Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
Gelir Dağılımının Teorik Analizi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Adam Smith’in gelir dağılımı konusundaki teorisi nedir?
Klasik iktisadın ve modern iktisat biliminin kurucusu olarak addedilen Adam Smith, bir taraftan zenginliğe nasıl ulaşılacağının yollarını araştırmış, diğer taraftan da ortaya çıkan zenginliğin ne şekilde paylaştırılacağı hususunda temel bir çerçeve ortaya koymuştur. Smith, bu şekilde temel düzeyde bir fonksiyonel gelir dağılımı teorisi oluşturmuştur.
David Ricardo’nun gelir dağılımı konusundaki teorisi nedir?
Klasik iktisadın önemli isimlerinden David Ricardo’nun iktisadi çalışmalarında gelir dağılımının çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Ricardo, gelirin nasıl bölüşüldüğünü iktisadın en temel problemi olarak gördüğünü ifade etmiş ve bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmıştır. Ricardo’nun oluşturduğu gelir dağılımı teorisinin temelinde Emek-Değer Teorisi bulunmaktadır ve teoride Ücretlerin Tunç Kanunu geçerlidir. Buna göre, işçilerin aldıkları ücret temel geçimlik seviyede olacaktır ve ücret seviyesi bunun üstüne çıksa bile bir süre sonra çeşitli dinamiklerin etkisiyle tekrar geçimlik seviyeye dönecektir.
Karl Marx’ın gelir dağılımı konusundaki teorisi nedir?
Karl Marx da temelde bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmıştır. Marx, gelir dağılımı teorisini Ricardo’nun Emek-Değer Teorisi üzerine bina etmiş ve oluşturduğu gelir dağılımı teorisinden hareketle toplumun kapitalistler ve işçiler olarak temelde iki sınıfa ayrıldığını ve işçilerin kapitalistler tarafından sömürüldüğünü ifade etmiştir.
Neoklasik iktisat anlayışı nasıl ortaya çıkmıştır?
1870’li yıllarda ortaya çıkan Neoklasik iktisat anlayışı ise ekonomide bir marjinal devrim yaşanmasına neden olmuştur. Jevons, Walras ve Menger kendilerinden önceki iktisatçıların savunduğu Emek-Değer Teorisini reddederek bunun yerine Sübjektif Değer Teorisini savunmuşlar ve marjinallik kavramını ortaya atmışlardır. Böylece de Neoklasik gelir dağılımı teorisinin temelleri atılmıştır. Bu yaklaşıma göre, her üretim faktörü üretime katkısı ölçüsünde üretimden pay almaktadır. Bu çerçevede, Klasiklerin savunduğu Ücretlerin Tunç Kanunu prensibi geçerli değildir. İşçilerin üretime olan katkıları arttığı kadar, üretimden aldıkları pay da artmaktadır. İşçilerin üretime olan katkıları arttığı kadar, üretimden aldıkları pay da artmaktadır.
Adam Smith’in modern iktisat biliminin temellerini attığı eseri ve temel uğraş alanı nedir?
1776’da basılan Milletlerin Zenginliği isimli eseri ile modern iktisat biliminin temellerini atan ve böylece Klasik İktisadın babası olarak addedilen Adam Smith’in temel uğraşı alanı üretimin ve dolayısıyla refahın nasıl arttırılabileceği olmuştur. Smith, bu çerçevede bir ekonomik büyüme teorisi geliştirmeye çalışmıştır.
Adam Smith Milletlerin Zenginliği adlı eserinde neyi sorgulamıştır?
Adam Smith, söz konusu eserine zenginliğe nasıl ulaşılacağını sorgulayarak başlamış ve emeğin üretken gücünde en büyük iyileşmeyi neyin sağlayabileceğini sorgulamıştır. Smith bu noktada anahtar kavramın işbölümü olduğunu belirtmiştir.
Adam Smith’in işbölümü kavramı üzerine verdiği meşhur örnek nedir?
Buna göre, işçiler teker teker toplu iğne üretirlerse her işçi günde en fazla 20 toplu iğne üretebilmektedir. Fakat toplu iğne üretimindeki 18 farklı işi telleri kesme, doğrultma, başını takma vs. 18 farklı işçi yaptığı zaman, günlük toplu iğne üretimi 40.000’e kadar çıkabilmektedir.
Adam Smith’in iktisadi büyüme teorisi çerçevesinde, ekonomi genel anlamda kaç sınıfa ayrılır ve toplam gelir bu sınıflar arasında nasıl dağıtılır?
Smith, oluşturmaya çalıştığı iktisadi büyüme teorisi çerçevesinde, ekonominin genel anlamda; işçiler, sermayedarlar ve toprak sahipleri olmak üzere üç sınıfa ayrıldığını ve söz konusu ekonomide üretilen toplam gelirin bu üç sınıf arasında; işçilere ücret, sermayedarlara kâr ve toprak sahiplerine rant olmak üzere dağıtıldığını ifade etmiştir.
Adam Smith iktisadi modelini hangi unsurlar üzerine kurmuştur?
Smith, iktisadi modelini üç unsur üzerine kurmaktadır. Bunlar; 1. Özgürlük, 2. Rekabet ve 3. Kişisel çıkardır.
Adam Smith’e göre ekonomide elde edilen gelirin sınıflar arasında ne şekilde dağıtılacağı hususunda önemli olan etkenler nelerdir?
Smith’e göre, gelir dağılımını belirleyen birinci etken; işgücünün, sermayenin ve toprağın kendilerine has özellikleri ve bu faktörlerinin birbirleri arasındaki ilişkilerdir. Gelir dağılımını belirleyen ikinci etken ise ekonominin genel durumudur.
Adam Smith’e göre işçilerin ücret seviyesinin düşük olması hangi durumları ortaya çıkarmaktadır?
Adam Smith’e göre, ücret seviyesinin belirli bir seviyenin altına düşmemesi gerekmektedir. Diğer bir ifade ile, asgari ücretin çalışanların sağlıklı ve üretken kalabilecekleri bir seviyede bulunması zorunludur. Zira çalışanların sağlıklarını bozup üretkenliklerini azaltacak derecede düşük ücret haddi işveren açısından da kötü durumların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Adam Smith’in gelir dağılımını belirleyen birinci etkenine göre işin ve işçilerin ücret düzeyi hangi faktörlerden etkilenmektedir?
Smith’e göre, mevcut işlerin koşulları, gerektirdiği vasıf düzeyleri, coğrafi konumları, çalışma süreleri vb. faktörler işin ücret düzeyini etkilediği gibi, işçiler ile patronları arasındaki yapı ve pazarlık gücü farklılıkları da işçilerin ücret düzeyini etkilemektedir.
Adam Smith’e göre ücretler ile kârlar arasında nasıl bir ilişki vardır?
Smith’e göre ücretler ile kârlar arasında zıt yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Çalışanların ücreti arttıkça işverenin elde ettiği kâr da kaçınılmaz olarak azalmaktadır. Bu yaklaşım çok temel ve statik bir anlayışa dayanmaktadır: işveren, çalışanlarına ücret olarak ne kadar çok ödeme yaparsa, maliyetler de o ölçüde artacak ve böylece işverenin elde ettiği kâr da o ölçüde azalacaktır.
David Ricardo’nun gelir dağılımı teorisinde yer alan temel varsayımları nelerdir?
Ricardo’nun gelir dağılımı teorisinde üç temel varsayım bulunmaktadır: 1. Emek-Değer Teorisi geçerlidir. Üretilen bir malın tüm değeri, onun üretiminde kullanılan emekten kaynaklanmaktadır. 2. Azalan Verimler Kanunu geçerlidir. Üretime açılan her yeni toprak daha az verime sahiptir. 3. Ücretlerin Tunç Kanunu geçerlidir. Buna göre, ücretler geçimlik seviyenin üzerine çıktığında nüfus artacak ve ücretler tekrar geçimlik seviyeye dönecektir. Tersi durumda da nüfus azalacak ve ücretler yükselerek tekrar geçimlik seviyeye çıkacaktır. Böylece, uzun vadede ücretler hep geçimlik seviyede kalacaktır.
David Ricardo, Politik Ekonominin ve Vergilendirmenin İlkeleri Üzerine adlı eserinde topraktan elde edilen ürünü nasıl ifade etmiştir?
Ricardo, 1817 yılında kaleme aldığı ve 1821 yılında son hâlini verdiği ünlü eserinin hemen girişinde, topraktan elde edilen ürünün; işgücü, sermaye ve makinenin ortak kullanımı ile ortaya çıktığını ve söz konusu üretimin de toprak sahipleri, sermayedarlar ve işçiler arasında paylaşıldığını ifade etmiştir.
David Ricardo’ya göre gelir dağılımı hangi unsurlara bağlı olarak değişmektedir?
David Ricardo’ya göre gelir dağılımı; toprağın verimliliğine, sermaye birikimine, nüfusa, vasıf düzeyine ve uzmanlığa bağlı olarak değişmektedir.
David Ricardo’ya göre iktisat biliminin temel problemi nedir?
Ricardo’ya göre, iktisat biliminin temel problemi, gelirin üretim faktörleri arasında ne şekilde dağıtılacağıdır.
David Ricardo ile Adam Smith’in görüşleri arasındaki farklılıklar nelerdir?
Ricardo, Adam Smith’in hatalı olan Mutlak Üstünlükler Teorisini, Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ile ikame etmiş ve böylece serbest ticaret anlayışına çok güçlü bir tez kazandırmıştır. Öte yandan da emek-değer kuramını savunmuş ve mutlak bir değer ölçüsü aramıştır. Emek-değer kuramı daha sonra Karl Marx’ın kullanacağı artı değer kavramının da temelini oluşturmuştur. Ricardo, Adam Smith’in aksine günlük hayattan oldukça kopuk biçimde ve ardı arkası kesilmeyen varsayımlara ve genellemelere dayanan soyut modeller kurmuştur. Bunun yanında, iktisat biliminde gelir dağılımı meselesini ilk defa detaylı olarak Ricardo ele almaya başlamıştır. Smith, ekonomik büyümenin nasıl sağlanacağını araştırırken, Ricardo ise üretimin nasıl bölüşüleceğine hususuna odaklanmıştır. Ricardo, azalan verimler yasası çerçevesinde, daha verimli ya da piyasaya daha yakındaki toprak sahiplerinin diferansiyel rant elde ettiklerini söylemektedir.
David Ricardo Emek-Değer teorisini nasıl ifade etmiştir?
Ricardo, üretilen mallar için mutlak bir değer ölçüsü aramış ve aradığı cevabı da emekte bularak EmekDeğer Teorisini ortaya koymuştur. Ricardo’ya göre bir malın değerini, o malın üretiminde kullanılan emeğin miktarı belirlemektedir. Yani, Ricardo’ya göre üretilen bir malın tüm değeri, o malın üretiminde kullanılan emekten kaynaklanmaktadır.
David Ricardo, hangi durumlarda toprağa herhangi bir kira ödenemeyeceğini ve rantın ortaya çıkmayacağını belirtmiştir?
Ricardo, bütün toprakların aynı özelliklere sahip olması, aynı kalitede olması ve toprak arzının sınırsız olması durumunda toprağa herhangi bir kiranın ödenmeyeceğini ve böylelikle rantın ortaya çıkmayacağını belirtmiştir.
David Ricardo Azalan Verimler Kanununun tarımda geçerli olduğunu nasıl ifade etmiştir?
Ricardo’ya göre, bir bölgede birinci kalite toprakların tükenmesinden sonra, ikinci kalite toprakların üretime koşulmasıyla birlikte birinci kalite topraklar için anında rant doğmakta ve rantın miktarı da birinci kalite topraklar ile ikinci kalite toprakların kalite farkına bağlı olarak değişmektedir. Daha sonra, üçüncü kalite toprakların da üretime koşulmasıyla birlikte, ikinci kalite topraklar için de rant ortaya çıkmakta ve birinci kalite toprakların rantı daha da artmaktadır. Yani, tarımda Azalan Verimler Kanunu geçerlidir.
David Ricardo’ya göre rant ve nüfus arasında nasıl bir bağlantı vardır?
Ricardo’ya göre rantın artması için ya toplumun zenginleşmesi ya da nüfusun artması gerekmektedir. Başka bir açıdan, nüfusun artmasıyla birlikte rantlar da sürekli artma eğiliminde olacaktır. Zira nüfus arttıkça daha az verimli topraklar üretime açılacak ve böylece de daha verimli toprakların rantı da giderek artacaktır.
David Ricardo emeğin doğal fiyatını nasıl tanımlamıştır?
Ricardo’ya göre, alınıp satılan diğer her şeyde olduğu gibi, emeğin de bir piyasa fiyatı ve doğal fiyatı vardır. Emeğin doğal fiyatı, çalışanın kendisini ve ailesini geçindirebileceği düzeydeki ücrettir. Böylece, gıda ürünlerinin veya diğer temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatlarındaki bir artış, emeğin doğal ücretini de arttıracaktır. Ricardo bu noktadan hareketle nüfusun artmasıyla birlikte, gıda ürünlerinin ve temel ihtiyaç malzemelerinin fiyatlarının artacağını ve bunun doğal bir sonucu olarak da emeğin doğal fiyatının da yükseleceğini ifade etmektedir.
David Ricardo’ya göre emeğin piyasa fiyatı nasıl belirlenmektedir?
Ricardo’ya göre emeğin piyasa fiyatı tamamıyla piyasa koşullarında, emek arz ve talebi tarafından belirlenmektedir. Emek kıt olduğunda emeğin piyasa fiyatı yüksek olmakta, emek bol olduğunda da emeğin piyasa fiyatı düşük olmaktadır. Bununla birlikte, emeğin piyasa fiyatı, doğal fiyatından sapmalar gösterse de sonunda emeğin doğal fiyatına dönme eğiliminde olacaktır. Zira emeğin piyasa fiyatı, doğal fiyatını aflınca işçiler refah içinde ve sağlıklı bir yaşam sürecekler ve daha çok çocuk sahibi olacaklardır. Böylece işgücü arzı artacak ve sonunda da emeğin piyasa fiyatı doğal fiyatına gerileyecektir. Emeğin piyasa fiyatının, doğal fiyatının altında olması durumunda da çalışanlar geçimlerini sağlayamayacak ve en temel gereksinimlerini bile karşılayamayacak duruma geleceklerdir. Bu durumda da nüfus zamanla azalacak ve işgücü arzı daralacaktır. Böylece de emeğin piyasa fiyatı, doğal fiyatına kadar yükselecektir.
David Ricardo’ya göre kâr ve ücret arasında nasıl bir ilişki vardır?
Ricardo’ya göre, bir ekonomide toplam gelir paylaşılırken, sermayedara düşen pay, toplam gelirden toprak sahiplerinin payı olan rantlar ve işçilerin payı olan ücretler düşüldükten sonra kalan miktar olmaktadır. Bu noktada, sermayedarın payı olan kâr ile işçilerin payı olan ücretler arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu çerçevede, sermayedar kârını ancak işçilerin ücretlerini düşürmesi durumunda arttırabilecektir. Zira, satılan ürünün fiyatı sabittir ve sermayedarın elde ettiği kâr, işçilere verilen ücretin seviyesine göre değişkenlik gösterecektir.
Marx ve Ricardo’nun gelir dağılımı teorileri arasındaki farklılıklar nelerdir?
Marx ve Ricardo’nun gelir dağılımı teorileri arasındaki farklılıklar şöyle sıralanabilir: • Marx, Ricardo’nun aksine kâr ve rant arasında bir ayrıma gitmemiştir. Marx, Azalan Verimler Kanununa inanmadığından, teorisinde buna yer vermemiş ve bunun bir sonucu olarak da kâr ve rant arasında bir ayrıma gitmemiştir. • Diğer bir farklılık ise işçi ücretlerinin neden geçimlik seviyede olduğu hususudur. Marx’a göre, hemen her zaman emek arzının emek talebinden fazla olması, ya da başka bir deyişle yedek işçi ordusunun hep var olması, ücretlerin yükselmesine engel olmakta ve işçileri asgari geçimlik seviyede tutmaktadır.
Marx, Emek-Değer teorisini nasıl ifade etmiştir?
Marx, Emek-Değer teorisi çerçevesinde, gerçekte değerin tek belirleyicisinin emek olduğunu, kâr ve faizin de artık değeri oluşturduğunu ifade etmiştir. Marx, değerin tamamının emeğin ürünü olmasından hareketle, sermayedarların aldığı kâr ve toprak sahiplerinin kazandığı faizin tümünün, çalışan sınıfın hak etmiş olduğu kazanç üzerinden haksız bir şekilde alınan artık değer olduğunu iddia etmiştir.
Marx’ın gelir dağılımı teorisine göre toplum kaç sınıfa ayrılmaktadır?
Marx’ın gelir dağılımı teorisinde, toplum işçiler ve sermayedarlar olarak iki kısma ayrılmakta ve sermayedarlar üretim araçlarına sahip olmalarından dolayı, işçilerin hakkı olan kısmı gasp ederek onları sömürmektedirler.
Marx’ın gelir dağılımı teorisine göre toplam gelir kaç sınıfa ayrılmaktadır?
Marx’ın teorisinde elde edilen toplam gelir, ücret ve kâr olarak ikiye ayrılmakta, işçiler ve sermayedarlar arasındaki ilişki ve mücadele çerçevesinde, söz konusu sınıfların elde ettikleri ücret ve kâr düzeyi ve buna bağlı olarak da sömürü düzeyi değişmektedir.
Marx’ın gelir dağılımı teorisine göre sermaye kaç sınıfa ayrılmaktadır?
Marx’ın teorisinde sermaye, sabit sermaye ve değişken sermaye olarak iki kısma ayrılmaktadır. Buna göre, üretim araçlarının mülkiyeti için kullanılan para sabit sermayeyi oluştururken, işçilere ücret olarak verilen para ise değişken sermayeyi oluşturmaktadır.
Neoklasik iktisat nedir?
Neoklasik iktisat, daha önceki iktisadi anlayışta önemli bir yere sahip olan emek-değer teorisini reddederek, yerine fayda teorisini subjektif değer teorisi koymuştur.
Marjinal fayda kavramı nedir?
Marjinal fayda kavramına göre, herhangi bir malın fiyatı, söz konusu malın tüketici nezdindeki subjektif marjinal faydası tarafından belirlenmektedir. Buna göre, eğer tüketiciler bir mala yüksek değer atfediyorsa, o malın fiyatı yüksek olacaktır. Görüldüğü üzere, malın fiyatını belirleyen temel unsur, malın yapısal özelliklerinden ziyade, tüketicilerin o mala verdikleri göreceli değer olmaktadır.
Neoklasik gelir dağılımı teorisi ile Azalan verimler kanunu arasında nasıl bir ilişki vardır?
Neoklasik gelir dağılımı teorisinin dayandığı bir başka temel, Azalan Verimler Kanunudur. Buna göre, her üretim faktörünün marjinal verimliliği, diğer üretim faktörlerinin düzeyi sabitken, söz konusu üretim faktörünün miktarı arttıkça azalmaktadır. Örneğin, sermayenin marjinal verimliliği, sermaye düzeyi arttırıldıkça azalan bir seyir izlemektedir. Benzer şekilde, emeğin marjinal verimliliği de emek düzeyi arttırıldıkça azalmaktadır. Böylece, üretim faktörleri, marjinal verimliliklerinin eşitlendiği noktada dengeye gelmekte ve firma dengesi bu noktada kurulmuş olmaktadır.
Keynes’e göre, mevcut kapitalist sistemin en önemli sorunları nelerdir?
Keynes’e göre, mevcut kapitalist sistemin en önemli sorunları tam istihdamı sağlamada yaşanan başarısızlık ve gelir dağılımında görülen adaletsizliktir.
Keynezyen iktisat çerçevesinde, Boulding’e göre millî gelirin ücret ve diğer gelir türleri arasındaki dağılımı nelere bağlıdır?
Boulding’e göre millî gelirin ücret ve diğer gelir türleri arasındaki dağılımı sadece ücret pazarlıklarına, toplu sözleşmelere ve müteşebbislerin kabiliyetlerine değil, aynı zamanda ekonomideki yatırım, tasarruf ve likidite tercihi kavramlarına bağlıdır.
Neoklasik gelir dağılımı teorisi ile Kaldor’un Keynezyen gelr dağılımı teorisi arasındaki fark nedir?
Neoklasik gelir dağılımı teorisinde gelir dağılımını belirleyen temel unsur marjinal verimlilik iken, Kaldor’un oluşturduğu Keynezyen gelir dağılımı teorisinde gelir dağılımı üzerinde söz sahibi olan temel etken marjinal tasarruf eğilimidir.
Marx’ın teorisinde sömürü oranı nedir ve formülle nasıl ifade edilir?
Üretim süreci sonunda, Marx’a göre sermayedar, işçilerin hakkı olan artık değer kadar kârı kendisine ayırmakta ve böylece işçileri sömürmektedir. Sömürü oranı, işçilerin sermayedarlar tarafından sömürülme derecesini göstermektedir. Sömürü oranı, formül ile şöyle ifade edilebilir: Sömürü oranı Artık değer / Değişken sermaye
İktisatçıların temel konularından biri hangisidir?
Gelir dağılımı, iktisat biliminin temel konularından olması nedeniyle iktisatçıların temel uğraşı alanlardan biri olmuştur. Bununla birlikte, gelir dağılımı konusu 20. yüzyılın büyük bölümünde iktisatçılar tarafından ihmal edilmiş, ancak 1990’lardan sonra bu alana yönelik ilgide bir canlanma olmuştur.
Adam Smith kimdir?
Klasik iktisadın ve modern iktisat biliminin kurucusudur.
Fonksiyonel gelir dağılımı teorisi nedir?
Klasik iktisadın ve modern iktisat biliminin kurucusu olarak addedilen Adam Smith, bir taraftan zenginliğe nasıl ulaşılacağının yollarını araştırmış, diğer taraftan da ortaya çıkan zenginliğin ne şekilde paylaştırılacağı hususunda temel bir çerçeve ortaya koymuştur. Smith, bu şekilde temel düzeyde bir fonksiyonel gelir dağılımı teorisi oluşturmuştur.
Emek-Değer Teorisi nedir?
Klasik iktisadın önemli isimlerinden David Ricardo’nun iktisadi çalışmalarında gelir dağılımının çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Ricardo, gelirin nasıl bölüşüldüğünü iktisadın en temel problemi olarak gördüğünü ifade etmiş ve bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmıştır. Ricardo’nun oluşturduğu gelir dağılımı teorisinin temelinde Emek-Değer Teorisi bulunmaktadır.
Ücretlerin Tunç Kanunu ne anlama gelir?
Ricardo’nun oluşturduğu gelir dağılımı teorisinin temelinde bulunan Emek-Değer Teorisinde Ücretlerin Tunç Kanunu geçerlidir. Buna göre, işçilerin aldıkları ücret temel geçimlik seviyede olacaktır ve ücret seviyesi bunun üstüne çıksa bile bir süre sonra çeşitli dinamiklerin etkisiyle tekrar geçimlik seviyeye dönecektir.
Karl Marx nasıl bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmıştır?
Ricardo’nun Emek-Değer Teorisi üzerine bina etmiş ve oluşturduğu gelir dağılımı teorisinden hareketle toplumun kapitalistler ve işçiler olarak temelde iki sınıfa ayrıldığını ve işçilerin kapitalistler tarafından sömürüldüğünü ifade etmiştir.
Jevons, Walras ve Menger kendilerinden önceki iktisatçıların savunduğu Emek-Değer Teorisini reddederek bunun yerine hangi teoriyi ortaya atmışlardır?
Jevons, Walras ve Menger kendilerinden önceki iktisatçıların savunduğu Emek-Değer Teorisini reddederek bunun yerine Sübjektif Değer Teorisini savunmuşlar ve marjinallik kavramını ortaya atmışlardır.
Neoklasik gelir dağılımı nedir?
Bu yaklaşıma göre, her üretim faktörü üretime katkısı ölçüsünde üretimden pay almaktadır. Bu çerçevede, Klasiklerin savunduğu Ücretlerin Tunç Kanunu prensibi geçerli değildir. İşçilerin üretime olan katkıları arttığı kadar, üretimden aldıkları pay da artmaktadır.
Klasik İktisadın babası olarak addedilen Adam Smith’in temel uğraşı alanı nedir?
Klasik İktisadın babası olarak addedilen Adam Smith’in temel uğraşı alanı üretimin ve dolayısıyla refahın nasıl arttırılabileceği olmuştur. Smith, bu çerçevede bir ekonomik büyüme teorisi geliştirmeye çalışmıştır.
Smith' in oluşturmaya çalıştığı iktisadi büyüme teorisinin kapsamı nedir?
Smith, oluşturmaya çalıştığı iktisadi büyüme teorisi çerçevesinde, ekonominin genel anlamda; işçiler, sermayedarlar ve toprak sahipleri olmak üzere üç sınıfa ayrıldığını ve söz konusu ekonomide üretilen toplam gelirin bu üç sınıf arasında; işçilere ücret, sermayedarlara kâr ve toprak sahiplerine rant olmak üzere dağıtıldığını ifade etmiştir. Bu çerçevede Smith, modern anlamda fonksiyonel bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmıştır.
Smith' e göre gelir dağılımını belirleyen etmenlerden birincisi nedir?
Gelir dağılımını belirleyen birinci etken; işgücünün, sermayenin ve toprağın kendilerine has özellikleri ve bu faktörlerinin birbirleri arasındaki ilişkilerdir. Örneğin, mevcut işlerin koşulları, gerektirdiği vasıf düzeyleri, coğrafi konumları, çalışma süreleri vb. faktörler işin ücret düzeyini etkilediği gibi, işçiler ile patronları arasındaki yapı ve pazarlık gücü farklılıkları da işçilerin ücret düzeyini etkilemektedir.
Smith' e göre neden ücret seviyesinin belirli bir seviyenin altına düşmemesi gerekir ?
Smith’e göre ücret seviyesinin belirli bir seviyenin altına düşmemesi gerekmektedir. Bu noktada, asgari ücretin çalışanların sağlıklı ve üretken kalabilecekleri bir seviyede bulunması zorunludur. Zira çalışanların sağlıklarını bozup üretkenliklerini azaltacak derecede düşük ücret haddi işveren açısından da kötüdür.
Smith’e göre gelir dağılımını belirleyen ikinci etken nedir?
Smith’e göre gelir dağılımını belirleyen ikinci etken ise ekonominin genel durumudur. Ekonominin bulunduğu konjonktürel devre fonksiyonel gelir dağılımını etkilemektedir. Yani, büyümekte olan bir ekonomide ücretler yükselecek, küçülmekte olan bir ekonomide de ücretler düşecektir. Durağan durumdaki bir ekonomide de ücret seviyesi aşağı yukarı aynı kalacaktır.
Smith’e göre ücretler ile kârlar arasında nasıl bir ilişki vardır?
Smith’e göre ücretler ile kârlar arasında da zıt yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Çalışanların ücreti arttıkça işverenin elde ettiği kâr da kaçınılmaz olarak azalmaktadır. Bu yaklaşım çok temel ve statik bir anlayışa dayanmaktadır: İşveren, çalışanlarına ücret olarak ne kadar çok ödeme yaparsa, maliyetler de o ölçüde artacak ve böylece işverenin elde ettiği kâr da o ölçüde azalacaktır.
Klasik iktisadın önde gelen isimlerinden David Ricardo' nun Gelir Dağılımı Teorisinde var olan üç temel varsayım nedir?
- Emek-Değer Teorisi geçerlidir. Üretilen bir malın tüm değeri, onun üretiminde kullanılan emekten kaynaklanmaktadır.
- Azalan Verimler Kanunu geçerlidir. Üretime açılan her yeni toprak daha az verime sahiptir.
- Ücretlerin Tunç Kanunu geçerlidir. Buna göre, ücretler geçimlik seviyenin üzerine çıktığında nüfus artacak ve ücretler tekrar geçimlik seviyeye dönecektir. Tersi durumda da nüfus azalacak ve ücretler yükselerek tekrar geçimlik seviyeye çıkacaktır. Böylece, uzun vadede ücretler hep geçimlik seviyede kalacaktır.
Richardo' ya göre gelir dağılımı neye göre değişmektedir?
Richardo' ya göre gelir dağılımı; toprağın verimliliğine, sermaye birikimine, nüfusa, vasıf düzeyine ve uzmanlığa bağlı olarak değişmektedir.
Ricardo’ya göre, iktisat biliminin temel problemi nedir?
Ricardo’ya göre, iktisat biliminin temel problemi, gelirin üretim faktörleri arasında ne şekilde dağıtılacağıdır (Ricardo, 1821: 1). Böylece Ricardo, gelir dağılımını iktisattaki en temel konu olarak gördüğünü açık bir şekilde ortaya koymuş olmaktadır. Ricardo bu noktadan hareketle iktisat bilimine önemli katkılarda bulunan Adam Smith ve John B. Say gibi iktisatçıların gelir dağılımı hususunda çok az tatmin edici bilgi ortaya koyduklarını ifade etmektedir.
Azalan Verimler Kanunu ne demektir?
Ricardo, bütün toprakların aynı özelliklere sahip olması, aynı kalitede olması ve toprak arzının sınırsız olması durumunda toprağa herhangi bir kiranın ödenmeyeceğini ve böylece rantın ortaya çıkmayacağını belirtmiştir. Fakat, toprağın sınırsız olmaması, toprak kalitesinin bölgeden bölgeye değişkenlik göstermesi ve nüfusun zamanla artması gibi sebepler yüzünden toprak sahiplerine rant şeklinde üretimden pay ayrılmaktadır. Ricardo’ya göre, bir bölgede birinci kalite toprakların tükenmesinden sonra, ikinci kalite toprakların üretime koşulmasıyla birlikte birinci kalite topraklar için anında rant doğmakta ve rantın miktarı da birinci kalite topraklar ile ikinci kalite toprakların kalite farkına bağlı olarak değişmektedir. Daha sonra, üçüncü kalite toprakların da üretime koşulmasıyla birlikte, ikinci kalite topraklar için de rant ortaya çıkmakta ve birinci kalite toprakların rantı daha da artmaktadır. Yani, tarımda Azalan Verimler Kanunu geçerlidir (Ricardo, 1821).
Piyasa fiyatı ve doğal fiyat nedir?
Ricardo’ya göre, alınıp satılan diğer her şeyde olduğu gibi, emeğin de bir piyasa fiyatı ve doğal fiyatı vardır. Emeğin doğal fiyatı, çalışanın kendisini ve ailesini geçindirebileceği düzeydeki ücrettir. Böylece, gıda ürünlerinin veya diğer temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatlarındaki bir artış, emeğin doğal ücretini de arttıracaktır. Ricardo bu noktadan hareketle nüfusun artmasıyla birlikte, gıda ürünlerinin ve temel ihtiyaç malzemelerinin fiyatlarının artacağını ve bunun doğal bir sonucu olarak da emeğin doğal fiyatının da yükseleceğini ifade etmektedir (Ricardo, 1821).
Ricardo’ya göre emeğin piyasa fiyatı nasıl belirlenmektedir?
Ricardo’ya göre emeğin piyasa fiyatı ise tamamıyla piyasa koşullarında, emek arz ve talebi tarafından belirlenmektedir. Emek kıt olduğunda emeğin piyasa fiyatı yüksek olmakta, emek bol olduğunda da emeğin piyasa fiyatı düşük olmaktadır. Bununla birlikte, emeğin piyasa fiyatı, doğal fiyatından sapmalar gösterse de sonunda emeğin doğal fiyatına dönme eğiliminde olacaktır. Zira emeğin piyasa fiyatı, doğal fiyatını aşınca işçiler refah içinde ve sağlıklı bir yaşam sürecekler ve daha çok çocuk sahibi olacaklardır. Böylece işgücü arzı artacak ve sonunda da emeğin piyasa fiyatı doğal fiyatına gerileyecektir. Emeğin piyasa fiyatının, doğal fiyatının altında olması durumunda da çalışanlar geçimlerini sağlayamayacak ve en temel gereksinimlerini bile karşılayamayacak duruma geleceklerdir. Bu durumda da nüfus zamanla azalacak ve işgücü arzı daralacaktır. Böylece de emeğin piyasa fiyatı, doğal fiyatına kadar yükselecektir.
Richardo' ya göre sermayedarların elde ettiği kar neden zamanla azalma eğiliminde olacaktır?
Ricardo’ya nüfusun artmasıyla birlikte daha verimsiz toprakların üretime açılması sonucunda gıda maddelerinin fiyatı yükselecek, böylece sermayedarlar işçileri geçimlik ücret düzeyinde tutabilmek adına, işçilerin nominal ücretlerini arttırmak durumunda kalacaklardır. Bunun sonucunda da sermayedarların elde ettiği kâr oranı düşmüş olacaktır.
Marx' ın Gelir Dağılımı Teorisi nasıldır ?
Marx’ın gelir dağılımı teorisi Ricardo’nunki gibi Emek-Değer Teorisi üzerine kuruludur (Kurz, 2009: 22). Yine, Marx’ın gelir dağılımı teorisi temelde Ricardo’nun gelir dağılımı teorisinin bir türevi olmakla birlikte, her iki teori arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklardan en önemlisi de Marx’ın Ricardo’nun tersine, kâr ve rant arasında bir ayrıma gitmemiş olmasıdır. Marx, Azalan Verimler Kanununa inanmadığından, teorisinde buna yer vermemiş ve bunun bir sonucu olarak da kâr ve rant arasında bir ayrıma gitmemiştir. Bunun haricinde, işçi ücretlerinin neden geçimlik seviyede olduğu hususunda da Marx’ın yaklaşımı Ricardo’ya göre farklıdır. Marx’a göre, hemen her zaman emek arzının emek talebinden fazla olması, ya da başka bir deyişle yedek işçi ordusunun hep var olması, ücretlerin yükselmesine engel olmakta ve işçileri asgari geçimlik seviyede tutmaktadır (Kaldor, 1955-1956: 87).
Mar' a göre bir ekonomide üretilen toplam gelir kaça ayrılır?
Marx' a göre bir ekonomide üretilen toplam gelirin işçilere ödenen ücret ve sermayedarlara ödenen kâr olmak üzere ikiye ayrıldığını belirtirken, diğer taraftan da sağlanan gelirin tamamının işçilerin hakkı olduğunu iddia ederek, sermayedarların elde ettiği kârın tamamının haksız kazanç olduğunu öne sürmüştür. Marx’a göre, işçiler gelirin tamamını üretmelerine rağmen, emeğin payına düşen ücret, işçilerin asgari düzeyde geçinmelerine yetecek düzeyde gerçekleşmektedir. Böylece de sermayedarlar, işçilerin hakkı olan payı gasp etmektedirler. Marx’a göre, sermayedarlar işçilerin hakkı olan artık değeri onlara vermeyerek işçi sınıfını sömürmektedirler.
Marx’ın gelir dağılımı teorisinde, toplum kaça ayrılır?
Marx’ın gelir dağılımı teorisinde, toplum işçiler ve sermayedarlar olarak iki kısma ayrılmakta ve sermayedarlar üretim araçlarına sahip olmalarından dolayı, işçilerin hakkı olan kısmı gasp ederek onları sömürmektedirler. Başka bir deyişle Marx’ın teorisinde elde edilen toplam gelir, ücret ve kâr olarak ikiye ayrılmakta, işçiler ve sermayedarlar arasındaki ilişki ve mücadele çerçevesinde, söz konusu sınıfların elde ettikleri ücret ve kâr düzeyi ve buna bağlı olarak da sömürü düzeyi değişmektedir.
Artık Değer Teorisi nedir?
Emek-Değer Teorisinin uzantısında oluşturulan Artık Değer Teorisi, Marx’ın gelir dağılımı teorisinde anahtar bir role sahiptir. Marx’ın teorisinde sermaye, sabit sermaye ve değişken sermaye olarak iki kısma ayrılmaktadır. Buna göre, üretim araçlarının mülkiyeti için kullanılan para sabit sermayeyi oluştururken, işçilere ücret olarak verilen para ise değişken sermayeyi oluşturmaktadır.
Marx’a göre, sermayedarlar sömürü oranını neden sürekli biçimde arttırmaya çalışmaktadır?
Marx’a göre, sermayedarlar sömürü oranını sürekli biçimde arttırmaya çalışmakta ve işçilere ancak asgari düzeyde geçimlerini sağlayabilecek kadar bir ücret verme eğiliminde olmaktadırlar. Bu noktada, Marx’a göre emek arzının sürekli biçimde emek talebinden fazla olması, sermayedarların sömürü oranını arttırma çabalarında kendilerine yardımcı olmakta ve böylece işçilerin aldıkları ücret, asgari geçim düzeyine kadar düşebilmektedir.
Marx’a göre işçiler neden Yedek Sanayi Ordusu oluşturmaktadır?
Teknolojinin gelişmesi de, işçilerin ortaya çıkardığı ekonomik değerin artmasını sağlamakta ve işçilere asgari geçimlik ücret verildiğinden, artık değerin ve dolayısıyla sömürü oranının yükselmesine neden olmaktadır. Öte yandan, teknolojinin gelişmesi ile artan makineleşme bazı çalışanların işsiz kalmasına neden olmakta ve bu işçiler Marx’a göre bir Yedek Sanayi Ordusu oluşturmaktadır (Kaldor, 1955-1956: 87). Yine, toplam sermaye içinde sabit sermayenin payının artıp, işçilerin verilen ücretin payının daha da azalmasıyla birlikte sömürü oranı daha da artmaktadır.
Neoklasik iktisat nedir?
Neoklasik iktisat anlayışı 1870’li yıllarda ortaya çıkmış ve Keynezyen devrime kadar iktisatta hakim paradigma olarak kalmıştır. Neoklasik iktisat, daha önceki iktisadi anlayışta önemli bir yere sahip olan emek-değer teorisini reddederek, yerine fayda teorisini (subjektif değer teorisi) koymuştur. İktisadi anlayışta yaşanan bu değişim, Marjinal Devrim olarak da nitelendirilmiştir.
Marjinallik Kavramı ne demektir?
1870’li yıllarda W. Stanley Jevons, Leon Walras ve Carl Menger birbirlerinden bağımsız olarak marjinallik kavramını geliştirmişler (Skousen, 2007: 189) ve böylece Neoklasik iktisadın ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Marjinal fayda kavramına göre, herhangi bir malın fiyatı, söz konusu malın tüketici nezdindeki (subjektif) marjinal faydası tarafından belirlenmektedir. Buna göre, eğer tüketiciler bir mala yüksek değer atfediyorsa, o malın fiyatı yüksek olacaktır. Görüldüğü üzere, malın fiyatını belirleyen temel unsur, malın yapısal özelliklerinden ziyade, tüketicilerin o mala verdikleri göreceli değer olmaktadır.
Neoklasik gelir dağılımı teorisi nedir?
Neoklasik gelir dağılımı teorisi, John Bates Clark’la birlikte olgunlaşmıştır. Clark’ın (1908) Neoklasik gelir dağılımı teorisinin temelinde Neoklasik iktisadi anlayışta çok anahtar bir role sahip olan marjinallik kavramı bulunmaktadır. Clark, 1908 yılında yazdığı eserinin girişinde, her üretim faktörünün üretime katkısı ölçüsünde pay aldığını, bunun da doğal bir kanun çerçevesinde gerçekleştiğini ifade etmiş ve söz konusu çalışmasının hedefinin de bu durumu göstermek olduğunu belirtmiştir (Clark, 1908: 1).Buna göre, bir üretim faktörünün fiyatı söz konusu üretim faktörünün girişimci nezdindeki (subjektif) marjinal verimliliği tarafından belirlenmektedir. Bu çerçevede, bir işçinin aldığı ücret de söz konusu işçinin üretim sürecindeki marjinal verimliliğine bağlı olacaktır. Böylece, yüksek verimlilik düzeyine sahip olan bir işçi yüksek ücret alırken, düşük verimlilik düzeyine sahip olan işçi de düşük ücret alacaktır. Başka bir açıdan, verimlilik düzeyi zaman içinde yükselen işçilerin, ücret düzeyi de zaman içinde yükselecektir.
Azalan Verimler Kanunu nedir?
Clark’ın (1908), Neoklasik gelir dağılımı teorisinin dayandığı bir başka temel, Azalan Verimler Kanunudur. Buna göre, her üretim faktörünün marjinal verimliliği, diğer üretim faktörlerinin düzeyi sabitken, söz konusu üretim faktörünün miktarı arttıkça azalmaktadır. Örneğin, sermayenin marjinal verimliliği, sermaye düzeyi arttırıldıkça azalan bir seyir izlemektedir. Benzer şekilde, emeğin marjinal verimliliği de emek düzeyi arttırıldıkça azalmaktadır. Böylece, üretim faktörleri, marjinal verimliliklerinin eşitlendiği noktada dengeye gelmekte ve firma dengesi bu noktada kurulmuş olmaktadır.
Keynezyen gelir Dağılımı Teorisi nedir?
Keynes bir gelir dağılımı teorisi geliştirmemiş olsa da, kendisi bu konuda belirli görüşler öne sürmüştür. Örneğin Keynes, 1939 tarihli bir makalesinde, millî gelirden emeğe düşen payın, millî gelirin seviyesinden ve ekonominin genel olarak inişte veya çıkışta olup olmamasından bağımsız bir şekilde, hep istikrarlı bir seyir izlediğini ifade etmiştir. Keynes, bu durumun ekonomi bilimindeki hem en şaşırtıcı hem de en sağlam temelli gerçeklerden birisi olduğunu da eklemiştir (Keynes, 1939: 48).
Kenneth Ewart Boulding kimdir?
Keynes’i izleyen takipçileri de Keynezyen iktisat çerçevesinde bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmışlardır. Örneğin Kenneth Ewart Boulding, 1950’de bir makroekonomik gelir dağılımı teorisi kurma teşebbüsünde bulunmuştur. Boulding’e göre, millî gelirin ücret ve diğer gelir türleri arasındaki dağılımı sadece ücret pazarlıklarına, toplu sözleşmelere ve müteşebbislerin kabiliyetlerine değil, aynı zamanda ekonomideki yatırım, tasarruf ve likidite tercihi kavramlarına bağlıdır (Alkin, 1969: 133).
Joan Violet Robinson nasıl bir gelir Dağılımı Teorisi kurmaya çalışmıştır?
Post-Keynezyen iktisatçıların önde gelen simalarından Joan Violet Robinson da 1956’da bir makroekonomik gelir dağılımı teorisi kurmaya çalışmıştır. Robinson’a göre, toplumdaki çeşitli grupların yatırım ve tüketim kararları, ücretlerin seviyesini etkilemekte böylece uzun vadede millî gelirin ücret ve ücret dışı gelirler arasındaki dağılımının yapısı ortaya çıkmaktadır. Robinson ayrıca, teknolojik gelişmenin gelir dağılımı üzerindeki etkisini de araştırmıştır (Alkin, 1969: 133).
Nicholas Kaldor nasıl Bir Gelir Dağılımı Teorisi kurmuştur?
Keynezyen anlamda bir gelir dağılımı teorisi oluşturma yolundaki en önemli teşebbüs ise Nicholas Kaldor’dan gelmiştir. Kaldor (1955-56: 94), çarpan teorisinin aslında ücretler ile fiyatlar arasındaki ilişkinin belirlenmesi için de kullanılabileceğini ve böylece ortaya bir gelir dağılımı teorisinin çıkabileceğini ifade etmiştir. Ona göre, bu teorinin en başta bir gelir dağılımı teorisi olarak oluşturulmamış olmasının sebebi, söz konusu teorinin bir istihdam teorisi geliştirmek amacıyla oluşturulmuş olmasıdır. Kaldor, bu çerçevede çarpan teorisini kullanarak bir gelir dağılımı teorisi oluşturmaya çalışmıştır.
Kaldor’un oluşturduğu gelir dağılımı teorisine göre toplum kaç gruba ayrılmaktadır?
Kaldor’un oluşturduğu gelir dağılımı teorisine göre toplum işçiler ve sermayedarlar şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. Teorinin varsayımlarına göre, her grubun kendine özgü marjinal tasarruf eğilimi bulunmaktadır ve sermayedarların marjinal tasarruf eğilimi, işçilerinkinden daha yüksektir. Teoride ayrıca yatırımların millî gelire oranının dışsal bir değişken olduğu ve marjinal tasarruf eğiliminden etkilenmediği varsayılmıştır. Bunlara ek olarak, ekonomide tam istihdamın geçerli olduğu varsayılmıştır. Bu çerçevede, söz konusu gelir dağılımı teorisinde, sadece tasarruflar ile yatırımların birbirine eşit olduğu noktada ücretler ve kârlar arasındaki mümkün olan tek gelir dağılımının ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmıştır (Gallo, 2002: 15).