Uluslararası Örgütler Dersi 1. Ünite Özet
Uluslararası Örgütler Teorisi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Uluslararası Örgütlerin Tarihsel Gelişimi ve Uluslararası Politikadaki Yeri
1618-1648 yılları arasında Avrupa’da Protestan-Katolik karşıtlığı esasında yaşanan 30 Yıl Savaşları Westphalia Antlaşması ile sona ermiştir. Sonrasında Kutsal RomaCermen İmparatorluğu’na bağlı prenslikler bağımsız siyasi birimler hâline gelmiştir. Uluslararası örgütlerin ortaya çıkışında Westphalia Antlaşması ve onun getirdiği egemenlik ve eşitlik anlayışı belirleyici olmuştur.
Fransız İhtilali ile birlikte ve özellikle devamında Napolyon Savaşlarıyla milliyetçilik akımı Doğu Avrupa’ya doğru yayılmaya başlayınca ülkesel devlet millî bir nitelik de kazanmış ve ülkesel ulus-devlet modeli Avrupa’da egemen bir siyasi model ve siyasal toplum olarak karşımıza çıkmıştır.
Uluslararası örgütler 19. Yüzyılın başlarında yaygınlaşmaya başlamıştır. 1815 yılında Ren Nehri’nde Seyrüsefer için kurulan “Merkezi Komisyon” ilk kurulan uluslararası örgüttür. 1818 yılında kurulan Zollverein, diğer adıyla Alman Gümrük Birliği ile Alman eyaletleri bir araya gelerek daha geniş bir pazara üretim yapma olanağına kavuşmuşlardır. Ulus-devletlerin rekabeti, güç peşinde koşma stratejisi ve askeri bir tırmanma içinde ortaya çıkan siyasi gerginlikler Avrupa’yı 1914 yılında bir büyük savaşa sürüklemiştir. Dolayısıyla uluslararası örgütlerin barışın korunması konusunda yetersizliği ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında savaşı bitiren 1919 Paris Barış Konferansı sonrasında 1920 yılında kurulan Milletler Cemiyeti kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası ise Birleşmiş Milletler olarak yaşama geçirilmiş ve bu şekilde uluslararası örgütler alanında yeni bir dönem başlamıştır.
Uluslararası örgütler, gündemi belirleyebildikleri ve koalisyon oluşturma sürecinde katalizör rolü gördükleri gibi zayıf ve küçük devletlerin siyasal inisiyatif kullanma ve bağlantı stratejisi uygulama zemini olarak da rol oynamaktadırlar.
Uluslararası ilişkiler disiplini içinde Liberalizm ve Realizm iki temel ve karşıt yaklaşımdır. Bu iki temel uluslararası ilişkiler yaklaşımı aynı zamanda uluslararası politika alanında gelişen farklı teorileri de belirlemiştir.
Uluslararası Örgütler, Karşılıklı Bağımlılık ve İşlevselcilik
Keohane ve Nye’a göre uluslararası aktörler çeşitlenmekte ve bunlar arasında artan etkileşim, karşılıklı bağımlılık yaratmaktadır. İç politika, dış politika ayrımı ve askerî güç önemini yitirmektedir. Küreselleşme sürecinde uluslararası örgütlerin rolünün artmasıyla ve uluslararası ilişkilerde giderek artan oranda ilkelerin kabul edilmesiyle ulusal egemenlik mutlak olmaktan çıkmaktadır. Karşılıklı bağımlılığın uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında etkisinin olmadığı, buna karşılık büyük devletlerin diğer ülkeler üzerinde baskı kurmasına yol açtığı da yöneltilen eleştiriler arasındadır.
Büyük oranda ekonomik ve teknik alanları esas alan ve giderek artan bir bağımlılığın belirleyiciliğine vurgu yapan İşlevselcilik, Federalizme bir tepki olarak da ortaya çıkmıştır. Bir uluslararası bütünleşme teorisi olarak işlevselciliğin en önemli yazarı David Mitrany uluslararası örgütleri teknolojinin yarattığı “karşılıklı bağımlılık” olgusunun bir sonucu olarak görmektedir. Uluslararası örgütler bir işlev görmek üzere inşa edilirler. İşlevleri yaratan ise ihtiyaçlardır. Rothwell benzer şekilde uluslararası örgütlerin, birden fazla devletin karşılıklı, çok yönlü işbirliği ile karşılanabilecek ihtiyaçların giderilmesi için ortaya çıktıklarını ifade etmiştir. Uluslararası işlevsel bütünleşmeye Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’ni (UTB) örnek gösterebiliriz.
Uluslararası rejimler, devletlerin tek başlarına çözemeyecekleri sorunlu alanları düzenlemek için egemenlik devri yoluyla oluşturdukları hukuki kurallar ve mekanizmalardır. Bugün birçok alan uluslararası rejimler yoluyla düzenlenmiş durumdadır. Bu bağlamda Young, “bir uluslararası rejimler dünyasında yaşıyoruz” saptamasını yapmaktadır.
Güvenlik ve Uluslararası Örgütler
Liberaller, uluslararası sistemin anarşik doğasının ancak uluslararası kurallar, kurumlar ve örgütler yoluyla barışçıl bir yönde dönüştürülebileceğini ileri sürmektedir. Günümüze kadar kurulan en önemli uluslararası örgüt olan Birleşmiş Milletler (BM) İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde kurulmuştur. BM’nin ana amacı, Antlaşma metninde belirtildiği üzere, uluslararası barış ve güvenliği korumaktır.
“Güvenlik toplumu” yaklaşımı, ortak değerlerin oluşturulmasına hizmet edecek biçimde toplumsal kesimler arasında iletişim ve ulaşım olanaklarının artırılmasını öngörmektedir. “Güvenlik” kavramı ile daha çok ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması kastedilmektedir.
Deutsch, güvenlik toplumunun varlığı için üç önemli koşul saymıştır. Bunlar:
- Güvenlik toplumunun parçası olan toplumların ortak değer yargılarına sahip olması ve özellikle de hükümetlerinin olaylar karşısında tutum alışlarını belirleyen değerlerin birbiriyle uyumlu olması,
- Güvenlik toplumu üyelerinin birbirlerinin bir konu karşısındaki olası tavırlarını öngörme kapasitesine sahip olması,
- Güvenlik toplumunun parçası olan hükümetlerin birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap verebilme kapasitesine sahip olmalarıdır.
Ulus devletlerin barış ve güvenliği sağlamada yetersiz kalması, uluslararası örgütlerin bu amacın gerçekleştirilmesindeki rolünü artırmıştır. Ulus devletlerin barış ve güvenliği sağlamada yetersiz kalması, uluslararası örgütlerin bu amacın gerçekleştirilmesindeki rolünü artırmıştır.
Deutsch’un güvenlik toplumu modeli çerçevesinde incelendiğinde NATO, güvenlik toplumunun örgütsel organıdır. NATO kendisini var eden ortak değerleri Kuzey Atlantik bölgesinde hâkim kılarak yine bu bölgede barışı kalıcı şekilde tesis etmeye çalışmıştır. Bir diğer bölgesel güvenlik örgütü Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatıdır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı benzeri bir girişim, Asya’da Kazakistan’ın girişimleriyle, Soğuk Savaş sonrası dönemde 1990’ların başında oluşturulmaya başlanmıştır. 1993 yılında Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK – CICA) faaliyete geçmiştir. Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’na (AİGK/CICA) 26 üye devlet ve 8 gözlemci devlet bulunmaktadır.
- Üye devletler: Afganistan, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri, Çin, Filistin, Hindistan, Irak, İran, İsrail, Kamboçya, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Kore Cumhuriyeti, Mısır, Moğolistan, Özbekistan, Pakistan, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Tayland, Türkiye, Ürdün, Vietnam.
- Gözlemci devletler: Beyaz Rusya, Endonezya, Filipinler, Japonya, Malezya, Sri Lanka, Ukrayna, ABD
Uluslarüstülük ve Avrupa Birliği
Uluslarüstülük, devletlerin kesin ve geri dönülmez şekilde ulusal egemenliklerinin önemli bir kısmını devrederek kurdukları bir örgütle, Avrupa Birliği deneyimiyle ortaya çıkmıştır. Uluslarüstülük anlayışı Ernest B. Haas tarafından neofonksiyonalizm (Yeni işlevselcilik) olarak adlandırılan bir teori içinde ve özelde Avrupa Birliği’nin gelişimini açıklayacak şekilde ortaya konmuştur. Yeni işlevselcilere (Neofonksiyonalistler) göre “bir alanda oluşturulan uluslarüstü kurumların avantajlarından yararlananlar diğer alanlarda da benzer oluşumları destekleyeceklerdir.”
Haas, siyaset alanlarını birincil siyaset alanları ve ikincil siyaset alanları olarak ikiye ayırmıştır.
- Birincil siyaset alanları; güvenlik, savunma, dış politika gibi konulardan oluşur.
- İkincil siyaset alanları; ekonomik ve teknik alanlardır. Haas’a göre çıkar grupları ikincil siyaset alanlarında etkili ve başarılı olabilmektedir. Dolayısıyla uluslarüstülük ekonomik ve teknik sektörlerde başlayabilecek bir olgudur.
Devletlerin egemen yetkilerinin bir kısmını devrederek kurdukları bu örgüte Haas “uluslarüstü örgüt” demektedir. Ekonominin bir alanında faaliyet gösteren çıkar grupları, kendi sektörlerindeki uluslarüstü bütünleşmenin sağladığı yararları daha da artırmak için, ekonominin sektörel bağımlılığı olgusundan hareketle diğer sektörlerde de uluslarüstü bütünleşmeye gidilmesini teşvik edecektir. Haas, bu olguyu “uluslarüstülüğün sirayet etkisi” olarak tanımlamıştır. Avrupa Topluluğu’nda gümrük birliğinin 1968’de oluşturulmasını bu duruma örnek olarak gösterebiliriz.
AKÇT ile başlayan uluslarüstü bütünleşme süreci Roma Antlaşmalarıyla devam etmiştir. Bütünleşme bir yandan bir uluslarüstü bir pazar entegrasyonu olarak gelişirken diğer yandan nükleer çalışmaları da kapsamına almıştır. Roma Antlaşmaları iki yeni Topluluk daha kurulmasını sağlamıştır. Bu bağlamda Avrupa Ekonomik Topluluğunu Kuran Antlaşma ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu Kuran Antlaşma (Roma Antlaşmaları) 25 Mart 1957’de Roma’da, Fransa, İtalya, Federal Almanya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarafından imzalanmıştır.
Maastricht Antlaşması, Avrupa Toplulukları’ndan Avrupa Birliği’ne geçişi sağlamıştır. Bu geçiş aynı zamanda uluslarüstü bütünleşmenin siyasi alanlara sirayet etmesi anlamını da taşımaktadır. Avrupa Ekonomik Parasal Birliği ve Euro, Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası bu geçişin somut düzenlemeler bu antlaşmayla ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği Antlaşması Maastricht’te 7 Şubat 1992’de on iki üye devlet tarafından imzalanmıştır.
Bütünleşmenin derinleşmesi sürecinde en köklü değişim Lizbon Antlaşması’yla yapılmıştır. 2009’da yürürlüğe giren antlaşmayla Avrupa Birliği köklü bir yapısal değişime uğramıştır. Maastricht Antlaşması’nın kurduğu sütunlu yapıyı sona erdirmiş ve uluslarüstü örgütsel yapı iki ayrı örgüt olarak düzenlemiştir:
- Avrupa Birliği
- Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
En son 2013 yılında Hırvatistan’ın katılımıyla üye sayısı 28’e ulaşmıştır. Türkiye ve Batı Balkanlar katılım sürecinde olan Avrupalı devletlerdir.