Uluslararası İlişkiler Kuramları 2 Dersi 4. Ünite Özet
Sosyal İnşacılık (Konstrüktivizm)
- Özet
Giriş
Konstrüktivizm, bir köşesini pozitivizmin, diğer köşesini ise postpozitivizmin oluşturduğu bir üçgenin taban çizgisi gibidir. Rasyonalizmden de reflektivizmden de farklı olan konstrüktivizmi, ontolojik ve epistemolojik açılardan bu görüşlere eşit mesafede durmak kaydıyla bu iki grup arasına yerleştirmek mümkündür.
Sosyal Konstrüktivizm ve Özellikleri
Konstrüktivizm sosyal gerçekliğin inşasına dair bir kuramdır. Alexander Wendt, bu düşüncenin salt bir uluslararası siyaset kuramı olmadığını söylemektedir. Diğer kuramlardan farklı olarak konstrüktivizmde amaç, yaşadığımız dünyayı açıklamaktan ziyade onun anlaşılmasını sağlamaktır.
Konstrüktivizm insanoğlunun sosyal bir yaratık olduğu fikrine dayanmaktadır. Yani bizi insan kılan şey aslında sosyal ilişkilerimizdir. İlişki ve etkileşim süreci, belli bir sosyal yapı içerisinde ve birtakım kurallara bağlı olarak, amiller ve kurumlar aracılığıyla gerçekleşmektedir. Kurallar ve kurumlar sosyal yaşamın işleyişi ve düzenlenmesi açısından hayati bir öneme sahiptir.
Sosyal Yaşamın Düzenleyicisi Olarak Kurallar ve Kurumlar
Hukuksal kuralları da içine alan sosyal kurallar, ilgili sürecin sürekli ve karşılıklı bir biçimde işlemesini sağlarlar. Doğaları gereği normatif olan kurallar, amillere neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiğini söyleyen genel ifadeler olarak da değerlendirilebilirler. Kurala uymak ya da onları ihlal etmek, kural koymak ya da onları kaldırmak gibi kurallara ilişkin her türden davranışa ise faaliyet denmektedir.
Kuralları eğitici, yönlendirici ve vaadedici kurallar olarak sınıflandırmak mümkündür. Kısacası kurallar amilleri eğiterek, yönlendirerek ya da onlara çeşitli vaatlerde bulunarak işlerler. Eğer amiller açısından kurallar, kendi yaşamlarının sabit ve kaçınılmaz özellikleri olarak görülüyorsa, bunlara formel kurallar da denilebilir. Başka kurallarca etkin bir biçimde desteklenen kurallara ise legal kurallar denilir. Kural tiplerini felsefi manada oluşturucu ve düzenleyici kurallar olarak da tasnif etmek mümkündür.
Oluşturucu kurallar tüm sosyal yaşamın kurumsal temelini oluştururken, düzenleyici kurallar nedensel etkilere sahiptir. Oluşturucu kurallar, etkili ya da daha az etkili olabileceği gibi, çatışma ya da işbirliği doğurucu nitelikte de olabilirler. Oluşturucu kurallar sosyal yapının, düzenleyici kurallar ise sosyal denetimin araçları olarak görülebilirler.
Kurumlar, aslında ilgili kural ve uygulamalardan oluşurlar. Yani, amillerin niyetleri doğrultusunda gerçekleşen faaliyetler ile mevcut kuralların oluşturduğu örüntüler, genel anlamda kurumları meydana getirmektedir. Başka bir ifadeyle Kurumlar, aynı zamanda katılımcılarının çıkarlarını yansıtan sosyal düzenlemeler olarak görülebilirler.
Kurumlar bazı insanları amillere dönüştürmekte ve amil olarak içerisinde rasyonel bir biçimde hareket edebilecekleri genel bir çerçeve inşa etmektedirler. Amiller, aslında kurallar tarafından belirlenmektedirler.
Sosyal Düzenin Aktif Katılımcıları Olarak Amiller
Amiller faaliyetleriyle maddi anlamda dünyayı etkileyen birey ya da bireyler olarak tanımlanmaktadır. Aktif katılımcılar konumunda bulunan amiller, genellikle gerçek insanlardır.
Amillik kurumu ise statülerden, görevlerden ve rollerden meydana gelmektedir. Kurumsal bağlamına göre her amil bir statü, bir görev ve bir role sahip olmalıdır ki, çoğu durumda amiller bunların her üçüne birden sahiptirler.
Amillik aslında ilgili toplum ölçeğinde ve kurallar aracılığıyla oluşan ve faaliyet gösteren bir kurumdur. Başka bir ifadeyle Amilleri diğer insanlar adına hareket eden bireyler olarak da düşünmek mümkündür. Bununla birlikte, amillerin diğerlerinin adına hareket edebilmeleri için mutlaka birey olmaları da gerekmez. Zira amillik özünde sosyal bir durumdur.
Amiller belli bir toplum içerisinde ve çeşitli amaçlara ulaşmak için faaliyet göstermektedirler. Bu amaçlar, özünde insanların istek ve ihtiyaçlarını yansıtmaktadırlar. Amillerin kolektif hareket etmek suretiyle tek bir amil hâline gelebilmeleri de mümkündür. Buna karşın devletlerin amil oldukları söylenemez. Çünkü amile gerçek bireylerdir. Eğer ilgili amil devlete dair birtakım yetkilerle hareket ediyorsa, yani devleti temsil ediyorsa, ancak devletin amillik vasfından bahsedilebilir.
Kısacası devletler amil olarak görülebilirler; ama gerçekte amil olanlar, devlet adına hareket etme ehliyetine sahip bireylerdir.
Amil-Kural İlişkisi:
Amiller ile kurallar arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Onuf’a göre kurallar amilleri, amiller de kuralları oluşturmaktadır. Amiller, kendileri ve/veya başkaları yararına, bireysel olarak ya da diğerleri ile ortak bir şekilde hareket eden insanlardır. Kurallar ise dünyanın maddi yanlarını amillerin kullanımına açık hâle getiren düzenlemeler olarak görülebilirler. Kurallar, işlerlik kazanabilmek için amillere ihtiyaç duymaktadırlar.
Kurallar makro düzeyde dolaylı yollardan da olsa devletleri, mikro düzeyde ise doğrudan bireyleri amil hâline getirerek işlerliklerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla kurallar ile amiller arasındaki ilişkinin ontolojik bir durum olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, kendi eylemlerinin sonuçlarını kestirebilme yeteneğine sahip olan amiller, bazen kurallara uymamayı da tercih edebilirler.
Amil-Yapı Tartışması:
Amiller, kurallar ve kurumlar gibi unsurlar sosyal bir yapı içerisinde var olurlar. Buradaki yapı kavramı Gould’a göre akılda var olan bir şeydir. Wendt ise sosyal yapıları, bireylerin dışsal sosyal gerçekler olarak karşılaştıkları sosyal olgular olarak nitelendirmektedir. Aslında yapı, en yalın ifadeyle kurumların ve amillerin içinde faaliyet gösterdiği şeydir. Onuf ise yapı kavramı yerine sosyal düzenlemeler kavramını önermektedir. Konstrüktivizmin amil-yapı ilişkisine bakışı, Giddens’ın yapılanma kuramından etkilenmiştir.
Kuram, aracıları ve yapıları karşılıklı olarak oluşturulan ya da belirlenen varlıklar olarak ele alan ilişkisel bir çözüm önerisine sahiptir. Yapı hem mümkün kılan hem de sınırlayan bir şey olarak görülmektedir. Giddens’ın kuramında gözlemlenen, amil ile yapı arasındaki mekanizmanın nasıl işlediğine dair eksiklik, daha sonraları Onuf tarafından kurallara yapılan vurgu ile giderilmektedir kurallar, aracıları ve yapıları ortak bir inşa sürecinde birbirine bağlamaktadırlar. Amil ve yapı kavramları birbirinden ayrı düşünülemez McSweeny’nin de belirttiği gibi amil ve yapı, ontolojik açıdan aynı madalyonun iki farklı yüzü gibidirler. Birinin diğeri üzerinde a priori bir konumu yoktur.
Uluslararası İlişkilerin Sosyal Konstrüktivist Yorumu
Konstrüktivizmin yaygınlık kazanması, 1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Konstrüktivizm, bir bakıma sosyal olanı, sosyalleşmekte olan bir disiplinin içine sokma çabasındadır. Konstrüktivizmin aslında insan bilinci ve onun uluslararası yaşamdaki rolüyle ilgilenmektedir.
Konstrüktivist kuramlar, uluslararası ilişkileri bir çeşit sosyal ilişkiler yumağı olarak görmektedirler. Bu nedenle devletlerin kendi içlerine kapalı dünyalar olarak görülmesi yanlıştır. Uluslararası toplum içinde devletler, diğer devletlerle ilişkiler kuran birincil amiller konumundadırlar.
Uluslararası Sistemin Yapısı ve Anarşi Kavramı
Konstrüktivizm, sosyal olanı ön plana çıkaran bir yaklaşıma sahiptir. Konstrüktivizmde uluslararası yapı, kendi içinde faaliyette bulunan birimlere dışsal, onlardan bağımsız bir güç olarak görülmez. Uluslararası sistemi yerel toplumdan ve sosyal düzenden ayrı, kendine özgü mantığı olan bir şey olarak değerlendirmemek gerekmektedir.
Sosyal yapılar ortak bilgi, maddi kaynaklar ve eylemlerden oluşurlar. Başka bir özellikle ise, disiplinin hâkim kuramları uluslararası yapıyı anarşik olarak nitelendirdiğidir. anarşi, gerçekte hiçbir amilin niyetleriyle doğrudan alakası olmayan bir kural durumudur. Bu nedenle uluslararası ilişkiler de aslında hâkim kuramların dediği manâda anarşik değildir. Anarşi de bir kural durumudur ve herhangi bir kuralın olmaması ise anarşi değil kaostur. Öte yandan konstrüktivizme göre anarşide savaş ihtimalinin mümkün olması da her an savaş olabileceği anlamına gelmemektedir. Bunun yanı sıra, kendi başının çaresine bakma ve güç politikası gibi olgular da mantıksal ve nedensel olarak anarşiden kaynaklanmazlar. Özetle hâkim kuramların aksine konstrüktivizm anarşiyi verili bir durum olarak görmez; onun devletler tarafından belli tarihsel süreçler içerisinde oluşturulduğuna inanır.
Konstrüktivist Düşüncede Kimlik-Çıkar İlişkisi
1980’li yıllarla birlikte kimlik sorunu, uluslararası ilişkiler gündeminde kuramsal açıdan daha çok tartışılan bir konu hâline gelmiştir. Kimlik, uluslararası ilişkilerin dünyayı anlamaya yönelik kullandığı yöntemin ve açıklama tarzının kültürel temelini oluşturan merkezi bir olgusudur.
Konstrüktivist kuramsallaştırma süreci ise bir sistemin sosyal yapısının belli kimlik ve çıkarlara sahip aktörleri oluşturarak, faaliyeti nasıl mümkün kıldığını açıklamaya çalışmaktadır. Konstrüktivizmde kimlikler analitik açıdan çıkarlara göre öncelikli görülmektedirler. Kimlikler çıkarların temelidir demek, aynı zamanda kimliklerin çoğulluğunu da kabul etmek anlamına gelmektedir. Tıpkı her bireyin kurumsal rollerine bağlı olarak birden çok kimliğe sahip olabilmesi gibi devletlerin de birden çok kimliğe sahip olabileceği öngörülmektedir. Konstrüktivistler, her kimliğin bir farklılığa işaret ettiği varsayımıyla kimliklerin karşılıklı etkileşimle oluşumunda, ötekinin rolünü de kavramışlardır. Kimliklendirme, ben ile öteki arasındaki ilişkinin bir ürünüdür ve bu olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilmektedir. Wendt’e göre anarşi kavramı, güvenliğe yaptığı yoğun vurgu nedeniyle kimlik tanımlaması üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Dolayısıyla bu olumsuz kimliklendirme de realist güç politikası sistemini inşa etmektedir.
Konstrüktivizm kimlik oluşum sürecinde en önemli aktörler olarak devletleri görmektedir. Konstrüktivizm öncelikle devletlerin kimliklerini ve çıkarlarını sorunsallaştırmaktadır ve onların sosyal bir biçimde oluştuklarını açıklamaya çalışmaktadır. Burada, aktörlerin kimlik kazanma sürecinin, diğer aktörler ile paylaştıkları kolektif manâlara katılım yoluyla gerçekleştiği varsayılmaktadır. Yani kimlikler, konstrüktivizme göre doğaları gereği ilişkiseldirler. Bu süreçte, devletlerarasında işbirliğine dayalı olarak bir takım kolektif kimliklerin oluşması da mümkündür.
Süjeler-Arası Bir Durum Olarak Egemenlik ve Güvenlik
Diğer bir konu olan egemenlik kavramı, geleneksel anlamda iç ve dış egemenlik olmak üzere ikiye ayrılır. İç egemenlik, bir toplum içerisindeki en üst siyasi otoritenin devlet olduğu anlamına gelmektedir. Dışsal egemenlik ise daha yüksek herhangi bir dış otoritenin bulunmadığı anlamına gelir. Süjeler-arası bir durum olarak egemenlik, aynı zamanda, egemen devletlerden oluşan özel bir topluluk da oluşturmaktadır. Bu topluluğun temeli ise bir diğerinin belli bir alandaki politik otoritesini sürdürme hakkının karşılıklı olarak tanınması esasına dayanmaktadır.
Egemenlik kavramı, genellikle devletler sistemi içinde bir arada var olmanın temel kuralı olarak benimsenmektedir. Egemenliğin devlet faaliyetleri için uluslararası hukukta dayanak sağladığı ve ihlal edilmesi durumunun uluslararası ilişkilerde güç kullanımını meşrulaştırıcı bir neden olduğu da söylenebilir. Egemenlik sosyal bir kavramdır. Sosyal bir kimlik ve kurum olarak egemenlik, anarşi tehlikesini azaltıcı bir işlev de görür. Devlet egemenliğinin sosyal bir biçimde oluştuğunu kabul etmek, aslında bizi devlet ile egemenlik kavramları arasında inşa edici bir ilişki olduğu sonucuna götürür.
Biersteker ve Weber devleti bir kimlik veya âmil; egemenliği ise bir kurum veya söylem olarak ele almakta ve bunların birbirlerini karşılıklı olarak inşa ettiklerini varsaymaktadır. Güvenlik ile konstrüktivizm arasındaki ilişkiye bakılırsa, konstrüktivizmde de güvenlik; savunmaya, tehdit dengesine ve saldırılara ya da bunlara benzer herhangi bir nesnel ve maddi unsura indirgenemez bir olgu olarak görülmektedir.
Uluslararası İlişkilerde Konstrüktivist Kuram Türleri
Dünya meselelerini farklı biçimlerde ele alan çok sayıda konstrüktivist düşünce bulunmaktadır. Konstrüktivist görüşleri sınıflandırmaya yönelik çeşitli çabalar yer almaktadır. Ruggie’a göre sosyolojik türler, feminist türler, hukuksal görüşler, jeneolojik görüşler, özgürleştirici konstrüktivizm ve sıkı yorumsamacı konstrüktivizm gibi birtakım alt grupların varlığından söz etmektedir. Yazar, konstrüktivist görüşleri üç ana gruba ayırarak ele alma eğilimindedir. Bunlardan ilki, pragmatizmle epistemolojik benzerlikleri bulunan neoklasik konstrüktivizmdir.
Klasik konstrüktivizmin gelişmiş ve onun izlerini taşıyan bir hâli olarak da görebileceğimiz neo-klasik konstrüktivizm, süjeler-arası anlamları açıklama çabasındadır ve konuşma faaliyetlerine yaptığı vurgu nedeniyle konuşma faaliyeti kuramı olarak da adlandırılabilir.
Ruggie’ye göre Kratochwil, Onuf, Adler ve Katzenstein gibi konstrüktivist yazarları bu kategoride yer almaktadır. İkinci grubu ise postmodernist konstrüktivizm oluşturmaktadır. Entelektüel kökleri Nietzsche, Foucault, Derrida gibi isimlere dayanan bu akımın günümüzdeki en önemli temsilcileri ise Ashley, Campbell, Der Derian ve RBJ Walker gibi yazarlardır. Konuların dilsel oluşumu güçlü bir biçimde vurgulanır.
Ontolojik öncelikleri oluşturan veya analizin ve gerçekliğin kurucu birimleri ise söylemsel pratikler olarak görülmektedir. Bu yaklaşımın en temel iddiası, toplumdaki hegemonik söylemin disipliner güçler aracılığıyla bir doğrular rejimi dayattığıdır. Dolayısıyla, gerçekliğin kavranması için sorgulanması gereken husus da budur. Üçüncü grupta yer alan konstrüktivist yaklaşımlar ise bu iki grup arasında yer alanları kapsamakta olup, aslında ana-akımın kimi görüşlerine de yakındırlar. Bu tür yaklaşımların en ayırt edici yanı, bilimsel realizmin felsefi doktrinine yakın oluşlarıdır. Bununla birlikte konstrüktivizmin bu türü, realizmden farklı olarak gözlemlenebilir olmayan bir sosyal dünyanın varlığını da kabul etmektedir. Burada, bağımsız bir biçimde oluştuğu varsayılan sosyal yaşamın süjeler-arası yanına dikkat çekilmektedir.
Checkel’e göre de üç tür konstrüktivizmden bahsetmek mümkündür. Bunlar sırasıyla geleneksel, yorumsamacı ve eleştirel/radikal konstrüktivizmdir. Geleneksel olarak nitelendirilen konstrüktivizm, uluslararası politikada cereyan eden olayların şekillenmesinde ağırlıklı olarak normların rolü üzerinde durmaktadır ve kimlik meselesini ikinci planda tutmaktadır. Bu tür konstrüktivizm daha ziyade Amerika’da yaygın olup; belli bir süreç izleyen kalitatif vaka analizlerini metodolojik başlangıç noktası olarak almaktadır.
Yorumsamacı konstrüktivizm ise devlet/amil kimliğinin yeniden inşasını amaçlayan derin bir indüktif araştırma stratejisine sahip olup, söylem analizi gibi araştırma teknikleri kullanır ve Kıta Avrupa’sında yaygındır. Kritikeleştirel konstrüktivizm de yine söylem analizi türünden kuramsal bir yöntem benimsemekle birlikte, dil içindeki güç ve hâkimiyet/egemenlik gibi öze ilişkin konulara daha büyük bir vurgu yapmaktadır.