Dünya Ekonomisi Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim
Dünya Ekonomisindeki Yeni Gelişmeler Ve Bunlara İktisat Politikalarının Cevap Verme Yeterliliği
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Globalleşme nedir?
- 1983 yılında, Theodore Levitt globalleşmeyi, pazarların bütün dünyada birbirlerine yönelmesini tanımlamak için öneriyor.
- 1990’lı yıllarda bu terimin kapsamı Kenichi Ohmae tarafından değer zincirinin tümünü kapsayacak biçimde geliştirildi (ARGE, Mühendislik, Üretim, Pazarlama, Hizmet ve Finans). Bu tanıma göre, bir firma başlangıçta ulusal bazda ihracat yapar, sonra dışarda satış servisleri oluşturur. Daha sonra ihracat yaptığı ülkede üretime geçer ve en sonunda değer zincirinin tamamının yönetimini o ülkede ki şubesine devreder.
- Çok Uluslu Şirketler dünya üretiminde önemli bir yer edindiklerinde, çeşitli ulu- sal alanlar (ticaret, yatırım, finans, ARGE ) bu şirketlerin çok önemli hareket yeteneğinden dolayı önemli faydalar sağlarlar.
- Sonuç olarak, globalleşme uluslararası ekonominin önceki aşamalarına göre bir sıçrayışı ifade eden yeni bir oluşumu tanımlamaktadır.
Dünyadaki siyasi – ekonomik – sosyal değişimler ele alındığında “Soğuk Savaş Döne- mi” sonrası yılları kaç döneme ayırarak ele almak mümkündür?
1. Dönem: 1991-2000 arası – Batının Zafer Yılları
- Global Kapitalizmin Zaferi
- Rusya’nın Geçiş Dönemi Krizi
- Tek-Kutuplu Dünya – ABD hegemonyasının zirvesi
- Batı’nın komünizm sonrası Doğu Avrupa’ya yayılışı
- Global Neoliberal Rejimin Oluşumu
2. Dönem: 2001-2008 arası – ABD’nin Hegemonyasının Test Edildiği Yıllar
- İslam Dünyasından Meydan Okuma ve Bush’un Yanıtı
- Çok-Kutuplu Sistemin Gelişimi
- Rusya’nın Yeniden Doğuşu
- ABD Hegemonyasındaki Göreceli Düşüş
3. Dönem: 2008- ...
- Global Ekonomik Kriz
- Yavaş Yavaş Yayılan İflaslar ve Amerikan Politikalarında Oluşan Açmazlar
- Avrupa Birliği Bütünleşmesindeki Krizler
- Çin’in Global Güç Olarak Yükselişi
- Rusya’nın Batı’yla İlişkilerine Sıfırdan Başlaması
2008 krizinde ekonomilerin krizden etkilenme derece ve süreleri ülkeden ülkeye neden farklılık göstermiştir?
2008 yılının sonlarında açığa çıkan global krizin dünya ekonomileri üzerindeki etkisi son derece hızlı ve yıkıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ekonomilerin krizden etkilenme derece ve süreleri ülkeden ülkeye farklılık göstermiştir. Bu farklılık, ülkelerin finansal ve ekonomik yapılarından ve aynı zamanda kriz öncesi ve sırasında izledikleri ekonomi politikalarından kaynaklanmaktadır. Yaşanan bu son krizin ülke ekonomilerini temelde üç kanal ile etkilediği söylenebilir. Bunlar, dış ticaret, dış finansman ve beklentilerdir.
1930’lara kadar hâkim olan Klasik İktisat Okulu arz ve talep arasında istikrar dengesini nasıl açıklamıştır?
Eski pazarında her şeyden önce Adam Smith ve “Klasik İktisat Okulu” vardır. 1930’lu yıllara, yani büyük depresyona kadar, gelişmiş ülkelerde hâkim olan bu ekonomik düşünceye göre çok sayıdaki firmanın karlarını arttırma savaşı ile yine çok sayıdaki tüketicinin kendi ihtiyaçlarını karşılama çabası arasındaki kendiliğinden oluşan etkileşim giderek arz ve talebin istikrarlı bir dengeye ulaşmasına yol açar. Böylece eğer fiyatlar serbestçe oluşuyorsa mallar eninde sonunda satılır ve tüm işçiler, eğer kabul ederlerse, piyasanın kendilerine biçtiği ücretten iş bulur. Klasikler piyasayı sihirli, görünmeyen ama her şeyi düzenleyen bir ele benzetiyorlardı. Hükümetlerin tek görevleri ise piyasanın sağlıklı işlemesi için gerekli kurumsal ve parasal araçları sağlamaktı.
Keynesçi görüş nasıl bir çözüm ortaya koymuştur?
Klasik ekonominin aksine, piyasaların kendi kendine dengeye gelmeyeceği varsayımı vardı. “Genel dengeyi” hükümetler ekonomiye müdahale ederek gerçekleştireceklerdi. Örneğin, tüketimi ve yatırımları teşvik eden hükümet harcamaları, bunu yönlendiren sanayi ve büyüme politikaları işsizliği ortadan kaldırabilirdi. Keynesçi görüşe göre ekonomi daralırken işsizlik artacak, ekonomi genişlerken işsizlik azalacaktı. Enflasyon ve işsizlik arasındaki ilişki birbirine ters orantılıydı (Ünlü Phillips eğrisi).
Milton Friedman nasıl bir ekonomik politikayı savunuyordu?
Milton Friedman Keynesçi politikaların tam tersini savunuyor, “Hükümetlerin işsizliği azaltmak ve büyümeyi arttırmak için yaptıkları müdahaleler, yüksek hükümet harcamaları, orta vadede tam aksi bir sonuca yol açar.” diyordu. Friedman’a göre “Ürettiğimizden fazla harcarsak kaçınılmaz olarak enflasyon artacaktı.” Hükümet müdahalesi piyasayı çarpıtıyor, enflasyona yol açıyordu. Bu da piyasada istikrarsızlık yaratacak ve giderek işsizliğe yol açacaktı, işsizlikle değil, enflasyonla mücadeleye öncelik vermek gerekiyordu. Muhalefet partileri bu görüşleri pek sevdiler. Bunlara sarılıp iktidardaki partilerin nasıl her şeyi berbat ettiğini gösterdiler. Özel sektör bu görüşlere sarılıp sendikaları eleştirdi; sendikalar yüksek ücret isteyerek piyasayı çarpıtıyor ve işsizliğe yol açıyorlardı.
1980’lerin başında “büyük monetarist” deneyinin uygulamaya geçmesi ile ilgili gelişmeler nasıl sonuç buldu?
Friedman 1976’da Nobel Ödülü aldığında Monetarizm artık modaydı. Bu modanın yarattığı hava ile İngiltere’de Margaret Thatcher ve Muhafazakâr Parti, ABD’de Ronald Reagan ve Cumhuriyetçi Parti iktidar oldular ve 1980’lerin başında “büyük monetarist” deney başladı. Sıkı para politikaları ve yüksek faiz uygulaması ile fiyatlar geri çekilecek, hükümetin piyasaya müdahalesi azalacak, devlet işletmeleri satılacak ve “sihirli elin” işleyişinin önündeki engeller kalkacaktı. Bu görüşü destekleyen rasyonel beklentiler teorisine uygun olarak da hükümet politikalarım bir kere belirledikten sonra ne pahasına olursa olsun bunları değiştirmeyeceğini açıklayacak, bu konuda piyasayı da ikna edecekti.
İngiltere de Monetarizm’in ilk etkisi fabrikaların hızla kapanmaya başlaması, işsizliğin 3.000.000’a yaklaşması oldu. Üstelik tüm sıkı para politikasına rağmen para miktarı azal- mıyordu. Kriz daha da derinleşti. Sonunda, 5-6 senedir herkesten daha çok Monetarizm’i savunan Thatcher 1985’te televizyona çıkıp da “ben zaten hiç bir zaman paracı olmadım.” deyince de bu görüş kıymetten düşmeye başladı.
1980’lerde muzaffer olan serbest piyasa kapitalizmi ideolojisi acaba gününü doldurdu mu?
1980’lerde muzaffer olan serbest piyasa kapitalizmi ideolojisi acaba gününü doldurdu mu, diye sorulduğunda henüz gelişmekte olan ülkelerde geçerli olduğu izlenmektedir. Bu durum ise serbest piyasa ekonomisinin önemli bir özelliğini ele verir; toplumsal muhalefetin yükseldiği ve bunu demokratik olarak ifade edebildiği yerlerde, örneğin ABD ve İngiltere’de, piyasaya güvenlerini kaybetmiş olan halk kitleleri, hükümetleri politikalarını değiştirmeye zorlamaktadır. Ancak halkın, baskıdan dolayı sesini doğru dürüst çıkaramadığı yerlerde ise Monetarizm ve serbest piyasa yaşamaya devam etmektedir. Yalnız bu ülkelerdeki uygulama hükümetlerin tercihinden çok gelişmiş ülkelerin yaptırımlarından kaynaklandığını unutmamak gerekir.
Ricardo’nun “üstünlük” kavramı hangi araştırmaların merkezinde yer aldı?
Ricardo’nun “üstünlük” kavramı uzun süre uluslararası ticaret araştırmalarının merkezinde yer aldı. Büyüyen dünya ekonomisiyle artan dünya ticareti yirminci yüzyılda teorik anlamda üstünlük kavramına dayalı açıklamaları gözden düşürdü. Günümüzde artık rekabet, yalnızca üretim ve tüketimde değil ticari faaliyetlerin (sınırlar içi ya da ötesi) nasıl işlediğini gösteren açıklamalarda da önemli yer tutar olmuştur.
Viyana Borsası’nın çöküşünü izleyen yıllar içersinde ülkeler nasıl ekonomik stratejiler uygulamıştır?
Viyana Borsası’nın çöküşünü izleyen on yıl içinde Alman Şansölyesi Otto Von Bis- mark ulusal sağlık sigortası ile zorunlu yaşlılık sigortalarını keşfetti. Yirmi yıl içerisinde Marksist sosyalistler Kıta Avrupası’ndaki başlıca ülkelerde en büyük siyasi parti oldular. ABD’de1880’lerde, hiçbir kısıtlama altında olmayan piyasalardan, kısıtlamalara doğru bir yöneliş başladı. Demir yollarını denetleyen Eyaletler arası Ticaret Komisyonu kuruldu, antitröst yasaları ile senet ve tahvilleri düzenleyen ilk eyalet yasaları çıkartıldı. 1880’lerde ABD’de iş hayatına karşı ilk belirgin hareket olan popülistler de ortaya çıktı. Popülistler, Nebraska Eyaleti’nin Lincoln şehrindeki yerel elektrik santralini başarıyla kamulaştırdılar. Bu, dünyada Viyana’dan sonra kamulaştırılan ikinci elektrik santralidir.
1968-1973 yılları arasındaki ekonomik etki alanı değişkliği ile 1973 yılındaki ekonomik etki değişikliği ile nasıl bir benzerlik görülmektedir?
1968-1973 yılları arasındaki etki alanı değişikliği, 1873 yılındaki değişikliğe çok benzemektedir. 1873’de “bırakınız yapsınlar” anlayışı noktalanırken, 1973 yılı devletin aydınlanmanın ilkelerine bağlı “ilerici” bir araç olduğu dönemi bitirdi. “Petrol şoku, dalgalanmaya bırakılan dolar ve Batı’daki yaygın öğrenci ayaklanmaları” yaşanan yüzyıldan kopmamıza neden olan önemli faktörler arasında yer aldı. Kuşkusuz sosyal devletin varlığı sloganları sürmektedir. Ancak artık bir eylem rehberi ya da itici bir güç olmaktan çıkmıştır.
Günümüzdeki dört ekonomiyi kimler yönetmektedir?
Günümüzde dört ekonomiden söz etmek mümkündür. Bunların her biri matema- tikçilerin deyimi ile “kısmen bağımlı değişken”dir. Yani birbirlerine bağımlı ama birbirle- rinin denetimi altında yer almazlar. İlk olarak Ulus ekonomisi vardır. Ancak güç giderek bölgeye doğru kaymaktadır (bölgeselleşme). Yani NAFTA, APEC, AB, Japonya çevresindeki Uzak Doğu grubu gibi. Üçüncü olarak hemen hemen özerk olan dünya para, kredi ve yatırım akışı ekonomisi bulunur. Son olarak dünyayı tek bir pazar olarak gören ulus ötesi teşebbüs ekonomisi vardır.
Bir firmanın uluslararasılaşması için temel nedenleri nelerdir?
1. Sürekli büyüme amacı | 6. Hükümetlerin müdahalesi ve sınırlamala- rından kaçınmak |
2. Yerli piyasalardaki doygunluk | 7. Müşterilere daha yakın olmak (maliyet avantajı) |
3. Yeni bir teknolojik gelişmeye uzak kalmamak | 8. İthalat vergilerinden kaçınmak |
4. Arz tedarikçilerine yakın olarak kalite ve maliyet anlamında tercih edebilir olmak | 9. Kendi ülkesindeki yabancı rekabetinden kaçınmak |
5. Arz, maliyet ve kalite anlamında emek piyasasında avantajlar yakalamak | 10. Diğer ülkelerde yer alarak pazar çeşitliliği ile genel iş yapma risklerini azaltmak |
Keynes, Post-Keynesçiler ve Neoklasiklerin ekonomik model ile günümüz ekonomik modeli arasındaki fark nasıl açıklanır?
Keynes, Post-Keynesçiler ve Neoklasiklerin hepsi de ekonomiyi, bütün makineyi bir iki değişmezin harekete geçirdiği bir modele oturttular. Bugün ihtiyaç duyduğumuz mo- del ise ekonomiyi “ekoloji”, “çevre”, “konfigürasyon” olarak ve etkileşim içindeki çeşitli alanlardan meydana gelen bir şey olarak görmek durumundadır: Birey ve firmaların, özellikle de uluslar aşırı nitelikte olanların yarattığı “mikro-ekonomi”, “ulusal devletlerin makroekonomi”si ve bir dünya ekonomisi. Önceki ekonomi kuramlarının hepsi, bu tür tek bir ekonominin tam bir denetim sağladığım varsaydılar; öbürlerinin hepsi buna bağımlıdırlar ve işlevseldirler. Neoklasiklerin marjinal fayda dünyasında birey ve firmalar, devletin makroekonomisini kontrol altında tutar. Keynesçi ve post-Keynesçi dünyalarda, daha önce belirtildiği gibi devlet para ve kredisi birey ve firmaların mikroekonomisini kontrol altında tutar. Oysa bugünkü ekonomik gerçeklik, bu üç ekonominin oluşturduğu bir gerçekliktir. Yakında da (AB örneğinde olduğu gibi) ekonomik bölge dördüncü bir yarı- bağımlı ekonomi hâline gelebilir. Yukarda belirtildiği gibi, bunların her biri kısmen bağımlı değişken olduklarından, hiçbiri öbür üçünü tam bir denetim altında tutamaz; hiçbiri öbürü tarafından tam bir denetim altında tutulamaz. Ancak hiçbiri öbürlerinden tam anlamıyla bağımsız da değildir. Bu kadar büyük bir karmaşıklık, ancak anlatılabilir, çözülemez, çünkü önceden tahmin yapma imkânı vermez.
Tamamlayıcı, Rekabetçi, Düşmanca ticaretlerin hedefleri nelerdir?
Tamamlayıcı ticaret kendine bir ortak arardı. Rekabetçi ticaret ise müşteri arıyordu. Düşmanca ticaret ise tüm sanayilere hâkim olmayı amaçlıyor. Rekabetçi ticaret savaş verirdi. Oysa düşmanca ticaret savaşı, düşmanın ordusu ve savaşma gücünü toptan yok ederek kazanma peşindedir.
Korumacılık nasıl bir ticari ilişki biçimidir?
Korumacılık, düşmanca ticarete bir cevap değil, mütekabiliyetin (karşılıklılık) olduğu bir ortamda, korumacılık yozlaşmasına yol açmayacak tek ticari ilişki biçimidir. Ancak her ülkenin öteki ülke piyasasına aynı şekilde girme hakkının olması koşuluyla bu gerçekleşebilir. Günümüzde mütekabiliyeti en etkili olarak AB; Japonya-Uzak Doğu, Kuzey Amerika gibi bölgelerde işlemektedir. Çünkü bu şekilde küçük ekonomi- ler ayakta kalmalarına yetecek kadar üretim ve satış yapmalarına olanak veren büyük pazarlara sahip olabilecekler.
Dünya ekonomisinde para ve enformasyon akışları nasıl gerçekleşir?
Dünya para akışlarının merkezi olan Londra’da bankalar arası piyasada bir günde işlem gören para miktarı, uluslararası ticaretin ve uluslararası yatırımların “reel ekonomisini” altı ay ya da hatta bir yıl süreyle finanse etmek için gerekli olandan çok daha fazladır. Aynı şekilde başlıca döviz piyasalarında yani, Londra, New York, Zürich ve Tokyo’da bir günde yapılan alışverişler, reel ekonominin uluslararası işlemlerini finanse etmek için gerekli miktarı kat kat aşmaktadır.
Enformasyon akışlarının (konferans, toplantı ve seminerler; telefon, telekonferans, faks ya da elektronik postayla yapılan telekomünikasyon; yazılımlar; dergi ve kitaplar; film ve videolar ve yeni (daha çok da elektronik) teknolojilerin sağladığı öteki iletişimlerin yarattığı ödentilerin, yayın hakları ve karların miktarı şimdilerde para akışını aşıyor olabilir. Bunlar, muhtemelen ekonomi tarihindeki hiçbir işlem kategorisinin olmadığı kadar hızlı artmaktadır.
Geleneksel portföy yatırımı nasıl tanımlanmaktadır?
Ulus aşırı para akışları, bankerlerin “portföy yatırımları” olarak adlandırdıkları şeyin, yani faiz ya da menkul kıymet getirisi gibi (genellikle kısa vadeli) finansal gelir uğruna yapılan yatırımların bir tür devamı gibi görülebilir. Ama günümüzdeki akışlar, portföy yatırımlarının hiçbir zaman olmadığı kadar büyük olmakla kalmıyor, bütünüyle özerk ve hiçbir ulusal makam ve genellikle hiçbir ulusal politika tarafından kontrol edilemez bir nitelik taşıyor. Her şeyden önce ekonomik etkileri tamamen farklıdır. Geleneksel portföy yatırımlarındaki para akışları uluslararası ekonomide istikrar sağlayıcı bir işlev görürdü. Kısa vadeli getirinin (faiz oranlarının düşük veya hisse senedi fiyatlarının ya da para kurunun aşırı değerli tutulması gibi nedenlerden) düşük olduğu ülkelerden yüksek olduğu ülkelere yönelerek bir denge sağlarlardı. Bir ülkenin finans politikasına ya da ekonomik durumuna tepki gösterirlerdi.
Anglo-Amerikan Modeli hangi ekonomik ve kültürel yapı için oluşturulmuştur?
Bu model kültürel kökenleri itibariyle Adam Smith’e ve Sanayi Devrimi’ne uzanır. Azami bireysel girişimi, asgari devlet müdahalesini, serbest ticareti, serbest piyasa ve bireysel girişimci için yüksek kazancı olduğu kadar, yüksek riski de içerir. Ulusal ekonomik kalkınmayı, planlamayı veya sanayi stratejilerini rekabete aykırı, bireysel ve piyasa Özgürlüklerine karşı girişimler olarak değerlendirir. Bu modelin 1980’li yıllardaki temsilcileri “zenginlerin vergilerini düşürelim ki yoksulun durumu düzelsin” anlayışında olan Reagan ve Thatcher’di.
Ren Tipi Kapitalizm hangi ülkeler tarafından üretilmiş bir yapıdır?
Esas olarak Kıta Avrupası’nda gelişmiş olan kapitalizmin bu türünün en önemli özelliğini oluşturan sosyal piyasa felsefesi, köklerini Alman sosyal demokrasisinde ve savaş sonrası ekonominin yeniden inşa dönemindeki merkezî yönelimde bulur.
Bu, Amerikan ve Japonya türleri arasındaki bir orta yoldur. Bireysel girişim özgürlü- ğünün yanı sıra, serbest ve liberal bir piyasaya da sahiptir. Ancak bu model ulusal ve uzun vadeli gelişme stratejileri üzerinde şekillenen makroekonomik müdahaleleri de içerir.
Kapitalizmin bu türü Avrupa’da çoğunluk tarafından benimsenen ve piyasa mekaniz- malarını zayıflatmayan bir politik çerçevede uygulandı. Özellikle işçi sınıflarının dayanış- masıyla hastalık sigortasından, iş güvencesine ve işsizlerin korunmasına kadar uzanan, emeklilik haklarını ve sosyal konulan da kapsayan bir yapı oluşturuldu.