense kendi düşüncelerini geliştirmeye çalıştığı bir tarih düşünüşünü kastederek eleştirel ya da bilimsel tarih anlamında kullanmıştır. Yani insanlık tarihinin eleştirel bir bakışla ele alınmasını ve ilkelerinin belirlenmesini amaçlayan bir çalışmaya-başka bir söyleyişle, geleneksel tarih anlayışından kopmaya duyulan gereksinim Avrupa’da ancak 18. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Collingwood’un da belirttiği gibi, 1. 18. yüzyıla gelindiğinde matematik yöntem, teolojik yöntem ya da doğa bilimlerinin yöntemi gibi yöntemler kullanılarak anlaşılamayacak yeni bir soru ya da sorunlar grubu karşımıza çıkmıştır. Düzenlenmiş ve sistemleştirilmiş tarih araştırmalarının varlığıyla ortaya çıkan felsefî sorunlar grubu ayrı ve kendine özgü bir çalışma alanının varlığını zorunlu kılmaktadır. “Tarih Felsefesi”, tam da bu çalışma alanının hak ettiği isimdir. Sözü geçen tarzda sorunlarla ilgilenen tarih felsefesi, bu niteliğiyle, yalnızca geleneksel tarih anlayışına değil geleneksel felsefeye de karşı çıkmaktadır; çünkü genel bir kural gibi kabul edilen herhangi bir felsefenin kabul etmediği ya da öne sürmediği bir düşünceyi yadsıdığı gerçeği, tarih felsefesinin “tarihsel bilgi olanaklı değildir” yargısını içeren geleneksel felsefelere karşı çıkmasını ve hatta tarihin ve tarih bilgisinin nasıl olanaklı olduğuna ilişkin bağımsız bir kanıtlama geliştirmediği sürece, geleneksel felsefe ile arasına mesafe koymasını gerektirmektedir. Pitirim Sorokin’e göre, derin ve uzayan bunalım koşullarında insanın, toplum ve insanlığın nasılı, niçini, nereden gelip nereye gittiği üzerinde düşünme ve inceleme eğilimi artmaktadır (Sorokin 1972, s. 15). Hatta Sorokin anlamlı tarih felsefelerinin, anlaşılabilir tarihsel olay yorumlarının ve toplumsal-kültürel süreçler üzerine yapılan önemli genellemelerin çoğu bunalım-felâket ya da geçiş-çözülme dönemlerinde, yahut bu tür dönemlerin hemen öncesinde ve sonrasında ortaya çıktığını savunur.
19. yüzyıldaki pozitivistler gibi tarihten hakikati arama ve açıklama yönleriyle doğa biliminden beklenenler aynı biçimde beklenecekse, bugün de tarih felsefesinin bilim felsefesinin bir kolu gibi görülmesinin olanaklı olduğu söylenebilir. Ronald Field Atkinson’a göre tarihi sorun olarak ele alan düşünürler asıl olarak anlam, tarih ifadelerinin doğruluğu-nesnelliği, açıklama, nedensellik gibi sorunlarla da ilgilenmişlerdir.
Tarih felsefesi Walsh’a göre kendi içinde ikiye ayrılır: bunlardan ilki, tarihte anlam, bütünlük, yasa, amaç gibi sorunları inceleyen tarih metafiziği; ikincisi de tarih çalışmalarında ortaya çıkan sorunları, tarihte araştırma yöntemi/yöntemleri, bilginin güvenilirliği, açıklama, kanıtlama vb. sorunları konu edinen analitik tarih felsefesidir.
Tarih ve felsefe ilişkisine yönelik görüşler özetle şöyle açıklanabilir: İnsanın kendini anlaması ve varlığını temellendirmesi bakımlarından, ortaya çıkış zamanlarındaki farkı göz önünden kaçıracak ölçüde birbirlerine içten içe bağlanmış ve birbirlerini sürekli besleyen iki çalışma alanıdır.