Halk Edebiyatına Giriş 2 Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim
Ozan-Baksı Edebiyat Geleneği
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Mehmed Fuad Köprülü Türk edebiyatını nasıl tasnif etmiştir?
Köprülü, İslâmiyetin Türklerin büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilmesini temel ölçüt olarak kullanmıştır. Buna göre Türk edebiyatı tarihi üç döneme ayrılmıştır:
1) İslâmiyet Öncesi Türk Edebiyatı
a) Sözlü Edebiyat
b) Yazılı Edebiyat
2) İslâm Uygarlığı Etkisindeki Türk Edebiyatı
A) Halk Edebiyatı
a) Anonim Halk Edebiyatı
b) Dinî Tasavvufî Halk Edebiyatı
c) Âşık Tarzı Halk Edebiyatı
B) Divan Edebiyatı
3) Batı Uygarlığı Etkisindeki Türk Edebiyatı
Ozan-Baksı Edebiyatı hangi dönemi kapsamaktadır?
Türk edebiyatının ilk yaratıcıları olan “kam”ların (şamanların),toplumsal iş bölümünün gelişmesiyle ortaya çıkan “ozan”lar ve “baksı”ların oluşturduğu sözlü edebiyat geleneği, “Ozan-Baksı Edebiyat Geleneği” olarak adlandırılmaktadır. Başlangıçtan İslâmiyetin kabulüne ve yeni edebiyat geleneklerinin ortaya çıkmasına kadar olan dönemin “Ozan-Baksı Edebiyat Geleneği” olarak ele alınması son derece doğru ve yararlıdır.
Ozan kimdir?
Şiirlerini saz eşliğinde söyleyen olağanüstü güçlere sahip halk şairi, kam.
Baksı kimdir?
Olağanüstü güçlere sahip şiir söyleyen musiki ile sihir ve tedavi yapan hekim, kam.
Dinin dünya görüşüne be bunun da edebiyata yansıması nasıl olmaktadır?
Din bir milletin dünya görüşünü oluşturmada son derece önemli bir kaynaktır. Dünya görüşü kısaca, bir topluluğun dünya ve kâinatın nasıl bir sistem içinde işlediğine dair temel kabulleri olarak tanımlanabilir. İster sözlü isterse yazılı olsun edebî eserleri yaratanlar, doğal olarak dünya görüşlerini ve düşünüşlerini de dışa vurup ürünlerine yansıtacaklardır. Hatta bazı eserler sırf bu amaçla oluşturulacaktır. Bu tür bir dünya görüşü-edebiyat ilişkisi evrensel olarak bütün edebiyat geleneklerinde kolayca görülebilir
Şaman nedir?
Şamanist dünya görüşüne göre bireyleri ve toplumunu, kötü ruhların etki ve eylemlerinden koruyan, hastalıkları iyi edebilen, Gök Tanrı’yla ve Erlik adlı yeraltında yaşayan kötülük ruhuyla görüşüp anlaşabilen, ata ruhları ve Tanrı’nın verdiği yeteneklerle lağanüstü özelliklere sahip olduğuna inanılan kişi.
Totemizm nedir?
İnsanla hayvan ve bitkiler arasında bir akrabalık ilişkisi olduğuna dair inanç
Şamanizm nedir?
Büyü ve durugörüye dayalı ve tek tanrılı olabilen bir kabile dini.
Türkler ilk tarih sahnesine çıktıklarında nasıl bir toplum yapısına sahiptiler?
Türklerin tarih sahnesine çıktıkları Güney Sibirya Ormanları ile Altay Dağları arasındaki üçgende, tarih öncesi dönemde önce kadınların hakim olduğu anaerkil bir toplum yapısı içinde yaşadıkları bilinmektedir. Kadını üstün cins, erkeği ikincil bir cins olarak kabul eden ve küçük gruplar hâlinde yaşayan bu toplulukların dinî, siyasi ve ruhani liderleri Türkçe “kam” adı verilen kadın şamanlardı. “Ak Ana” da dedikleri, Umay Tanrıça’ya kâinatın yaratıcısı olarak inanıyorlardı.
Kök Tenri ve Gök Tanrının oluşum süreci nasıl olmuştur?
Demir ve benzeri metallerden silah yapmaya başlayan yeryüzündeki ilk üç bölgeden birisi olan Altay’daki bu Ön-Türkler (Proto-Türkler) demircilerin de kadınlar gibi kam (şaman) olabilmesiyle, kadın hakimiyetininin yerine erkek hakimiyetini oluşturdular. Bu yeni oluşan ataerkil erkek egemen yapıda Umay Tanrıça’nın yerini eril niteliklere sahip “Kök Tenri” veya “Gök Tanrı” aldı.
Şamanizmde hangi kültler vardır?
Bu inanç sistemine bağlı olarak kutsal kabul edilen cisim ve varlıklar etrafında tapınma amaçlı inanç ve düşünce örüntüsü olan kültler oluşmuştur. Geleneksel ve bu en eski Türk dünya görüşüne göre kabul edilen kültlerden başlıcaları; atalar kültü, su, yer, dağ, ağaç, orman, ayı, at, ay, güneş, yıldızlar, bozkurt, turna, kartal, demir ve ateş kültleri sayılabilir.
Maniheizm nedir?
Mani adlı bir kişi M.S. III. yüzyılda Mezopotamya’da kendi adıyla anılan bir din kurmuştur. Mani dini, iki prensip iyi-kötü, karanlık-aydınlık, nur-zulmet üzerine kurulmuştur. Buna göre yaşadığımız dünya iyi ve kötü unsurların birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu dinin mensupları İpek Yolu’yla gittikleri Orta Asya’da onu, Türk İmparatorluğu’nu yönetmekte olan Uygur Türklerine tanıtmışlardır. Uygurlar, Maniheizmi, VIII. yüzyılda Böğü Kağan zamanında 762 yılında resmî devlet dini olarak kabul etmişlerdir.
Maniheist Türk edebiyatı kimler tarafından oluşturulmuştur?
M.S. 840 yılında Kırgızlar tarafından iktidardan indirilen Uygur Türkleri Doğu Türkistan’a, Hoço bölgesinde yaşayan Türklerin yanına yerleşerek zaman içinde Mani din ve dünya görüşüne dayalı pek çok tercüme eser içeren zengin bir “Maniheist Türk edebiyatı” meydana getirmişlerdir.
Budizm hangi Türkler tarafından kabul edilmiştir?
Budizm M.S. III-IV. yüzyıllarda Doğu Türkistan’da kurulan manastırlarla önce Karluk Türkleri arasında yayılmaya başlamıştır. Daha sonraları Göktürk Kağanı Topo Han Budizmi kabul etmiş ve Budizmin Türkler arasında yayılması yaygınlaşmıştır. Ancak Budizmin Türkler arasında uzun süre kalıcı olduğu yer Manihesit Uygurların 840’tan sonra yoğun olarak yerleştiği Doğu Türkistan’dır.
Musevilik hangi Türk İmparatorluğunda ilk kabul edilmiş ve günümüzde hangi bölgelere yayılmıştır?
M.S. VIII-X yüzyıllarda Kafkaslar’dan Moskova yakınlarına, Hazar Denizi’nden Macaristan sınırlarına kadar uzanan geniş bir Türk devleti olan Hazar İmparatorluğu’nda özellikle yönetici sınıflar tarafından 740 yılında kabul edilmiştir. Bu Musevî Türklerin soyu, sayıları çok azalsa da günümüzde Karay Türkleri ve Kırımçak Türkleri adlarıyla, Kırım, Ukrayna, Polonya, İsrail, ABD, Fransa ve Litvanya’da yaşamaktadırlar.
Anadolu hristiyanlığı ilk kim kabul etmiştir ve günümüzde nerelerde yaşamaktadırlar?
Karaman Türkleri Anadolu’da Hristiyanlığı kabul etmişler, 1923’ten sonra Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir. Günümüzde, Moldovya, Gagauzyeri Muhtar Devleti’nde, Ukrayna, Bulgaristan ve Yunanistan’da yaşayan Gagauz Türkleri başta olmak üzere Ukrayna’da Azak Denizi kıyısında yaşayan Urumlar, Ukrayna ve Rusya’da yaşayan zorla Hristiyanlaştırılmış Kreşen Tatarları, şekil olarak Hristiyanlaşmakla birlikte şamanizmin daha etkili olduğu Çuvaş, Hakas, Altay ve Saha (Yakut) gibi Türk boyları arasında Hristiyanlık yaygındır.
Hristiyan Türklerin edebiyatları hangi dillerdedir?
Hrsitiyan Türklerin M.S. XII. yüzyıldan başlayarak Ermeni, Latin, Gotik, Yunan ve Kiril harfleriyle Türkçe olarak yazılmış son derece zengin bir edebiyatları vardır.
Türklerin en eski sözlü edebiyat türleri nelerdir?
Kamların olağanüstü güçlerle ve ruhlarla iletişime geçme yeteneklerine inanılması, onların en temel özelliğiydi. Bu bağlamda, kamların olağanüstü güçlerle kurduklarını düşündükleri iletişimlere dair memoratlar ve iletişime geçmek için şiir şeklinde söyledikleri “alkış”lar (dua) da en eski sözlü edebiyat türlerimiz olarak düşünülebilir.
Kamlıktan ayrılarak yeni oluşan toplumsal düzende yeni uzmanlık alanları nelerdir?
Kamlıktan ayrılarak oluşan bu yeni uzmanlıklardan bazıları “otaçı” (doktor), “emçi” (ilaç yapan, eczacı), “sınıkçı” (kırık ve çıkıkları tedavi eden, ortopedisyen), “büyücü” (iyi veya kötü büyü yapan kişiler), “sığıtçı” (yug denilen cenaze törenlerinde, yas ve matem tutturmak amacıyla profosyonel ağıt söyleyiciler), “bakıcı” (kayıp olanı, suya ve aynaya bakarak bulan, falcılık yapan, gelecekten haber verenler) ve “ozan” olarak sayılabilir.
Ozanlar Türklerde nasıl bir görev üstlenmişlerdir?
Bozkırda eksik olmayan mera veya otlak kavgalarının yanısıra dış düşmanlara karşı toplumu koruyan kahramanların hayatları etrafında epik destanları oluşturarak topluluklar karşısında anlatanlar ozanlardı. Obadan obaya gidip destanlar anlatmanın yansıra gezdikleri gördükleri yerde olup biteni gittikleri yerlerde bulunanlara haber olarak da iletiyorlardı. Dahası, bir atasözünün “devlet giden yere ozan ile baksı gelir” dediğince, ozanların bir kısmı doğrudan doğruya devlet görevlisi gibiydiler. Bebeklere ad koymada, ev eğlencelerinde, düğünlerde, şenliklerde, şölenlerde, kurultaylarda ve savaşlarda ozanlar olmazsa olmaz konumundaydılar.
Baksılık sistemi hangi inanışlar sonucunda doğmuştur?
Budizmin ve Maniheizmin, Türk kültür yapısı içinde, kamlık, bakıcılık ve ozanlık kurumlarını kendi öğretileri doğrultusunda karıştırarak oluşturduğu yeni ve melez yapı “baksı”lıktır. Bu yeni kurumun mensupları bir yönüyle “bağşı” idiler. Bağşı “öğretmen” veya “eğitmen” anlamıyla Budizmle birlikte gelirken, “kam”, “ozan” ve “bakıcı”yla karışarak “baksı”yı oluşturmuştu.
Baksıların toplumdaki görevleri nelerdir?
Baksılar, tıpkı kamlar gibi olağanüstü güçler ve ruhlarla iletişim kurabiliyor, ozanlar gibi kahramanlara dair destanlar söyleyebiliyor “bakıcı”lar gibi fal bakıp kayıp şeyleri buluyor ve gelecekten haber verebiliyordu. Ancak, inanç ve dünya görüşü olarak çok yüzeysel de olsa Budizme ve daha sonraları da Maniheizme bağlıydılar. Baksı sözcüğü değişik Türk topluluklarında “bahşi”, “bakşi” ve “bağşı” şeklinde telaffuz edilmiştir.
Ozan-Baksı edebiyat geleneği üzerine hangi halk edebiyatı gelişmiştir?
Ozan-Baksı edebiyat geleneği temelleri üzerinde ilk olarak, kamlıktan da izler taşıyan mistik ve sufilik felsefesiyle İslâm dini ve dünya görüşünü yaymayı amaçlayan Hoca Ahmet Yesevî’nin XII. yüzyılda tekke kurumu etrafında oluşturduğu, Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı geleneği yükselecektir.
Ozan-baksılık geleneği hangi edebiyat tarzıyla tamamen yok olmuştur?
Dinî-Tasavvufî âşıklardan Yunus Emre gibilerinin karşısında yaşama zeminlerini aybeden, değişen toplumsal yapıya ayak uydurup değişemeyen ve eski dünya görüşünün ve kültürel tarzın temsilcisi gibi görülüp âdeta “çağdışı” damgası yiyen ozan-baksılık geleneği asıl öldürücü darbeyi XVI. yüzyıl sonlarında kahvehane merkezli olarak ortaya çıkan Âşık Tarzı Edebiyat geleneğinden yiyecektir.
Aşık Tarzı Edebiyat Geleneği ozan-baksı geleneğini nasıl etkilemiştir?
Kahvehanelerin XVI. yüzyılın yarısından itibaren din dışı ve sadece sohbet edilip eğlenilen, sosyalleşilen bir sosyal kurum olarak ortaya çıkması kültürümüzde son derece önemli değişikliklere yol açmıştır. Bunlardan birisi de, Dinî-Tasavvufi Âşık Edebiyatından etkilenen ama onlar gibi insanları irşat edip din namına nasihat etmekten çok insanları sanatlarıyla eğlendirip hoşça vakit geçirmelerini sağlamak isteyen, din dışı karaktere sahip Âşık Tarzı Edebiyat Geleneğidir. Bu yeni sözlü edebiyat geleneği ozan-baksı geleneğinin sığındığı son işlev olan eğlendirmeyi de elinden alınca, ozan-baksı edebiyat geleneği işlevsizleşerek ortadan kalkar.
Aprunçır Tigin kimdir?
Adını bildiğimiz en eski Türk ozanı Aprunçır Tigin’dir.
Budizm ve Maniheizm dönemi ozan-baksıları kimlerdir?
Budizm ve Maniheizm döneminden adını bildiğimiz ozan-baksılarsa; Kül Tarkan, Çuçu, Kiki, Prataya Şiri, Seli Tutung, Asıg Tutung, Çısuya Tutung ve Kalım Keyşi’dir.
Ozan-baksı edebiyatında Türk sözlü şiirin biçimsel özellikleri nelerdir?
Ozan-baksı döneminde de Türk sözlü şiirinin dörtlükler hâlinde oluşturulması ve bu günkü uygulamanın tam tersine mısra başında çoğunlukla sessiz harflerle yapılan kafiye biçimine, kafiyelenişin bazen hem mısra başında hem de sonda olabilmesi dikkat çekicidir. Özelikle ozan-baksı geleneğinin İslâmiyetin kabulünden sonra devam eden döneminde meydana getirildiği düşünülebilen Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki pek çok şiir örneği günümüz örneklerine çok daha yakın tür ve şekil özellikleri taşımaktadır.
Koşug nedir?
Günümüzde de yaygın olarak kullanılan koşma şeklinin Türk edebiyatında ilk görüldüğü biçimdir. Koşug terimi “şiir”, “nazım”, ve “beyit” anlamlarını da karşılamıştır. Bir edebiyat terimi olarak “koşug” günümüzde de Tıva, Şor, Altay, Kırgız, Kazak, Hakas, Karakalpak, Saha (Yakut) gibi Türk boylarının halk şiiri geleneklerinde “koşık”, “koşak”, “koşok” ve “kosık” şekillerinde yaşamaya devam etmektedir. Koşuk dörtlüklerle kurulu şiir demektir.
Kojan nedir?
En eski şekli “koşag”tan “koşan”a ve “kojong” dönüştüğü düşünülen bir edebiyat terimidir. Koşag şekli doğrudan “koşug”la ilişkili olmalıdır. Altay Türkleri arasında “kojong” şekliyle günümüzde yaşamaktadır. Kojong Altay Türkçesinde “şarkı, türkü” anlamına gelmektedir.
Ir/Yır nedir?
Bu sözcüğün her iki şekli de ozan-baksı döneminde kullanılmıştır. Bu kullanım şekilleri Dîvânu Lügâti’t-Türk’te “yır koşmak : koşma, türkü oluşturmak, yır koşulmak : şiir oluşturulması”, “yırlamak” veya “ırlamak”: her ikisi de şarkı söylemek anlamına gelmekteydi. Bu kökten “yıragu: çalgıcı, şarkıcı ve çağırıcı” kelimesi türetilmişti. Ir/yır kelimesinin “ırlamak, yırlamak” ve “cırlamak” şeklindeki kullanımları Türk dünyasında günümüzde de yaygın olarak kullanılmaktır. Bu köklerden türetilen “ırçı”, “yırçı” ve “cırçı” şair anlamındadır.
Küg nedir?
Ozan Aprunçır’ın bir şiirinde “şiir” anlamında kullanıldığı düşünülen bu kelime şiirin bestesi ve ezgisi anlamındadır. Günümüzde de bu kelimeden türetilen “küy”, “küglemek” ve “küylemek” şekilleri, Türk dünyasında “ses”, “müzik”, “beste”, “hava” veya “ezgi” anlamında kullanılmaktadır.
Takşut nedir?
Budist Uygur metinlerinde karşımıza çıkan “takşut” kelimesi “şiir, nazım, beyit” anlamında kullanılmıştır.
Takmak nedir?
Takşut kelimesiyle aynı kökten geldiği düşülen bu kelime “kalabalık karşısında ezbere söylenen şiir” anlamındadır. Tıpkı “koşug” gibi “dörtlüklerden oluşan şiir” anlamını da içermektedir. Günümüzde, Altay Türkçesi’nde “takpakçı: şarkıcı ve şakacı” anlamlarıyla yaşamaktadır.
Dede Korkut hikayelerinin biline kaç yazma nüshası vardır ve nerededirler?
On iki hikâyeden meydana gelen ve tam adıyla “Kitâb-ı Dedem Korkut AlâLisân-ı Tâife-i Oğuzan” olan Dede Korkut Hikâyeleri’nin bilinen iki yazma nüshası vardır. Birincisi, on iki hikâyeden oluşmaktadır ve Berlin Dresden Kütüphanesi’ndedir. Türkiye’de ilk defa 1916 yılında Kilisli Rıfat Bilge tarafından yayınlanmıştır. Dede Korkut Hikâyeleri bu yayından sonra Türkiye’de tanınmış ve dünyada da pek çok araştırmacının dikkatini çekmiştir. İkinci Dede Korkut yazmasıysa, altı hikâyeden oluşmakta ve “Hikâyet-i Oğuznâme-i Kazanbey ve Gayri” başlığını taşımaktadır. Bu yazma Vatikan kütüphanesindedir.
Dede Korkut Hikayeleri üzerine yapılan çalışmaların en dikkate değer olanları kimler tarafından yapılmıştır?
Dede Korkut üzerine Türkçe ve pek çok dilde yapılan araştırmalar bini aşkın olmakla birlikte iki nüshayı da karşılaştırarak okuyan Muharrem Ergin ve Orhan Şaik Gökyay’ın çalışmaları en dikkate değer okunmuş metinler durumdadır.
Dede Korkut Hikayeleri nasıl ve ne zaman oluşmuştur?
Bu konuda henüz kesinleşmiş bir sonuç yoktur. Ancak, Dede Korkut Hikâyeleri Anadolu’nun doğusunda XII, XIII, XIV. yüzyıllarda buraya yerleşip vatanlaştıran Oğuz Türkleri özellikle de bölgede devlet kuran Akkoyunlular arasında yaşananların ozanlarca anlatılarak destan geleneğince işlenip yayıldığına dair düşünceler hakimdir. Bu düşüncenin oluşmasında başta Akkoyunlu, Bayındır Han, Gürcistan, Trabzon, Bayburt, Mardin ve benzeri Anadolu’yla kısmen Azerbaycan sahasına ait yer ve kişi adlarından hareket eden tarihçi yaklaşım rol oynamaktadır.
Dede Korkut kimdir?
Dede Korkut sadece Oğuz Türklerinin hakim olduğu Türkmenistan, Azerbaycan ve Türkiye sahasında tanınan bir kişi ve kimlik değildir. Korkut Ata adıyla Dede Korkut, bütün Türkistan’da Kıpçak Türkleri arasında da tanınan ve hakkında mitler, efsane, menkıbe ve memoratlar anlatılan mitolojik bir kişiliktir. Ona ait, Kazakistan Sırderya nehri kıyısında bir türbe vardır. Anlatılan mit, efsane ve menkıbelerde o, kopuzu ve adıyla anılan ezgileri icat eden mitolojik bir kültürel kahramandır.
Yelmaya nedir?
Dede Korkut’un bin yıl yaşadığı ve ömrü boyunca ölümden kaçtığı rivayet edilir. “Yelmaya” adlı devesiyle dünyanın dört bucağını gezmiştir. Gezdiği yerlerde mezar kazan insanları görünce kimin mezarını kazdıklarını merak edip sormuş ve onlardan “Korkut’un kabrini..” cevabını almıştır. Bunun üzerine yurduna dönmüş ve ırmak üzerinde yaşamaya başlamış ve içindeki ölüm korkusunu yenmek için devesinin derisinden yaptığı kopuzla yaşam üzerine ezgiler çalıp söylemiştir. O âdeta, yaşam üzerine türkülerle ölümü yenmeye çalışmıştır.
Elimizde olan Dede Korkut Hikayeleri kim tarafından kaleme alınmıştır?
Uzmanlara göre, elimizegeçen iki yazma da aynı metnin küçük değişiklikler içeren kopyalarıdır. Hikâyelerin elimizdeki şeklinin XIV. veya XV. yüzyılda Akkoyunlu sahasında muhtemelen tekke âşıklarının tesiri altındaki ozan-baksı geleneği mensubu bir ozanın icrasını dinleyen tekke mensubu bir kişinin kalemiyle yazıya geçtiği düşünülmektedir.
Türkistan sözlü kaynaklarında Korkut Ata nasıl anlatılmıştır?
Türkistan sözlü kaynaklarındaki Korkut Ata’nın yeni din ve dünya görüşüne dahası yeni coğrafya ve vatana dönüştürülme sürecine uygun bir versiyonu karşımıza çıkmaktadır. Oğuz’un gaybı bilicisi, kaybı bulucusu Dede Korkut; Hz. Peygamber zamanında yaşamış Mekke’ye giderek “hacı” ve “sahabe” olmuştur. Doğal olarak da gösterdiği olağanüstülüklerin kaynağı neredeyse Yunus Emre ve Hoca Ahmet Yesevî’ye bile örnek olabilecek vasıflarla donatılan coşkun bir “Allah dostu” veya müslüman veli, “Hak âşığı” profili olarak çizilmektedir.
Dede Korku ile ozanlık nasıl harmanlanmıştır?
İkinci Dede Korkut gelmiş geçmiş en büyük ve en mükemmel ozandır. Ozanlığın sembolü ve örnek modeli konumundadır. Hikâyelerde, ozan olmaktan maksat Dede Korkut gibi olmaktır diyen ve hedef gösteren bir “gerçek ozan” profili sunulur. Bir başka cephesiyle, bu ozan âdeta Oğuz Türklerinin tanrısal olarak görevlendirilmiş koruyucu ruhudur. Sanki Oğuz Kağan dahil bütün “Oğuz ataları” bir arada eritilmiş ve hepsi bir arada Korkut Ata olarak kalıba dökülmüş gibidir. Belki de “atalar kültü” yeryüzünde en somut ve mükemmel biçimde Korkut Ata’nın şahsında anlatılmaktadır.
Kopuz ile Korkut Ata arasındaki bağ nedir?
Türk kültüründeki geleneksel bütün telli ve yaylı sazların atası olan kopuzu Korkut Ata icat etmiştir. Halk İslâmın “şeytan icadı” diye aşağılamaya çalışmasından dolayı yapımını şeytandan öğrendiği şeklinde çerçevelense de Oğuzluk sembolü veya bayrağı gibi görülen kutsal bir nesnedir kopuz.
Dede Korkut hikayelerinin Türk kültürü açısından önemi nedir?
Dede Korkut Hikâyeleri Türk kültür ekolojisinde yer alan en az iki bin yıllık bir sözlü kültürel geleneğin anlatıcı, dinleyici rol ve işlevleriyle on binlerce emekçinin emeğiyle yarattığı bir şaheserdir. Bu nedenle de Türk kültürünün pek çok döneminden kesitler taşıyan kültürel katmanlardan oluşmaktadır. Bu özelliğinden dolayı da Türk kültürü araştırmalarında Mehmed Fuad Köprülü’nün tek başına Türk edebiyat tarihinin bütün ürünlerinden daha ağır bastığına dair sözü son derece doğru ve yerindedir.