Dünya Ekonomisi Dersi 7. Ünite Sorularla Öğrenelim
Yeni Dünya Düzeni
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Soğuk savaşın sona ermesi geleceğe dönük cevabı bilinmeyen hangi soruları ortaya çıkartmıştır?
Soğuk savaşın sona ermesi geleceğe dönük cevabı bilinmeyen birçok soru da bırak- mıştı. Bunlardan biri, iki kutuplu dünyanın ortadan kalkması savaşların çıkma tehlikesini arttırdığı mı, yoksa azalttığı mı sorusudur. Tüm ülkelerde demokratikleşme derecesinin artması, iletişim alanındaki gelişmeler ve çevre bilincinin yükselmesi savaş ihtimalini azaltan etkenler arasındadır. Bloklaşma eğiliminin artması askerî alana yansıyarak devletleri birbirlerine bağlaması da askerî gücü kullanma isteğini zayıflatmaktadır (Ülman, 1992, s.37). Ancak savaş eğilimlerini güçlendirici gelişmeler de az değildir. Soğuk savaş sırasında iki lider ülke nüfuz altında tuttukları bölgesel güçleri denetleme yetkisine sahiptiler ve karşı karşıya gelmemek için bölgesel çatışmaları sona erdirme eğilimindeydiler. GÜ’lerin bütçeden askerî harcamalara ayırdıkları payı azaltmaları olumlu bir gelişme olmakla birlikte, bunların bölgesel çatışmalara müdahale yeteneklerinin ve isteklerinin azaldığının bir işaretidir (Sander, 1992, s.255). Çünkü her geçen gün bu ülkelerin iktidardaki güçleri bu tür harcamaların neden gerektiğini halkına izah etmekte zorlanmaktadırlar
2008 krizi sonrası, son yıllarda yakaladığı büyüme hızı ile dikkatleri üzerinde toplayan ABD’nin hangi yapısal sorunları mevcuttur?
Son yıllarda yakaladığı büyüme hızı ile dikkatleri üzerinde toplayan ABD’nin birtakım yapısal sorunları da mevcuttur. Ortaöğretimin yetersizliği, verimlilik artışının yavaşlaması, sağlık alanında reform ihtiyacı, dış ticaret açıkları, gelir dağılımı eşitsizliği gibi faktörler orta vadede ekonominin güç kaybetmesine yol açabilecek etkenlerdir.
Pax Britannica dönemi sürerken hangi ülke gelişim hızını arrtırarak hegemonyayı ele geçirmiştir?
Sanayi Devrimi öncesine bakıldığında geleneksel güç dengesi uygulanmakla birlikte Büyük Britanya dünyada söz sahibi olmuştur. Yani Pax Britannica dönemi yaşanmıştır. Sanayi Devrimi’nin belirtileri Britanya’da ortaya çıkmış olmasına rağmen, bu sıralarda gelişme hızı ABD’ye kıyasla yavaş olmasından dolayı 1980’lere kadar süren Amerikan hegemonyasının hüküm sürmesine (Pax Americana) neden olmuştur (Wallerstein, 1993, s.47). Bu dönemin I. Dünya Savaşı’na kadar olan döneminde geleneksel güç dengesi uygulanmış, buna rağmen savaş önlenememiştir.
I. Dünya Savaşı sonrasında 1815-1822 yılları arasında uygulanan koalisyona benzer koalisyon Milletler Cemiyeti aracılığıyla oluşturulmaya çalışılmış, ancak egemen devlet olan ABD’nin koalisyon dışında kalması nedeniyle başarılamamıştır. Sonuçta dünyanın yeniden paylaşılmasına yol açan II. Dünya Savaşı patlak vermiştir.
1930 sonrası gelişmeler ile birlikte ortaya çıkan İki kutuplu dünya siyasi olarak nasıl tanımlanır?
İki kutuplu dünya: Batı Bloku ABD önderliğinde bir araya gelmişti ve Doğu Bloku Sovyetler Birliği’nin (Rusya) etrafında yer alanlardan oluşmaktaydı.
İki kutuplu dünyada bir uzlaşma düzeni değil, güç yarışması ve çatışmalarla dolu bıçak sırtı dengesi kurulmuştu. Bu dengenin en çarpıcı ispatları ise 1962 Küba Krizi, Vietnam ve Kore Savaşları’dır.
Bir şirket finansal hedeflerini gerçekleştiremiyorsa, cezası ne olur?
Eğer bir şirket finansal hedeflerini gerçekleştiremiyorsa, cezası hazırdı: Bor- sada hisse senetleri fiyatları düşer. Bu alandaki başarısızlığın devamında düşmanca bir ele geçirme ile gasp edilir ve şirketin tüm teknik altyapısı yok edilir. İşlem tamamlanmış ve kısa-dönemciliği beceremeyen şirket ekonomiden silinmiştir. Böyle bir ortamda kim sağ kalabilir? (Galbraith, 2009). James Galbraith, The Predator State çalışmasında 2008 Finansal Krizi’nin finansın reel üretimden önce geldiği sürece tekrarlanması muhtemel bir serbest piyasa sonucu olduğunu açıklamaktadır. Serbest piyasa için kontrollü ser- bestlik kavramının geliştirilmesi ve bu çerçevede ekonomik faaliyetlere izin verilmesi şeklinde özetlenebilecek bir politika önermesidir bu.
Bağlantısızlar hareketi dünya düzeni içersinde başarı getirmesede nasıl bir rolü üstlenmiştir?
Bağlantısızlar Hareketi önemli sonuçlar doğurmamış ve dünya düzeninde bir değişikliğe yol açmamış olmasına rağmen iki sistemin de yayılmasında önleyici rol oynaması açısından önemlidir (Ouguard, 1987, s. 17-18).
Her kutbun hiyerarşik yapısı iyi işliyordu. Serbest piyasa ekonomisinin savunucusu olan Batı Bloku’nda uluslararası ticaretin gitgide serbestleştirilmesi ve böylece GATT çerçevesinde birleşilmesi hesapları yapılmaktaydı. Merkezî planlamanın hâkim olduğu, uluslararası ticaretin daha çok takas şeklinde gerçekleştirildiği Doğu Bloku ise karşı taraf- ta bir güç sayılmaktaydı. Kapitalist dünyada finans piyasalarının denetimli olması ulusal ekonomi politikalarının etkinliğini arttırıyor, döviz fiyatları ve faiz hadlerinin istikrarlı olmasını sağlıyor, enflasyonun düşük seviyelerde seyretmesine imkân tanıyordu. Kendi tarafına çekmeye çalışırken GOÜ’lere yapılan doğrudan yatırım ve yardımlar ve verilen tavizler bunların da gelişmesinde önemli rol oynuyor, aynı zamanda gelişmiş ülkelere ham madde ve iş gücü bakımından kolaylıklar sağlıyordu. Böylesine az çok dengeli gelişme, Gelişmekte Olan Ülkeler ile Gelişmiş Ülkeler arasındaki farkın azalacağına dair umutları güçlendirirken, karşıda bir rakibin olması sosyal devlet anlayışının blok içinde yayılması- na yol açmaktaydı (Kazgan, 1995, s. 46-47).
Çin tarafından uygulanan reform politikaları dünyaya hangi sistemi sunmuştur?
Çin tarafından uygulanan reform politikaları dünyaya yeni bir sistem sunmuştur. Çin’in sahip olduğu bu yeni sisteme en basit şekliyle “sosyalist piyasa ekonomisi” adı verilmiştir. Bu yeni ekonomik yapı sosyalizm ve serbest piyasa kavramlarını umulmadık biçimde uygulamada bir araya getirmiştir. Bu yeni sistem, yönetim ve kurumsal yapı anlamında sosyalist kabul edilirken, serbest piyasa ve ticarete uygunluk anlamında piyasa ekonomisidir.
Yeni dünya düzenine geçiş süreci ile birlikte ortya çıkan tespit, ekonomik gücün yeterli olmayacağını hangi gücünde yanında olması gerekliliğini oluşturmuştur?
Dünyanın aldığı yön, her geçen gün her gelişmenin iktisadi ve siyasi boyutlarının birbirinden ayrılamaz olduğunu ve bunların hiçbirinin tek başına yön verebilecek nitelikte olmadığını ortaya çıkartmaktadır. Oluşacak dünya düzeninde eskiden olduğu gibi sadece askerî güçte veya sadece ekonomik alanda ulaşılan kuvvete dayanarak hiçbir ülkenin kendi iradesini kabul ettirmesi olanaksızdır. Bu tarihin doğruladığı bir gerçektir. Her ne kadar soğuk savaş iki kamp arasında doğrudan savaşa yol açmamış olsa da bu döneme barış yılları denemez. Büyük güçler birbirleriyle çatışmaya girmedi ama dördü kanlı savaşlar yaptı: Fransa, Cezayir ve Vietnam’da; ABD, Kore ve Vietnam’da; Çin, Vietnam’da ve Rusya, Afganistan’da. (Ducker, 1993, s. 45-47). 1970’lerin ortalarında ekonomik süper güç olacağına dair sinyaller vermeye başlayan Japonya birkaç gelişmiş ülkenin ürettiklerinden fazla bile üretse askerî gücü olmadığından uluslararası siyasete yön vermede hep ikinci planda kalmıştır. Bu durumda şu tespit önem kazanmaktadır: Günümüzün ve geleceğin dünyasında güç yeniden tanımlanacak ve bir devletin uluslararası etkinliğini ekonomik güç kadar askerî güç de belirleyecektir (Ülman, 1992, s.44).
2008 krizinin olmasının en önemli sebebii nedir?
Son yaşanan 2008 Krizinin önemli noktalarından biri bu krizin bir gelişmiş ülkede hem de ABD gibi dünyanın en büyük ekonomisinde açığa çıkmasıdır. Böyle merkezde yer alan bir ekonomide açığa çıkan krizin dünyaya yayılmaması zaten beklenemezdi. Kriz Amerikan emlak sektöründe kendini gösterdi. Bu sektör ABD ekonomisi için çok önemli ekonomik değerlere sahip bir sektördür. Emlak kredilerinin ipotekle sağlanması ve bu ipoteklerin güvence altına alınması ABD ekonomisinde oldukça alışıldık bir durumdur. Bu uygu- lama ABD emlak sektörünü global finansal sisteme bağlar. 2007 yılı sonunda ABD’de ev için kullandırılan kredilerin toplamı 10,5 trilyon dolara ulaşmıştı. Bu büyüklük ABD GSYH’nin yaklaşık % 75’ine denk gelmektedir. Kredi için gösterilen ipoteklerin % 85’i de finansal araçlarla güvenceye alınmıştı. Bu finansal araçların birçoğu uluslararası piyasalarda işlem görmektedir. Bu tür işlemlerin birçoğu da Batı Avrupa’da gerçekleşmektedir. Emlak sektöründe yaşanan bu aşırı canlanma yalnızca ABD’de görülmemiştir. İngiltere, İspanya, İrlanda ve Avustralya gibi ülkelerde de buna benzer durumlar yaşanmıştır. An- cak, ABD emlak sektörü yaşanan global ölçekli finansal krizin tam da merkezinde yer almıştır. Bu finansal kriz tabi ki önce bankacılık sektörünü vurmuştur. Avrupa’daki birçok banka ABD’deki ipotek bağlantılı tahvil ve bono gibi finansal araçlarla ilişkili oldukları için kriz rahatça Avrupa’ya sıçradı. Gelişen teknolojinin getirilerinden biri olan hızlı bilgi aktarımı burada da çalıştı. Global anlamda medya organları ile tüm dünyada panik havası esmeye başladı. Bankacılık sektörünün kısa dönemli gözlüklerle kârı en çoklaştırma istek- leri ciddi bir ekonomik krize yol açtı.
GOÜ’ler ise 1980’lerden 1990’ların ortasına kadar geçen sürede ortaya çıkan gelişmelerde daha çok seyirci veya pasif katılımcı rolünü üstlenmelerinin sebebi nedir?
GOÜ’ler ise 1980’lerden 1990’ların ortasına kadar geçen sürede ortaya çıkan gelişmelerde daha çok seyirci veya pasif katılımcı rolünü üstlenmiş bulunuyorlardı. Bunlardan çoğunun GÜ’lerin borçlarına bağlı bulunması politik yönden de durumu kendi lehine çevirecek ciddi bir girişimde bulunmalarını engellemekteydi. GÜ’lerde bölgeselleşme ağırlık kazanırken GOÜ’lerin ancak birkaçı bu gruplara katılabilmiştir. Bu bölgelere katılabilmiş veya katılma aşamasında olan GOÜ’ler birkaç ortak özelliğe sahiptirler. Bunlardan ilki, büyük iç pazara ve doğal kaynaklara sahip olmaları ve yeni kâr olanakları vadetmeleri, (Meksika örneğinde olduğu gibi). Bir diğer özellik ise oluşuma öncülük eden ülkelerin kültürel birikimlerini paylaşmaları veya önceden hayat sahalarında bulunmalarıdır (AB-Polonya) (Kazgan, 1995, s.63). Ancak özellikle 1990’ların ortalarından itibaren gelişmekte olan piyasalardaki olumlu hareketler ile gelişmişlerin yaşadıkları sorunlar dünya sistemi- nin düzeninde bir kez daha önemli değişimleri getirmiştir.
Yeni ekonomik düzen nasıl bir programdır?
Yeni Ekonomik Düzen, kâr haddindeki düşüşe karşı teknoloji devrimi yanında yürürlüğe konan bir kurumsal dönüşüm programıdır. Öyle ki Merkez-Çevre arasında ya da Merkez’in eşitleri arasında hiçbir ülkenin rekabet koşullarında eşitliği aksatma olanağı olmayacak bir kurgu elde edilmek istenmiştir. Mali desteklerle veya kamu girişimciliği yoluyla ya da diğer yollardan diğerleri aleyhine rekabet gücü artışı sağlama fırsatı bulunmasın. Vergilerin dahi buna göre düzenlendiği unutulmamalıdır. 1970’li yılların başında gündeme giren katma değer vergisi, zaman içinde diğer dolaylı vergilerin yerini almıştır. Nedeni, birinci ile verginin hangi oranda fiyatlara yansıdığı kesinlikle bilinebileceği hâlde, ikincilerde bunun mümkün olmamasıdır. Dolayısıyla, vergi iadelerinde mali destek (sübvansiyon) bulunup bulunmadığı birincide hemen anlaşılabilir, İkincide ise anlaşılamaz.
Yeni dünya düzenine yönelik ilk adımlar nasıl atılmıştır?
1980’lere gelindiğinde Batı Bloku’nun karşısında hâlâ bir rakibin var olmasına rağmen gelişmiş ekonomilerin çıkarlarını en üst düzeye çıkarma çabaları aralarında bir çekişmeye yol açmıştı. Gelişmelerin aleyhine sürdüğünün farkında olan ABD öncülüğünde başlatılan serbestleştirme hareketi durumu düzeltmek için yetersiz kaldı. Güneydoğu Asya’nın yeni sanayileşen ülkeleri uluslararası alanda saldırgan politikalar izlerken kendi pazar- larını açmaya yanaşmamaları özellikle ABD’nin ihracat artış hızının düşmesiyle birlikte ithalat artış hızının artmasına ve dış ticaret açığının büyümesine yol açmaktaydı. Benzer yoldan ilerleyen Avrupa Birliği de Amerika’nın üstünlüğe sahip olduğu alanlarda yavaş yavaş hâkimiyeti ele geçiriyordu. Bu yönde en ağır darbe tarım alanında geldi. AB ülkeleri diğer sektörlere de büyük sübvansiyonlar vererek ABD’yi yeni önlemler almaya itiyordu. 1986’da başlattığı GATT çerçevesinde Uruguay Round’a büyük umutlar bağlayan ABD eşit rekabet koşullarını hemen kabul ettiremedi ve bir hayal kırıklığı yaşadı. Bu arada AB’nin parasal ve siyasi birlik oluşturma çabalarının yoğunlaşması Amerika’yı Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesini (NAFTA) kurmaya itti. Japonya’nın da benzer davranışta bu- lunup APEC’i kurmada öncelik etmesi YDD’nin ekonomik alanda bloklar şeklinde bir gelişmenin devam edeceğini kesinleştirdi (Kazgan, 1995, s.55-57).
Sovyet Bloku’nun çöküşü nasıl başlamıştır?
1980’lerin ortasında Sovyetlerin başına geçen Michail Gorbaçov’un yeni tavrı ve buna uygun politikaları, bir taraftan Batı ve Doğu Blokları arasındaki ilişkilerin ısınmasına yol açarken, diğer taraftan da SSCB içinde dünya gidişatına ayak uydurmayı amaçlayan süreçlerin başlatılmasına yol açmıştır. Sovyet Bloku’nun çöküşü tam da böyle başlamıştır.
Reformların amaçlarına değinirken, Gorbaçov bayağı da ileri gidiyor ve “politik kültürün” değiştirilmesinden bahsediyordu. Fakat bu sürecin başlangıcında belirlenen amaçlardan bu denli sapılacağını en iyi toplum bilimciler bile tahmin edememişti. “Pe- restroyka” (yeniden yapılanma), üretim sürecine yeni yaklaşımlar getirip çalışanların alınan sonuçlara ilgisini çekecek şekilde yeniden yapılandırmayı öngörüyordu. “Glasnost” (açıklık, şeffaflık) ise düşünce ve düşünceleri ifade etme özgürlüğünü ifade etmekteydi. Bu süreçlerin amacı, komünist sistemin kitlelerin ekonomik beklentilerine yanıt vererek, SSCB’yi sanayileşmiş toplumların düzeyine çıkartıp Komünist Parti’yi de kitlelerin istek ve beklentilerini daha iyi yansıtacak, onları yönetime katacak biçimde yeniden yapılandırmaktı (Ülman, 1992, s.33). Ancak beklenen olamadı ve her geçen gün SSCB’de iktidara yönelik tepkiler artmaya başladı. Öncülüğü yine Polonya yaptı. İşçilerin 1988’de başlattıkları grev, sistemin değişmesi ve Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanından çıkmasıyla sonuçlanan dev harekete yol açtı.
1648’de yapılan Westphalia Barış Anlaşması ile oluşturulmak istenen düzen nasıl bir süreç ile olumsuz sonuçlanmıştır?
1648’de yapılan Westphalia Barış Anlaşması ile birbirleriyle amansız rekabet içindeki büyük ülkeleri hanedanlıklara, dinî inançlar ve dillere göre bölerek Kıta Avrupası’na huzur getireceği düşünülmüş, ancak bu anlaşma düzen arayışlarına cevap getirmediğinden kararsızlık Fransız İhtilali’ne (1789) kadar sürmüştür. İhtilal sonucu milliyetçiliğin daha da güçlenmesi mevcut düzeni çok ince hesaplarla, dikkatlice ayarlanmış “Bugün var, yarın yok” ittifaklarının sağlanmasına yol açmıştır. 1815 Viyana Kongresi’nde rekabet hâlindeki güçler arasında uzlaşma sağlandığı ve “barış yüzyılı” tesis edildiği zannedilmiş, ancak bu aldatıcı görünüm uluslararası ilişkileri daha tehlikeli boyutlara ulaştırmıştır.
SSCB’nin dağılmasıyla son bulan soğuk savaş sonrası dünyadaki siyasi düzen nasıl değişim göstermiştir?
SSCB’nin dağılmasıyla son bulan soğuk savaş sonrası dünyadaki siyasi düzeni değiş- tirme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Batı Bloku’nda soğuk savaşın son yıllarında ortaya çıkan ABD’nin liderliğini sorgulama eğilimleri zaten güç kazanmış bulunuyordu.
ABD kamuoyunun dış yükümlülükleri en aza indirgemek ya da en azından yeni dış yükümlülük almama konusundaki ısrarı askerî alandaki politikaları sınırlamaktadır. Bu tür yükümlülüklerin getirdiği düşünülen işsizlik ve enflasyonun yaratacağı külfete katlan- mak giderek zorlaşmaktadır (Ülman, 1992, s.43). Ancak Amerika’nın çıkarları globaldir ve dünyanın herhangi bir yerindeki düzensizlik ABD’yi de etkileyeceğinden elindeki ipleri bırakmamak için mücadele verir ve bunun için tüm olanaklardan yararlanır. Askerî imkânları Irak’ta doğrudan iki kez ve Afganistan’da kullandığını zaten gördük. Bunun dışında fosil yakıt kaynaklarına yakın olan OrtaDoğu, Orta ve Doğu Asya’da dolaylı koalis- yonlarla askerî planlamalar yaptığı da bilinen bir durumdur. Her ne kadar 2015’li yıllara gelindiğinde ABD dünyaya direkt askerî müdahalede bulunmuyorum dese de çok geniş coğrafyada askeri üst ve askerî bulundurmaktadır. ABD’yi bu alanda tek güç olarak bırakmak istemeyen Rusya, Avrupa ve Çin de dünyadaki savaş süreçlerine kapalı kapılar ardında ellerinden gelen desteği vermektedir.
Ekonomik yönden bakıldığında ise ABD’nin egemen ülke olmasına olanak tanıyan gelişmişlik farkı ortadan kalkmış durumdadır ve en azından Almanya ve Japonya, Amerika’nın gücüne yakın ekonomik güce sahip olma konumuna yaklaşmışlardır. Bu iki ülkenin arkasında kendilerine destek sağlayacak blokların yer almaları bağımsız uluslararası politika izlemelerine olanak tanımaktadır.
Japonya’nın dünyanın siyasi arenasında AB ve ABD’nin olduğu kadar neden etkisi yoktur?
1950’lerden 1990’lara kadar geçen dönemde büyük atılım yaparak önde gelen GÜ’ler arasına girmeyi başaran Japonya’nın dünyanın siyasi arenasında AB ve ABD’nin olduğu kadar etkisi yoktur. Bunun temelinde ise II. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Japonya’nın askerî gücünün olmaması ve aynı nedenden dolayı BM’de etkili bir konuma sahip olamaması yatmaktadır.
Geleceğe bakıldığında ekonomik düzen hangi yöne doğru gelişmektedir?
Dünya düzenine son gelişmeler ışığında bakıldığında Batının materyalist ve ideolojik felsefedeki egemenliğinin kırıldığı izlenmektedir. Bundan sonra dünya kutupsuz bir sistem yerine çok kutuplu bir sisteme doğru ilerleyecektir.
Son olarak, gelecekle ilgili kısa bir tahminde bulunalım. Uzun dönemde Batılı olmayan ülkelerin yükselişi devam edecek ve hatta bu yükseliş belki de bir zirveyle taçlandırılacaktır. Yaşanan ve bundan sonra yaşanacak olan global krizler her seferinde Batılı olmayan ülkelerin göreceli gücünü arttıracaktır. Son kriz, Batılı olmayan ekonomiler tarafından tüm gelişmişlere göre çok daha iyi idare edilmiştir. Bu başarı Batı karşıtı ya da en azından Batılı olmayan blokların hem siyasi hem ekonomik güç kazanacağının bir göstergesidir.
2008 krizi’nden çıkışı için hangi alternatif öneriler yapılmıştır?
-
Ekonomik sistemin çöküşüne çare olabilecek yollar çok uzun dönemdir var olan kapitalist sistemin kendi çerçevesi içerisinde yer almakta ve ısrarla başarısızlığa yol açmaktadır.
-
Ekonomiyi yeniden canlandırmak ve kitle tüketimi arttırmak için gerekli değişimlerden biri zenginlik ve gelirin yeniden dağılımının sağlanmasıdır.
-
Zenginlik ve gelir dağılımının düzenlenmesi, tüketim mallarına olan talebi arttırır- ken üretimi de arttıracaktır. Bu durumda işsizler için yeni iş imkânları oluşacak ve devletin vergi gelirleri hem artan işçi hem de firma gelirleri ile birlikte artacaktır.
-
Yukarıdaki şartların oluşabilmesi için ekonomik sistemin yeniden düzenlenme- si gerekir. Ekonomi Neoliberal –Holding Ağırlıklı– Kapitalist politikalardan uzaklaştırılmalı ve çalışanların haklarını koruyacak ve destekleyecek yeni politi- kalar ile yürütülmelidir.
-
Bu tip bir yeniden yapılandırma hâlihazırdaki kapitalist ekonomik sistemin ve sos- yal düzenin transformasyonunu gerektirir. Bu transformasyon çalışan insanların daha fazla hak ve fayda sağlayacakları şekilde olmalıdır.
-
Tüm bunlar sağlandığında toplumun tamamı bu dönüşümden olumlu biçimde et- kilenecektir. Bu değişim tüm insanlığı daha sağlıklı ve refah içerisinde bir düzene kavuşturacak, insanların çoğunluğunun yaşam standartlarını çok ciddi biçimde arttıracak ve ekonomik sistemi tekrarlayan krizlerden kurtaracaktır.
Global krizin Çin’e olan etkisi nasıl gerçekleşmiştir?
Çin’in 1970’lerin ortası ile 2000’lerin sonuna kadar geçen dönemde yıllık büyüme oranı neredeyse %10’dur. Yaşanan son kriz Çin ekonomisinin bu hızlı büyümesine sekte vurmuştur. Çünkü Çin bu büyümesini dünyada artan ticarete borçludur. İç piyasasında henüz oldukça zayıf olan talep, ihracat rakamları ile telafi edilmektedir. Ancak dünyada açığa çıkan global krizler sonunda mutlaka ihracata dayalı büyüyen Çin ekonomisini vuracaktır. Çin bu tür problemlerden kaçınmak amacıyla, 2000’li yıllardan itibaren çok uluslu şirketlerin ve siyasi birlikteliklerin ortağı olur hâle gelmiştir. Sudan, Afrika ve İran’da enerji kaynaklarına ulaşmak için siyasi ve şirket ilişkilerini birlikte çalıştırmıştır. Özellikle Afrika’ya yardım eden önemli ülke haline dönüşmüştür. Dünyadan yardım alan değil, güçlü bir ülke gibi dünyaya yardım gönderen pozisyona geçmiştir. Dünyada siyasal, askerî ve ekonomik bir güç hâline dönüşürken, oluşacak muhalefeti azaltmak için Konfüçyus Enstitüsü gibi yumuşak güç olabilecek strateji birimleri oluşturmuştur. Yaşanmakta olan global krizden etkilense de hazırlıkları sayesinde bu finansal krizden gelişmiş ülkeler kadar etkilenmemiştir. Üstüne üstlük Çin sermayesinin yaşanan krizde likidite problemine alternatif çözüm oluşturabileceğini göstermiştir.
2008 krizi Avrupa için neyi ifade etmiştir?
Yaşanan en son kriz Avrupa’da hem bir düşüş hem de bir yeniden yükseliş imkânı yaratmıştır. Avrupa’nın zayıf ülkeleri Büyük Avrupa için sorun teşkil edeceğini bu krizle göstermiştir. Ancak kalanlar içerisinde özellikle Almanya’nın sağlam duruşu ve hatta güç kazanması gözden kaçırılmamalıdır. Bu kriz Avrupa’daki kurumsal düzenlemeler ile işleyen kapitalizmin değerini biraz daha arttırmıştır. Avrupa geç de olsa en az ABD kadar güçlü biçimde bu krize yanıt vermiştir. Dünyada önemli bir güç bu anlamda bir kutup olmayı hâlen tam olarak becerdiği söylenemez. Yine de çok uluslu koalisyonlarla global ölçekte bir güç olmayı başarabilmektedir.