Strateji ve Güvenlik Dersi 4. Ünite Özet
Stratejik Çalışmalarda Caydırıcılık Ve Oyun Teorisi
- Özet
Stratejik Çalışmalarda Caydırıcılık ve Oyun Teorisi
Caydırıcılık, stratejik çalışmaların önemli bir unsurudur. Soğuk savaş döneminde teorik çalışmalarda ve uygulamada genel anlamı ile karşı tarafı saldırmaktan men etmeyi öngören caydırıcılık anlayışının çoğunlukla kullanılan analiz yöntemi ise oyun teorisidir.
Caydırıcılık
Caydırıcılık, en genel anlamda karşı tarafı olası bir davranıştan vazgeçirmek için tehdit ve vaat gibi mekanizmaların bilinçli olarak kullanılmasına yönelik strateji olarak tanımlanabilir. Kesin ve yakın bir saldırı olmadığı halde, taraflar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde kullanılan etkili bir yöntemdir. Stratejik çalışmalar alan yazınında ise farklı tanımlara rastlamak mümkündür. Alexander L. George caydırıcılığı, “düşmanı belirli bir davranış biçimini seçmesinin maliyetinin faydasından çok olacağına ikna etmektir” diye tanımlamıştır. Glenn Snyder ise caydırıcılığı, “bir tarafın diğer bir tarafa belirli bir davranış karşısında cezai yaptırım uygulayacağını veya ödül verileceğini açık ya da örtülü olarak belirtiği bir havuç-sopa taktiğidir” şeklinde tanımlamıştır. Bruce Russett ise, “tarafların potansiyel düşmanın beklenen davranışlarına dayalı bir fayda ve maliyet hesabı üzerine oturan bir stratejik etkileşim oyunudur” diye bir caydırıcılık tanımı yapmıştır. Literatürde geçen farklı caydırıcılık türleri vardır (S:62, Şekil 4.1):
- Genel Caydırıcılık
- Dolaysız Caydırıcılık
- Genişletilmiş Genel Caydırıcılık
- Genişletilmiş Dolaysız Caydırıcılık
Genişletilmiş caydırıcılık, bir devletin koruduğu müttefik devlete karşı gösterilen düşmanca davranışları caydırmasıdır. Tanımdan da ifade edildiği gibi burada genel anlamda caydırıcılıktan farklı olarak, caydırıcı devlet kendisine yönelik gösterilen bir tehdide maruz kalmadığı halde, müttefiki kabul ettiği başka bir devletin karşı karşıya olduğu olası saldırı tehdidini caydırmaya çalışması söz konusudur.
Dolaysız caydırıcılık, taraflardan en az birisi ciddi ve kesin bir saldırı planı içindeyse ve karşı taraf da misilleme tehdidiyle bu saldırıyı önlemeye çalışıyorsa ortaya çıkan caydırıcılık türüdür.
Genişletilmiş dolaysız caydırıcılık ise, saldırgan devletin, bir başka devlete karşı saldırı olasılığı yakın tehdittir. Tehdide maruz kalan devlet ise bir başka devlet için korunan müttefik konumunda olduğundan, bu üçüncü devlet açık ya da örtülü olarak saldırganı caydırmak amacıyla misilleme yapacağı tehdidinde bulunur.
Caydırıcılık Teorisinin Gelişimi
Bazı araştırmacılara göre caydırıcılık stratejisinin gelişimi, Soğuk Savaş döneminin iki süper gücü ABD ile Sovyetler Birliği’nin birbirlerine karşı konumlarına göre belli dönemlere ayrılmaktadır. Bazı çalışmalarda caydırıcılık stratejisinin gelişimi, Soğuk Savaş döneminin iki süper gücü ABD ile Sovyetler Birliği’nin birbirlerine karşı konumlarına göre de dönemlerine ayrılmaktadır. Örneğin, Bruce Russet’in yaptığı dönemlendirme, 1945-1952 ABD’nin Nükleer Tekeli, 1953-1957 ABD’nin Nükleer Hakimiyeti, 1958-1966 ABD’nin Nükleer Üstünlük Dönemi ve 1967-1983 ABD-Sovyetler Birliği Nükleer Eşitlik Dönemi şeklindedir.
1945-1962 Dönemi
1945-1962 dönemi caydırıcılık stratejisinin ilk gelişme dönemi olmakla birlikte, birçok yazar bu dönemi caydırıcılık değil, zorlayıcı ikna (compellence) kavramıyla ifade etmeyi tercih etmektedir (S: 64, Şekil 4.2). Schelling’e ait olan bu ayrıma göre caydırıcılık, düşmanın belirli politikalarını engelleme gibi negatif bir etkiye sahipken, zorlayıcı ikna düşmanı belirli davranışları göstermeye ikna etmek şeklinde pozitif bir etkiye sahiptir. 1950’li yıllar caydırıcılık teorisinin belirginleştiği ve keskinleştiği dönemdir. Kasım 1954’te NATO’nun benimsediği kitlesel karşılık stratejisi, komünizmden gelecek herhangi bir saldırıya karşılık nükleer güçle karşılık verileceği beyanıdır.
1962-1983 Dönemi
Bu dönem 1962’de ABD ve Sovyetler Birliği arasında çıkan Küba Krizi’yle başlamıştır. Süper güçler arasında karşılıklı caydırıcılık döneminin başlamasıyla, kitlesel karşılık stratejisinin yerini Başkan Kennedy tarafından açıklanan ve NATO stratejisine dönüşen esnek karşılık stratejisi aldı. Esnek karşılık stratejisi, düşman saldırısına taktik nükleer silahlar yanında konvansiyonel güçleri de dâhil eden bir stratejik karşılık olarak geliştirilmişti. Karşılıklı caydırıcılık stratejisine geçilmesi süper güçler arasındaki nükleer silah yarışını dizginlemek yerine, daha da tetikledi. Bunun nedeni tarafların bu dönemde “ikinci vuruş” kapasitesine ulaşmalarıdır. Caydırıcılık çalışmaları 1970’lerden itibaren, daha bilimsel ve sistematik olma çabasıyla ağırlıklı olarak ampirik analizlere dayanan ve en önemli özelliği rasyonellik varsayımını sorgulayacak şekilde karar alıcıların rasyonelliğini etkileyen psikolojik unsurların çalışılması olan “üçüncü kuşak” çalışmaları ortaya çıkardı.
1983-2001 İkinci Nükleer Çağda Caydırıcılık
Reagan 1983’te Yıldız Savaşları (Star Wars) olarak bilinen ‘Stratejik Savunma Girişimi’ni başlattığında nükleer stratejide yeni bir aşamaya geçildi. Balistik füzelerin havada vurulması ve ABD’ye ulaşmadan imha edilmesini öngören bu projeyle, ağırlıkla uzayda konuşlandırılacak silahlarla bir savunma kalkanı oluşturulması anlayışı ile yeniden savunma sistemleri öne çıktı. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından George Bush döneminde de sürdürülen Yıldız Savaşları Projesi, 1993’te dönemin Başkanı Bill Clinton tarafından durduruldu Soğuk Savaş bittikten sonraki yapılan çalışmalar, asimetrik tehdit ve kitle imha silahlarını içeren terör gibi konular üzerine odaklanan çalışmalar olmuştur.
11 Eylül Sonrası Caydırıcılık Dönemi
11 Eylül 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen terörist saldırılar ilk anda caydırıcılık stratejisinin sonunun ilan edilmesine yol açtı. ABD’nin nükleer güç bakımından tartışılmaz üstünlüğüne karşın bu tür bir saldırıya maruz kalması, Soğuk Savaş dönemi caydırıcılığının artık geçerli olmadığı anlayışını ortaya çıkardı. Bu dönemde tehdit oluşturan yeni aktörlere karşı caydırıcılık, nükleer güç kullanma ihtimali gibi klasik güvenlik yöntemlerinin artık işe yaramayacağını belirten George W. Bush yönetimince önalıcı vuruş (pre-emptive strike) olarak nitelenen yeni bir savunma anlayışını ortaya çıkarttı. Bu gelişmeler neticesinde dördüncü kuşak caydırıcılık çalışmaları, dönemin şartlarına uygun şekilde, ilk kuşak çalışmalar gibi, teorik tartışmaları geliştirmekten ziyade strateji geliştirmeye yöneldi.
Oyun Teorisi
Oyun teorisi, pazarlık ve çatışmayı analiz etmenin özel bir yoludur. Teorinin en önemli varsayımı, her tür sosyal durumun matematiksel değerlere indirgenebileceğidir. Oyun teorisi politikaya, daha çok karar alma, diplomasi, stratejik caydırıcılık ve savaşa uyarlanmıştır. Oyun teorisinin en önemli özelliği, sosyal durumları analiz ederken çatışmanın kötü bir şey olmak dışında, insan hayatının bir parçası olduğunun göz önüne alınmasına olanak tanımasıdır. Oyun teorisinin temel varsayımlarından birisi, rasyonellik kavramıdır. Rasyonel birey, birçok alternatifle karşı karşıya olsa da her zaman seçim yapabilen, alternatiflerini önceliklerine göre değerlendirebilen, alternatifler içinde her zaman önceliklerini en fazla karşılayanı seçebilen ve aynı alternatiflerle karşı karşıya kaldığı her seferde aynı kararı verebilendir.
Oyunlar iki kişili sıfır toplamlı oyundan n-kişili değişken toplamlı oyuna kadar çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Fakat siyasal yaşam çok daha karmaşık unsurlar içerdiğinden, bu basit oyuna başka unsurların da eklenmesi gerekir. Siyasal yaşama çok daha uygun bir oyun elde etmek amacıyla yapılacak başka bir önemli değişiklik de oyunun değişken toplamlı (variable-sum) hale getirilmesidir. İki kişili değişken toplamlı oyun modelleri olan “tavuk oyunu” ve “mahkûm ikilemi”, gerçekten bütünüyle uzak olmayan ve analiz edilmesi mümkün oyun örnekleridir.
Tavuk Oyunu
Stratejik Çalışmalar açısından tavuk oyunu ABD ile SSCB arasındaki krizlerde görülebilir. ABD A oyuncusu, SSCB de B oyuncusu olarak alındığında, sapma nükleer savaşın eşiğinden dönme, sapmama nükleer savaş riskine rağmen kesin kararlılık içinde olma anlamına gelmektedir. Tavuk oyunundaki başat strateji, Soğuk Savaş döneminde neden bir nükleer savaş olmadığını açıklamaya yarar. Yine, Küba Krizi’nde SSCB’nin nükleer savaştan kaçınmak için önemli oranda prestij kaybına göz yummasını da açıklamaktadır (S:73, Şekil 4.6).
Mahkum İkilemi
Stratejik Çalışmaların doğasına ışık tutabilecek ikinci oyun mahkûmun ikilemidir. Bu oyunun en bilineni, tutuklanan iki şüphelinin birbirinden ayrı tutularak sorgulanması örneğidir. Soruşturmayı yapan, şüphelilerin suçlu olduğundan emindir ama elinde kanıt yoktur. Şüphelilere yalnızca itiraf etme ya da etmeme seçenekleri sunulur. Şüphelilerin ikisi de suçlu olduklarını itiraf etmeyerek susarsa, ikisi de hafif birer cezayla kurtulur. Her ikisi de itiraf ederse, ikisi de suçlanabilir ama itiraf ettikleri için alabilecekleri en ağır cezadan daha az ceza alırlar. Fakat sadece birisi itiraf eder, diğeri susarsa itiraf eden işbirliği yaptığı için çok düşük bir ceza alırken, diğeri en ağır cezayı alır.
Mahkûm ikilemi oyunundan çıkarılabilecek en önemli ders, bazı oyunlarda farklı ve karşılıklı olarak tercih edilecek seçenekler olduğundan, rasyonel hesabın her iki oyuncunun da felaketine yol açabilecek olmasıdır. Bu oyun uluslararası ilişkilere uyarlandığında, kriz ortamında tarafların istemeseler de nasıl çatışmaya sürüklenebileceklerini göstermektedir. Bu durum için yine iki ülke arasındaki silahlanma yarışı iyi bir örnek oluşturur (S:75, Şekil 4.9).
Oyun Teorisinin Eksikleri ve Yararlı Yönleri
Oyun teorisi belirgin varsayımlara dayanmaktadır. Örneğin, matristeki rakamlar tarafların sonuçlara atfettikleri değerleri yansıtır, ama keyfi bir durum da yaratır. Yine, oyun teorisinde karar alıcıların tercihlerinin sabit olduğu, çeşitli alternatifler konusunda yeterli bilgiye sahip oldukları, ortaya çıkacak sonucun değerini doğru algıladıkları varsayılmaktadır. Oysa gerçek hayatta zaman baskısı, eksik ya da yanlış bilgi gibi unsurlar nedeniyle bu süreç sorunludur. Ayrıca, oyuna dâhil tüm tarafların doğrudan oyunu aynı şekilde algıladıkları varsayılmaktadır. Algılama sorunu oyun teorisinin en önemli eksikliklerinden birisidir.
Bütün eksik yönlerine karşın oyun teorisinin yararlı yönleri de vardır. Oyun teorisinin rasyonellik varsayımı, çatışma durumlarını etik hesaplardan uzak, tarafların nasıl davranmaları gerektiğine göre değil, rasyonel olarak nasıl davranabileceklerine göre inceleme ve bu bağlamda da çatışmayı düşman tarafın bakış açısına göre değerlendirme olanağı sağlar. Oyun teorisi farklı olası sonuçlar ortaya koymasıyla sezgisel bir değere de sahiptir. Uluslararası çatışmanın doğası ve dinamikleri konusunda önemli ipuçları verir. Dikkatleri yapısal özelliklere çekerek, çatışmaların devlet adamlarının kötülüğünden ve beceriksizliklerinden kaynaklandığı türündeki değerlendirmelerden uzaklaşılmasını sağlar. Yine çok çeşitli alternatif çözümler ortaya koyduğu ve bir sorunda her zaman en iyi çözümün seçilmeyebileceğini gösterdiği için de önemlidir.