Türk Dış Politikası 2 Dersi 8. Ünite Sorularla Öğrenelim
Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Lozan statükosu nedir?
Lozan Anlaşması ile Türkiye’nin sınırlarının, egemenlik alanının ve toprak bütünlüğünün belirlendiği durumdur. Türkiye’nin Anlaşma’dan günümüze bu statükoyu bazı istisnalar dışında koruduğunu söylemek mümkündür.
Türk dış politikasının 1923-1945 yılları arasındaki tarihsel değişimi nasıl olmuştur?
1923-1945 arası dönem iki dünya savaşı arasında kalmış, dünyada bozulmuş bir güç dengesi modelinin hakim olduğu dönemdir. Bu dönemde ülkeler bir yandan kısa dönemli, çıkara dayalı ittifaklar içine girerken diğer yandan uzun sürecek bazı birlikteliklerin başlangıçları da yaşanmıştır. Türk dış politikası bu dönemde aslında bir oluşum içindedir. Osmanlıdan devralınan miras ve ardından ülkenin siyasal yapısının inşası uğraşları, bu dönemde dış politikanın tarafsız ve var olan sistemin muhafazası yönünde oluşmasına neden olmuştur. Çünkü henüz bağımsızlığını kazanmış bir ülke olarak mevcut uluslararası durumun korunmasının her hâlükârda işine yarayacağını düşünen Türkiye, bu kapsamda ortaya çıkan uluslararası sorunlarda taraf olmayı seçmemiş ve kendisini bu anlamda etkileyebilecek sorunlardan uzak kalmaya çalışmıştır. Keza II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bu duruşunu korumaya çalışan ülke, savaşın bitimine doğru değişme sinyalleri veren uluslararası sistemi fark etmiş ve daha ideolojik bir sisteme doğru evrilen dünyada aslında Osmanlıdan bu yana siyasal bir tercih olarak yakın durduğu Batı’ya daha da yaklaşarak hem kutuplaşmanın, yani blok siyasetinin içine girmiş hem de yeni uluslararası sistemdeki yerini almıştır.
Türk dış politikasının 1945-1964 yılları arasındaki tarihsel değişimi nasıl olmuştur?
1945-1964 dönemi Soğuk Savaş’ın başladığı ve en hararetli sürecini yaşadığı dönemdir. Bu dönemde uluslararası sistem ideolojik bir kutuplaşmaya gitmiş, dünya Doğu ve Batı Blokları olarak ikiye ayrılmış ve Türkiye, Batı Bloku içinde yer almıştır. Bu dönemde Türk dış politikası blok siyasetine uygun bir şekilde yürütülmüş, hatta blok siyaseti içinde kalmak bazı dönemler ülkenin varlık nedeni ve sonucu olarak görülmüştür. Bu politika 1960 askerî darbesi ve yaşanan uluslararası olaylar sonucunda bir nebze de olsa değişmiş ve Türkiye reel politikaya daha yakın, ideolojik kaygılardan biraz daha arınmış ve çıkarlarını daha çok temel alan politika arayışlarına girişmiştir. Dönemin belki de en önemli özelliği Türkiye’nin iki bloklu sistem içinde en riskli bölgede yer almasıdır. SSCB’nin önünde Batı dünyasının güvenliği bakımından son derece önemli bir rol üstlenen Türkiye, zaman zaman blok siyasetine etki eden değil, sadece etkilenen bir ülke olarak da dış politikasını belirlemek durumunda kalmıştır.
Türk dış politikasının 1965-1980 yılları arasındaki tarihsel değişimi nasıl olmuştur?
1965-1980 arası dönem, aslında yalnızca Türkiye açısından değil tüm uluslararası sistemde blok siyasetinin yumuşadığı bir dönem olmuştur. Bu durum blok siyasetini tamamen ortadan kaldırmamıştır ancak bloklar içinde yer alan ülkeler dış politikalarında daha çok otonomi kazanmışlardır. Bu durum Türkiye’ye en çok Orta Doğu politikasında yansımış ve Türk dış politikasının bu bölgeye yönelik girişimleri Batı / İsrail ve Filistin / Arap ekseninde seyretmiştir. Türkiye’nin bu dönemde Kıbrıs politikalarına da özel önem verdiği görülmektedir.
Türk dış politikasının 1981-1990 yılları arasındaki tarihsel değişimi nasıl olmuştur?
1981-1990 dönemi Soğuk Savaş’ın yeniden alevlendiği ve sonlanmaya doğru evrildiği süreçtir. Bu dönem, Türk dış politikasında Turgut Özal’ın belirleyici olduğu; aktif bir politikayı ve ekonomik etki araçlarından yararlanmayı amaçlayan bir dönemdir. Keza, bu yönelim Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde daha belirgin hâle gelmiş, Körfez Savaşı boyunca da etkisini iyiden iyiye belli etmiştir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ortaya çıkan yeni uluslararası sistem Türkiye’yi nasıl etkilemiştir?
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ortaya çıkan yeni uluslararası sistem Türkiye’nin fırsatlar ve risklerle dolu yeni bir dış politika alanına açılmasına neden olmuştur. Bir anda Orta Doğu, Orta Asya-Kafkaslar ve Balkanlar’da gerçekleşen dönüşümün önemli aktörlerinden birisi hâline gelen Türkiye’nin Soğuk Savaş mantığı ve dengeleri içinde dış politikalarına devam etmesi zaten beklenemezdi. Ancak bu dönüşüm döneminde de bazı istisnai açıklamalar dışında barış politikasının, Batıcılığın ve güvenlik öncelikli yaklaşımın devam ettiği görülmektedir. 1991 sonrasında Soğuk Savaş’ın sona ermesi, blokların ortadan kalkması, bölgesel sorunların ortaya çıkmasıyla birlikte, yani uluslararası sistemin yeniden değişmesiyle Türk dış politikası aslında o döneme değin hiç olmadığı kadar çeşitlenmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesi yanında, dönemin uluslararası sorunlarının Türkiye’nin etrafını saran bölgede ortaya çıkması, kaçınılmaz olarak dış politikaya yansımıştır. Türkiye, birçok sorun ve bölgeyle ilgilenmek, politikalar yürütmek durumunda kalmıştır. Keza, bir başka Türkiye’ye özel durum, Soğuk Savaş’ın ardından konumu ve önemi değişen ülkenin kendini, Batı dünyası için önemli olduğu noktasında kanıtlama çabasıdır. Aslında bu çaba, AT (AB) özelinde çok belirgin ve referans yapılacak bir düzeyde olmasa da ABD nezdinde değer bulmuş, Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya gibi ilişki alanlarında Türkiye-ABD ortaklığı Türkiye’yi bölgesinde farklı da olsa hâlâ önemli bir ülke konumunda tutmuştur. Türkiye, bölgesindeki büyük dönüşüme ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da Avrupa ile ilişkilerinin sürmesi konusunu garanti altına almaya çalışmıştır. 1991 sonrası Türkiye’nin Avrupa diplomasisi AT (AB)’ye katılma yönünde devam etmiştir. Her ne kadar AT (AB) bu konuda dışlayıcı bir tavır takınsa ve Türkiye’yi her defasında farklı alternatifleri düşünmeye itse de Türkiye, son noktada Topluluktan (Birlikten) tam üyeliğine yönelik olumlu bir yanıt almayı başarmıştır. Türkiye, AT (AB) politikasında sıklıkla bölgesel önemini ve bunun AT (AB) için değerini vurgulamak durumunda kalmıştır.
SSCB’nin dağılmasının ardından Orta Asya’da kurulan Türk Cumhuriyetlerine yönelik Türkiye’nin tutumu nasıl olmuştur?
SSCB’nin dağılmasının ardından Orta Asya’da kurulan Türk Cumhuriyetlerine yönelik olarak Türkiye, ABD’nin de teşviki ile hem model hem de lider olmaya çalışmıştır. Ne var ki bölgede Rusya ve İran faktörlerinin varlığı ve Türkiye’nin öz kaynaklarının, araçlarının kısıtlılığı, Türkiye’nin bu rolünü sınırlı tutmuştur. Türkiye de Rusya ve İran’ı dikkate almanın önemini erkenden fark etmiştir. Nitekim aynı durum Kafkaslar için de geçerli olmuştur. Özellikle enerji kaynakları ve bunların üzerinden geçtiği yollar kapsamında bu iki ülkeyle rekabet karmaşık ve yoğun ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Buna ilaveten 1991 sonrası Türkiye’nin ekonomik açıdan giderek gelişiyor olması da bu bölgeye yönelmenin temel faktörleri arasında sayılabilir
1990-1993 arasındaki Turgut Özal döneminde Türk dış politikası nasıldır?
1990-1993 arasındaki dönem aynı zamanda Türk dış politikasına yön veren Cumhurbaşkanı T. Özal’ın etkili olduğu dönem anlamına gelmektedir. T. Özal’ın pragmatik ve büyük ölçüde de ABD ekseninde yürütmeye çalıştığı dış politika, 1990’a kadar her türlü değişimi reddeden ve şüpheyle bakan statükonun yoğun biçimde egemen olduğu dış politikada yeni bir anlayışı da ortaya koymuştur. 1990 sonrasında Türkiye’nin önündeki yeni imkânlar ve alternatişeri ülkenin gelişimi ve bölgede etkili bir güç olmak için değerlendirmeye çalışan T. Özal’ın 1. Körfez Krizi’nde ortaya koyduğu tavır dikkat çekicidir. Komşu Irak’ın, aslında tam da yeni ortaya çıkan düzenden pay kapma hevesi ile Kuveyt’i işgali ile başlayan süreçte Türkiye, ABD ile hareket etmenin yeni dünya düzeninde sağlam bir yer almak ve Türkiye’nin imkânlarını genişletmek bakımından önemli olduğunu düşünmüştür. Özal’a göre ABD, Soğuk Savaşı’ın galibi ve artık tek kutuplu dünyanın lideridir. ideolojik olarak da ABD ile bir karşıtlık söz konusu değildir. Benzer bir durum, Orta Asya ve Kafkaslar’daki dönüşüm çerçevesinde de yaşanmıştır. Bir anda ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlere yönelik Türkiye’nin politikasına ABD destek vermiş, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası, 21. Yüzyıl Türk Yüzyılı, Yükselen Yıldız vb. heyecan verici sloganlar sıklıkla duyulmaya başlanmıştır. Türkiye’nin yeni dış politika kimliği bakımından da bu dönemde ön plana çıkan kavramın Türklük olduğu söylenebilir. Başta ABD olmak üzere Batılı devletler SSCB’den boşalan yeri Kafkasya ve Orta Asya’da İran destekli siyasi İslam’ın doldurulmasından çekindikleri için Batı yanlısı Müslüman, fakat laik ve demokratik bir yapıyı temsil eden Türkiye’ye destek vermişlerdir. Ancak Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasını yürütmesinde söylem dışında, uygun ve yeterli araçlara sahip olduğu da söylenemez. Bu durum 1993’e gelindiğinde artık iyice ortaya çıkmıştır. Eski SSCB elitlerinin egemen olduğu yeni Türk Cumhuriyetlerinde Türkiye’nin ağabey ya da kimlik politikası zaman zaman endişe ve dirençle de karşılaşmıştır. ABD’nin de geçen zaman içinde Rusya’nın bu bölge üzerindeki gücünü kabullenmesi, Türkiye’nin dış politikasındaki Türk Dünyası vurgusunun çekiciliğini yitirmesine neden olmuştur. Önce Rusya (Russia First) olarak adlandırılan ABD’nin yeni bölge politikasında Türkiye yine de önemli bir rol üstlenmekle birlikte, Rusya’nın kendi arka bahçesindeki egemenlik hakları tanınmış olduğu için, etki alanı daralmıştır.
1993 sonrasında Türkiye’nin Avrupa Birliği politikası nasıl olmuştur?
1993 sonrasında Türkiye aniden AB’nin önemli konu başlıklarından birisi hâline gelmiştir. Burada Türkiye’nin motivasyonu, AB entegrasyon sürecinden dışlanmamak, modernleşme-Batılılaşma hamlesine AB yoluyla devam etmek ve özellikle Yunanistan karşısında çıkarlarını koruyacak bir statüye sahip olmak şeklinde özetlenebilecek nedenler etkili olmuştur. Soğuk Savaş sonrası, uluslararası ortamda, karşılıklı bağımlılığın artması, ulus devletleri, AB (Avrupa Birliği), NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması Örgütü), APEC (Asya-Pasifik Ekonomik işbirliği Örgütü), BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) örneklerinde olduğu gibi bölgesel entegrasyonlara yöneltmiş ancak bu dönem, aynı zamanda bölgesel olmakla birlikte dünya barışını tehdit potansiyeline sahip etnik çatışmaların sıklıkla yaşanmaya başladığı bir dönem olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde BM’nin müdahalede bulunduğu uluslararası çatışmalar üç iken etnik çatışma sayısının kırk yedi olması bunu net biçimde ortaya koymaktadır. Bu gelişmeler de Türkiye’nin AB politikasına yönelmesinde etkili olmuştur. 1993’te kurulan Tansu Çiller-Erdal İnönü (ardından Murat Karayalçın) Hükûmeti’nin hedefini yeni dünya düzenine eklemlenen, Gümrük Birliği’ne girmiş ve AB’ye üye bir Türkiye oluşturmuştur.
1990-1993 yılları arasında Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutumu nasıl olmuştur?
AB tarafında ise 1990-93 arasında Türkiye’nin üyeliği konusu, 1989 Komisyon görüşüne rağmen âdeta unutulmuştur. AB Konseyi, Komisyonun 1987’de Türkiye’nin üyelik başvurusuna yönelik yaptığı çalışmanın ardından oluşturduğu ve 1989’da açıkladığı görüşü (avis) bile ele alma ve karara bağlamaya ilgisi duymamıştı. Türkiye’nin üyelik görüşmelerine başlamasını uygun bulmayan Komisyon görüşünün en önemli gerekçelerinden birisi, 1981’de Yunanistan, 1986’da ise İspanya ve Portekiz ile genişleyen AT’nin bunu henüz hazmedemediği, AT’nin şimdiki asıl önceliğinin genişleme değil derinleşme olduğudur. Oysa Berlin Duvarı’nın çökmesinin hemen ardından Avrupa’nın sosyal, ekonomik ve siyasi birliğinin en önemli zemini AB olarak belirlenmiş ve en kısa zamanda en geniş biçimde genişleme kararı alınmıştı. Soru genişleme mi, derinleşme mi değil; hangi ilkeler çerçevesinde, hangi alanda ve ne kadar sürede genişlemenin gerçekleşeceği olmuştur. Daha 1990’da Demokratik (Doğu) Almanya’yı Federal Almanya Cumhuriyeti içinde bünyesine dahil ederek âdeta gizli bir genişleme gerçekleştiren AB’ye kimlerin hangi süreçte üye olacağı, 1990-1993 arasındaki en önemli konulardan birisiydi.
1993 sonrasında Türkiye’nin ABD, NATO ve Orta Asya-Kafkaslar politikaları nasıl olmuştur?
AB politikası dışında Türkiye’nin ABD, NATO ve Orta Asya-Kafkaslar politikalarında da 1993 sonrasında oldukça canlı bir dönem yaşanmıştır. Bilindiği üzere Soğuk Savaş’ın sembol kurumlarından olan NATO’nun 1990 sonrasında görev ve misyonu sorgulanmış, oluşan yeni dünya düzeninde stratejilerinin güncellenmesi gündeme gelmiştir. Bu değişikliklerden birisi de ileride savunma (Forward Defense) stratejisinin terk edilmesidir. Fakat Türkiye, yakın bölgesindeki sorunlar ve PKK terörü nedeniyle NATO’nun genel strateji değişikliklerinden daha farklı güvenlik stratejileri belirlemek zorunda kalmış, kısmen de olsa Soğuk Savaş döneminin NATO politikasını sürdürmüştür. Türkiye, bu dönemde İsrail ve Rusya ile silah kaynaklarını geliştirmek noktasında iş birliğine gitmiş, yerli silah üretimine daha da ağırlık vermiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya ve Kafkaslar’da ortaya çıkan Türk Cumhuriyetler’in (Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan) varlığı ve Türkiye ile olan yakın ilişkileri, Türkiye’ye verilen önemi daha da artırmıştır. Türkiye, 1993-1996 döneminde bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmek için çeşitli alanlarda çalışmalar yürütmüş, TRT Avrasya televizyon kanalı, Türk işbirliği ve Kalkınma Ajansı (TiKA) ve 1993’te kurulan Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) gibi kurumlar kurulmuştur.
1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin balkanlar politikası nasıl olmuştur?
1993-1996 yıllarında Türkiye’nin dış politikasında önemli ilgi alanlarından birisini de Balkanlar oluşturmuştur. Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte Balkanlar’daki Osmanlı mirası Müslümanlara yönelen ve acımasızca devam eden iç savaşta Türkiye, NATO öncülüğünde Sırplara karşı askerî müdahale ve operasyon yapılmasını sağlamak için uzun süre verdiği çabalar, sonunda ABD’de karşılık bulmuş ve NATO’nun 28 Şubat 1994’te Sırp hedeflerine yönelik başlattığı ataklarla Balkan tarihi yeniden şekillenmiştir. Bütün bu süreçte hem ABD’nin müttefiki hem NATO üyesi hem de âdeta Balkanlar’daki Müslümanların hamisi olarak çaba gösteren Türkiye’nin Balkanlar’la ilişkileri de yoğunlaşmıştır. 1993-1996 döneminde Türk-Yunan ilişkileri ise en gerilimli dönemlerinden birini yaşamıştır. Bunda Kıbrıs ve Ege’deki anlaşmazlık kadar Türkiye’nin Yunanistan’ı terör örgütü PKK’ye destek vermekle suçlaması da önemli rol oynamıştır. Ancak neredeyse savaşa dönüşecek asıl büyük kriz Kardak’ta yaşanan gerginlik olmuştur. Ege’deki statüsü belirlenmemiş bu adacıkla ilgili kriz ABD’nin devreye girmesi ve yürüttüğü diplomatik ara buluculuk ile aşılabilmiştir. Bu krizin Türkiye-AB ilişkilerine de olumsuz etkisi olmuş, Birlik, Kardak için AB toprakları gibi bir kavramdan hareketle, Türkiye’nin tecavüzünün aynı zamanda AB toprağına yönelik olduğu şeklinde bir açıklama yapmıştır.
1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin Orta Doğu politikası nasıl olmuştur?
1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin Orta Doğu politikası daha çok bölücü terörle ilişkili olarak gelişmiştir. Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğu ve Çekiç Güç-PKK ilişkisi konusundaki iddialar Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin ilk gündem maddesi olmuştur. Türkiye bu dönemde Irak’taki otorite boşluğunun, ülkenin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına yol açabileceğinden de endişe etmiştir.
1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin Avrupa Birliği politikasında ne gibi gelişmeler olmuştur?
Soğuk Savaş sonrasında AB politikasının en önemli ve karmaşık döneminin 1997- 1999 yılları olduğu söylenebilir. 90’lı yılların başlarında AB içinde egemen olan Türkiye’siz bir AB projeksiyonu 1997’de önce AB Komisyonu’nun AB’nin geleceğini, özellikle de genişleme stratejisini ele aldığı Gündem (Agenda) 2000 Raporu, ardından da Aralık 1997’de Lüksemburg’da yapılan AB Konseyi Zirvesi’ne yansımıştır. Hem rapor hem de kararlarda Türkiye’nin açık bir biçimde genişleme sürecinin dışında tutulduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin bu yıllarda içinde bulunduğu iç politik krizin de etkisi ile AB’ye baskı yapmak da çok mümkün olamamıştır. Almanya’nın birleşmesini sağlayan Hristiyan Demokrat lider H.Kohl’ün büyük ölçüde belirlediği yeni AB vizyonu, AB’yi bir medeniyet projesi olarak görüyor ve Türkiye’yi iyi bir partner olarak tanımlıyordu. Türkiye’nin bu dönemde en büyük eksikliği ise kendisine destek çıkacak ve AB içine taşıyabilecek AB üyesi bir müttefikinin olmamasıdır.
Lüksemburg Zirvesi’nden sonra Türkiye’nin Avrupa birliği politikasındaki gelişmeler nelerdir?
Aralık 1997’de Lüksemburg’da yapılan AB Konseyi Zirvesi’ne yansımıştır. Hem rapor hem de kararlarda Türkiye’nin açık bir biçimde genişleme sürecinin dışında tutulduğu ortaya çıkmıştır. Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye beklediğini alamayınca AB ile siyasi diyaloğu kestiğini açıklamış ve kendisine eşit koşullarda adaylık statüsü verilinceye kadar başta Kıbrıs ve Yunanistan konuları olmak üzere siyasi konularda AB’yi taraf kabul etmeyeceğini beyan etmiştir. Türkiye’nin tamamen kaybedilmemesi için üretilen Avrupa Konferansı gibi mekanizmalar da yeterli olamamış, Türkiye daha fazla içe dönerek, son derece sertleştirdiği Yunanistan ve Kıbrıs politikaları ile AB’yi etkilemeye çalışmıştır. Bu süreç içinde PKK liderinin Suriye’den çıkarılması için son derece etkin bir baskı uygulayan Türkiye, Abdullah Öcalan’ın kaçış sürecini de yakından takip etmiş ancak bu vesileyle önce italya, ardından Almanya, son olarak da Yunanistan ile ciddi gerilimler yaşamıştır. Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Yunan Büyükelçiliğinde barınması ve buradan çıkarken yakalandığında üzerinden Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu çıkması, Türkiye’nin Yunanistan’a baskısını daha da artırmıştır. Türkiye bu politikasında, Yunanistan’ın AB konusunda Türkiye’yi bloke etmesine de son vermeye çalışmıştır. Başta Yunanistan olmak üzere AB tarafı ise Türkiye’nin AB içinde olmadığı bir durumda daha zor kontrol edilebilen bir ülke olacağını ve bölgede ortaya çıkabilecek bir istikrarsızlığın, ciddi olumsuz sonuçları olabileceğini fark etmiştir. Öcalan skandalı üzerine Yunanistan’da gerçekleşen kabine değişikliği ile Dışişleri Bakanı olan Y. Papaendrau ile Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem arasındaki olumlu ilişki kısa zamanda etkisini göstermiş ve iki ülke açık ve gizli bazı görüşmelerle aralarındaki sorunları çözme gayreti içine girmiştir. ABD de bu sürece yoğun biçimde destek olmuştur. Ancak iki ülke arasındaki soğukluğun giderilmesi ve kamuoyunun hazırlanmasında en etkili olan önce Türkiye ardından Yunanistan’da yaşanan büyük deprem felaketleridir. 20 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği depremler iki ülkenin anlaşma zeminini çok hızlı geliştiren bir faktör olmuş, Türkiye’nin AB içinde yer alması konusunda pek çok engel kendiliğinden ortadan kalkmıştır.
Realist dış politika nedir?
Realist dış politika, bir ülkenin dış politikasını devletlerin yegâne aktörler olduğuna inandığı uluslararası sistemde, uluslararası çıkarlarını maksimum kılacak rasyonel davranışlarla güç elde etme mücadelesine göre belirlemesidir.
Liberal dış politika nedir?
Liberal dış politika, bir ülkenin dış politikasını, uluslararası sistemde devletlerden başka aktörlerin de var olduğuna inanarak, ortak değer ve prensipler etrafında barışa dayalı bir düzenin oluşturulabileceği düşüncesiyle güç elde etmekten ziyade barışın korunması yönünde belirlemesidir.
AK Parti’nin 2002 sonrasında en önemli dış politika icraatı nedir?
AK Partinin ilk önemli dış politika icraatı, AB üyeliğinin AK Parti tarafından temel hedef olarak belirlendiğine dair açıklamalar ve yoğun diplomatik temaslar olmuştur. AK Parti, Aralık 2002’deki AB Zirvesi’nde Türkiye lehine önemli bir karar çıkarmak için seferber olmuştu. Bu konuda ABD’den de destek alan AK Parti, ülke içindeki siyasi anomaliyi de değiştirmeye çalışıyor, yasaklı Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın yolunu açmak için ana muhalefet partisi CHP ile uzlaşma arıyordu.
AK Parti’nin 2002 sonrası dış politikasına Ahmet Davutoğlu’nun katkısı nasıl olmuştur?
AK Partinin dış politika felsefesini değerlendirmek bakımından Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun özel bir yeri bulunmaktadır. Önce Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın Dış Politika Başdanışmanlığını yapan ardından da Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu, 2001’de çıkan Stratejik Derinlik kitabında ortaya koyduğu vizyonu Türk dış politikasına da yansıtmaya çalışmıştır. Bu politikanın realist mi idealist mi, islamcı mı Batıcı mı, Yeni Osmanlıcı mı modern Türkiyeci mi, pragmatik mi ilkeli mi olduğuna dair yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Hiç kuşku yok ki Türkiye gibi bir ülkenin dış politikasını belirleyen pek çok içsel ve dışsal faktör bulunmakta, daha da önemlisi artık on yıllardan, hatta yüzyıllardan gelen bazı dış politika gelenekleri bulunmaktadır. Ancak özellikle 2005 sonrasında Stratejik Derinlik vizyonunun, Türk dış politikasında çok özel bir yeri ve etkisi olduğu konusu genelde kabul görmektedir.
Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’na gelmesi Türkiye açısından kısa, orta ve uzun vadeli hangi hedef ve prensiplerin kabul edilmesini sağlamıştır?
Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığına gelmesi Türkiye açısından kısa, orta ve uzun vadeli hedef ve prensiplerin kabul edilmesi ve hayata geçirilmesini sağlamıştır. Bu prensipler şu şekilde özetlenebilir: • Ülke içerisinde güvenlik ve demokrasi arasında bir denge kurularak bölgesinde aktif rol oynayan bir Türkiye. • Komşularla sıfır sorun politikasını hayata geçirmek. • Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya gibi bölgelerdeki ülkelerle etkili ilişkiler geliştirmek. • AB, ABD ve Rusya gibi küresel aktörler arasında bir denge politikası izleyerek uyum içinde bir dış politika yürütmek. • Uluslararası örgütlerin etkin kullanılmasına yönelik bir diplomasi stratejisi benimsemek.
Stratejik derinlik ile vurgulanmak istenen nedir?
Türk dış politikasında 2002, özellikle de 2007 sonrasında en çok öne çıkan kavramların başında Stratejik Derinlik gelmektedir. Stratejik derinlik ile vurgulanan, Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi özelliği ile jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik konumun dünya siyaseti ve sisteminin dönüşümü açısından çok önemli bir derinliğe sahip olduğudur. Davutoğlu’na göre; Türkiye, tarihsel, coğrafi ve kültürel olarak bölgesel ve küresel boyutta aslında uluslararası sistemin merkez ülkesi konumundadır. Buna göre, Türkiye, jeopolitiğinin rolünü yeniden yorumlanmak zorundadır. Geçmişten getirilen statükoyu muhafaza anlayışından vazgeçilmeli; küresel ve bölgesel dengelerin dinamik şekilde değiştiği bu yeni dönemde Türkiye, dış politika stratejisini yeniden yorumlamalı ve uluslararası alanda kendine yeni bir yer kazanmalı, jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik konumunun avantajları ile tarihsel ve coğrafi sorumluluğunu yerine getirerek bölgesel etkinliği küresel etkinliğe dönüştürmelidir
Ahmet Davutoğlu’na göre Türkiye’nin jeopolitik etki alanları nelerdir?
Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin gelecek yüzyıla yönelik dış politika stratejisi, güç merkezleri ile ilişkilerin alternatif tarzda yeniden düzenlenmesi ve uzun dönemli kültürel, ekonomik ve siyasi bağların sağlamlaştırıldığı bir hinterlant oluşturması gerekmektedir. Türkiye’nin bu noktada kullanabileceği üç önemli jeopolitik etki alanı vardır ve buralarda etkin-aktif rol üstlenmelidir. Bu alanlar: • Yakın kara havzası: Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar • Yakın deniz havzası: Karadeniz, Adriyatik, Doğu Akdeniz, Kızıldeniz, Körfez, Hazar Denizi • Yakın kıta havzası: Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta ve Doğu Asya. Davutoğlu için iç içe geçmiş ve dairevi kuşaklardan oluşan bu havzalarda, Türkiye’nin bölgesel etki alanlarını kademeli olarak genişletmesi ve uluslararası alanda küresel konumunu güçlendirmesi, Türk dış politikasının hedefinde olması gereken jeopolitiğin temelidir.
Ahmet Davutoğlu’na göre barış havzası nedir?
AK Parti döneminde barış havzası kavramıyla bu çok sık dile getirilmekte ve bu temeldepolitikalar geliştirilmektedir. Davutoğlu, havzayı, birçok jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik hattın kesişerek oluşturduğu, iç stratejik bütünlüğe sahip bölgeler olarak tanımlamaktadır. Barış havzası kavramı ise bahsi geçen havzalarda var olan çatışmaların sona ermesi, istikrarın ve sürekli barışın sağlanmasını öngören bir dış politika vizyonudur. Davutoğlu’na göre, barış havzasının oluşturulmasında Türkiye, gerek Balkanlar’da gerekse Kafkaslar’da çok daha aktif bir dış politika yapımına yönelmeli, olaylara müdahil olmalıdır; çünkü Türkiye, Osmanlı tarih mirasının bir varisidir ve bölgesel meseleler de temelde, bu tarih mirasının izlerini taşımaktadır
Eksen kayması nedir?
Eksen kayması, bir ülkenin var olan ittifak ilişkilerinden ve temel yönelimlerinden ayrılarak farklı politikalar izlemesi ve ittifak ilişkileri içine girmesi olarak tanımlanabilir. Bu tespit, Türkiye’nin Batı Bloku’ndan uzaklaştığı ve Avrupa Birliği hedefini artık öncelemediği üzerinden yapılmakta, özellikle Orta Doğu’da izlediği politika ve Osmanlı mirası ile islam vurgularından dolayı ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bir eksen kayması yaşadığı hem uluslararası alanda hem de Türkiye içinde sıkça dile getirilen bir tespittir. Ancak bunun ne kadar doğru olduğu da tartışmalıdır.
Soğuk Savaş’ın bitmesinin Türkiye’nin dış politikasındaki etkileri nelerdir?
Soğuk Savaş döneminin kapitalist Batı dünyasını komünist Doğu Bloku'ndan koruyan "tampon" ülke olan Türkiye, 1989’da Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından kendi kimliğini ve pozisyonunu yeniden keşfetme çabası içine girmiştir. Bu yıllarda Rusya'nın henüz kendini toparlayamamış olması, Türkiye'nin yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri ile kültürel ve duygusal temelli bir dış politik açılım içine girmesine yol açmıştır. Ancak kısa süre sonra Rusya'nın toparlanması ile bu bölgede Rusya hakim güç haline tekrar gelmiş, Türkiye'nin Türk Cumhuriyetler ile oluşturmak istediği yapı ikinci planda kalmıştır.
Turgut Özal’ın dış politikasının temel özellikleri nelerdir?
Özal’ın pragmatik ve büyük ölçüde de ABD ekseninde dış politika yürütmüştür. Özal dış politikada statükocu durumdan vazgeçilip aktif bir politikanın sürdürülmesi gerektiğini düşünmüştür. SSCB’nin dağılmasının ardından Orta Asya’da kurulan Türk Cumhuriyetlerine yönelik olarak Türkiye, ABD’nin de teşviki ile hem "model" hem de "lider" olmaya çalışmıştır. Ne var ki bölgede Rusya ve İran faktörlerinin varlığı ve Türkiye’nin öz kaynaklarının, araçlarının kısıtlılığı, Türkiye’nin bu rolünü sınırlı tutmuştur.
Turgut Özal’ın ölümü sonrasında Türkiye’nın dış politikasında hangi unsurlar öncelik taşımaya başlamıştır?
Özal sonrası Türk dış politikası Avrupa politikalarına da yeniden yoğun ilgi göstermeye başlamıştır. 1993 sonrasında Türkiye aniden AB’nin önemli konu başlıklarından birisi hâline gelmiştir. Burada Türkiye’nin motivasyonu, AB entegrasyon sürecinden dışlanmamak, modernleşme-Batılılaşma hamlesine AB yoluyla devam etmek ve özellikle Yunanistan karşısında çıkarlarını koruyacak bir statüye sahip olmak şeklinde özetlenebilecek nedenler etkili olmuştur.
AB içindeki muhafazakâr politikacılar Türkiye’nin üyeliğine hangi gerekçeler ile karşı çıkmaktadır?
Türkiye’nin AB üyelik süreci diğer aday ülkeler gibi objektif kriterler çerçevesinde değil de daha çok "kimlik" bağlamında yapılan tartışmalar ile geçmiştir. AB içinde özellikle muhafazakâr politikacıların başını çektiği yeni egemen görüş, AB’nin bir medeniyet projesi olduğu ve bu medeniyetin de Türkiye’yi kapsamadığı şeklindedir.
1997-1999 döneminde Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde Yunanistan nasıl bir politika izlemiştir?
Yunanistan bu dönemde hem AB genişlemesini bloke etme tehdidi ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni, Kıbrıs’ın bütününü temsil edecek şekilde AB genişleme süreci içine yerleştirmiş hem de Türkiye’ye AB üzerinden baskı oluşturulması konusunda çaba göstermiştir.
Lüksemburg Zirvesi’nde alınan kararlara Türkiye nasıl tepki göstermiştir?
Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye beklediğini alamayınca AB ile siyasi diyaloğu kestiğini açıklamış ve kendisine eşit koşullarda adaylık statüsü verilinceye kadar başta Kıbrıs ve Yunanistan konuları olmak üzere siyasi konularda AB’yi taraf kabul etmeyeceğini beyan etmiştir.
Lüksemburg Zirvesi sonrası ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliği için oynadığı rol nedir?
Zirve sonucunda Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşma belirtilerinin ortaya çıkması gerek AB içinde gerekse ABD tarafında olsun AB’den kopan Türkiye’nin Batı ittifakından kopabileceği yönünde bir düşünce oluşturmuştur. Bu sebeple ABD, AB üzerinde Türkiye’nin aday ülke ilan edilmesi için ciddi bir baskı kurmuştur.
Realist dış politika nasıl tanımlanmaktadır?
Realist dış politika, bir ülkenin dış politikasını devletlerin yegâne aktörler olduğuna inandığı uluslararası sistemde, uluslararası çıkarlarını maksimum kılacak rasyonel davranışlarla güç elde etme mücadelesine göre belirlemesidir.
Liberal dış politika nasıl tanımlanmaktadır?
Liberal dış politika, bir ülkenin dış politikasını, uluslararası sistemde devletlerden başka aktörlerin de var olduğuna inanarak, ortak değer ve prensipler etrafında barışa dayalı bir düzenin oluşturulabileceği düşüncesiyle güç elde etmekten ziyade barışın korunması yönünde belirlemesidir.
2000’li yıllarda Türkiye’nin Rusya algısı hangi yönde değişmiştir?
Rusya, Türkiye açısından çekinilecek bölgesel bir aktör olmaktan ziyade iş birliği yapılacak bir ülke haline gelmiş. Dolayısıyla bu durum hem Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde hem de bölgesel etkisinde önemli bir faktör hâline gelmiştir.
Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikası hangi dönemler altında sınıflandırılabilir?
Özal yönetimindeki dış politika birinci dönemi oluştururken ardından başlayan koalisyon hükûmetleri dönemi ikinci dönemi ve AKP dönemi ise üçüncü dönemi oluşturmaktadır.
Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olduktan sonra Türkiye’nin benimsediği prensipler nelerdir?
Bu prensipler şu şekilde özetlenebilir:
- Ülke içerisinde güvenlik ve demokrasi arasında bir denge kurularak bölgesinde aktif rol oynayan bir Türkiye
- Komşularla sıfır sorun politikasını hayata geçirmek
- Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya gibi bölgelerdeki ülkelerle etkili ilişkiler geliştirmek
- AB, ABD ve Rusya gibi küresel aktörler arasında bir denge politikası izleyerek uyum içinde bir dış politika yürütmek
- Uluslararası örgütlerin etkin kullanılmasına yönelik bir diplomasi stratejisi benimsemek
AKP hükümetlerinin dış politikada uygulamaya koyduğu “vizyon odaklılık” kavramı nasıl tanımlanmaktadır?
2000’li yılların başlarına kadar hakim olan klasik Türk dış politikasının aksine bu dönemde Türkiye, uluslararası olaylarda ve gelişmelerde "bekle-gör" anlayışından vazgeçmiş ve ilgili süreçlere müdahil olmuş, kriz dönemlerinde çözüm odaklı çalışmalar yürütmüştür. "Vizyon odaklılık" olarak ifade edilen bu anlayış ile Türkiye başta bölgesinde oluşan krizlere ve problemlere doğrudan ve etkin müdahale edici politikalar oluşturmaya çalışmaktadır. Bunun yanında Türkiye tarihsel derinliğinden dolayı bölgesindeki her gelişmeye karşı bir hassasiyet içindedir.
AKP hükümetlerinin dış politikada uygulamaya koyduğu "proaktif diplomasi" kavramı ile ne ifade edilmektedir?
Davutoğlu, proaktif diplomasi ile önleyici diplomasi kavramlarını bir arada kullanmaktadır. Çevresindeki sorunlardan Türkiye'nin çok etkilendiği, bunun yanında o ülkelerdeki halkların da Türkiye’den beklentileri olduğunu belirten Davutoğlu, bu noktada sorunlara ilişkin aktif ve temelde önleyici diplomasi faaliyetlerini Türkiye'nin yürütmesi gerektiğini belirtmiştir.
Dış politikada proaktif diplomasi ile önleyici diplomasinin kullanıldığı örnek durumlar hangileridir?
Suriye ile İsrail, İran ile Batı dünyası ve Boşnaklar ile Sırplar arasındaki uyuşmazlıklarda üstlendiği ara buluculuk rolü proaktif diplomasi ile önleyici diplomasinin kullanıldığı durumlara örnek olarak gösterilebilir.
Turgut Özal döneminde ABD eksenli olarak oluşturulan dış politikanın 2007 sonrasında izlenen dış politikadan farklılıkları nelerdir?
Türkiye 2007 sonrasında ABD ekseni ya da AB odaklı bir dış politika ile değil, alternatifler üreterek gerçek anlamda kendine özgü küresel bir dış politika izleme çabasında olmuştur. Ancak bu durum bahsi geçen ülkeler ve bölgelerle ilişkileri ve iş birliğini kesmek ya da azaltmak anlamına gelmemektedir. Türkiye'nin yıllar boyu sadece Yunanistan'a endeksli bir dış politika stratejisine bağımlı hâle gelmiş olmasından vazgeçilmiştir.
Dış politikada "düzen kurucu aktör" kavramı ile ne ifade edilmektedir?
Düzen kurucu aktör kavramı, Türkiye'nin diğer ülkelerle ilişkilerde ve uluslararası örgütlerde aktif bir şekilde rol almasını amaçlayan bir rol tanımlamasıdır. Buna göre Türkiye bir “düzene sonradan intibak eden değil, bizzat düzenin kurulmasına öncülük eden bir ülke olarak küresel ortamda yerini almak çabasındadır ve bu gücü, derinliği ve kapasiteyi kendisinde görmektedir.
Hangi gerekçelerle Türkiye'nin eksen kayması yaşadığı ileri sürülmektedir?
Türkiye'nin Batı Bloku'ndan uzaklaştığı ve Avrupa Birliği hedefini artık öncelemediği ifade edilmekte, özellikle Orta Doğu’da izlediği politika ve Osmanlı mirası ile İslam vurgularından dolayı ortaya eksen kaymasının yaşandığı ileri sürülmektedir.
Türkiye'nin 1923-1945 arası dönemde izlediği dış politika nedir?
Türk dış politikasının oluşum içinde olduğu bu dönemde Osmanlıdan devralınan miras ve ardından ülkenin siyasal yapısının inşası uğraşları, bu dönemde dış politikanın tarafsız ve var olan sistemin muhafazası yönünde oluşmasına neden olmuştur. Türkiye bu kapsamda ortaya çıkan uluslararası sorunlarda taraf olmayı seçmemiş ve kendisini bu anlamda etkileyebilecek sorunlardan uzak kalmaya çalışmıştır. Keza II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar bu duruşunu korumaya çalışan ülke, savaşın bitimine doğru değişme sinyalleri veren uluslararası sistemi fark etmiş ve daha ideolojik bir sisteme doğru evrilen dünyada aslında Osmanlıdan bu yana siyasal bir tercih olarak yakın durduğu Batıya daha da yaklaşarak hem kutuplaşmanın, yani blok siyasetinin içine girmiş hem de yeni uluslararası sistemdeki yerini almıştır.
Türkiye'nin 1945-1964 arası dönemde izlediği dış politika nedir?
1945-1964 dönemi Soğuk Savaş'ın başladığı ve en hararetli sürecini yaşadığı dönemdir. Bu dönemde uluslararası sistem ideolojik bir kutuplaşmaya gitmiş, dünya Doğu ve Batı Blokları olarak ikiye ayrılmış ve Türkiye, Batı Bloku içinde yer almıştır. Bu dönemde Türk dış politikası blok siyasetine uygun bir şekilde yürütülmüş, hatta blok siyaseti içinde kalmak bazı dönemler ülkenin varlık nedeni ve sonucu olarak görülmüştür. SSCB'nin önünde Batı dünyasının güvenliği bakımından son derece önemli bir rol üstlenen Türkiye, zaman zaman blok siyasetine etki eden değil, sadece etkilenen bir ülke olarak da dış politikasını belirlemek durumunda kalmıştır.