aofsoru.com

Türkiye´de Demokrasi Ve Parlemento Tarihi Dersi 2. Ünite Özet

İmparatorluktan Milli Devlete Geçiş Sürecinde Demokratik Gelişmeler

İmparatorluğu Çöküşten Kurtarma Çabaları: Zoraki Yenileşme Dönemi

III. Selim Dönemi ve Nizam-ı Cedid

XVIII. yüzyıldan itibaren Batı’nın üstünlüğünü kabul eden Osmanlı Devleti, aradaki farkı kapatmak için ıslahatlar yapılmasını zorunlu gördü. Daha gerçekçi bir dış politika yürütmek amacıyla Osmanlı Devleti’nde çağdaşlaşma hareketi hızlandı. Ancak bu yenileşme hareketleri III. Selim’in padişah olmasına kadar programlı bir hale gelemedi. III. Selim iyi yetişmiş ve ileri görüşlü bir padişahtı. Devletin kötü gidişini durdurmak için devrinin ileri gelen âlimlerine ve yabancı uzmanlara raporlar (layihalar) hazırlattı. Raporlar ışığında yapılan düzenlemelere Nizam-ı Cedid adı verildi. Askeri ve meşveret (danışma) usulünün kurumsallaştırılması ilk aşamada yapılan yeniliklerdir.

II. Mahmut Dönemi ve Sened-i İttifak

Nizam-ı Cedid’e karşı, Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde bir isyan başlatıldı. Asiler IV. Mustafa’yı Padişah yaptılar. Padişah IV. Mustafa tahtını korumak için III. Selim’i öldürttü. Sultan Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa tarafından tahtan indirildi. II. Mahmut padişah yapıldı.

7 Ekim 1808’de Alemdar Mustafa Paşa’nın liderliğindeki âyanlarla padişah arasında Sened-i İttifak adlı bir belge imzalandı. Sened-i İttifak Osmanlı tarihinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ilk örneklerinden biri oldu. Sened-i İttifak monarşinin meşrutiyete doğru gelişmesi, biçimsel anlamda da olsa kişisel yönetime karşı halk egemenliğine doğru gelişmenin kapısını aralayan belge olarak tanımlandı. II. Mahmut, III. Selim ile başlayan reformları geliştirerek sürdürdü. Önce merkezi otoriteyi güçlendirmeye yöneldi. 1826’da Yeniçeri Ocağını kaldırarak, yerine Asâkir-i Mansure-yi Muhammediye adlı modern bir ordu kurdu. Devletin işleyişinde de önemli reformlara imza attı. Avrupa kabine sistemine uygun bir bakanlar kurulu oluşturuluyor ve merkezi otorite güçlendiriliyordu. Meclis-i Vükelâ olarak adlandırılan bu kurul devletin en yüksek yasama ve yürütme organı idi. II. Mahmut dönemine damgasını vuran önemli bir başka gelişme de sürekli danışma ve karar alma organlarının (meclis) kurulmasıdır. Bu meclisler ile hukuk devleti mekanizmasının kurulmasına doğru bir adım atılırken, Tanzimat Dönemi’nin alt yapısı da hazırlandı.

Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve Tanzimat Dönemi

II. Mahmut’un ölümüyle tahta geçen Abdülmecit, 3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladığı Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu (Tanzimat Fermanı) ilan etti. Osmanlı Devleti, kanunların temelini can, mal ve ırz korunmasına dayandıran ferman ile yurttaşlarına can güvencesi vererek hukuk devleti olma yolunda önemli bir adım atıyordu. Bu nedenle ferman, anayasal sürecin önemli aşamalarından biri olarak değerlendirildi. Ferman, aynı zamanda parlamenter sisteme yönelişin habercisi olması bakımından da önemliydi. Tanzimat Fermanı, Sened-i İttifak gibi kâğıt üzerinde kalmadı. Uygulamaya kondu. Tanzimat Dönemi’nin demokratik gelişme açısından en önemli katkılarından biri halkın seçimle tanışmasıdır.

Genel seçim yolunda atılan bir diğer adım ise 1864 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesi ile oldu. Meclis üyelerinin seçimle işbaşına gelmesi yöntemi benimsendi. 1868 yılında genel yönetim esaslarını belirleyecek, kanun ve tüzükleri inceleyerek alınması gereken önlemleri tavsiye edecek Şurâ-yı Devlet kuruldu. 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi, 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu ve 1878 tarihli Dersaadet ve Vilayât-ı Belediye Kanunu ile sağlandı.

Osmanlı Devleti’nde Anayasal Düzenin Kurulması ve Kurumsallaşması

Hazırlık Dönemi: Yeni Osmanlılar ve Örgütlü Muhalefetin Başlaması

Osmanlı Devleti’nde ilk ve etkin muhalefet örgütü 1865’te kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’dir. Yeni Osmanlılar, halkın eğitilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Parlamenter ve anayasal bir rejim olan meşrutiyetle ülkenin kalkınabileceğini düşünüyorlardı. Eğitim aracı olarak Batıda olduğu gibi gazeteyi tercih ettiler ve gazete çıkarmaya başladılar. Geleneksel Osmanlı iktidarını değiştirmeyi hedef alan Yeni Osmanlılar, meşrutiyet ve hürriyet taleplerinde; Padişah tarafından atanmış, mevcut rejimi savunan devlet adamlarının çoğundan ve toplumdan yeterli desteği alamadılar. Yurtdışına kaçanlar Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde muhalefetlerini sürdürdüler. 30 Mayıs 1876 tarihinde V. Murat tahta geçirildi. Üç ay kadar sonra bazı ruhî rahatsızlıkları görülen Sultan V. Murat tahtan indirildi. Yerine meşrutiyet ve anayasanın ilanı konusunda Mithat Paşa ile anlaşan Şehzade Abdülhamit tahta geçirildi.

I. Meşrutiyet ve Parlamentolu Yönetimin Kurulması

II. Abdülhamit’in tahta çıktığı günlerde ülke içte ve dışta büyük çalkantılar yaşıyordu. II. Abdülhamit aydınlar üzerinde büyük ağırlığı olan Mithat Paşa’yı istemese de sadarete getirmişti. Bu gelişmeler anayasalı düzene giden süreci hızlandırdı. 16 Temmuz 1876’da hükümet üyeleri, ulema, üst düzey bürokrat ve askerlerden oluşan 200 kişinin katılımıyla bir Meclis-i Umumi toplandı. Bu toplantıda çeşitli ülke sorunlarının yanında Kanun-ı Esasi (Anayasa) konusu da tartışıldı. Kanun-ı Esasi, padişah tarafından Hatt-ı Hümayun şeklinde ilan edildi. On iki kısımdan oluşan, üslup ve ifade bakımından sade ve açık olan Kanun-ı Esasi modern anayasa tekniğine uygundu. Kanun-ı Esasi’nin 113. Maddesine göre padişah güvenlik kuvvetleri tarafından yapılan araştırma neticesinde; güvenliği bozdukları tespit edilenleri sürgün etme hakkına da sahipti.

İlk Osmanlı parlamentosu Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan olmak üzere iki meclisten oluşuyordu. Bu iki meclis birlikte toplandıklarında Meclis-i Umumi oluşuyordu. 1876 Kanun-ı Esasisi ile Osmanlı Devleti’nde mutlak hükümdarlık dönemi şeklen de olsa kapandı. Güçler ayrılığı ilkesi benimsenmediğinden padişahın yetkileri azalmamıştı. Parlamento olmasına karşın padişah yasama ve yürütme yetkilerini kullanmayı sürdürecekti. Yani devletin geleneksel yapısı korunmuştu. Mebusların kanun teklif etme hakları yoktu. 1876 Kanun-ı Esasi ile kurulan düzen parlamentolu bir yönetim olmaktan öteye gidememiş, parlamenter sistem kurulamamıştı.1876 Kanun-ı Esasisi vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini tanıyordu. Fakat vatandaşların toplanma ve gösteri yapma hakkı yoktu.

Meclis-i Mebusan’ın Toplanması ve Çalışmaları

Kanun-ı Esasi iki dereceli seçim öngörüyordu. MeclisMebusan’ı oluşturacak 130 mebus büyüklükleri ve nüfusları dikkate alınarak bölgelere paylaştırıldı. 1876 Kanun-ı Esasi gereği seçimler yapıldı. Ancak, zaman yetersizliği sebebiyle seçimler tamamlanmadan Meclis açıldı. İlk Osmanlı parlamentosu 19 Mart 1877’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı. Meclis, 28 Haziran 1877’de ilk dönemini tamamladı. Meclisin ikinci dönemi 13 Aralık 1877’de başladı. Meclis-i Mebusan cesur bir tavır sergileyerek büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda çeşitli tavizler vermesi yönündeki isteklerini reddetti. Rusya 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Osmanlı Devleti, Balkanlardaki toprakların büyük bir kısmını kaybetti. Sultan II. Abdülhamit bu şartlarda meclisin çalışmalarının yararlı olmayacağını gerekçe göstererek 13 Şubat 1878’de meclisi süresiz tatil etti.

İstibdat Dönemi ve Muhalefet

II. Abdülhamit’in otuz yıl sürecek olan istibdat (baskı) yönetimi; hafiyelik, sansür ve basın özgürlüğünün kısıtlanması üzerine içerden ve dışarıdan birçok baskıyla karşılaştı. Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti 1895’ten itibaren faaliyetlerini hızlandırarak yurt dışı ve yurt içinde birçok şube açtı. Cemiyet, bu çatışmalara son vermek için 1902 senesinde Paris’te bir kongre düzenledi. Bu kongrede Prens Sabahattin grubu, Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet programını ileri sürdü. Meşrutiyetin yeniden ilanı için yabancı müdahalesini savundu. Bu görüş ayrılığı nedeniyle cemiyet ikiye bölündü. Selanik’te askerlerin kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Mustafa Kemal’in Şam’da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Ahmed Rıza grubunu desteklemesi ile Kanun-ı Esasi’nin yeniden ilanını sağlayacak süreç hızlandı.

II. Meşrutiyet ve Parlamenter Sisteme Geçiş

Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden II. Meşrutiyet’e

II. Abdülhamit yöntemine karşı mücadele eden cemiyetlerin birçoğu 27 Aralık 1907’de Paris’te bir kongre düzenledi. Üç gün süren kongrede II. Abdülhamit’in tahttan inmeye zorlanması ve meşrutiyetin yeniden ilanı yönünde karar alındı. Meşrutiyetin yeniden ilanı yönündeki baskılara direnemeyen Sultan II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908’de meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. II. Meşrutiyet’in ilanıyla Kanun-ı Esasi tekrar yürürlüğe kondu. Artık İttihat ve Terakki adı da hürriyet, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri ile bütünleşti. Meşrutiyet ile İttihat ve Terakki Cemiyeti daha ilk günlerden tepki çekmeye başladı. Girit, Bosna-Hersek gibi toprak kayıpları da buna eklenince huzursuzluklar arttı. Meşrutiyet’e muhalefeti ile tanınan gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesinden İttihatçılar sorumlu tutulurken, suikast, muhalif grupların İttihat ve Terakki’ye karşı birleşmelerine neden oldu. Bu ortamda Meşrutiyetin ilanında önemli payı olan Selanik’teki Üçüncü Ordu İstanbul’daki isyanı bastırmaya karar verdi. Genç Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal de Hareket Ordusu’nda görevliydi. 22 Nisan’da Üçüncü Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa Hareket Ordusu’nun başına geçti. Hareket Ordusu 24 Nisan’da İstanbul’a girdi, ayaklanmayı bastırdı. İsyana göz yumduğu gerekçesiyle Sultan II. Abdülhamit tahttan indirilerek yerine Sultan Mehmet Reşat getirildi. II. Abdülhamit, Selanik’e sürgüne gönderildi. İktidar üzerinde dolaylı bir denetim kurduktan sonra padişaha geniş yetkiler veren 1876 Kanun-ı Esasi ile meşruti yönetimin sürdürülemeyeceğini anladılar. II. Meşrutiyet Meclisi 21 Ağustos 1909’da anayasa değişiklerini kabul etti. Özgürlüğün, örgütlenmenin, milli egemenliğin, bireysel hak ve hukuk kavramlarının uygulama alanı bulduğu, parlamenter rejime geçişin yaşandığı bu dönem, Türk demokrasi tarihine önemli katkılar yaptı. Bu durum hem Cemiyet içinde, hem de Cemiyet dışında İttihatçılara karşı muhalefetin gelişmesine neden oldu. İttihat ve Terakki’ye karşı orduda da muhalif bir grup ortaya çıktı. Kendilerine Halaskâr Zabitan adını veren subaylar iktidarın uygulamalarına karşı direnişe geçti. İttihat ve Terakki, hemen harekete geçti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın hazırlanmasına fırsat vermeden bir erken seçim kararı aldı. Padişah V. Mehmet Reşat 18 Ocak 1912’de Meclis’i feshetti. Böylece tarihimize “sopalı seçimler” olarak geçen 1912 seçimlerine giden yol açıldı. Kısa süre sonra iç ve dış politikada yaşanan olumsuzluklar İttihatçıların ülke siyasetine doğrudan el koymasına gerekçe oldu.

İttihat ve Terakki İktidarı

Meclis-i Mebusan’ın feshinden sonra Kanun-ı Esasi’nin 7. maddesine göre seçimler yapılmaya başlandı. Seçimlere İttihat ve Terakki Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası katıldı. İttihat ve Terakki, iktidar olmanın avantajını kullanarak seçimleri kazanmak için elinden geleni yaptı. İttihat ve Terakki beklenildiği gibi seçimleri ezici bir çoğunlukla kazandı, ama saygınlığını yitirdi. Seçilerek Meclis-i Mebusan’a gelen 284 mebustan neredeyse tamamına yakını İttihat ve Terakki mensubu idi. Muhalif mebus sayısı ise 15 civarındaydı. Meclis-i Mebusan 18 Nisan 1912’de 105 mebusun katılımıyla toplandı. Meclis başkanlığına Menteşe (Muğla) Mebusu Halil Bey seçildi. 4 Ağustos 1912’ye kadar çalışmalarını sürdüren bu meclis II. Meşrutiyetin en kısa ömürlü meclisi olmasına karşın ülkenin içte ve dışta yoğun çalkantılar yaşadığı bir dönemde görev yaptı. 1914 Ocak ve Nisan aylarında yapılan seçimlere tek parti olarak İttihat ve Terakki katıldı. Meclis-i Mebusan 14 Mayıs 1914’te açıldı. II. Meşrutiyet döneminin en uzun süre görev yapan bu meclisinde çeşitli etnik gruplardan 259 mebus yer aldı. Meclis Başkanlığına Menteşe Mebusu Halil Bey seçildi. İttihat ve Terakki Fırkası Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ülkeyi fiilen tek parti olarak yönetecekti.

Sonun Başlangıcı: I. Dünya Savaşı

I. Dünya Savaşı’na giden süreçte etkili olan iki önemli gelişme Fransız İhtilâli ile Sanayi İnkılâbı idi. Sanayi İnkılâbı sömürgeci devletlerin yeni hammadde kaynaklarına ve pazarlara olan ihtiyacını artırmıştı. Bu durum Avrupa’nın büyük devletleri arasında ekonomik rekabeti şiddetlendirmiş ve var olan siyasi bunalımın da etkisiyle siyasi bloklaşmalar hız kazanmıştı. Diğer yandan Orta Avrupa’da bir kara devleti olan AvusturyaMacaristan’ın Balkanlarda ilerleyerek Akdeniz’e çıkmak istemesi ise aynı siyaseti takip eden Rusya’nın menfaatleriyle çatışmıştı.

Ekonomik ve siyasi çıkarların yön verdiği I. Dünya Savaşı’nı başlatan kıvılcım 28 Haziran 1914’de Avusturya-Macaristan veliahdının Saray-Bosna şehrinde bir Sırp genci tarafından öldürülmesi ile oldu. Almanya ise Türk boğazlarını kontrol etmek ve savaş alanlarını genişleterek rakiplerinin gücünü dağıtmak amacıyla Osmanlı Devleti’ni yanında görmek istiyordu. 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli anlaşma Enver Paşa ile Almanların isteğine uygundu. Sultan Reşat, başlayan savaşın umumi bir hal aldığı gerekçesiyle Kasım ayında toplanmak üzere 2 Ağustos 1914’de Meclis-i Mebusan’ı tatil etti.

Osmanlı hükümeti cesur bir karar alarak kapitülasyonları kaldırdı. Bu arada Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan iki Alman savaş gemisi Çanakkale Boğazı’nı geçti. İngiltere, tarafsızlığını ilan etmiş olan Osmanlı Devleti’nden bu gemilerin Türk sularından çıkarılmasını istedi. Ancak Osmanlı Devleti 11 Ağustos 1914 sabahı Alman gemilerinin Marmara Denizi’ne girmesine izin vererek, bu gemileri satın aldığını ilan etti. Bir süre sonra Yavuz ve Midilli adı verilen bu gemiler Karadeniz’de Rus limanlarını bombaladı (29 Ekim 1914). Böylece Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu. 11 Kasım 1914’te ise Osmanlı hükümeti İtilaf Devletleri’ne savaş ilanını açıkladı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti birçok cephede birden savaştı. ABD’nin İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girmesi onlara büyük bir üstünlük sağladı. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. 5 Ekim 1918’de Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki Hükümeti Wilson prensipleri çerçevesinde mütareke isteğinde bulundu. Yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa hükümeti 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. Ne var ki İtilaf devletlerinin iyi niyetli olmadığı çok geçmeden anlaşıldı. Mütarekenin mürekkebi kurumadan ülkenin en zengin ve stratejik bölgeleri işgal edilmeye başlandı.

Parlamentosuz İdare

I. Dünya Savaşı boyunca iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Fırkası kendisini feshedip Teceddüt Fırkası’na dönüştü. Mondros Mütarekesi’ni imzalayan Ahmet İzzet Paşa hükümeti istifa etti. Yeni hükümeti kurma görevi Padişah Vahdettin’in dünürü Tevfik Paşa’ya verildi. Ülke İtilaf devletlerinin işgaline uğramış, askerî, siyasî ve idarî alanlarda İtilaf devletlerinin kontrolü sıklaşmış ve devlet kurumları iş göremez hale gelmişti. Tevfik Paşa Hükümeti, 21 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasını sağladı. Böylece Osmanlı meşrutiyetinde dördüncü kez anayasal yetkiyle meclis feshedilmiş oldu. Kanun-ı Esasiye göre seçimlerin 4/6 ay içinde yapılması ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması gerekiyordu. Fakat hükümet, 2 Ocak 1919’da mütareke ortamında sağlıklı seçimlerin yapılamayacağını öne sürerek, barış yapılıncaya kadar seçimleri erteledi.

Mütareke Dönemi

Millet Egemenliği Kongreler Dönemi

Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları ile başlayan ve I. Dünya Savaşı ile biten savaşlar dizisi Türk milletini sosyal ve ekonomik bakımdan yıkıma götürmüş, ülkenin zaten kıt olan kaynakları tükenmişti. Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak ayakta kalabileceğine dair inançlarını giderek yitiren aydınlar İngiliz veya Amerikan himayesini (mandasını) kabul etmek konusunda arayışlar içine girmişlerdi. İtilaf devletlerinin Mondros Mütarekesi’ni tam bir teslimiyet antlaşması olarak gördüğünü kanıtlayan uygulamaları karşısında Padişahın ve Osmanlı hükümetinin pasif kalması, üstelik halkı da pasif kalmaya çağırması Türk milletini kendi geleceğini belirleme konusunda harekete geçirdi.

Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra 5 Kasım 1918’de Batum, Kars, Ardahan, Oltu, Artvin, Sarıkamış, Iğdır ve Nahcivan ileri gelenlerinin katılımıyla Kars’ta bir Millî İslâm Şurası oluşturuldu. Bu kuruluş 30 Kasım 1918’de Kars’ta 60 delegenin katılımıyla Büyük Kars Kongresi’ni yaptı. Bu kongre, Cenubi Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkate-i Milliyesi adıyla bir devlet kurarken, Türkiye toprakları üzerinde kuvvetler birliğine dayalı meclis hükümeti sisteminin ilk örneğini sundu.

Anadolu’da başlayan Millî Mücadeleyi destekleyen Millî Kongre Cemiyeti son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında alınan Misâk-ı Millî kararlarında da etkili oldu. Cemiyet, 23 Mayıs 1919’da düzenlediği olağanüstü toplantıda milleti temsil eden bir millî şûra toplanmasını kararlaştırdı. 24 Mayıs 1919’da, Sultan Ahmet Meydanı’nda İzmir’in işgalini protesto için bir miting düzenledi. Dış ve iç çevrelerde oldukça etkili olan bu miting, halkın Milli Mücadele’ye katılımında önemli rol oynadı. Kuva-yı Milliye’yi bir düzen altına almak ve beslenmelerini sağlamak için 28 Haziran-12 Temmuz 1919’da Balıkesir’de bir kongre toplandı. Batı Anadolu’da düzenlenen bir diğer önemli kongre ise 16-25 Ağustos 1919’da düzenlenen Alaşehir Kongresi oldu.

19 Mayıs 1919 sabahı maiyeti ile birlikte Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da idareci, asker ve halkla yaptığı temaslar ve yazışmalar sonucunda kurtuluş yönündeki umutları arttı. Mustafa Kemal Paşa, meşruiyetin kaynağının milletin kendisi olduğunu düşünüyordu. Bu düşüncesini paylaşmak ve kaleme aldığı programa son şeklini vermek için Rauf (Orbay), Ali Fuat (Cebesoy) ve Refet (Bele) beylerle Amasya’da 19 Haziran 1919’da buluştu. 21-22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi, Milli Mücadele tarihinin önemli belgelerinden biri olarak tarihe geçti. Amasya Tamimi; milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararının kurtaracağı düşüncesine yer vermesi nedeniyle adeta yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyordu. Tamim aynı zamanda Erzurum’da bir kongrenin toplanacağını da duyuruyordu. Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919 günü ilk oturumunu yaptı. Kimi muhaliflerin engelleme çabalarına rağmen Mustafa Kemal Paşa oy birliği ile başkan seçildi. 7 Ağustos 1919’a kadar çalışmalarını sürdüren kongre birçok önemli kararlar aldı: Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı sağlanacaktır. Saltanat ve hilafet makamının korunması dahi milli iradeyi hâkim kılmakla mümkün olabilecekti. Kazanılmış haklarına dokunmamak koşuluyla Müslüman olmayanlara siyasi hâkimiyet ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıklar verilmeyecekti. Erzurum Kongresi’ni düzenleyen cemiyetler Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirildi. Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa, kongreden aldığı sivil yetkiyle bir süre daha Doğu vilayetlerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini örgütlemek ve yaymak için çalıştı. 29 Ağustos 1919’da Amasya Tamimi ile kararlaştırılan Sivas Kongresi’ne katılmak üzere arkadaşlarıyla Erzurum’dan ayrıldı. 9 Eylül 1919’da Sivas Kongresinde endişe ve yılgınlık içindeki kimi aydınlar kongrede Amerikan mandasının kabul edilmesi yönünde ısrarcı oldular. Manda konusunda yapılan görüşmelerde; Rauf Bey söz alarak mandanın bağımsızlığı yok edeceğini Amerikan mandaterliği değil, Amerikan yardımının istenebileceğini, bunum Erzurum Kongresi kararlarına da uygun olduğunu söyledi. Mustafa Kemal Paşa ve başkanlık divanı üyelerinin imzaladıkları bir mektupla Amerika Birleşik Devletleri’nden, durumu incelemek üzere senato üyelerinden oluşan bir komitenin Türkiye’ye gönderilmesi istenerek manda tartışmalarına son verildi. Mustafa Kemal Paşa, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nden Kuvayı Milliye’yi ülkedeki tek etkin güç olarak tanımasını istemişti. Taraflar arasında yapılan yazışmaların ardından İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa’nın Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal ile görüşmesi kararlaştırıldı. Görüşmeler 20-22 Ekim 1919 tarihlerinde Amasya’da yapıldı. Yapılan görüşmeler sonunda hükümet ile Heyet-i Temsiliye arasında üçü açık ikisi gizli beş protokol imzalandı. Tarihimize “Amasya Protokolleri” olarak geçen bu kararlara göre; bu görüşmeler sonunda Erzurum ve Sivas Kongreleri ile oluşturulan milli teşkilat ve Heyet-i Temsiliye, İstanbul hükümeti tarafından resmen tanınmış oldu. Uzun süre Sivas’ta kalan Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye üyeleri ile birlikte 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi.

Mütareke ve Milli Mücadele döneminde otuza yakın kongre düzenlenmiştir. Kongrelerde demokrasiye uygun hareket edilmesi, alınan kararların etkili bir şekilde yaşama geçirilmesi, seçime dayalı temsil, uzlaşma ve karşılıklı rıza esaslarının varlığı toplumda kendiliğinden yeni bir hukuk düzeni oluşturmuştur.

Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı

Osmanlı Meclis-i Mebusanı 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından feshedilmişti. Padişahın başkanlığında 131 kişinin katılımıyla Yıldız Sarayı’nda yapılan Saltanat Şurası’nda Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanı Sadık Bey, seçimin yapılmasını Anadolu’daki durumun düzeltilmesi koşuluna bağladı. Anadolu’daki hareketini önlemek için Meclis-i Vükela 27 Temmuz 1919’da seçim yapmaya karar verdi. Ali Rıza Paşa hükümetinin kurulması ile 6 Ekim’de seçimlerin yapılacağı kamuoyuna duyuruldu. Padişah seçimlerin yapılması için gereken irade-i seniyeyi yayınladı. Asıl sorun işgal bölgelerinde seçimlerin nasıl yapılacağı idi. Bazı engellemeler ve tartışmalar içinde 1919 Kasım’ında Meclis-i Mebusan seçimleri tamamlandı.

1914 meclisinde 245 mebus bulunurken, bazı bölgelerin seçime katılamaması nedeniyle 1919 seçimleri ile açılan 1920 meclisinde 172 mebus bulunuyordu. Meclis-i Mebusan, 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplandı ve çalışmalarına başladı. Meclis başkanlığına Mustafa Reşid Bey, onun ölümü üzerine de Celaleddin Arif Bey seçildi. Mecliste Mustafa Kemal’in kurulmasını istediği Müdafaai Hukuk Grubu kurulamadı. Onun yerine Rauf Bey’in başkanlığında Felah-ı Vatan grubu kuruldu. 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’da resmi olmayan bir toplantı da Misak-ı Milli adı ile kabul edildi. Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına dayanan Misak-ı Milli beyannamesi Meclis-i Mebusan’ın 17 Şubat 1920 Salı günü yaptığı açık birleşimde oy birliğiyle ilan edildi. Türk kamuoyunun coşkuyla karşıladığı Misak-ı Milli kararları İtilaf devletlerini özellikle de İngilizleri memnun etmedi. Ali Rıza Paşa Hükümeti’ne Kuva-yı Milliyeyi dağıtması için baskı yapmaya başladı. Bu baskılara dayanamayan hükümet 3 Mart 1920’de istifa etti Yeni hükümet Amasya Görüşmeleri’ne katılan Bahriye Nazırı Salih Paşa tarafından kuruldu. İngilizlerin isteklerine boyun eğmeyince İngilizler, fiilen 13 Kasım 1918’den beri kontrol altında tutukları İstanbul’u resmen işgale karar verdiler. Meclis-i Mebusan İngilizler tarafından basıldı. Milli Mücadele taraftarı olarak bilinen mebuslar, aydınlar, gazeteciler ve Türk Ocağı üyeleri tutuklandı, daha sonra Malta’ya sürgün edildi. Sultan Vahdettin yayınladığı bir irade ile 11 Nisan 1920’de son Meclis-i Mebusan’ı feshetti. Böylece TBMM’ye giden sürecin önü açıldı.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email