Genel Dilbilim 2 Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Sözcük Anlambilimi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Anlam konusu ele alındığında dilbilim ile diğer hangi disiplinlerin ilişkilendirilmesi mümkündür?
Anlam söz konusu olduğunda dilbilim çalışmalarıyla felsefe, mantık ve hatta matematik çalışmalarının birbirinden ayrılması neredeyse olanaksızdır.
Dilbilimsel açıdan anlam konusu nasıl ele alınmalıdır?
Anlam için felsefik, psikolojik veya sosyolojik temellere dayanan farklı tanımlar verilebilirse de burada anlamı bir tanım üzerinden düşünmek yerine anlamın dilbilimsel bir bakış açısıyla nasıl ele alınacağı sorunu üzerine yoğunlaşılacaktır. Temel başlangıç noktamız, anlamın anadili konuşucularının doğal bir bilgisi olduğunu benimsemek ve oradan hareketle bu bilginin doğasını anlamaya çalışmak olacaktır.
Anlam hakkında ne biliriz?
Bu soruya dilbilimciler genel hatlarıyla şöyle yaklaşmaktadırlar:
I. Anadili konuşucuları sözcüklerin anlamlı olup olmadığını bilirler. Türkçeyi anadili olarak konuşanlar, örneğin [u], [m], [u] ve [t] seslerinden oluşan ses dizisinin Türkçede anlam taşıyan bir birim olduğunu, yani Türkçenin bir sözcüğü olduğunu (‘umut’), ancak [u], [b], [u] ve [t] seslerinden oluşan ses dizisinin (‘ubut’), yani Türkçenin bir sözcüğü olmadığını bilirler.
II. Anadili konuşucuları tümcelerin anlamlı olup olmadığını bilirler. Örneğin, Türkçede ‘kadın havuzda yüzdü’ gibi bir tümcenin hemen erişilebilir nitelikte bir anlamı olduğunu ancak ‘metafor karanlıkta çiçek açar’ gibi bir tümcenin hemen erişilebilir nitelikte bir anlamı olmadığını bilirler.
III. Anadili konuşucuları bir sözcüğün birden fazla anlam taşıyabileceğine ilişkin sezgilere sahip olabildiği gibi bir tümcenin birden fazla anlamı olabileceğini de bilirler.
IV. Anadili konuşucuları iki ayrı sözcüğün tek bir anlamı yansıtabileceğini ya da birbirinden farklı şekilde yapılandırılmış iki tümcenin aynı anlamda olabileceğini bilirler.
V. Anadili konuşucuları sözcüklerin anlamsal karşıtlık taşıyıp taşımadığını bildikleri gibi tümcelerin de anlamsal karşıtlık ilişkisi içinde olup olmadığına dair sezgilere sahiptirler.
VI. Anadili konuşucuları gözlemlenebilir dünyada var olmayan nesneleri barındıran tümceleri de anlama yetisine sahiptir.
Anlambulanıklığı nedir?
a. Pelin, bilim felsefesi konusundaki kitaplarıyla tanınan yazarın danışmanını aradı. b. Bu toplantılarda muhakkak herkes birini eleştirir.
(a) tümcesinde Pelin’in aradığı kişinin bilim felsefesi konusundaki kitaplarıyla tanınan yazar mı yoksa söz konusu yazarın danışmanı mı olduğu konusunda bir belirsizlik bulunmaktadır. (b)’deki tümcede ise toplantıya katılanların tamamının eleştirdiği tek bir kişi mi var (diğer bir deyişle, her toplantıda muhakkak bir kişi ‘günah keçisi’ olarak mı belirleniyor) yoksa herbir katılımcı farklı bir kişiyi mi eleştiriyor belirsizliği mevcuttur.
Bu ve benzeri örnekler dilbilimde genellikle anlambulanıklığı (ambiguity) başlığı altında ele alınır. Bu tür anlambulanıklıkları tüm doğal dillerde yaygın bir biçimde bulunur. Anadili konuşucuları bu tür çok anlamlı tümceleri doğru koşullarda ilgili anlamla sorunsuz bir biçimde eşleştirebilirler. Yani anlambulanıklığını anlayabilme de anadili konuşucularının anlama ilişkin bilgileri sayesindedir.
Sözcük nedir?
Sözcüğün ne olduğu, nasıl tanımlanacağı konusu dilbilimin farklı alt alanlarınca farklı biçimlerde ele alınmıştır ve genel olarak yanıtlanması çok zor bir soru olarak kabul edilmiştir. Anadili konuşucularının ‘sözcük’ diye bir birimi tanıyor olduğu gerçeği gözardı edilemez bir gerçektir ve bu bize söz konusu dilsel birimin psikolojik bir gerçekliği olduğunu da söyler. Diğer yandan, konu, sözcüğü belirleyecek dilsel ölçütlerin neler olduğunu betimlemeye geldiğinde, düşünülenin çok ötesinde karmaşık bir sorunla karşı karşıya kalırız çünkü sözcük biçimbilimsel, sözdizimsel veya anlambilimsel ölçütlerle farklı biçimlerde tanımlanabilir.
Gönderimsellik kuramına göre bir sözcüğün anlamı neye karşılık gelmektedir?
Gönderimsellik kuramına göre bir sözcüğün anlamı, en basit biçimiyle, onun dünyadaki karşılığıdır. Diğer bir deyişle, bir sözcüğün anlamı onun dış dünyada gönderim yaptığı şey, yani onun göndergesidir. Buna tipik bir örnek olarak özel adları vermek mümkündür. Her özel ad dünya gerçekliğinde varolan biricik ve tek bir ‘şey’e (varlık, nesne) göndermede bulunur. Albert Einstein dediğimizde aklımıza gelen ünlü kuramsal fizikçi, Görelilik Kuramını ortaya atan kişi Albert Einstein’dır. Öte yandan dünya üzerinde Albert Einstein adını taşıyan başka bireyler de yaşamış olabilir ya da yaşamaktadır ancak bu diğer ‘Albert Einstein’ları, kuramsal fizikçi olan ‘Albert Einstein’dan daha az biricik ve tek yapmaz; aynı adı taşısalar da Albert Einstein özel adını taşıyan her bir birey dünya üzerinde eşi olmayan bir bireyi temsil etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, ‘Albert Einstein’ adını taşıyan farklı göndergelerden söz edebiliriz ancak yine de bu kuramda ‘Albert Einstein’ özel adının anlamı gönderimde bulunduğu ‘Albert Einstein’ adını taşıyan bireyin kendisi olarak kabul edilmektir.
İçsellik kuramına göre anlam neyi ifade etmektedir?
İçsellik kuramı, en basit biçimiyle, anlamın insan zihninin bir ürünü olduğunu ve bu açıdan kavram ya da düşüncelerle bir tutulabileceğini savunur. Aristo’nun (MÖ 384-322) On Interpretation adlı kitabında söylediği ‘sözcüklerin, zihinsel deneyimlerin simgesi’ olduğuna ilişkin düşüncelerine kadar geri götürülebilecek bu yaklaşım John Locke’ın 17. yüzyılda ve Noam Chomsky’nin 20. yüzyılda farklı biçimlerde ortaya koyduğu öznelci (subjectivist) felsefede kendine yer bulur. Locke’a göre “sözcükler temel anlamlarıyla onları kullananların zihinlerinden başka bir yerde bulunamazlar.”. Chomsky’nin dil kuramında yine öznelci felsefenin ilkeleriyle uyumlu olarak dil psikolojik, yani insan zihninin/beyninin ürünü olan bir yeti olarak kabul edilir. Chomsky’ye göre bir sözcüğün anlamı sözcüğün kendisinden bağımsız bir şey değildir ve ne sözcük ne de anlamı insan zihninin dışında var olabilir.
Gösterge kuramını kısaca açıklayınız.
İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure Genel Dilbilim Dersleri (Cours de Linguistique Generale) adlı kitabında dili bir göstergeler dizgesi/sistemi olarak belirledikten sonra göstergeyi zihindeki bir kavram (= gösterilen) ve onunla eşleşen bir ses imgesinden (= gösteren) oluşan bir birlik olarak tanımlamıştır. Saussure’ün kavram/gösterilen ile kastettiği, dış gerçeklikte gönderimde bulunulan bir nesnenin (= gönderge) anadili konuşucusunun zihninde oluşturduğu bir tasarım ya da imgeden başka bir şey değildir. Ses imgesi/gösteren ise yine anadili konuşucusunun zihninde, ilgili kavram her canlandığında oluşan bir imgeye işaret eder. Saussure’ün ses imgesi ile kastettiği, bir göstergenin dışavurumunu, iletişimsel ortamlarda kullanımını olanaklı kılan fiziksel seslere dayanan biçim değildir. Saussure’e göre, aynen gösterilenin göndergenin kendisi olmadığı ve onun zihindeki bir tasarımı, imgesi olduğu gibi, gösteren de fiziksel anlamda bir göstereni oluşturan ses dizisinin zihindeki tasarımına, imgesine işaret eder. Saussure’e göre, gösterilenle gösteren arasındaki bu ilişki koparılamaz türde bir ilişkidir ve dil göstergelerinin temel bir özelliğini oluşturur:
Saussure'e göre, göstergenin nedensizliği kavramı nedir?
Saussure’ün dil kuramının temelinde olan göstergeye ilişkin birkaç temel kavramdan söz etmekte yarar vardır. Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi göstergenin nedensizliği kavramıdır. Saussure’e göre, gösteren ve gösterilen arasındaki bağlantı tümüyle rastlantısaldır. Gösterilen (elma nesnesi), doğanın veya fiziksel dünyanın bir dayatmasıyla elma ses dizisi (göstereni) ile bağlantılı duruma gelmemiştir. Gösterilen ile gösteren arasındaki ilişki bir dilin anadili konuşucularının örtük uzlaşımının bir sonucudur. Saussure’ün yaklaşımında anlam daha çok değer kavramı ile ilintilidir ve bu açıdan, herhangi bir gösterge, değerini içinde bulunduğu sistemdeki diğer göstergelerle kurduğu ilişkilerden alır. Saussure göre ‘‘Dil, bütün öğeleri dayanışık, birinin değeri yalnızca öbürlerinin de süremdeş varlığından doğan bir dizgedir.’’ (1985: 124).
Anlamsal ağlar kuramını kısaca açıklayınız.
Aristo’dan davranışçı psikologlara kadar anlamla ilgilenen pek çok düşünce akımı sözcük anlamını sözcüğün çağrışımlarıyla (association) ilişkilendirmiştir. Davranışçılık akımında, örneğin, ‘kedi’ sözcüğünün anlamı ‘kedi’ sözcüğünün çağrıştırdığı herşeyin - tüm diğer sözcüklerin - bir toplamıdır. Diğer bir deyişle, ‘kedi’ sözcüğü anlamını bir çağrışımlar ağından alır. Buna göre, ‘kedi’ sözcüğünün anlamı örneğin ‘dört ayaklı’, ‘tüylü’, ‘miyavlar’ gibi çağrışımların bir kümesidir. Anlamsal ağ kuramı, genel anlamıyla sözcüklerin çağrışımlarının bir küme oluşturduğunu kabul etmekle birlikte, önceki yaklaşımlarda çağrışımsal ağların bir yapı barındırmamasını, yani sözcükler arasında bir ilişki kodlaması yapılmıyor olmasını eleştirir. Klasik çağrışımsal ağ yaklaşımları bir ilişki kodlaması yapsa da bu bağlantı/çağrışım kodlaması daha çok sözcüklerin birlikte gerçekleşme sıklıklarını öne çıkarır. Anlamsal ağ kuramlarının sonraki versiyonlarında ise bağlantılar birlikte gerçekleşme sıklıklarının ötesinde bir rol üstlenirler ve bağlantıların kendisi bir anlam değeri taşıyacak biçimde organize edilir.
Anlamsal özellikler kuramını kısaca açıklayınız.
Bu yaklaşımın temelinde sözcük anlamının daha basit anlamların birleşimi yoluyla oluşturulduğu iddiası yatar. Daha ‘basit’ anlamların neler olduğunu anlamak üzere sözcüklerin anlamsal özelliklerini belirleriz. Anlamsal özellikler, bir sözcüğün kullanımsal uygunluk taşıyabilmesi için yerine getirilmesi gereken koşulları belirler. Bir sözcüğü oluşturan daha küçük anlamlı birimleri belirlemek için o sözcüğü anlamsal olarak bir ayrıştırma ya da çözümlemeye tabi tutmak gerekir. Bu da sözcüklerin daha küçük anlamlı birimlerden oluştuğu savının doğruluğunu varsaymamızı gerektirir. Örneğin, tavuk, horoz, inek, boğa gibi sözcükler ‘hayvan’ başlığı altında toplayabileceğimiz ortak bir anlam taşır. Daha teknik bir dille, tüm bu sözcüklerin ortak anlamsal özelliğinin HAYVAN olduğunu söyleyelim. Ortak HAYVAN özelliğinden başka mesela tavuk ve inek sözcüklerinin DİŞİL anlamsal özelliği açısından ortak oldukları ve horoz ve boğa sözcüklerinin de ERİL anlamsal özelliği açısından ortak oldukları söylenebilir. Örneğin, SIĞIR (inek ve boğanın ait olduğu tür) gibi bir özelliği listeye eklediğimizde, SIĞIR ve DİŞİL özellikleri inek sözcüğünün anlamsal bileşenlerini oluşturuyor olarak kabul edilecektir.
Zihin sözlüğü kavramını açıklayınız.
Her anadili konuşucusunun belleğindeki sözcük envanteri bir diğerininkinden farklıdır. Kitabımızda, her bir anadili konuşucusunda var olan bu sözcük deposuna zihin sözlüğü adı verildi (bkz. GD I, 2. Bölüm). Dikkat edilirse, zihin sözlüğü bireysel bir olgunun adıdır. Her Türkçe konuşucusunun zihin sözlüğünde çok sayıda benzer sözcük yer almakla birlikte, yine aynı konuşucuların zihin sözlüklerinin kendine özgü olmasını sağlayanın kendi zihin sözlüklerinde çok sayıda farklı sözcüğün yer alması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu açıdan bakıldığında, Türkçenin sözvarlığı dediğimizde, aslında kastettiğimiz, idealize edilmiş soyut bir bilgi yüküdür, çünkü Türkçenin sözvarlığı tek tek bireylerin sözcük envanterlerinin ötesinde çok büyük bir sözcük listesine işaret eder. Bu öyle bir bilgi yüküdür ki yalnızca belli konuşucuların bildiği (teknik) terimleri, jargonları ve argo sözcükleri de içine alır ve tüm bunları zihninde depolayan bir konuşucu bulmak ilke olarak olanaksızdır. Bu söylenenler ışığında, zihin sözlüğünün bir dilin ideal sözvarlığının bir alt kümesi olduğu söylenebilir.
Biçimbirim nedir?
En basit tanımıyla biçimbirimin dildeki anlamlı en küçük birim olduğunu kabul ediyoruz. Başka bir tanımlamayla, biçimbirimlerin ses – anlam eşleşmesi sergileyen en küçük birimler olduğu söylenebilir. Bu tanımlamalar bize örneğin kitabevi gibi bir sözcüğün anlamlı birimlerinin, yani biçimbirimlerinin bulunabilmesi için, seslemlerine ayrıştırılmış biçiminden farklı bir ayrıştırmaya tabi tutulması gerektiğini söyler. Kitabevi biçimbirimi/sözcüğü dört seslemden oluşur: <ki> <ta> <be> <vi>. Dikkat edileceği gibi seslemler anlamlı birimler değillerdir ancak yine de anadili konuşucularının seslemlerin ne olduğuna ilişkin sezgileri bulunmaktadır. Diğer yandan, kitabevi sözcüğü [kitap] – [ev] – [i] gibi üç ayrı anlamlı birimden, yani biçimbirimden oluşmuştur.
Bir dilde yeni sözcük üretme yollarını açıklayınız.
Her dilde yeni sözcük yaratmaya dönük çok sayıda yol bulunur. Bunların bir kısmı bileşik yaratma işlemini de kapsayan çok sayıda biçimbilimsel türetim sürecini barındırır (bkz. GD1, Bölüm 2/3), ancak yeni sözcük yaratma süreçleri zorunlu olarak biçimbilimsel türetim süreçleri başlığı altında toplanabilecek süreçlerle sınırlı değildir. Örneğin:
i. Dilin bağımlı ve bağımsız biçimbirimlerine dayanmadan yaratılan tümüyle yeni sözcükler,
ii. alfabetik kısaltmalar (TDK, AYM vb.),
iii. baş harflere dayanan kısaltmalar (İngilizcede radar sözcüğü, radio detecting and ranging sözcüklerinin baş harfleri),
iv. özel adların genel adlara dönüştürülmesi (bir kağıt mendil markası olarak ‘Selpak’ın genel olarak kağıt mendili anlatır duruma gelmesi),
v. ödünçleme diye adlandırılan, başka dillerden sözcüklerin alınıp bir (sesbilimsel) yerlileştirme sürecinden geçerek kullanılması durumu ya da yine başka bir dilden bir sözcüğün ya da öbeğin tam çevirisinin yapılması yoluyla ödünçlenmesi de birer sözcük yaratma yoludur. İlk tür ödünçlemeye birkaç örnek vermek gerekirse:
a. Fr. abajur < ‘abat-jour’ İng. frikik < ‘free-kick’
gazoz < ‘gazeuse’ tişört < ‘T-shirt’
gişe < ‘guichet’ miting < ‘meeting’
Çeviri yoluyla dile girmiş ödünçlemelere ise şu sözcükler örnek olarak verilebilir:
b. Fr. gerçeküstücülük < surre´alisme İng. morötesi < ‘ultraviolet’
eşcinsel < homosexuel kızılötesi < ‘infrared’
c. Ar. insanüstü < fevkalbeşer
Çok anlamlılık kavramının dillere sağladığı avantaj nedir?
Daha büyük bir tartışmanın konusu olmakla birlikte sanıyoruz ki bu konuda en azından şunu söylemek yanlış olmayacaktır: Çokanlamlılık, diğer potansiyel başka avantajlarının yanında, doğal dillere en azından bir açıdan önemli bir avantaj sağlar ki o da tek bir ses dizisinin birden fazla kavramı/ anlamı aktarabilmesinin, ses dizilerinin sayısal artışına bir sınırlılık getirmesidir. Yani doğal diller, kavramları birbirleriyle ilişkilendirip tek bir ses dizisi altında toplamayı, herbir kavram için başka ses dizileri belirlemeye tercih ediyor gibi görünmektedir. Burada sunulan düşüncenin geçerliliği konusu tartışılabilir ancak, bilişsel/zihinsel gerekçeleri ne olursa olsun, insan dillerinde sözcüklerin temel anlamlarının ötesinde anlamlar kazandıkları ve bunun tüm dünya dillerine özgü bir gerçeklik taşıdığı tartışma götürmez.
Tasarım kavramı anlambilim açısından ne anlama gelmektedir?
Tasarım ya da imgelerden kastedilen aslında çağrışım alanı adı da verilen, her sözcüğün çağrıştırdığı diğer imgelerin, kavramların oluşturduğu kümedir (bkz. Aksan, 1997)). Çağrışımlar zorunlu olarak iki sözcüğün bir anlamsal ilişki kurduğu durumlarda ortaya çıkacak diye bir kural yoktur. Örneğin, ‘hemşire’ sözcüğünün ‘doktor’ sözcüğünü çağrıştırdığı söylenebilirse de ‘hemşire’ sözcüğünün anlamının ‘doktor’ sözcüğünün anlamı ile doğrudan bir bağlantısı yoktur. Aynı durum ‘köpek’ ve ‘tasma’ sözcükleri için de geçerlidir. ‘Tasma’ sözcüğü ‘köpek’ sözcüğünü çağrıştırabilir ama bu, örneğin ‘tasma’ sözcüğünün anlamsal özelliklerinin bir listesini oluşturmaya kalksak içinde ‘köpek’ kavramının/sözcüğünün geçmesini zorunlu kılmaz. Dahası, bir sözcüğün çağrışım alanında yer alabilmek için o sözcükle eşanlamlı ya da karşıt anlamlı olmak da gerekmez.
Benzetme nedir?
Niteliği anlatılmak istenen bir nesnenin ya da bir özelliği anlatılmak istenen bir eylemin başka bir nesne ya da eylemle olan benzerliklerine dayanılarak anlatılmasıdır benzetme. Aşağıdaki örnekleri inceleyelim:
- çakı gibi, aslan gibi, tığ gibi
- peri gibi, bebek gibi, gül gibi
- fitil gibi, dut gibi, bulut gibi
- sakız gibi, kaymak gibi, süt gibi
Yukarıda örneklenen türde benzetmeler dört bileşenden oluşur (bkz. Aksan):
(i) Benzetmeye konu olan nesne, varlık, benzetilen,
(ii) benzeyen,
(iii) Benzetme yönü,
(iv) Benzetme ilgeci.
Bu bileşenlerin ne anlama geldiğini aşağıdaki iki benzetme örneğine uygulayalım:
- çakı gibi sporcu
- dağ gibi adam
benzetilen benzetme ilgeci benzeyen
Eğretileme nedir?
Benzetmelerin eğretilemelerin ilk aşaması olarak değerlendirildiğini söylemiştik. Aşağıda daha ayrıntılı olarak değineceğimiz gibi, eğretilemeler de benzetmeler gibi iki anlamsal alanın birbiriyle ilişkilendirilmesi sürecini barındırır, ancak eğretilemelerde benzetme ilgeci kullanımdan tümüyle düşer ve dolayısıyla benzetmeyi teşhis etmemizi sağlayan biçimbirim artık yoktur. Söz konusu biçimbirimin yokluğu eğretileme adını verdiğimiz örnekleri yaratır ve bu da kendisine anlamsal aktarım yapılan sözcüğün çokanlamlılık kazanması sürecini başlatır. Zehir gibi (acı) biber, limon gibi (ekşi) erik, pamuk gibi (yumuşak) yatak türündeki benzetme örnekleri özellikle benzetme ilgecinin düşmesiyle biber, acılık özelliğini ‘zehir’ sözcüğü ile, erik, ekşilik özelliğini ‘limon’ sözcüğü ile, yatak, yumuşaklık özelliğini ‘pamuk’ sözcüğü ile anlatır duruma gelebilir. Örneğin, biber ya da erik yedikten sonra bir kişi ‘‘Zehir/limon bu yahu!’’ diyebilir. Yeni aldığı yatağı denemek üzere üstüne yatan kişi sadece ‘pamuk!’ diyerek yatağın yumuşaklığını anlatabilir.
Ad aktarması nedir?
Eğretilemelerden ayrı olarak değerlendirilen bir diğer aktarım türü ad aktarmalarıdır (İng. metonymy). Ad aktarmaları genel olarak herhangi bir kavramın, olgu ya da olayın anlatımını doğrudan araçlarla gerçekleştirmek yerine ilişkili oldukları başka kavram, olgu ya da olaylardan yararlanma yoluna başvurur. Aksan (1998:121-122) ‘ölüm’ kavramını/’ölmek’ eylemini anlatmak üzere Türkçede kullanılan şu ad aktarması örneklerini sunar:
can vermek-gözlerini yummak-vadesi yetmek-namazı kılınmak
Eşadlılık nedir?
Eşadlılık, aynı ses dizisinin (/ses imgesinin) birden fazla anlam taşıması durumuna işaret eder. Bu nedenle, ilk bakışta eşadlılığın çokanlamlılıkla aynı türde bir durumu anlattığı düşünülebilir. Bu ikisinin birbirinden farklı durumları kodladığını düşünmemizi güdüleyen temel ölçüt farklı anlamlarla ilişki kurma biçimlerini ilgilendirir. Çokanlamlılık durumlarında aynı ses dizisinin aktardığı anlamların birbiriyle ilişkili olduğunu kabul ediyoruz. Eşadlılık örneklerinde ise farklı anlamların birbirinden türediği ya da birbiriyle ilişkili olduğu düşünülmez.