aofsoru.com

Felsefe Dersi 6. Ünite Özet

Siyaset Felsefesi

Giriş

Siyaset felsefesi, politik hayatı oluşturan kurumları konu alan, politik toplumları inceleyen disiplindir. Siyaset felsefesi, devleti, siyasal iktidarı, iktidarın meşruiyetini, yönetim biçimlerini, birey-devlet ilişkilerini ele almaktadır. Siyaset felsefesi yanında siyaset bilimi de aynı konuları inceleyen bir bilim dalıdır. Siyaset felsefesi ile siyaset bilimi arasında farklılıklar bulunmaktadır. Siyaset felsefesi iyi bir sosyal hayatın nasıl olması gerektiği, insanları bir toplum içinde bir araya getiren temel değer ve kurumların neler olacağı konusunda felsefi bir vizyon geliştirmeye çalışırken, siyaset bilimi mevcut politik kurum ve ilişkileri, örneğin oy verme davranışı, güçler dengesi, parti sistemi, anayasa ve benzeri konularda pozitif bir analizi hayata geçirmeye çalışır. Kökleri Konfüçyüs’e kadar geri giden siyaset felsefesi, felsefenin eski disiplinlerinden biridir.

Siyaset Felsefesinin Temel Problemleri

Siyaset felsefesinin ezeli-ebedi ya da evrensel problemleriyle anlatılmak istenen, elbette onun yaklaşık üç bin yıllık tarihinin neredeyse her dönem ya da anında ele alınan, onun bütün çağlarına ortak olan problemlerdir. Örneğin “kimin yönetmesi gerektiği” ya da “en iyi yönetim şeklinin ne olduğu” sorusu veya problemi, M.Ö. 4. yüzyılda Platon ve Aristoteles’den itibaren 20. yüzyıla kadar ele alınmıştır. Aynı şekilde politik düzenin, devlet veya siyasal iktidarın hangi değer üzerine inşa edilmesi gerektiği konusu da klasik dönemden itibaren ele alınmış ve hala günümüzde de ele alınmaktadır.

Siyaset felsefesinin söz konusu evrensel konu ve problemleri yanında, çağdan çağa değişen konu ve problemlerine örnek olarak ahlak ve siyaset ilişkisi verilebilir. Ahlak ile siyaset arasında kurulan yakın ilişki, sadece Platon ve Aristoteles için değil, Farabi ve Aziz Augustinus için de geçerliydi. Ahlak ve siyaseti kesin çizgilerle ayıran isimlerden biri de Machiavelli’dir.

Her dönemin problemi farklıdır. Antik Yunan’da temel problem kent devletini veya polisi meşrulaştırma iken, Orta Çağda ana problem devlet ile kilise arasındaki doğru ilişkinin nasıl olması gerektiği olmuştur.

Yeni Çağ’da ümmetten millete geçişle birlikte ulus devleti, toplum sözleşmesi üzerinden güvenlik, eşitlik, özgürlük ve adalet benzeri birtakım ilkelerle meşrulaştırılırken sadece liberalizm, sosyalizm, komünizm ve faşizm gibi birtakım ideolojilere tanık olunmuştur.

Siyaset felsefesi ile ilgilenen siyaset filozoflarının en önemli görevleri:

  • Eşitlik
  • Özgürlük
  • Adalet
  • İhtiyaçlar
  • Kamusal çıkar
  • Haklar ve benzeri kavramları analiz etmektir.

Siyaset felsefesinin bilinen en önemli isimleri Platon, Aristoteles, Hobbes, Rouseau, Locke, Hegel, Mill, Hayek gibi filozoflardır.

Siyaset felsefesi normatif problemlerden oluşur. Normatif problemler, siyaset filozofunun “En iyi yönetim biçimi nedir ?, “Sosyal adalete ulaşmak için hangi ilkelerin benimsenmesi gerekir ?, “Toplumsal istikrarı temin etme sürecinde hukukun rolü ve kapsamı ne olmalıdır ?” gibi soruları yanıtlayıp temel ilkeleri ortaya koyup savunmasını gerektirir.

Devlet Nedir?

Siyaset felsefesinin kavramsal sorularının en başında “devletin ne olduğu” sorusu gelir. Devlet, toplumdaki egemen yönetim örgütü olarak tarif edilebilir. Devlet ister Yunan kent devleti ister Roma İmparatorluğu isterse İslam cemaati veya bir Afrika kabilesi olsun, her tür yönetim biçimini veya bu yönetim formlarını hayata geçiren organizasyonu ifade eder. Devlet; seküler, geleneksel veya modern devlet olabilir.

Modern devlet mutlak bir egemenliğe sahip olan bir güç ya da kurumlar bütününü ifade eder. Modern devlet, bölümlenmemiş ve merkezi bir iktidar yapısına geçişi ifade etmektedir.

Devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan bireyler için bir düzen tesis eden siyasal örgüttür. Devletin nüfuz alanı, coğrafi olarak tanımlanmış alan içindeki herkesi kapsar. Devlet, sosyal hayatın örgütlenmesinden sorumlu kurumlar bütününü ifade eder. Bundan dolayı sivil toplumdan ayrılır. Devletin temel özelliğinin kamusallık olduğu söylenebilir.

Devleti belirleyen bir başka özellik ise hükmetme özelliğidir. Bu özellik, devlet otoritesinin “zor”la desteklenmesini, onun yasalarına itaat edilmesini ve yasaların ihlalinin cezalandırılmasının sağlanmasını ifade eder. Devlet, buna göre hukuk alanını yaratan, yönetimi altında yaşayan herkes için yasa koyan, pozitif hukukun yaratıcısı olan güçtür.

Devlet bağlamında faşizm, sosyalizm, liberalizm ve muhafazakârlık gibi birbirinden farklı görüşleri destekleyen kişiler bulunmaktadır. Bahsi geçen bu görüşleri destekleyen kişiler “devlet” ten farklı şeyler anlarlar.

Devleti neredeyse ilahlaştıran faşizm etnik milliyetçilik, ırkçılık, irrasyonalizm benzeri özelliklerle tanımlanabilir.

Muhafazakârlık genel olarak güçlü devletten yana bir ideolojiymiş gibi görünür. Esas olarak aile, din ve gelenek benzeri kurumların korunmasına yönelik bir duyarlılık taşıyan muhafazakârlık devletin gücüne sınırlama getirir. Faşizm ve muhafazakârlık karşısında liberalizm ve sosyalizm bulunur.

Liberalizm ’e göre devlet, kendi başına bir varlığa sahip değildir. Liberalizm, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini korumak, birlikte yaşam için mümkün kılan çerçeveyi  temin etmek için vardır. Klasik liberalizm, minimal bir devlet anlayışıyla karakterize olunur. Kurucusu, Locke ’un ifade ettiği şekliyle devlet, sadece düzen tehdit edildiğinde hizmete çağrılan gece bekçisi gibidir. Lawls ’a göre; devlet, bireyleri iktisadi faaliyetleriyle ilgili engelleri kaldıran, daha iyi bir yaşam geliştirilmesine katkı yapar.

Sosyalizm ise devlete genellikle olumsuz biçimde yaklaşır. Sosyalist bakış açısına göre devlet, gerçekte egemen sınıfların çıkarlarını temsil edip bunları korumakla yükümlüdür. Kapitalist devletin, toplumun tüm sınıflarının iyiliği ve mutluluğu adına yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu ileri süren sosyalizm, sınıfsız topluma geçişe hizmet edecek sosyalist devleti savunur ve ona bir takım misyonlar yükler.

Faşizm, sosyalizm, liberalizm ve muhafazârlık gibi birbirinden farklı görüşler devletsiz olunamayacağını, devletin sosyal ve politik düzeninin tesisi ve bekası için gerekli olduğunu kabul ederler. Devlete bütünüyle karşı çıkan tek görüş anarşizmdir.

Anarşizm, monolit bir görüş ya da ideoloji değildir. Bunun için farklı anarşizmlerden söz etmek gerekir. Bununla birlikte, bütün anarşist görüşler, insanların devlete itaat etme gibi bir yükümlülükleri bulunmadığı noktasında birleşirler. William Godwin tarafından öne sürülen yararcı argüman anarşist görüşü destekleyen argümanların başında gelir. Godwin’e göre; devlet, toplumu eşitsiz ve düşman sınıflara bölmek suretiyle insanın mutluluğuna zarar veren bir kurumdur ve insanın özerk kişiliğinin sınırsızca gelişimini etkiler. Doğal hukuk anlayışına yaslanan anarşist düşünürler, doğal hukuk ve içerik konusunda farklılıklar gösterirler. Hıristiyan Tanrı’nın buyruğu olarak doğal hukuk geleneğine en yakın anarşist düşünür Lev Tolstoy’dur. Tolstoy, evrensel kardeşlik düşüncesini ve kişinin komşusunu sevmesi buyruğunu temel alır.

Devletin mutlak iktidarının meşrulaştırılması, onun varlığının insan için anlaşılır ve kabul edilebilir nedenlere dayandırılmasını, istenir hale getirilmesini ifade eder. Modern dönemde bu konuda başvurulan en önemli çözüm yolu toplum sözleşmesidir.

Toplum Sözleşmesi

Toplum sözleşmesi, kolektif düzeninin onun bir parçası olan bireyler arasında yapılmış, anlaşmaya dayanan, politik otoritenin bireylerinin rızası sonucu olan kavramsal bir modeli ifade eder. Toplum sözleşmesi Hobbes, Spinoza, Locke, Rousseau, Kant ve Rawls gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bu teorisyenler, insanların başlangıçta devletin var olmadığı bir doğa durumu içinde yaşamış olduklarını ancak bu duruma bir son vererek bir sözleşme ile devleti tesis ettiklerini kabul ederler. Doğa durumu, devletin ve politik otoritenin olmadığı bir durumdur.

Hobbes, tüm insanların doğa durumu içinde eşit olduklarını, bu eşitliğin ise herkesin kendi varlığını sürdürmek için istediğini yapmak durumunda olması anlamına geldiğini, özü itibariyle bencil olan insanda düzenli ve barışçıl bir toplum yaratma yeteneğinin bulunmadığını öne sürmüştür.

Locke, doğa durumundaki insanların ne kötü nede iyi olduklarını fakat Tanrı’nın yasasını tanıyıp, bu yasaya hürmet ve itaat ettiklerini savunur.

Rousseau, ise insanın gerçekte doğa halindeyken, iyi, özgür ve mutlu olduğunu, mutlak bir bağımsızlık hali içinde bulunduğunu, doğal insanın kimsenin kötülüğünü istemediğini, ihtiyacı olmayana göz dikmediğini savunur.

Devleti veya politik otoriteyi toplum sözleşmesi üzerinden meşrulaştıran düşünürlerden biri de John Rawls’dır. Rawls, politik otoriteyi adalet üzerinden meşrulaştırır. Rawls’a göre hipotetik bilgisizlik içinde bulunan taraflar, adalet anlayışının iki temel ilkesine ulaşırlar:

  1. Her bireyin, herkes için benzer bir özgürlükle bağdaşan en yüksek derecede eşit özgürlük hakkına sahip olduğu ilkesi
  2. İkinci temel ilke kendi içinde;
    • Toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerle en olumsuz, en dezavantajlı durumda bulunanlara en fazla yarar sağlayacak şekilde mücadele edilmesi
    • Hizmet ve konumların, hakça bir fırsat eşitliği temeli üzerinde, herkese açık olması gerektiği olarak ikiye ayrılır.

Demokrasi

20. yüzyılda demokrasi, halkın yönetimi olarak tanımlanır. Yunanca halk anlamına gelen “demos” ile güç, iktidar, yönetim anlamına gelen “kratia” sözcüklerinden türemiştir.

Demokrasinin türleri: Doğrudan demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir. Bu demokrasi, eski Atina’daki demokrasi modelinden çıkan bir demokrasi türüdür. Doğrudan demokrasi aynı zamanda klasik demokrasi olarak bilinir. Atina’da uygulanan ve bütün özgür yurttaşların politik karar alma süreçlerine katılmalarını temin eden klasik demokrasi aynı zamanda katılımcı demokrasiydi.

Modern demokrasiler bir tür temsili demokrasi dir. Temsili demokrasiler, halkın iradesinin yönetimde belirleyici güç olarak muhafaza edilmesi amacıyla işletilir.

Liberal demokrasi , bütün ilerlemiş kapitalist toplumlarda mevcut olan demokrasidir. Bireysel teşebbüs ve sınırlı devlet biçimine vurgu yapan bu demokrasi türünde öncelik refah, eşitlik ve toplumsal uyumdur.

Halk demokrasisi, halkın gerçek çıkarlarına hizmet etme ölçütü üzerinden gündeme gelen demokrasi türüdür. Bu demokrasi türü Sovyet modelindeki komünist rejimden türetilmiştir. Bu yüzden de, Marksist gelenekten çıkan bütün demokrasi modellerini, sosyalist ve proleter demokrasiyi kapsamaktadır. Ama Marksistler, liberal  demokrasiyi sadece burjuva ve kapitalistler için tesis ettiği gerekçesiyle, burjuva demokrasisi adını vererek eleştirirler.

Demokrasinin temel özellik ya da unsurları: Bazı düşünürler serbest seçimlerin varlığını demokrasinin yeter koşulu olarak görürler. Bunun yanında bütün yurttaşların yöneticilerini seçme bakımından eşit hakka sahip olması demokrasinin temelindeki eşitlik ilkesini dile getirmektedir. Demokrasi de serbest seçimler yoluyla, çoğunluk yönetimi kurulur. Demokrasi bir yandan serbest seçimler yoluyla halkı yetkinleştirirken, diğer yandan da onu özgürleştirir. Demokrasinin bir başka temel özelliği hesap verilebilirlik olduğudur. Demokratik yönetimlerin basın yayın organları, yönetimin halkı ve kamuoyunu bilgilendirmesi gibi benzeri yollarla açık yönetim olmaları gerekir. Demokrasi aynı zamanda rekabete dayanan bir yönetim biçimi olmak zorundadır. Demokrasi “eşitlik, özgürlük ve rekabet” e dayanan üç temel değer üzerine kuruludur.

Demokrasinin bir takım erdemleri ve kusurları vardır. Demokrasinin en büyük erdeminin “onun hataları telafi etme imkânının bulunduğu yegâne yönetim şekli olmasından” doğduğu söylenir. Demokrasinin “bireylere verdiği kendi kaderlerini tayin etme hakkı” onun en önemli meziyetidir. Demokrasi öte yandan adaleti sağlayan bir yönetim biçimidir. Demokrasi aynı zamanda farklı hayatların meşruiyetine inanan, farklı dünya görüşlerine, inançlara ve hayat tarzlarına sahip insanların bir arada barış içinde yaşamalarını mümkün kılan bir yönetim tarzını ifade eder. Demokrasi karar alma sürecinde bütün yurttaşlara görüş bildirme imkânı sunarak onlara toplumda pay verir ve böylelikle sosyal dayanışma duygusunu ortaya çıkarır.

Siyaset Felsefesinin Metafiziksel Boyutu

Metafizik felsefenin varlıkla ilgili olan alt dalına karşılık gelir. Varlığın neden meydana geldiğini soran, varlığın ne olduğunu belirleyen metafizik aynı zamanda siyaset felsefesini de içine alır. Siyaset filozofları bireyi ya da kişiyi etik ve politik açıdan en yüce değer olarak almaktadır.

Liberalizm: bireyi temel alan ideoloji ya da siyaset felsefesi anlayışı olarak geçer. Liberalizm tek tek her bireyin eşit ve en yüksek değere sahip olduğunu kabul eder. Bu düşünce biçiminin kurucusu İngiliz düşünür Locke’tur. Klasik liberalizmde birey, çoğu zaman kendi içine kapalı, “kendi öznelliği içine hapsolmuş” ve diğerlerinden büyük ölçüde yalıtılmış yalnız bir varlıktır. Bu düşüncede akıl bireylerin amaçlarına ulaşmasında en belirleyici olandır. Bu düşünce açısından, bireysellik dediğimiz şey daha gelişmiş ve yetkin bir hayat doğrultusunda yaşanan bir gelişme sürecidir. Liberalizmin en önemli temsilcileri Locke, Mill, Thomas Hill Green, Isaiah Berlin ve Rawls’tır.

Komünoteryanizm: politik analizin merkezine cemaat ve topluluğu koyan toplum teorisi olarak 1980 ve 1990’larda ortaya çıkmıştır. Komünoteryanizmin pozitif ve negatif boyutu bulunmaktadır. Negatif komünoteryanizm ya da cemaatçilik, bireyin yerinde cemaatin yer aldığı düşüncedir. Cemaat, en genel anlamıyla belli bir mekândaki insan topluluğunu ifade eder. Politik düşünce de genellikle toplumsal grup, kasaba, bölge ve işçi grupları benzeri, üyeleri arasında güçlü bağların bulunduğu ve kollektif bir kimliğe sahip topluluklara gönderme yapan bir anlama sahiptir. Komünoteryanizm, devlet tarafından yönetilmek veya kontrol edilmek yerine, kendisini meydana getiren bireylerin toplamının üstünde ve ötesinde bir şey olarak var olup bireysel hayata amaç yükleyen, bireylerin kendi doğalarına uygun olarak gelişmelerini temin eden bir anlam ve değer kaynağı olarak sivil toplum veya cemaati, en yüksek ideal haline getirir. Adaletin sadece gelenekle ve herkes tarafından paylaşılan bir iyi telakkisiyle ilişki içinde meşrulaştırılabileceğini savunur. Bu düşüncenin önde gelen temsilcileri Alasdair MacIntyre ve Charles Taylor’dur.

Siyaset Felsefesinin Epistemolojik Boyutu

Felsefenin önemli dallarından bir başkası, bilgi kavramını çözümleyen, bilgiye nasıl ulaşılabileceğini araştıran epistemoloji ve epistemolojinin bir dalı olarak bireyin karşı karşıya kaldığı problemleri hangi araçları kullanarak çözmesi gerektiğini tartışan metodolojidir.

Siyaset felsefesinin epistemolojiyle yakın bir ilişkisi vardır. Bu ilişki, aklın toplumsal meselelerde ve politik hayattaki rolüyle ilgili olmak durumundadır. Burada karşımıza temel bir zıtlık, rasyonalizm ve irrasyonalizm karşıtlığı çıkar. Politik rasyonalizm, toplumsal düzenin tesisi ve politik hayatın kuruluşunda akla başat bir konum yükleyen tutumdur. İnsan zihninin dünyanın farklı yerlerinde farklı mantıklar geliştirdiğini veya insan eyleminin yeryüzünün çeşitli yerlerinde, farklı tarihsel koşullar altında alternatif yaşama tarzları ya da yöntemleri geliştirebileceğini savunan politik irrasyonalizm muhafazakârlık olarak bilinir.

Muhafazakârlığın temelinde ampirik ve kuşkucu bir tavır bulunur. Muhafazakârlık deyince akla gelen önemli düşünürler Edmund Burke, Alexis de Tocqueville, Joseph de Maistre, Hegel, S. T. Coleridge, William Wordsworth, Friedrich Novalis ve Micahale Oakeshott’tur. Yukarıda adı geçen düşünürler tarafından temsil edilen gelenekçi, romantik, paternalist, liberal ve yeni muhafazakârlık gibi en az beş farklı muhafazakârlık türünün hepsinde ortak olan şey, beşeri ve politik meselelerin çözümünde, insan aklının gücüne kuşkuyla bakan bir yaklaşımdır. Muhafazakârlara göre, siyaset felsefesinin makul ve gerçek temelini, özgürlük, eşitlik ve adalet benzeri soyut ilklerden çok tecrübe ve tarih oluşturur.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email