aofsoru.com

İlkçağ Felsefesi Dersi 7. Ünite Özet

Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

Giriş

Helenistik felsefe “ahlaki” ve “dinî” dönem olarak kendi içinde kabaca iki döneme ayrılmaktadır. Ahlaki dönemde Platon’un Akademisi ve Aristoteles’in Lisesine ilaveten adından söz ettiren üç düşünce akımı göze çarpmaktadır. Bunlar Stoacılık, Epikürosçuluk ve Şüpheciliktir. Dini dönemde ise, “Yeni Platonculuk” etkilidir.

Stoacılık

Stoacılık Kıbrıslı Zenon (MÖ 334-262) tarafından kurulan okula verilmiş bir isimdir. Felsefe tarihinde Zenon adlı çok sayıda filozof vardır. Bunlardan özellikle ikisi oldukça meşhurdur. İlki paradoksları ile tanınan Elealı Zenon’dur. Stoa ekolünün kurucusu olan Zenon’a, Parmenides’in öğrencisi olan Zenon ile karıştırılmaması için, Kıbrıs’ın Kition kentinde doğmuş olması münasebetiyle “Kıbrıslı” önadı verilmiştir.

Kıbrıslı Zenon milattan önce yaklaşık 300 yılında kendi okulunu kurmuştur. Zenon’un öğretisi başlangıçta Zenonculuk olarak isimlendirilmiş ve öğrencilerine de Zenoncular adı verilmiştir. Fakat ekol, zamanla, Zenoncuların toplandığı mekâna atfen kullanılan bir tabirle Stoacılık olarak tanınmıştır. Zenon’un öğrencileri Atina’nın merkezî yerlerinden birinde, rengârenk boyanmış bir galeride toplanarak felsefî meseleler üzerinde tartışmışlardır. Stoa Yunancada yüksek sütunlu galeri, sundurma anlamına geldiği için, Stoacılık tabiri buradan gelmiştir.

Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu milattan önceki 300 yılından, son temsilcisi Marcus Aurelius’un ölümüne (yaklaşık olarak milattan sonra 180 yılına) kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Felsefe tarihinde bu evreler kabaca üç başlık altında toplanmaktadır. Stoacılığın birinci evresi genellikle “eski Stoa” ya da “eski Stoacılık” olarak anılmakta, Stoacılığın ikinci evresi “orta Stoa” olarak isimlendirilmekte, üçüncü evre Stoa düşüncesi ise “yeni Stoa” veya “Roma Stoası” olarak adlandırılmaktadır.

Eski Stoa

Stoacıların özellikle “doğaya uygun yaşam” olarak özetlenebilecek ahlaki öğretileri büyük oranda Kinik okulunun etkisi altında biçimlenmiştir. Fakat Zenon Kinik öğretilerini aynen benimsemiş değildir. Kinikler, erdemin doğal bir yaşam sürdürmeyi gerektirdiği iddiasına dayanarak, toplumdan uzak durmayı salık vermişlerdir. Stoacılık ise doğaya uygun yaşam fikrini benimsemekle birlikte, toplumsal hayattan uzak durmayı zorunlu görmemiştir. Bu itibarla, eski Kiniklerin öğretisini geniş kitlelerin yadırgamayacağı bir biçime sokmuştur. Onlar bilgiye ve bilgili olmaya büyük önem vermiştir. Hem Kiniklere benzeme hem de onları aşma çabası daha en başta Kıbrıslı Zenon’un yetişmesi ve gelişmesi sırasında beliren bir eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır.

Stoacılar tıpkı Kinikler gibi insanın özgürlüğünü, onun erdemliliği ile özdeşleştirmektedirler. Yalnız şu kadarını eklemek gerekir ki Stoacılar Kiniklerde olduğu gibi bütün uygarlık unsurlarını katı bir şekilde reddetme taraftarı değildirler. Özgür insan erdemli insandır ve onlara göre özgürlük kayıtsızlığı gerektirir. Özgürlük duygulardan, arzulardan bağımsız olmak, bunlara karşı kayıtsız kalabilmek demektir. Bununla birlikte, Stoacıların özgürlüğe atfettiği anlama dikkat etmekte fayda vardır. Onlar kadercidirler. Kader, sonsuza değin kendi kendini tekrar eden kozmik bir döngünün ifadesidir. İnsan değiştiremeyeceği kadere itaat ederek, en azından onun karşısında kayıtsız kalarak özgürlüğe, dolayısıyla da mutluluğa ulaşabilir.

Stoacılar materyalisttirler. Materyalizmi benimsemiş olmaları Demokritos’ un etkisine işaret etmektedir. Bununla birlikte, onların Demokritos’ tan ayrıldıkları önemli noktalar var. Örneğin Demokritos’ a göre evrendeki tüm hadiseler zorunluluğun bir sonucudur ve zorunluluk evrende bir amacın (telos) olmadığını göstermektedir. Bu nedenle Demokritos evrenin teleolojik bir yöntem dâhilinde açıklanmasına karşıdır. Stoacılar ise zorunluluğu kabul etmekle birlikte ona kader adını vermektedirler. Bunu, şüphesiz, zorunluluğun bir amaç doğrultusunda mevcut olduğu şeklinde yorumlamak gerekecektir. Buna göre, Tanrı her şeyi önceden belirlemiştir. O tümel akıldır ve her şeyin gerekçesi O’nun bilgisinde mevcuttur. Hiçbir şey keyfi ve rastlantısal bir şekilde ortaya çıkmaz. Stoacıları kadere rıza göstermeye iten şey, belki de, bu bilginin mevcudiyetine olan inançlarıdır. Duyular bize çok dar bir bilgi alanı sunmaktadır ve biz şeylerin nihai sebeplerini keşfedemediğimiz için neyin niçin gerçekleştiğini tam olarak bilemeyiz. Her şey Tanrı tarafından, bir amaç ve bilgi doğrultusunda belirlenmiştir. Bize düşen, sahip olmadığımız için hadiseleri anlamakta ve açıklamakta zorlandığımız bu Tanrısal bilgiye teslim olmaktır.

Eski Stoacıların Mantık ve Bilgi Anlayışı

Stoacılar, Kıbrıslı Zenon’u takip ederek, felsefeyi üç başlık altında incelemiştir: mantık, fizik ve ahlak. Mantık, doğru bilgiye ulaşmanın aracı olarak tasarlanmıştır. Fizik, evrenin yapısı ve temel yasaları ile ilgili sorunları çözüme kavuşturma çabasındadır. Ahlak ise insanı mutluluğa götürecek olan yolu bulmaya çalışmaktadır. Bu üç alan birbirinden farklı gibi görünse de birbiriyle bağlantılıdır. Stoacılara göre, bilgi olmadan evreni kavramak, evreni kavramadan da ahlaklı bir yaşam sürdürmek, dolayısıyla da mutlu olmak imkânsızdır.

Zenon’un bu üçlü ayırımına sonraki dönemde öğrencisi Kleanthes tarafından bazı ilaveler yapılmıştır. Örneğin Kleanthes mantık alanına retoriği, fizik alanına teolojiyi, ahlak alanına ise politikayı eklemiştir. Bununla birlikte eski Stoanın üç düşünürü (Zenon, Kleanthes ve Khrysippos) açısından yukarıdaki ayırım geçerlidir.

Kleanthes’in ilave ettiği retorik ile inceleme alanı genişleyen mantığın diğer kısmı diyalektiktir. Retorik cümle yapısı, dilbilgisi, müzik ve şiir teorilerini araştırır. Diyalektik ise felsefî açıdan daha önemli olup psikolojik temele dayandırılan bir tür bilgi teorisidir. Diğer bir açıdan bakıldığında, diyalektik kanıtlayıcı bir bilimdir ve şeylerin gerçek yapısını konu edinmektedir. Retorik ise pratik bir disiplindir ve temel araçlarını dil ve akıl yürütme oluşturmaktadır.

Eski Stoacıların Fizik ve Metafizik Anlayışı

Stoacıların fizik anlayışları materyalizme dayanmaktadır. Onlar, tıpkı Demokritos gibi, evrendeki tek gerçekliğin madde olduğu kanaatindedirler. Fakat materyalist olmalarına karşın amacı dışlayan, mekanikçi bir doğa görüşünden uzak durmaya çalışmaları, muhtemelen, panteizmi benimsemiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Panteizm Tanrı ile evreni (doğayı/fiziği) bir ve aynı gören dinî düşüncedir. Stoacılar doğa ile Tanrı’yı özdeş kabul etmektedirler. Tanrı, bu düşüncede, evrenin dışında bulunan, aşkın bir varlık değildir. O evrene nüfuz etmiş, içkin bir varlıktır. Stoacılar Tanrı’yı maddeye şekil verme konusunda usta bir zanaatkâra benzetirler. Onlara göre, Tanrı, büyük bir organizma olan evrenin çeşitli parçalarını amaçlı ve mükemmel bir şekilde düzenlemiştir. Bu nedenle, evren her bir parçası diğerine organik olarak bağlı bulunan canlı bir bütündür. Özünü Tanrı’nın teşkil ettiği böyle bir bütünün cansız ve atıl bir madde yığını olarak görülmesi ve onun salt bir zorunluluğun neticesi olarak ortaya çıkması Stoacılar açısından kabul edilebilir bir fikir değildir.

Stoa fiziğinin ana ilkelerinden biri, evrenin kendisini var eden ateşe sürekli olarak geri döndüğünü ve yeniden kurulduğunu ifade etmek üzere kullanılan kozmik-döngü fikrine dayanmaktadır. Buna göre, doğa nasıl ki ateşten (dolayısıyla Tanrı’dan) türemişse, yine ona dönmektedir. Yalnız bu döngü sonsuz bir şekilde cereyan etmektedir. İlginç olan, ateşten gelen ve ateşe dönen evrenin her defasında yeniden ortaya çıkışının yeni (farklı) bir kozmik gerçeklik üretmeyişidir. Başka bir deyişle, Stoacılar, evrenin sonsuz bir şekilde yeniden ortaya çıktığı ve yok olduğu kanaatindedirler. Bu ortaya çıkış ve yok oluş arasında geçen süreç tamamen aynı içerikten oluşmaktadır. Bunun anlamı evrende cereyan eden her hadisenin önceden belirlenmiş olduğudur. Yani evrende sıkı sıkıya belirlenmiş bir kader hüküm sürmektedir. Kader hem kozmik gerçekliğin her defasında yeniden üretildiği hem de onun içerisinde cereyan eden hadiselerin tamamı tamamına öncekilerin aynısı olduğu anlamına gelmektedir.

Eğer her şey belirlenmişse ve her şey bu dairesel hareket içerisinde sürekli kendi kendini tekrar ediyorsa, mevcut olanı iyileştirmenin imkânsızlığı tebarüz eder. Bu, yapabileceğimiz en iyi şeyin onu mevcut haliyle sürdürmek olduğu anlamına gelecektir. Başka bir deyişle, evrensel kader karşısında yapabileceğimiz tek şey, payımıza düşeni kabul etmek, ödevimizi eksiksiz yerine getirmek, olana ağırbaşlılıkla ve sebat içerisinde rıza göstermektir. Nitekim Stoacılar ahlak anlayışlarını tamamen bu fikir üzerine inşa etmişlerdir. Madem müdahale edemiyoruz, madem hadiselerin akışını değiştiremiyoruz, o halde rasyonel varlıklar olarak makul bir tercihte bulunmalı ve olana rıza göstermeliyiz.

Eski Stoacıların Ruh Anlayışı

Zenon Tanrı ile evren arasındaki ilişkinin insan açısından ruh ile beden arasındaki ilişkiyle özdeş olduğunu düşünmektedir. Nasıl ki Tanrı evrenin ortaya çıkmasını ve hareketini sağlayan rasyonel ilke ise, ruh da insanın davranışlarını belirleyen ilkedir. Ruh bedene tamamen egemendir. O sıcak bir nefestir (pneuma) ve bedeni bir arada tutmaktadır. Pneuma Yunanca bir kelimedir ve nefes anlamına gelmektedir. Zenon’un düşüncesine göre, ruh bir nefes gibi bedene yayılmıştır. Tanrı da tıpkı ruh gibi evrene yayılmış bir sıcak nefestir.

Eski Stoacıların Ahlak Anlayışı

Stoacılar tıpkı Sokrates gibi entelektüalist bir ahlak anlayışına sahiptirler. Yani, onlara göre erdem ile bilgi özdeştir. Erdem ruhun aklî bünyesine dayanır. Onu elde etmenin ilk şartı, yapılması ve uzak durulması gereken şeyler hakkında doğru bir görüşe sahip olmaktır. Bu nedenle, erdem, Stoa düşüncesinde, bilgi ile kaimdir. Erdem bilgi, kötülük ise cehalet olarak tanımlanmalıdır. Erdeme ancak bilgeler sahip olabilir. Bilgelik doğa kanunlarını tanımak, fizik hakkında gerekli bilgiye sahip olmak, doğa içerisindeki yerini kavramak ve buna rıza göstermek anlamlarına gelmektedir. Bilge kişi doğayı tanımakla kalmaz, aynı zamanda onunla uyumlu bir yaşamı sürdürür. Başka bir deyişle ahlak doğaya uygun bir yaşamı gerektirir ve bunu gerçekleştirebilecek olanlar yalnızca bilgelerdir. Bilgelik için çizilen çerçeve, bilgi ile bağlantılı yaşam biçiminin zorunluluğu ve bu tür bir hayatın çetinliği, mutluluğun genel bir amaç olarak hayata geçirilmesini güçleştirmektedir.

Stoacıların ahlak tartışmalarına sağladıkları en önemli katkılardan biri, onların “doğal olan” ile “doğaya aykırı olan” arasında yaptıkları ayırım ve “doğal olan” a dayalı olarak gündeme getirdikleri “ödev” kavramıdır. Doğal olan ile doğaya aykırı olan arasında bir karşıtlık vardır. Doğaya aykırı olan şey, insanın eylemlerini belirleme görevini içgüdülerin üstlenmesidir. Doğal olan ise aklın egemenliği eline almasıdır. Doğal olan akla uygun olandır. Dolayısıyla ahlak akla uygun bir yaşam, erdem ise akla uygun yaşam hakkındaki bilgi ve bunun hayata aktarılmış halinden ibarettir.

Stoacılar başta Herakleitos ve Kinikler olmak üzere çeşitli kaynaklardan beslenmişlerdir. Fakat kendilerinin de sonraki dönemler açısından bir ilham kaynağı teşkil ettiğini hatırlatmakta fayda vardır. Örneğin Hıristiyanlık dayandığı pek çok unsuru Stoacı düşünceye borçludur. Stoacılık azla yetinmeyi salık vermekte, dünya nimetlerinin peşinde koşmamayı öğütlemekte, nefis mücadelesine büyük bir önem atfetmekte, Kleanthes Zeus’a İlahi adlı eserinde Tanrı’ya “baba” diye seslenmekte, ülke sınırlarını aşan bir “insan sevgisi” ne vurgu yapmaktadır. Tüm bu unsurlar Hıristiyanlığın bilhassa Katolik yorumunun da ayırt edici vasıflarıdır. Dolayısıyla Hıristiyanlığın tarihi kaynaklarından birinin de Stoa düşüncesi olduğu söylenebilir.

Eski Stoacıların Din Anlayışı

Stoacılar din anlayışları bakımından Yunan halk dinine yakın durmakta, en azından halk dininin bazı unsurlarını benimsemektedirler. Örneğin kehanet ve astroloji Stoacılara göre de kendilerinden beklenen sonucu vermesi muhtemel olan birer araçtır.

Stoacılar dindarlığın tanrılara tapınma ve onları yüceltme bilgisi olduğuna inanmaktadırlar. Fakat özü itibariyle din, tanrılar hakkındaki doğru görüşlere, onların iradelerine itaat etmeye, mükemmeliyetlerini taklide, kalp ve irade saflığına, tek kelimeyle bilgelik ve erdeme dayanır.

Eski Stoacıların Devlet ve Toplum Anlayışı

Stoacıların ulus devlet fikrine uzak durarak bir dünya devleti fikrini desteklemelerinin nedeni, onların sahip oldukları bütünlüklü evren anlayışından çıkarsanabilir. Stoacılara göre, insana ve evrene aynı akıl hâkimdir. İnsan, tabiatı gereği, akla uygun davranmak zorunda olduğu için akla dayalı kanunlarla işleyen bir dünya düzeni kurulabilir. Örneğin aklın ortaya koyabileceği temel bir yasa, aynı akla sahip olan bütün insanlar tarafından kabul görecek ve geçerli olacaktır. Bu nedenle ulusların sürekli rekabet etmesine neden olacak ulus devletler yerine, herkesin hakça eşit olduğu bir yapı olarak dünya devleti fikri onlara daha makul görünmüştür.

Orta Stoa

Orta Stoanın en önemli temsilcileri Panaitios ve Poseidonios’ tur.

Panaitios: Panaitios eski Stoa’ya çeşitli açılardan karşı çıkmaktadır. Eski Stoacılar ideal bir insan tiplemesinden bahsetmektedirler. Onlara göre, insan ya zeki ya da aptaldır. Panaitios ise insanları tek bir tipe göre tanımlamanın doğru olmadığı, evrensel (ideal) bir insan tipinin olamayacağı kanaatindedir. Onun eski Stoacılara karşı çıktığı ikinci husus ise, onların benimsediği “dünya devleti” anlayışıdır. Panaitios ulus devletlerin ve milletlerin mevcudiyetini anlamlı ve gerekli bulması bakımından eski Stoa okulundan ayrılmaktadır. Nasıl ki her birey kendi kişiliğinde taşıdığı ideali gerçekleştiriyorsa, her millet de kendi tarihsel sınırları dâhilinde, kendine has idealleri hayata geçirir ve görevleri yapar.

Eski Stoa, evreni belirli aralıklarla yok olup yeniden ortaya çıkan bir niteliğe sahipmiş gibi tasavvur etmektedir. Panaitios ise bunu kabul etmez. Ona göre, evren sonsuz (kesintisiz) bir yapıya sahiptir. Eski Stoacılar, Pythagorasçılığın da etkisiyle ruh ve bedeni birbirinden ayrı iki unsur olarak kabul etmektedir. Onlara göre, beden ölünce ruh ölmez ve tümel ruha geri döner. Panaitios ise ruh ve bedenin Tanrı tarafından bütünleşik bir formda, bir arada yaratıldığını, bu ikisinin birbirinden ayrı olmadığını düşünmektedir. Beden ölünce ruh da ölmüş olur. Bu, ruhun bedenden önce var olmadığı gibi, ondan sonra da mevcut olamayacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Panaitios ruh-beden ilişkisi konusunda monist bir yaklaşımı benimsiyor gözükmektedir.

Panaitios’un, eski Stoacılardan ayrıldığı bir diğer nokta ise halk dinine yönelik tutumudur. Eski Stoacılar, halk dinine yakın durmakta ve ondaki unsurları benimsemektedir. Panaitios ise halk dini karşısında daha özgür bir yaklaşım benimser. Ona göre, biri şairlerin ve filozofların, diğeri ise devlet adamlarının olmak üzere iki din vardır. Kendisi ikincisini tercih etmektedir

Poseidonios: Poseidonios bir fizikçi, coğrafyacı, astronom ve tarihçidir. Çok yönlü bir filozoftur. Bu alanlarda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Örneğin dünyanın büyüklüğünü ilk defa Poseidonios’ un ölçmeye çalıştığı rivayet edilmektedir. Fakat o, bu ölçüm neticesinde dünyayı olduğundan daha küçük hesaplamıştır. Böyle olmakla birlikte, yaptığı ölçüm de bilimsel ve tarihsel bir değere sahiptir. Zira Kristof Kolomb Poseidonios’ un bu ölçümüne dayalı olarak dünyayı küçük bir gemiyle dolaşabileceğini düşünmüş ve bu vesileyle Amerika’yı keşfetmiştir.

Poseidonios’un felsefî düşüncesini dayandırdığı kanıtlar rasyonel olmaktan ziyade empirik bir karakter arz etmektedir. Bu, Poseidonios’un felsefeyi bilimlerle sıkı bir bağlantı haline getirmek, felsefeyi pozitif bir bilgiye dayandırmak istediğini göstermesi bakımından önemlidir.

Yeni Stoa (Roma Stoası)
Roma Stoasının başlıca üç temsilcisi vardır. Bunlar Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur. Epiktetos bir köle, Marcus Aurelius ise Roma’nın muzaffer bir imparatordur.

Bu üç ismin ortak ve farklı pek çok yönlerinden bahsedilebilir. Ortak yönleri üçünün de birer ahlak filozofu olmasıdır. Onlar eski Stoacılara kıyasla mantık ve fizik meselelerine az zaman ayırmışlardır. Her üçünün de başlıca ilgi alanını ahlak teşkil etmektedir.

Epiküros ve Epikürosculuk

Helenistik felsefenin ikinci büyük düşünce ekolü Epiküros (MÖ 341-271) tarafından geliştirilen fikirlere dayanmaktadır. Epiküros Helenistik dönemin tipik bir düşünürüdür.

Epiküros derslerini Atina civarındaki bir bahçede vermiştir. Bu nedenle Epikürosçulara “bahçe filozofları” adı da verilmektedir. Söz konusu bahçenin müdavimleri arasında, diğer ekollerde rastlanmayacak bir şekilde, köleler ve kadınlar da yer almaktadır.

Epikürosçu Felsefenin Kısımları

Epiküros felsefeyi üç kısma ayırmaktadır. Bunlar kanonik, fizik ve ahlaktır. Epiküros’ un kanonik adını verdiği alan, doğruluğun ilkelerini arayan bilim olarak tanımlanabilir. Kanon Yunancada ölçüt, kriter anlamlarına gelmektedir. Kanonik, Epikürosçuların mantığa verdiği isimdir. Bu açıdan bakıldığında, Stoacılarla Epikürosçular arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Hatırlanacağı üzere, Kıbrıslı Zenon da felsefeyi mantık, fizik ve ahlak olarak üçe ayırmaktadır.

Bu alanlar birbirine bağlıdır ve yapılan ayırım rasyonel bir gerekçe taşımaktadır. Stoacılarda olduğu gibi Epikürosçularda da asıl istikamet ahlaki alandır. Başka bir deyişle, Epiküros bu ayırımı ahlak öğretisini temellendirebilmek amacıyla yapmıştır. Kanonik ve fizik ahlak için bir giriş kapısı işlevi görmektedir.

Epiküros felsefî kariyeri boyunca teorik meselelerle zorunlu olmadıkça ilgilenmemiş ve bütün mesaisini pratik mevzulara hasretmiştir. Söz gelişi, fiziğin Epikürosçu öğretide bir yer bulmasının nedeni boş kuruntulardan, örneğin tanrılar ve ölüm karşısında hissettiğimiz korkulardan kurtulabilmek için, şeylerin doğal nedenleri hakkındaki bilgiye muhtaç olmamızdır. Fizik, doğal nedenler hakkında vereceği bilgi vasıtasıyla gündelik hayatımızda bir yere sahip olmaktadır. Başka bir deyişle, fiziği felsefenin tamamlayıcı bir parçası haline getiren şey onun ürettiği pratik değerdir.

Epiküros’ un Bilgi Anlayışı

Epiküros genel olarak felsefeyi, özel olarak ise bilgiyi, mutluluğa ulaşmanın bir aracı olarak görmektedir. Bu aracın kendisinden beklenen işi yaptığını, yani bizi hakikate ulaştırdığını, bize iki kriter göstermektedir. Teorik düzeydeki kriter duyu algısı ve bunun ruhumuzda yarattığı genel tasavvurlar, pratik düzeydeki kriter ise haz ve acı duygularıdır.

Epiküros’ un Fizik Anlayışı

Epiküros, dünyamızın ve onun dâhil olduğu fiziğin evrende atomların çarpışmasından doğan, sonsuz sayıdaki dünya ve fiziğin sadece biri olduğunu düşünmektedir. Sonsuz sayıda dünyalar vardır. Söz konusu dünyalardan bir kısmı bizim dünyamıza benzemekte, bir kısmı ise tamamen farklı nitelikler arz etmektedir.

Epiküros’un Ahlak Anlayışı

Epiküros tıpkı Sokrates gibi, erdem ve bilgiyi özdeşleştirir. Ahlakın amacının da mutluluk olduğunu düşünür.

Epiküros’ a göre, bilgi bizi boş ve temelsiz inançlardan, kuruntulardan kurtarır. İnsanın mutluluğa ancak felsefe ile ulaşabilmesinin nedeni budur. Felsefe, insanları kuruntulardan kurtarır ve böylece onların mutlu olmasını sağlar. Epiküros’ un kuruntu olarak nitelendirdiği şey bilhassa ölüm ve tanrılar karşısında hissedilen korkudur. Bu iki korku insanın doğru ile yanlışı ayırt etmesini engelleyecek şekilde, bilgi ve erdemli yaşam sürecine müdahale ederler. Epiküros bu korku ve kuruntuların temelsiz olduğunu göstermek için büyük çaba harcamıştır. Ona göre, ölüm ve tanrılar karşısında hissettiğimiz korku, bütünüyle yanlış tasavvurlardır. Bilgi unsuru olmadıkları için de bunlara dayalı bir hayat baştan sona yanlışlarla dolu olacaktır. Bir yaşam rehberi olarak felsefenin görevi, bizi bu yanlışlardan kurtarmaktır.

Epiküros’un Devlet ve Toplum Anlayışı

Epiküros bireyci bir yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşım onun devlet ve toplum anlayışına da sirayet etmiştir. O, Aristoteles gibi insanları toplumsal varlıklar olarak tasavvur etmemektedir. Ona göre, insanların bir arada bulunmaları, toplum halinde yaşamaları, sırf onların bunun böyle olmasını istemelerinin bir sonucudur. Onlar kendilerini güvende tutmak, korunma ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla toplumsal bir sözleşmeyi, devleti ortaya çıkarmaktadır. Bireyin dışındaki yapma varlıklar, yani devlet ve toplum, yalnızca bireyin mutlu olmasını temin etmesi beklenen araçlardır. Toplumsal, siyasi ve hukuki bir sistem, yalnızca azami bireysel hazzı hedeflediği ve bunu temin ettiği oranda “iyi” olabilir. Bunların, temin ettikleri bireysel hazlar dışında, herhangi bir anlam ve önemlerinin olduğu söylenemez

Şüphecilik

Helenistik dönemin üçüncü ve son okulu şüpheciliktir. Şüphecilik ekolüne septisizm, skeptisizm ya da kuşkuculuk kavramları ile de işaret edilmektedir. Pyrrhon (MÖ 365 – 275) şüpheciliğin teorisyeni ve ilk temsilcisidir.

Pyrrhon ve Pyrrhonculuk

Pyrrhon’ dan geriye yazılı hiçbir eser kalmamıştır. Bunun nedeni, muhtemelen, fikirleri yazıya dökmenin bilgi sahibi olarak yorumlanabileceği endişesi, başka bir deyişle tutarlı olma kaygısıdır. Pyrrhon, öğretisi ile çelişeceğini düşündüğü için fikirlerini birer yargı olarak yazıya aktarmak istememiştir. Şüphecilikle ilgili ilk yazılı dokümanları öğrencisi Timon (MÖ 320-230) hazırlamıştır.

Genel olarak şüphecilerin ortak kanaati bizim eşyanın gerçek yapısını bilemeyeceğimiz istikametindedir. Duyularımız bize yalnızca onların görünüşleri hakkında bilgi vermektedir. Onların gerçekte ne oldukları hakkında asla bilgi sahibi olamayız. Örneğin Pyrrhon’a göre, doğruyu yanlıştan ayırt etmemizi sağlayacak bir ölçüte sahip değilizdir. Epikürosçular doğruluğun ölçütü olarak her algıyı kabul etmektedirler. Stoacılar ise yalnızca aklın onayladığı algıları ön plana çıkarmaktadırlar. Ancak bu ölçütlerin hiçbiri güvenilir değildir. Algı sürekli olarak bizi yanıltır. Bu nedenle algı doğruya ulaşmak için yeterli değildir. Sokrates, Platon, Aristoteles, Stoacılar ve Epikürosçular şu görüşte birleşiyorlardı: erdem bilgisiz olamaz. Başka bir deyişle, varlık hakkında doğru bilgi elde edilmeden erdemli olunamaz. Mutluluk erdemli olmaya bağlı olduğu için bilgi olmadan mutlu da olunamaz. Felsefe pratik bir bilgelik öğretisi olmaya doğru gittikçe mutlu bir hayatın kaçınılmaz konusu olan bilgi ile daha yakından ilgilenmek gerekmiştir. Şüphecilerin yaptığı da tam olarak budur. Onlar da mutluluğa giden yolu bulmak ve mutlulukla bilgi arasındaki ilişkiyi irdelemek istemişlerdir. Fakat onlar, görüleceği üzere, bilgi ile mutluluk arasında negatif bir ilişki kurmuşlardır. Bilgi sahibi olmaya çalışmak bizi mutlu etmez, aksine mutsuzluğumuzun en önemli kaynaklarından birisini teşkil eder. Zaten eşya hakkında gerçek bir bilgiye ulaşmamız imkânsızdır. Bu nedenle, imkânsızın peşine düşmekten ve kendimizi gereksiz bir yükün altına sokmaktan vazgeçmeliyiz.

Şüpheciler kesin onaylamaktan olduğu gibi mutlak inkârdan da çekinmektedirler. Onlar, böylelikle, hem bilginin varlığını iddia eden dogmatiklerden hem de bunun imkânsızlığına kanaat getiren sofistlerden ayrılmaktadırlar.

Pyrrhon’un Bilgi ve Ahlak Anlayışları

Pyrrhon’ a göre ahlakın amacı mutluluktur. Bu bakımdan o da selefleri gibi eudaimonisttir. Demokritos’a benzer şekilde Pyrrhon da mutluluğu dirlik ve gönül şenliği (euthymia) içinde geçen bir yaşamda bulmaktadır. Buna erişmek için de felsefeye dayanmak gerekmektedir. Felsefenin ödevi, hayatı, son amacı olan mutluluğa göre düzenleyebilmektir. Bu amaçla, ilkin, bilginin bu işi görüp göremeyeceğini anlamak gerekmektedir.

İkinci dayanak, her konuda birbirine tamamen zıt olan iki görüşün öne sürülebilmesidir. Örneğin evrenin tümüyle maddi olduğunu savunmak mümkün olduğu gibi onun bütünüyle ideal bir varlığa sahip olduğu da aynı güçle savunulabilir. Benzer şekilde, Tanrı’nın var olduğunu iddia etmek mümkün olduğu gibi var olmadığını da iddia etmek pekâlâ mümkündür. Bu iddialardan hangisinin doğru olduğunu belirlememizi mümkün kılacak bir ölçüt yoktur. Bu nedenle, takınılması gereken en doğru tutum yargıyı askıya almaktır (epokhe). Epokhe “yargıyı askıya almak” ya da “yargıdan kaçınmak” gibi anlamlara gelmektedir.

Pyrrhon ve takipçilerine göre, her iddiaya aynı güçte başka bir iddiayla cevap verilebilir. Bu iki iddiadan hangisinin niçin doğru olduğunu belirleyecek bir ölçüt yoktur. O halde, yapılacak en doğru şey yargıdan kaçınmaktır.

Pyrrhonculara göre, yargıyı askıya alan kişi her türlü mutlak nitelikteki değerlendirmeden kaçınmış, dolayısıyla nesnenin kendisine yönelen her türlü istek ve duygudan da uzak durmuş olan kişidir. Bu nedenle, epokhe salt epistemolojik bir tutum değildir. O aynı zamanda ahlaki bir araçtır.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email