İş Hayatında Standartlar Dersi 4. Ünite Özet
Çevre Yönetim Sistemine İlişkin Standartlar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Kurumsal Sosyal Sorumluluk
İş hayatında etik bireysel kararların örgüt üzerindeki etkisine odaklı bir konudur. İş etiği bireysel, sosyal sorumluluk ise kurumsal düzeyde ele alınması gereken konulardır. Etik ve sosyal sorumluluk birbirleyle çok yakından ilişkili iki kavram olsa da farklılıkları göz ardı edilmemelidir. Örgüt genelinde çalışanların tümünün, yönetsel görevi olsun veya olmasın, etik davranması beklenir ve gerekirken; sosyal sorumluluk örgütün stratejik yönetimiyle daha yakından ilişkili bir kavramdır.
İş etiği bireysel, sosyal sorumluluk ise kurumsal düzeyde ele alınması gereken konulardır. Sosyal sorumluluk düşüncesinin temel olarak, örgütün tüm paydaşlarının çıkarlarını, işletmecilik faaliyetlerinin normal seyrinin ötesinde bir seviyede gözeterek faaliyet göstermesini gerektirmektedir. Günümüzde tüketiciler örgütlerin çevresel duyarlılık göstermelerini, toplumsal fayda sağlayan girişimlerde bulunmalarını, çalışanlarının sağlıklarını koruyacak önlemler almalarını beklemektedir.
Üçlü Sorumluluk
Üçlü sorumluluk günümüz işletmelerinin sorumluluklarının tanımlanması ve faaliyet sonuçlarının değerlendirilmesinde oldukça önemli bir göstergedir. Geleneksel olarak yöneticiler faaliyet sonuçlarını kâr/zarar şeklinde değerlendirmektedir. Fakat günümüzde üçlü sorumluluğun gereği olarak, üç bileşenli bir değerlendirmenin daha sağlıklı sonuçlar doğuracağı ve örgütü daha başarılı kılacağı kabul edilmektedir.
Bu nedenle yöneticilerin
- Paydaşlarımıza adil düzeyde gelir getirebiliyor muyuz (Ekonomik bileşen)?
- Çalışma yöntemlerimiz çevreyi koruma ve geliştirme işlevini yerine getiriyor mu (Çevresel bileşen)?
- Faaliyet gösterdiğimiz yerlerde yaşayan bireylerin yaşam kalitelerini koruyup geliştirebiliyor muyuz (Toplumsal bileşen)?
şeklinde sıralanan üç soruyu tüm karar verme süreçlerine dahil ederek hareket etmesi önerilmektedir.
Sosyal Sorumluluk: İsraf mı, Yatırım mı?
Örgütlerin sosyal sorumlu olmaları toplumsal düzeyde kabul görse de konuya ilişkin karşıt görüşler de yok değildir. Örneğin Adam Smith, Ludvig von Mises, Frederich Hayek ve Milton Friedman gibi birçok iktisatçı sosyal sorumluluğun yöneticilerin karar verme sürecinin bir bileşeni olarak düşünülmemesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Ekonomist Milton Friedman’a göre sosyal sorumluluk yöneticilerin katlanmaması gereken bir maliyettir. Kurumsal sosyal sorumlulukta sosyoekonomik yaklaşım örgütlerin kâr elde etmenin ötesinde sorumlulukları olduğu düşüncesine dayanmaktadır.
Sosyal sorumlu örgüt yasal ve ekonomik gereklerin ötesinde doğru işleri yaparak toplumsal refahı geliştirmeyi amaçlayan örgüttür. İşletmeler, doğal olarak yasalara uymak ve hissedarlarına gelir sağlamak durumundadır fakat fark yaratan toplumu olduğundan daha iyi bir seviyeye getirme konusunda gösterilen çabadır. Her ne kadar kulağa hoş gelse de sosyal sorumluluğun gerekli olup olmadığı, yaklaşım farklılıklarının ötesinde tartışılmaya devam eden bir konudur.
Sosyal Sorumluluk: Nasıl?
İşletmeler katıldıkları sosyal sorumluluk faaliyetlerini amaca yönelik pazarlama aracılığıyla duyurabilir. Sosyal sorumluluğun işletmelerin yükümlülüğü olup olmadığına ilişkin farklı düşünceler varlıklarını sürdürse de işletmelerin kendilerine uygun bir yol haritası çizerek sosyal sorumluluk çabalarını yürütmeleri gerekmektedir. Bu aşamada işletmelerin;
- Tüm yasal sosyal sorumluluk gereklerini yerine getirmeleri,
- Yasaların gerektirmediği sosyal sorumluluk alanlarında gönüllü uygulamaların yapılabilirliğini değerlendirmeleri,
- Hangi sosyal sorumluluk faaliyetleri içeresinde yer aldıklarını tüm işletme paydaşlarıyla paylaşmaları gerekmektedir.
Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlikte ana tema dünyanın gelecek nesillere iletilmek üzere bize verilmiş bir emanet olarak algılanmasıdır. İklim değişimi ve beraberindeki potansiyel etkilerin medyada, siyasi areneda ve kamu-oyunda oldukça yoğun bir şekilde yer alması, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik gibi konuların işletme yöneticilerinin gündeminde giderek daha fazla yer işgal etmeye başlamasına neden olmuştur. Artan ilgiye ek olarak sürdürülebilirlik artık işletmeler için olumsuz anlamda bir risk faktörü olmaktan çıkmıştır. Sürdürülebilirlik artık hayırseverlik faaliyeti olarak da algılanmamaktadır.
Birçok kişi örgütlerin sürdürülebilir olmasının gerekliliğini sorgulamaktadır. Konuya daha detaylı bakıldığında ise sürdürülebilirliğin kârlılık, üretkenlik ve yenilikçilik açısından örgütlere önemli açılımlar sağladığı görülecektir. Sürdürülebilirlik odaklı çabalar genelde maliyet artışı olarak yorumlanmaktadır fakat tarihsel gelişim eğilimleri bunun aksini göstermektedir.
Tüketim bilincinin gelişmesi ve gelir düzeyindeki artış, işletmelerin sürdürülebilirliğin maliyetini ürün fiyatlarına yansıtılabilmelerini olanaklı kılar.
Yeşil İşletmecilik Hareketi
Yeşil işletmecilik hareketi kavramındaki “yeşil” sürdürülebilirliğin çevresel boyutunu ifade etmektedir. Sürdürülebilirliğin, iş dünyasını değiştirdiği ve değiştirmeye devam edeceği oldukça açıktır.
Yeşil hareket gelecek dönemde dünyanın nasıl ve ne yönde gelişeceğinin önemli bir belirleyicisidir. Çevreye duyarlı işletmecilik girişimlerinin etkisi ekonomiyi kapsayan ve aşan düzeyde dönüşüme neden olmaktadır. Devletler, işletmeler ve toplum dünyanın karşı karşıya kaldığı muazzam sorunlarla baş etmeye çalışmaktadır. İşletmeler yaptıkları yenilikler ve keşifler aracılığıyla gezegenimizi yok olmaktan kurtarmaya, milyonlarca insanın yaşama şartlarını iyileştirmeye çabalamaktadır.
Yeşil İşletmecilik Hareketin Tetikleyicileri
Nüfus, iklim değişikliği, şehirleşme ve küreselleşme yeşil hareketin temel tetikleyicilerindendir.
Nüfus: Dünya nüfusu geçtiğimiz yüzyılda önemli bir şekilde artış göstermiştir. Bazı bölgelerde yıllık yüzde 2’ye yakın bir oranda artış göstermeye devam eden dünya nüfusunun 2050 yılı itibarıyla 9 milyara ulaşacağı öngörülmektedir. Nüfus artış hızının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı olduğu da göz ardı edilmemelidir. Nüfus artışı dünyanın gelecekte nasıl bir gelişme göstereceğini önemli ölçüde etkilemekte ve birçok zorluğu da beraberinde getirmektedir. Artan nüfus ve hızlı şehirleşme su kaynakları ve temiz içme suyu şebekelerinin kurulmasını zorlaştırmaktadır. Azalan su kaynakları artan sayıda insan tarafından tüketilecektir. Bazı ülkeler var olan yer altı su kaynaklarının neredeyse tamamını tüketmiş olacak veya yakın gelecekte tüketecektir. Yeşil işletmeler bu sorunların bazılarının yenilenebilir kaynak kullanımı, kaynak kullanımında verimlilik artışı, atık ve emisyon düzeyinin düşürülmesi gibi önlemlerle çözebilir.
İklim Değişikliği: İklim değişikliği yeşil işletmecilik hareketinin bir başka tetikleyicisidir. İklim değişiminde insan etkisi tartışmalı bir konu olsa da otomobillerin, evlerin ve fabrikaların atmosferi ısıttığı ve bu yolla iklim değişimini hızlandırdığı oldukça açıktır. Eldeki veriler dünyanın daha fazla ısınmaması için sera etkisi yaratan gazların kullanımının sınırlandırılması gerektiğini göstermektedir. Bilim insanları gezegenimiz ısınmaya devam ederse çarpıcı iklim değişikliklerinin görülebileceği konusunda bizleri uyarmaktadır. Yeşil işletmeler karbondioksit ve sera gazı salınımı düşük ürünler üreterek iklim değişiminin olumsuz etkilerini frenleyebilir.
Şehirleşme : Şehirleşme nüfus artışıyla paralel seyir izleyen bir gelişmedir. Şehirlerde yaşanan insan sayısı her geçen gün artmakta, artış hızı ise genel nüfus artışından daha hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. 2009 yılında Birleşmiş Milletler dünya nüfusunun yarıdan fazlasının, tarihte ilk kez, şehirlerde yaşadığı bilgisini teyit etmiştir. Asya ve Güney Amerika’daki Rio de Janerio, Jakarta, Seol, Manila ve Mumbai gibi mega şehirlere her gün binlerce insan; daha iyi yaşam standartlarına kavuşabilme umuduyla akın etmektedir.
Küreselleşme: Küreselleşme yeşil işletmecilik hareketini tetikleyen son etkendir. Küreselleşme bireylerin, sermayenin, malların, hizmetlerin, bilginin, teknolojinin ve kültürün daha hızlı dolaşımını olanaklı kılan dünya çapında etkileşim anlamına gelmektedir. Geçtiğimiz dönemde dünya çapında mal ve hizmet değişimi önemli oranda artış göstermiştir. Küreselleşme işletmelere daha geniş pazarlara erişim olanağı sağlamakta fakat aynı zamanda sektörel rekabetin de yoğunlaşması sonucunu doğurmaktadır. Yeşil teknoloji pazarı geleceğin önemli küresel rekabet alanlarından birisi olacağa benzemektedir. Sektöre diğerlerinden önce giriş yapan işletmelerin belli üstünlükler elde edeceği açıktır fakat bu üstünlük gelip geçici olabilir.
Yeşilin Tonları: Yeşil iş sadece yenilebilir enerji demek değildir. Her ne kadar yenilenebilir enerji, düşük kar-bon emisyonu açısından önemli olsa da yeşil işletmeler dünyanın her yerindeki iş modelleri üzerinde etkili olmakta ve küresel ekonomiyi yeniden şekillendirmektedir. Otomotivden kimya endüstrisine ve hatta oradan hizmet sektörüne kadar tüm işletmeler yeşil işletmecilik hareketinin içinde yer almaktadır. Yeşil iş belli bir ürün grubu, teknoloji veya sektörle sınırlı değildir. Gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan ülke kökenli işletmeler yeşil işletmecilik hareketinin içinde yer almakta ve bu hareketten fayda sağlamaktadır.
Yeşil İş ve Meslekler: Yeşil iş ve meslekler çevre kalitesinin korunmasına ve geliştirilmesine katkı sağlayan iş ve mesleklerdir. Yeşil iş; özellikle ekosistemin ve biyolojik çeşitliğinin korunmasına ve sürdürülmesine yönelik işler, enerji, malzeme ve su tüketimini azaltan yüksek verimlilikli işler, ekonomiden karbon kullanımının azaltılması, atık ve çevre kirliğinin önlenmesine yönelik stratejileri barındıran işlerdir. Tabi yeşil işlerin emek hareketi kapsamında ortaya çıkan “iyi iş” gerekleriyle de çelişmemesi, taşıdığı özellikler itibarıyla uyumlu olması gerekmektedir. Yeşil işin anlamı ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle ilişkili olarak farklılaşabilmektedir.
Çevresel Sürdürülebilirlik Odaklı Küresel Düzenlemeler
Sürdürebilirlik sonucunda iş ortamında yaşanan değişim, ilk bakışta internetin iş yapma mantığında yarattığı değişme benzetilebilir. Konuya daha derinlemesine yaklaşıldığında ise iki dönem arasında bazı temel farklar olduğu görülecektir. Öncelikle yeşil iş modellerinin kaynak gereksinimi oldukça yüksektir. Ayrıca yeşil iş modeli var olan iş yapış tarzları, yapıları ve uygulamalarıyla yoğun biçimde çelişir. Bu nedenle yeşil hareket kapsamındaki işlerin yeni kurulan işletmelere daha uygun olduğu, var olan işletmelerin yeşil hareketi benimsemesinin zaman alacağı yönünde bir inanış hâkimdir.
ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi
ISO 14001 uluslararası düzeyde kabul gören çevre yönetim sistemi standartıdır. ISO 14001 işletmelerin kaynaklarını daha verimli kullanmalarına, atıklarını azaltmalarına, rekabet üstünlüğü elde etmelerine ve paydaşlarının güvenini kazanmalarına destek olarak çevresel performanslarını gelişmelerini sağlamaktadır.
ISO 14001 sertifikasyonu yerel veya ulusal düzeyde akredite olmuş sertifikalandırma kuruluşları aracılığıyla yapılmaktadır.
ISO 14001: 2015 çevre yönetim sistemi sertifikasyonuna başlamayı planlayan işletmelere yönelik tavsiyeler aşağıda sıralanmıştır (ISO, 2015: 8):
- Örgüt öncelikle amaçlarını tanımlamalı ve standartlarla ulaşmak istedikleri amaçları belirlemelidir.
- Örgüt sürecin başlangıcında üst yönetimin desteğini sağlamış olmalıdır. Üst yönetim de etkili bir çevre yönetim sisteminin ve sürece olan bağlığının öneminin farkına varmış olmalıdır.
- Örgüt var olan süreç ve sistemlerinin çevresel etkisine ilişkin detaylı bir bilgi birikimine sahip olmalıdır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)
Birleşmiş Milletler Çevre Programı Birleşmiş Milletler bünyesinde çevre konusunun eşgüdümünü sağlamaktadır. 1972 yılında Stokholm’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’nda, Birleşmiş Milletler’de (BM) çevre sorunlarını küresel boyutta ele alacak uluslararası bir organın kurulmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine BM Genel Kurulu’nun 2997 sayı ve 15 Aralık 1972 sayılı kararıyla, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), BM’ye bağlı bir “program” olarak oluşturulmuştur.
UNEP’in gelişiminde ve güçlenmesinde, 1992 yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı, 2002 yılında Johannesburg’da düzenlenen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi ve son olarak 2005 yılındaki Dünya Zirvesi gibi uluslararası çevre politikasına yön veren konferanslar çerçevesinde edindiği görevler etkili olmuştur.
Bilimsel verilerden hareketle, küresel ve bölgesel düzeyde öne çıkan konulara odaklanıp, UNEP’in hangi alanlarda fark yaratabileceği değerlendirilmiş ve sonuçta UNEP’in 7 disiplinler arası önceliği belirlenmiştir. Söz konusu öncelikler;
- İklim Değişikliği,
- Afet ve Çatışma,
- Ekosistem Yönetimi,
- Çevresel Yönetim,
- Kimyasallar ve Atıklar,
- Kaynak Verimliliği ve
- Çevresel Değerlendirme şeklinde sıralanmaktadır (unep,org/about).
Ekvator Prensipleri (İlkeleri)
Ekvator İlkeleri büyük altyapı ve endüstriyel projelerin toplumsal ve çevresel düzeydeki olumsuz etkilerini en aza indirmeyi amaçlayan ilkeler bütünüdür. Prensipleri benimseyen finansman ve danışman kurumları müşterileriyle eş güdümlü bir şekilde projelerin sosyal ve çevresel riskinin süreklilik arz eden bir yapıda tanımlamak, ölçmek ve yönetmeye çalışmaktadır. Finans kurumu ve proje sahibi işletme arasında sağlanan işbirliğinin çevresel sürdürülebilirlik ve sosyal performans düzeyini yükseltmesi ve bu yolla proje çıktılarının finansal, çevresel ve sosyal açıdan gelişeceği düşünülmektedir. Ekvator İlkeleri’ni benimseyen finansal kuruluşlar, finanse ettikleri ve danışmanlık hizmeti sundukları projelerin sosyal sorumlu ve mantıklı çevre yönetim uygulamaları çerçevesinde yürütülmesini sağlamaktadır. Ekvator İlkeleri’ni kabul eden finansal kurumlar iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik, insan haklarının önemine inanmakta, projelerin ekosistem, yerel halk ve iklim üzerindeki olası olumsuz etkilerinin yok edilmesi veya yok edilemediği durumlarda en aza indirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Yatırım İlkeleri (PRI)
Sorumlu Yatırım İlkeler kurumsal yatırımcıların yatırım karar ve süreçlerinde sürdürülebilirlik konusunu dikkate almaları esasına dayanmaktadır. PRI’nin altı ilkesi sorumlu yatırımın nasıl uygulanacağına ilişkindir. PRI’nin amaçları arasında yatırım kararlarının çevresel, toplumsal ve yönetişimsel etkisinin anlaşılması ve PRI’yi benimseyen kuruluşların yatırım süreçlerine söz konusu ilkeler aracılığıyla rehberlik edilmesidir. PRI kapsamındaki atı ilke yatırımcılar tarafından BM’nin desteğiyle geliştirilmiştir.
PRI’nın uygulama açısından; ortak bir çerçeve sunma, dünyanın pek çok büyük kurumsal yatırımcısının yer aldığı global bir ağ kapsamında benzer şirketlerin en iyi uygulamalarına erişim, diğer katılımcılar ile araştırma ve uygulama maliyetlerinin düşürülmesine imkan sunan iş birliği ve bağlantı kurma olanakları, kamuoyu nezdinde, taahhüdün en üst düzeyde beyan edilmesinin getirdiği saygınlık, yıllık imza törenine katılım ve standart raporlama ile değerlendirme araçlarına erişim gibi faydalar sağladığı belirtilmektedir.