aofsoru.com

Uluslararası İlişkiler Kuramları 2 Dersi 3. Ünite Özet

Savunmacı Ve Saldırgan Realizm

Giriş

Realizm, uluslararası politika alanında özellikle 1940’lardan 1970’lere kadar çalışmaların ağırlık noktasını oluşturmuştur. Bununla beraber, 1970’li yıllardan sonra realizme getirilen bazı eleştiriler, teorinin kendini yenilemesine neden olmuş ve özellikle Kenneth Waltz, “Uluslararası Politika Kuramı” başlıklı çalışmasıyla neorealist düşüncenin öncüsü olarak ortaya çıkmıştır.

Savunmacı Realizm

Neorealizmin uluslararası sistemin yapısını temel alan yaklaşımından hareket edilerek ortaya konan teorilerden birisi savunmacı realizmdir. Savunmacı realizm, devletlerin güç güdüsünden ziyade güvenlik güdüsüyle hareket etmelerine önem vermektedir. Savunmacı realizmin temel varsayımlarını üç ana başlıkta toplamak mümkündür:

  • Güvenlik ikilemi, sistemde kontrol edilemez durumda bulunan anarşinin bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Bazı yapısal dönüştürücüler, belirli devletlerarasındaki güvenlik ikileminin derecesini etkilemektedir.
  • Devletlerin sahip olduğu fiziki kapasiteler, karar vericilerin öngörüleri ve algılamaları çerçevesinde devletlerin izledikleri dış politikaları yönlendirmektedir.

Savunmacı realizmin diğer realist yaklaşımlardan ayırt edici en önemli özelliği, uluslararası sistemin devletlerin genişlemesine sadece belirli koşullarda izin verdiği varsayımıdır.

Savunmacı realizmde bazı yapısal dönüştürücüler, devletlerin savunmacı veya saldırgan karakterde dış politikalar izlemesini etkilemektedir. Savunma-saldırı dengesi, coğrafi yakınlık, ham maddelere erişim imkânı gibi yapısal dönüştürücüler, devletlerin içinde bulundukları güvenlik ikileminin şiddetini arttırabilmektedir.

Yapısal dönüştürücülerden coğrafya faktörü düşünüldüğünde ise devletlerin kendilerine daha yakın olan bir ülkeden daha fazla tehdit algıladıkları, mesafe uzadıkça güvenlik ikileminin derecesinin düşmeye başladığı varsayılmaktadır. Rasyonalite ve savunmasaldırı dengesi gibi iki önemli yapısal değişken dikkate alındığında savunmacı realizm, devletlerin statükoyu desteklemesi gerektiğini öngörmektedir.

Tehdit Dengesi ve Savunmacı İttifaklar

Stephen Walt tarafından ortaya atılan Tehdit Dengesi Teorisine göre devletlerin ittifaka girişmelerinde güç yerine tehdit olgusunun temel etken olduğunu ileri sürülmektedir.

Walt’a göre bir devletin algıladığı tehdidin dört kaynağı bulunmaktadır. Bunlar; bütünleştirilmiş güç, coğrafi yakınlık, saldırı nitelikli güç ve agresif niyetlerdir.

Güç, bir devletin, sadece askerî boyuta indirgenmeyen ve nüfus, endüstriyel kapasite ve teknolojik düzey gibi unsurları da içeren bütünleştirilmiş gücü ne kadar fazlaysa diğer devletler açısından o kadar büyük tehdit oluşturacağı öngörülmektedir. Coğrafi yakınlık kriterinde, aradaki mesafe arttıkça gücün etkisinin azalacağı varsayımından hareket edilmektedir. Saldırı nitelikli güç ise bir devletin bu nitelikteki gücü ne kadar fazlaysa diğer devletlerin söz konusu devletten algılayacağı tehdidin o denli fazla olacağını ifade etmektedir.

Walt’a göre bir dış tehditle karşı karşıya kaldıklarında, devletlerin dengeleme veya boyun eğme davranışlarından birini seçecektir. Boyun eğme davranışı genellikle büyük bir devletten tehdit algılayan küçük devletlerin gösterdiği bir davranış biçimi olarak değerlendirilmektedir. Bunun yanında algılanan bir tehdide karşı ittifaklara girme yoluyla sergilenen dengeleme davranışı daha baskın konumdadır. Taraflar arasındaki ideoloji ne kadar benzerse tarafların algıladıkları tehdide karşı ittifaka girmesi o kadar kolay olmaktadır. Bununla beraber özellikle iç politika açısından meşruiyeti sorunlu olan yönetimler, iç istikrarını ve dış güvenliğini sağlamak için diğer devletlere göre daha fazla ideolojik ittifak arayışına girmektedir. Kurulan bir savunmacı ittifakta taraflar arasındaki kapasitelerin asimetrik bir dağılıma sahip olması da ittifakın niteliğini etkileyebilmektedir.

Savunma-Saldırı Dengesi

Charles L. Glaser Koşullu Realizm yaklaşımıyla anarşi ortamında da devletlerin güvenliklerini çatışmaya girmeden, işbirliğiyle, sağlayabileceklerini ileri sürmektedir. İşbirliğini, başta silahlanma yarışı olmak üzere rekabeti önleyici politikalar olarak değerlendiren Glaser, devletler arasında yaşanan rekabeti ise silahlanma yarışına ve karşı ittifaklara neden olan tek taraflı silahlanma şeklinde ele almaktadır.

Glaser’ın savunmacı realizmde önemli yer tutan ve aynı zamanda realizmdeki güvenlik ikilemini sona erdirmeye yönelik yaklaşımı ise savunma-saldırı dengesi olmuştur. Bu bağlamda öncelikle belirtilmesi gereken şey, savunmacı realistler neorealizmin öne çıkardığı güç kavramı yerine gücün niteliğine vurgu yapmaktadır. Gücün niteliği ele alınırken “savunma-saldırı dengesi” ve “savunma-saldırı ayırt edilebilirliği” gibi perspektifler dikkate alınmaktadır.

Gücü monolitik bir yapı olarak ele almak yerine, güce savunma-saldırı dengesi ve savunma-saldırı ayırt edilebilirliği gibi iki farklı perspektiften yaklaşan Glaser, bu kavramların güvenlik ikilemi açısından önemli değişkenler olduğunu belirtmektedir Bunlardan savunmasaldırı dengesi, bir devletin askeri kapasitesini oluştururken birimlerine yüklediği görevle ilişkilidir. Bu noktada gerek silahlar gerekse askerî örgütleniş biçimleri saldırı veya savunma karakterine göre ayırt edilebilmektedir.

Savunma-saldırı ayırt edilebilirliği özelliği ise bir ülkenin saldırı nitelikli askeri gücünü savunma nitelikli olarak kullanabilmesi veya savunma nitelikli gücünü saldırı nitelikli bir hâle dönüştürebilmesiyle ilişkilidir. Özetle, Glaser, savunma-saldırı dengesi ve savunma-saldırı ayırt edilebilirliği üzerinden hareket ederek devletlerin güvenliklerini sağlamak için ya silahlanma yarışına gireceklerini ya silahların kontrolü üzerinden işbirliği yapacaklarını ya da tek taraflı savunmacı politikalar izleyeceklerini öngörmektedir. Devletlerin temel amacının güvenlik arayışı olduğunu vurgulayan savunmacı realizm, bu nedenle devletlerin kuşku ve şüphe uyandıracak revizyonist adımlar atmak yerine daha rasyonel olan güvenliklerini savunmacı politikalarla sağlamaya çalışacaklarını savunmaktadır.

Saldırgan Realizm

Saldırgan realizm daha ziyade sistemdeki büyük güçler üzerinde yoğunlaşarak uluslararası ilişkilere açıklamalar getirmektedir. Bu noktada Mearsheimer, büyük güçlerin uluslararası politika üzerinde daha büyük etkisinin bulunduğunu ve ister küçük ister büyük devlet olsun, bütün devletlerin kaderinin büyük güçlerin almış olduğu kararlar ve uygulamış olduğu politikalarla belirlendiğini savunmaktadır.

Mearsheimer’ın büyük güç kriteri, bir devletin sahip olduğu nispi askerî kapasiteyle ölçülmektedir. Mearsheimer, saldırgan realizmin öngörülerinin küresel düzeyde büyük güç ilişkilerinin yanı sıra çeşitli bölgelere de uygulanabileceğini belirtmektedir önce, saldırgan ve savunmacı realizm arasındaki temel farklılık şu şekilde ifade edilebilir. Krizi başlatan taraf saldırgan realizmin; düşmanca bir harekete maruz kalan taraf ise savunmacı realizmin odak noktasını oluşturmaktadır.

Buna ilave olarak Silahlanma ve güç unsurları açısından bakıldığında saldırgan realizm, güç potansiyelini maksimize etmek için bütün kaynakların seferber edildiği acilen ve hızlı bir silahlanmayı hedeflerken savunmacı realizm en yakın stratejik rakiple var olan pariteye yakın bir seviyede silahlanmayı yeterli görmektedir. Siyasal söylem açısından ele alındığında saldırgan realist anlayışta söylemler, açık bir şekilde saldırganlık ve üstü örtülü niyetler içerirken; savunmacı realizmde söylemlere net bir şekilde tanımlanmış hedef ve politikalar hâkim olmaktadır.

Agresif Politikaların Kaynağı

Mearsheimer’a göre saldırgan realizmin temel varsayımlarını beş başlıkta ele almak mümkündür. Bunlar;

  • Uluslararası sistem anarşiktir.
  • Devletler birbirlerine zarar vermek ve birbirlerini yok etmek için gerekli olan saldırı nitelikli askerî kapasiteye kendiliğinden sahiptir.
  • Hiçbir devlet bir diğerinin niyetinden emin değildir
  • Devletlerin temel güdüsü hayatta kalmaktır.
  • Devletlerin uluslararası sistemde yaşamlarını sürdürebilmek için rasyonel olduğu ve stratejik düşündüğüdür.

Mearsheimer’a göre uluslararası politikada statükocu devlet bulmak oldukça zordur. Zira uluslararası sistemin anarşik yapısı sürekli bir güvenlik açığı oluşturmakta ve devletler bu açığı kapatmak için güç arayışında bulunmaktadırlar.

Saldırgan realizm, devletlerin birbirine saldıracak kapasiteye ve potansiyel niyete sahip olduğu sürece temel amacı hayatta kalmak olan bir devletin diğerlerine karşı şüpheyle yaklaşmasını ve onlara güvenme konusunda isteksiz olmasını normal karşılamaktadır. Güç dengesi adına girişilecek ittifaklara güvenmek yerine fırsat kollamak ve mümkün olan her durumda gücü arttırmayı savunmaktadırlar. Bu yüzden devletler, kendine yardım ilkesi çerçevesinde hem kısa hem uzun vadede sadece kendi çıkarlarına göre hareket etmelidir. Özetle, güvenliğin önemine vurgu yapan ve güçle güvenlik arasında doğru orantı kuran saldırgan realizm, en basit şekliyle askerî açıdan ne kadar güçlü olunursa o kadar güvende olunduğunu savunmaktadır. Savunmacı realizmde hayatta kalmak için bazen ılımlı politikalar izlenmesi gerektiği savunulmaktayken saldırgan realizmde güç maksimizasyonu, güvende olmanın ve hayatta kalmanın temel şartı olarak kabul görmektedir.

Saldırgan realizmi özetlemek gerekirse, saldırgan realizmde Devletlerin güç elde etme nedenleri, anarşik yapıdaki uluslararası sistemde yaşamlarını sürdürebilmektir. Güç arayışının sınırı için ise bir bölgede veya uluslararası alanda hegemonya oluşturmak için nispi güç maksimizasyonu hedeflendiği söylenebilir. Gücü ise gerçek güç, (Askerî güç) üstü örtülü güç (Askerî gücün artmasını sağlayacak her türlü öge) olarak sınıflandırmak mümkündür. Devletlerin nispi kapasitelerini artırma yolları ilişkin ise savaş, şantaj, yıpratma, rakibe dolaylı zarar verme örnekleri verilebilir. Rakiplerin güçlenmesini engelleme yollarını ise dengeleme veya sorunu başkasına havale etme şeklinde özetlemek mümkündür. Saldırgan realizmde Devletlerin dengelemeyi tercih etmesinin nedeni ise Devletin algıladığı tehdidin artmasıyla ilgili olduğu söylenebilir. Savaşların nedenlerinden en önemlisi ise bir bölgede veya uluslararası alanda iki devlet arasındaki güç dengesinde büyük farklılıkların oluşmasıdır.

Güç Elde Etme ve Rakibi Kontrol Stratejileri

Mearsheimer’a göre savaşlar, maliyetli olmakla beraber, güç kazanmanın başlıca yoludur. Ancak bir devletin savaş yoluyla elde edeceği kazanımlar, kayıplarından fazlaysa rasyonellik gereği, o devlet savaşı başlatmalıdır. Eğer devlet rasyonel davranmayıp savaşı başlatmazsa rakibinin güçlenmesiyle kısa bir süre sonra kendisi bir saldırıya uğrayabilecektir. Mearsheimer’ın öngördüğü savaş stratejisi, önleyici savaştır. Diğer strateji olan şantaj yapma, savaşa göre düşük maliyetli bir stratejidir. şantaj, nispi olarak daha güçsüz ülkelere yönelik yapıldıysa bunun başarı şansı ve devletin güç kazanması ihtimali yükselmektedir. Devletlerin güç elde etmeye yönelik bir diğer stratejisi olan rakibi yıpratmadır.

Rakibi yıpratma, iki rakip devletten zayıf olan tarafa yardım etmek suretiyle bunların birbiriyle savaşmasını provoke ederek uygulanmaktadır. Güç elde etmenin bir diğer yolu olan rakibe dolaylı zarar vermektir. Bu strateji, savaşmakta olan veya çatışma içinde olan bir rakip ülkenin karşısındaki tarafa yardım etmek şeklinde uygulanmaktadır. Düşmanımın düşmanı, dostumdur yaklaşımına örnek bir durumdur. Devletlerin diğer devletlerin güçlenmesini engelleme yollarından bir diğeri sorunu başkasına havale etme ve dengelemedir. Sorunu bir başkasına havale etme yöntemi, esas olarak bir devletin bir başka devletin güçlenmesini doğrudan engellemeye yönelik girişimlerde bulunması yerine, engelleme maliyetini bir diğer gücün/güçlerin üstüne yıkması ve böylece herhangi bir maliyete katlanmadan rakibinin güçlenmesini engellemesi anlamına gelmektedir. Dengelemede ise rakibin gücüne duyulan tehdit artarsa veya tehdidin kaynağı yakın coğrafyada bulunan bir devletse, devletler sorunu havale etme yöntemi yerine doğrudan dengeleme yöntemini tercih etmektedir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email