Osmanlı Diplomasisi Dersi 7. Ünite Özet
Modern Osmanlı Diplomasisi Ve Pratiği (1839-1878)
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Osmanlı diplomasisi, Osmanlı siyasî tarihiyle paralel başlamış ve buna göre de belli değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Bu dönüşümün yaşanmasındaki asıl neden, Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısında değişen konumudur. Klasik dönemde takip edilen aktif ve tek yönlü diplomasi, Avrupa karşısında elde edilen askerî, siyasî ve kültürel hâkimiyetin tabiî bir sonucuydu. Fakat bu durum, 1683 II. Viyana Kuşatması sonrasındaki yeni süreçle birlikte değişmeye başlamıştır. Osmanlı diplomasisi bağlamında özellikle III. Selim’in yaptığı modernleşme çalışmalar önemlidir. Diplomasinin uygulama araçlarından olan daimî elçilikler, bu kapsamda 1793’ten itibaren Avrupa’nın önemli merkezlerinde açılmıştır. III. Selim’in diğer bir yeniliği ise, Hıristiyan bir devlet olan Prusya ile hem diplomatik hem de askerî ittifak yaparak denge siyasetini başlatmasıdır. II. Mahmud, III. Selim’in başlattığı modernleşme faaliyetlerini devam ettirmiştir. Devam ettirmekten öte, yaptığı yeniliklerle Osmanlı diplomasinin modernize edilmesini sağlamıştır. Öncelikle 1821’de açtığı ve sonrasında kademeli olarak geliştirdiği Tercüme Odası ile Avrupa lisanlarını bilen ve Avrupa tanıyan Osmanlı diplomasisini yürütecek diplomatların ve idarecilerin yetişmesini sağlamıştır. Daha da önemlisi 1836 yılında klasik hâriciye teşkilatını yeniden şekillendirerek bugünkü anlamda Dışişleri Bakanlığı’nı kurmuştur. Bu iki gelişme ve öncesinde açılan daimî elçilikler, Osmanlı diplomasinin her şeyiyle modern Avrupa diplomasisine eklemlenmesinde ve yürütülmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Sultan Abdülmecid döneminde modern diplomasinin uygulanmasını kolaylaştıran iki önemli gelişme kayıt edilmiştir: Öncelikle Tercüme Odası’ndan yetişen yabancı dil bilen diplomatlar önemli oranda istihdam edilmeye başlanmıştır. İkinci olarak ise, Avrupa’da daimî elçiliklerin açılması hemen hemen tamamlanmış ve daha da önemlisi artık buralarda her şeyi ile oturmuş diplomatik temsilcilikler oluşturulmuştur. Avrupa’nın başşehirlerinde ve diğer önemli kentlerinde yerleşik dış temsilcilik ağının kurulması, Osmanlı modern diplomasisinin uygulanmasını bir hayli kolaylaştırmıştır.
Hâriciye Teşkilatı Ve Dış Temsilcilikleri
3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen “Tanzimat Fermanı”, Osmanlı modernleşmesinin en önemli gelişmelerinden bir tanesidir. Tanzimat’la birlikte modernleşme veya yenileşme Osmanlı Devleti’nin resmî siyaseti şeklini almıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan yeni dönemde Özellikle III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde dış işleri alanında başlayan modernleşme, 1839-1878 yılları arasında da aynı şekilde devam etmiş ve modern diplomasi için gerekli olan kurumsallaşma bu süreçte hemen hemen tamamlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilanını takip eden süreçte dışişleri teşkilatının yeniden yapılandırılmasına ve yeni birimlerin oluşturulmasına paralel olarak, açılan dış temsilciliklerinin sayısı da bir hayli artmıştır. Bazıları Tanzimat öncesinde açılmakla birlikte bu dönemde tesis edilen bazı önemli dış temsilcilikler şunlardır: Paris Büyükelçiliği, Viyana Büyükelçiliği; Berlin Orta elçiliği, Londra Orta elçiliği; Amsterdam Başkonsolosluğu, Hamburg Başkonsolosluğu, Tebriz Başkonsolosluğu, Cenova Başkonsolosluğu; Venedik Konsolosluğu, Barcelona Konsolosluğu ve New York Konsolosluğu. Bu şekilde Osmanlı Devleti modern diplomasinin en önemli araçlarını hem bakanlık hem de dış temsilcilik olarak tamamlamıştır.
Modern Osmanlı Diplomasisinde Bürokratlar Dönemi Ve Diplomatik Tercihleri
Tanzimat, Avrupalı Büyük Devletlerle yoğun bir ilişkiye girildiği; modern diplomasiyi yürütecek Osmanlı devlet adamlarının ve diplomatlarının yetiştiği ve göreve geldikleri; devletin dış siyasetini ve diplomasisini üstlendikleri bir dönem olmuştur. Bu devlet adamlarından özellikle de Mustafa Reşid Paşa (1800-1858), Sadrazam Mehmed Emin Âlî Paşa (1815-1871), Keçecizâde Fuad Paşa (1814-1868) ve Mahmud Nedim Paşa (1818-1883) sembol isimlerdir. Bunlar, bazı iç ve dış gelişmelerin halledilmesinde; duruma göre kendilerinin göreve gelmelerinde veya rakiplerinin görevden alınmasında İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Avrupalı Büyük Devletlerin tercihlerinin etkili olduğu devlet adamlarıydı. Modern Osmanlı diplomasisinin başlatıcısı ve ilk önemli temsilcisi olan Mustafa Reşid Paşa, İngiltere siyasetine meyilli olduğu genel bir kanaat olarak bilinmektedir. Onun rakipleri ve aynı zamanda öğrencileri olan Âlî Paşa ile Fuad Paşa ise Fransa’yı tercih etmekteydiler. Fakat başka bir tespite göre ise, Mustafa Reşid Paşa’nın İngiliz, Âlî Paşa’nın Fransız siyasetine temayülleri olmasına mukabil, Fuad Paşa bu iki devlet arasında bir yol tutmuştur. Mahmud Nedim Paşa ise, farklı bir tercihle, Osmanlı Devleti’nin baş düşmanı olarak kabul edilen Rusya’yı tercih etmiştir.
Dönemin Diplomatik Gelişmeleri
Takriben XIX. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan bu süreçte, Osmanlı diplomasisini meşgul eden önemli gelişmeler ardı ardına yaşanmıştır. Bunlar, bazen doğrudan cereyan eden savaşlar veya bazen iç isyan şeklinde başlayıp devamında milletlerarası sorun, daha doğrusu Avrupalı devletlerin de dâhil olmasıyla Avrupa Meselesi boyutunu kazanmıştır. Osmanlı devlet adamları ve diplomatları bu yoğun, karmaşık ve çok boyutlu olaylar karşısında gerekli hamleleri yaparak devletin varlığını sürdürmeye gayret etmişlerdir. Osmanlı devlet adamlarını uzun süre meşgul eden Kutsal Yerler Meselesi, 1853-56 Kırım Harbi, 1856 Paris Kongresi, Lübnan Olayları, Girit İsyanı ve 1876 Selanik Olayı gibi gelişmeler, bu dönemin önemli olaylarıdır.
Bu dönemde modern Osmanlı diplomasisini yoğun bir şekilde meşgul eden gelişmelerin başında, Kutsal Yerler Meselesi gelmektedir. Kutsal Yerler Meselesi, Hıristiyanlar tarafından Kudüs’te kutsal kabul edilen bazı mekânların Ortodoks ve Katolikler tarafından kullanılması; bakımının yapılması hakkında aralarında çıkan anlaşmazlıklardan dolayı Rusya ve Fransa gibi Avrupalı Büyük Devletlerin müdahaleleri ile başlayan rekabet veya mücadeledir. Sonuçları itibarıyla Kutsal Yerler Meselesi, orta yol bulunmak suretiyle halledilse de, Ortodoks Tebaa hakkında Rusya’ya bir senedin verilmesi 17 Mayıs 1853 tarihinde toplanan Osmanlı istişare meclisi tarafından reddedilmiştir. Osmanlı Devleti’nin böyle bir karar almasında İngiltere ve Fransa’nın Büyükelçilerinin etkileri olmuştur.
Osmanlı ve Avrupa tarihinin en önemli askerî, siyasî ve diplomasi gelişmelerinden olan 1853-1856 Kırım Harbi, Rus Ordusu’nun Eflak-Boğdan’a girmesiyle 22 Haziran 1853’te fiilî olarak başlamıştır. Rusların, fırtınadan dolayı Sinop Limanı’na sığınan Osmanlı gemilerini 30 Kasım 1853 tarihinde batırması ve Müslüman mahallesini ateşe vermesi, Kırım Harbi’nin kırılma noktası olmuştur. Bu olaya kadar bir Osmanlı-Rus savaş şeklinde cereyan eden Kırım Harbi, bundan sonra Avrupalı Büyük Devletlerin de dâhil olmasıyla bir Avrupa savaşı boyutunu almıştır. 9 Eylül 1855 tarihinde Sivastopol’ün düşmesi üzerine 16 Aralık’ta Rusya verilen bir ültimatom ile savaşa son vermesi istemiştir. Bu ültimatomda yapılacak barışa esas olacak dört önemli madde yer almaktadır. Buna göre Eflak-Boğdan ve Sırbistan Avrupalı Büyük Devletlerin toplu himayesinde olacak, Karadeniz tarafsız hâle getirilecek veOsmanlı Devleti sınırları içinde bulunan bütün Hıristiyanlara ve Müslümanlara Avrupa garantisi altında yeni haklar verilmesini taahhüt edecektir. Rusya, bazı ufak itirazlar dışında bu maddeleri kabul ettiğini ilan ederek savaşı sona erdirmiştir. Osmanlı’nın bu savaştan iki kazancının olduğunun da belirtilmesi gerekiyor: Batılı müttefiklerin sayesinde dahi olsa azılı ve kadim düşmanı Rusya’yı mağlup etmesinin verdiği psikolojik tatmin birinci kazancı; Rusya karşısında ağır bir mağlubiyet almaktan ve daha da kötüsü tasfiye edilmekten kurtulması ise ikincisi olmuştur.
Osmanlı devlet adamlarından ve yabancı devletlerin diplomatlarından oluşan kurulun çalışmasıyla alt yapısı Kırım Harbi sürecinde hazırlanan Islahat Fermanı, genel ıslahat maddelerini ihtiva eden ve Sultan Abdülmecid’in onaylamasıyla 28 Şubat 1856’da ilan edilmiştir. İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Prusya ve Sardunya’nın katılımıyla gerçekleştirilen Paris Kongresi’nin oturumları 25 Şubat’ta başlamış ve 30 Mart 1856 tarihinde nihaî antlaşmanın imzalanmasıyla tamamlanmıştır. Genel bir tespitle Osmanlı Devleti, “Avrupa Uyumu”nu teşkil eden Avrupalı Büyük Devletlerle eşit haklara sahip bir devlet olarak ilk defa böylesi bir kongreye iştirak etmiştir. Avrupa Uyumu, 1815 Viyana Kongresi’ne katılan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya’nın (1871’den sonar Alman İmparatorluğu), bundan sonra ortaya çıkacak meselelerde Avrupa’daki düzeni korumak için birlikte hareket etme amacıyla teşkil edilmiştir. Özellikle de Osmanlı Devleti’nin birçok iç meselesinde bu devletlere ait İstanbul’daki Büyükelçileri Avrupa Uyumu adına Osmanlı hükümetine ortak baskıda bulunmuşlardır.
Paris Kongresi’yle Oluşan Yeni Diplomatik Düzen ve Bunun Osmanlı Diplomasisine Yansıması
Paris Kongresi’yle Avrupa barışını kurtaran Avrupalı Büyük Devletler, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin konumunu belirleyen yeni bir diplomatik düzen kurmuşlardır. Bu düzende Osmanlı’nın Avrupa devletler topluluğuna katıldığı kabul edilmiş; devletin bağımsızlığı ve mevcut toprak bütünlüğünü garanti edilmişti. Fakat Islahat Fermanı’nın aynı antlaşmada geçmesiyle de, Osmanlı’nın iç işlerine müdahale edilmesine kapı açılıyordu. Paris Kongresi, Rusya’ya karşı Avrupa içindeki dengelerin sağlamasında ve muhtemel bir Avrupa savaşının önlenmesinde diplomatik bir işlev görmesine rağmen, Osmanlı Devleti için hiç de hayırlı olmamıştır. Aksine 1878 Berlin Kongresi’ne kadar geçen 22 yıllık sıkıntılı süreci belirlemiş; Osmanlı devlet adamlarının başını ağrıtan pek çok gelişmeye hukukî zemin hazırlamıştır. Osmanlı iç meselesi olarak öteden beri devam edegelen bazı iç gelişmeler, Paris Kongresi’nin ilgili maddelerine istinaden Avrupalı Büyük Devletlerin araya girmesiyle Osmanlı’nın kontrolünden çıkarak milletlerarası bir sorun hüviyeti kazanmıştır. Bu ise devleti iyice istikrarsızlaştırmıştır. 1857-1862 Eflak-Boğdan Meselesi, 1858 Cidde Olayları, 1860-1861 Lübnan Meselesi ve 1866-1867 Girit İsyanı gibi Osmanlı Devleti’nin başını ağrı- tan birçok sorun, takriben 1877- 1878 Osmanlı- Rus Harbi’ne kadar süren bu düzenin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu dönemde Osmanlı diplomasisindeki en önemli gelişmelerden biri Sultan Abdülaziz’in 21 Haziran-17 Ağustos 1867 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Avrupa Seyahatidir. Bu seyahat, Avrupa’ya ve hatta ülke dışına yapılan ilk ve tek Osmanlı hükümdar seyahati olma özelliği ile Osmanlı tarihindeki yerini almakla birlikte, diplomasi tarihindeki önemi çok daha dikkat çekicidir. Bu seyahat, öncelikle Osmanlı için siyasî ve diplomatik olarak Avrupa’nın vazgeçilmez bir merkez hâline geldiğini bir kez daha göstermektedir. İkinci olarak bu tür yurtdışı hükümdar ziyaretleri genel itibarıyla turistik bir seyahatten daha ziyade diplomatik geziler olarak değerlendirilmekte olup, XIX. yüzyılda Avrupa’daki hükümdarlar tarafından sıkça icra edilmekteydi. Modern bir hükümdar olarak Sultan Abdülaziz bu diplomasi geleneğine uymak suretiyle önemli bir diplomatik gelişmeye imza atmıştır.
1856 Paris Kongresi’yle oluşan yeni diplomatik düzenin Osmanlı Devleti’nin başına açtığı en önemli sorunlardan biri 24 Temmuz 1875’te Hersek’te patlak veren isyanla tekrar gündeme gelen Balkan Meselesi ve devamında patlak veren 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi olmuştur. Rus Harbi ve Ayastefanos Barış Antlaşması, 1856 Paris Kongresi’yle oluşan yeni diplomatik düzenin sonunu getirmiştir. Paris Kongresi’yle Osmanlı mirası üzerinden Avrupalı Büyük Devletler arasında sağlanan dengeler, bub savaşla birlikte Rusya lehine yeniden bozulmuştur. Çözüm basitti, Ayastefanos’un gözden geçirilmesi; yeni bir diplomatik düzenin kurulması ve istikrarın yeniden sağlanmasıydı. Bunun için, tıpkı 1856 Paris Kongresi’nde olduğu gibi, milletlerarası bir kongrenin düzenlenmesi elzemdi.