Osmanlı Tarihi (1876–1918) Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Dış Politikada Zor Yıllar: Iı. Abdülhamid’İn Dış Politikası
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
1873 ile 1892 yılları arasında Avrupa ülkelerinin bloklaşmalarına örnekler veriniz.
Bu süreçte Avrupa iç sorunlara, ihtilallere, kısmen de ikili mücadelelere veya Almanya’da, İtalya’da oluşan birliklere sahne oldu. Bu dönemde eski “ittifaklar sistemi” yerine statükoyu korumayı amaçlayan “Avrupa Uyumu” diye isimlendirilen bir işbirliği ve istişare süreci başladı. Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı desteklenmesi ve 1856 Paris anlaşması ile neticelenmesi Avrupa Uyumunun en güzel örneklerindendir. Avrupalılar bir taraftan içe dönük statükoyu koruma gayretleri göstermelerine rağmen 19. yüzyılda “büyük devlet” olma şartının hala Asya ve Afrika’da sömürge edinmelerine bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Özellikle Almanya’nın Avrupa’da bir güç olarak ortaya çıkmasından sonra sömürge yarışı hızlandı ve aralarındaki rekabetlerin daha da artmasına neden oldu. Bu da o güne kadar pek görülmeyen aşağıdaki yeni bir süreci “bloklaşmaları” meydana getirdi.
• 1873 yılında Avusturya, Rusya ve Almanya’nın oluşturduğu “Üç İmparator Ligi”.
• 1879 tarihinde Almanya Avusturya ikili ittifakı.
• 1881-1887 yılları arasında Avusturya Almanya İtalya üçlü ittifakı.
• 1887 yılında Rusya Almanya ittifakı.
• 1892 yılında Fransız Rus ittifakı.
Osmanlı Devleti 19. Yüzyılda Avrupa, Asya ve Afrika’da geniş topraklara sahip olduğu gibi, dünyanın en zengin dini ve etnik çeşitliliğine de sahipti. Müslüman Türkler, Araplar, Kürtler, Çerkezler, Arnavutlar ve Boşnakların yanı sıra Ortodoks Hıristiyan olarak Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Romenler de Osmanlı vatandaşları idi. Ayrıca Gregoryen ve Katolik Ermeniler, Katolik Marunîler ile Hırvatlar imparatorluk dahilinde önemli bir yekûnu oluşturuyorlardı. Bunu dışında yine Osmanlı vatandaşı olan, İspanya göçmeni Sefarad Yahudileri ile Arapça konuşan Yahudi guruplar da bulunmaktaydı. Bu dini ve etnik çeşitlilik burada sayılmayan diğer heterodoks Müslüman ve Hıristiyan guruplar ile daha da büyümekteydi. Güçlü bir devlet için zenginlik olarak algılanacak bu durumun Osmanlı Devleti için bir problem oluşturmasının nedeni nedir?
Güçlü bir devlet için zenginlik olarak algılanacak bu durum, zayıflamış Osmanlı Devleti için problem oluşturmaya başladı. Özellikle Tanzimatla birlikte alınan siyasi tedbirler bütünleşmeyi sağlamak yerine, dış müdahaleler yüzünden unsurlar arasındaki mesafeyi gittikçe arttırdı. Zira her gurup menfaatlerine göre dış bir hami bulmakta; ya da Osmanlı Devleti’nde menfaati olan devletler, bu gurupları himaye etmek bahanesi ile baskı ve müdahale uygulamaktaydı.
II. Abdülhamid’in 1876-1909 yılları arasındaki dönemde dış politikada takip ettiği prensipleri sıralayınız.
II. Abdülhamid hem devletin içinde bulunduğu durumu ve hem de eski müttefiklerin aldıkları pozisyonları dikkate alarak, gelenekçi çizgide ama şartlara göre şekillenebilen yeni bir dış politika takip etmeli idi. Bu çerçevede onun döneminde (1876 -1909) dış politikada takip edilen prensipleri şöyle sıralamak mümkündür.
• Bloklardan Uzak Durup, Tarafsız Kalmak
• Devletler Arası Rekabetlerden İstifade Etmek
• Savaştan Uzak, Diplomasi ve Savunma Eksenli Politika Yürütmek
• İç ve Dış Politikayı Birlikte Yürütmek
II. Abdülhamid’in 1876-1909 yılları arasındaki dönemde bloklaşma ve kutuplaşmalardan uzak durmasının sebeplerini ve bu durumun sonuçlarını açıklayınız.
Avrupa siyaseti, İttifaklardan Avrupa Uyumuna, buradan da Bloklaşma sürecine girdi. II. Abdülhamid mümkün olduğunca bu savunma ittifaklarından/bloklarından uzak durarak devletler ile ilişkileri ihtiyaca göre ve daha ziyade ikili ilişkiler şeklinde yürütmeyi tercih etti. Barış zamanlarında her hangi bir blok veya ittifaka girmeyerek, “hareket özgürlüğü” sağladı ve “diplomasiyi sürekli” kıldı. Bu siyaset ile devleti başka bir gücün altına sokmamayı ve sürekli gündemde olan paylaşım politikalarını tahrik etmemeyi hedefliyordu. Aynı şekilde “kutuplaşmalardan” da uzak duruyordu. Zira böyle bir durumda ilişkilerin nereye varacağı meçhuldü. Herhangi bir kutupta yer alması, başka bir devlet veya ittifak tarafından kendisine yöneltilmiş bir tehdit olarak algılanabilirdi. Bu da yeni bir savaşın başlaması anlamını taşıyordu. Bu yüzden dış politikasında “gerçekçi” olan II. Abdülhamid, zaman zaman devletin aleyhinde tavizler ve kayıplar ile sonuçlansa da gereksiz maceraya atılmaktan hep uzak durdu.
II. Abdülhamid 1876-1909 yılları arasındaki dönemde savaştan uzak, diplomasi ve savunma eksenli politika yürütmesinin sebep ve sonuçlarını açıklayınız.
Bu dönemin en belirgin özelliği hiç şüphesiz son savaşın (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı) açtığı yaralar ve savunma boşlukları idi. Balkanlar’dan Basra körfezine, buradan Kızıldeniz’e kadar geniş bir alanda yer alan Osmanlı Devleti’nin birçok yeri savunmasız ve saldırıya açıktı. Yeterli sayıda asker, karakol gemileri vs. bulunmuyordu. Daha önce de belirtildiği gibi Almanya hariç Avrupa devletlerinin paylaşım planları ortadaydı. Bu durum karşısında alınacak en uygun tedbir, savaştan uzak durarak, savunma tedbirlerine başvurmaktı. Bu maksatla askeri yatırımlara hız verildi, modern askeri okullar açıldı, silah sistemi yenilendi, Çanakkale, Trablusgarp ve benzeri stratejik yerlerde güçlü istihkâmlar yaptırıldı. Bu arada iç güvenliğin sağlanmasına dönük tedbirler alındı. Özellikle Doğu Anadolu, Trablusgarp ve Yemen’de kurulan Hamidiye Alayları, hem devletin gücünü hissettirdi hem de güvenliğin sağlanmasına önemli katkılar sağladı. Bütün bu tedbirlere rağmen mümkün mertebe askeri güç kullanmaktan kaçınan II. Abdülhamid, Tunus’un Fransızlar; Mısır’ın İngilizler tarafından işgali karşısında savaş yerine diplomasiyi yeğledi. Aynı şekilde 1885’te Doğu Rumeli meselesinde de askeri seçeneği kullanmadı. Fakat takip edilen diplomasi de bu toprakların fiilen işgal altına girmesini önleyemedi. Bu kayıpları, daha fazla kayıpların olmaması uğruna sineye çekti. Bunun tek istisnası 1897 Osmanlı Yunan Savaşı’dır. Yunanlıların adalarda Müslüman Türk unsuruna karşı giriştikleri baskı, zulüm hatta katliamlar karşısında kayıtsız kalınması, II. Abdülhamid’in hem merkeziyetçi ve hem de hilafet politikalarına aykırıydı. Ayrıca bu savaş bir noktada uzun zamandır Almanların katkısıyla modernleştirilen Osmanlı ordusunun da denenmesi anlamını taşıyordu. Nitekim bu ordu savaş meydanında zafer elde etti, fakat savaşın sonunda Osmanlı hükümeti diplomaside bu zaferi sürdüremedi.
II. Abdülhamid 1876-1909 yılları arasındaki dönemde hangi şekilde devletler arasındaki rekabetten istifade etmeye çalışmıştır?
II. Abdülhamid denge politikası takip etmekle birlikte, barış zamanlarında başka devletler ile de ittifak yapabileceğini zaman zaman ima etmesi Avrupalı devletler tarafından da kaygı ile karşılanmaktaydı. Bu kaygıları gözlemleyen II. Abdülhamid de bunu siyasi bir enstrüman olarak kullandı. Osmanlı topraklarına yönelmiş paylaşım arzuları ve bu konudaki rekabeti birbirine karşı kullanarak devletin ömrünü uzattı. Örneğin İngiltere’nin Osmanlı toprak bütünlüğünü koruma politikalarından vazgeçmesi üzerine Rusya ile dostluk kurmayı denedi. Doğrudan ittifaka varan dostluk kurulmadı ise de ikili ilişkiler uzun süre istikrarını korudu. Mısır meselesinde İngiltere ile rekabet eden Fransa’yı öne çıkardı. Bu siyaset tamamen karşı tarafın algısına dayalı, ilginç ve o devirde yeni bir politika idi. Aslında 1880’lerden sonra Almanya dışında Osmanlı Devleti’nin yakınlaşabileceği bir güç olmamakla birlikte; II. Abdülhamid’in propagandası Avrupalı devletleri hep endişelendirdi. Böylece O, devletin diplomatik yalnızlığını gizleyerek, Avrupalı güçlerin daha cesur girişimlerini önledi. Avrupa devletleri arasında süren paylaşım kavgası devam ettikçe, barış zamanlarının dışında herhangi bir devletle ittifak yapma ihtimalini daima açık bıraktı.
II. Abdülhamid’in İslam Birliği Siyaseti ile hedeflediği konular nelerdir?
• 1878 Berlin Kongresi’nden sonra, Osmanlı Devleti’ni bölüşmeye niyetlenen Avrupa devletlerinin kendi müstemlekelerindeki Müslüman tebaaya ilgi göstererek onların Osmanlı hilafetini benimsemelerini sağlamak. Böylece İngiltere, Rusya ve diğer Batılı devletlerinin hâkimiyeti altındaki Müslümanları
etkilemek suretiyle, emperyalist güçler üzerinde baskı kurmak.
• Anayasa ile teminat altına alınmış “hilafet kurumu” ile hem Osmanlı Devleti dâhilinde ve hem de haricindeki Müslümanlar arasında dayanışmayı, birliği ve yardımlaşmayı sağlamak.
II Abdülhamid’in dış politika prensipleri hangi şartlardan doğmuştur?
II. Abdülhamid tahta geçtiği zaman Osmanlı Devleti savaş içinde idi. (Osmanlı Sırbistan, Karadağ Savaşı) Bu yüzden Balkanlar kaynıyor, Rusya başta olmak üzere Avrupa Devletleri Osmanlı Devletinden Balkanlar’da reformlar yapmasını istiyordu. Bu taleplerin hemen tamamı aslında Osmanlı Devleti’nin haklarından vazgeçmesi hatta yavaş yavaş Balkanlardan çekilmesi anlamına geliyordu. Balkan sorununu çözmek üzere toplanan İstanbul Konferansı, çözüm yerine sorun üretti. Böylece Osmanlı Devleti kendini Rusya ile savaşın ortasında buldu. Savaşı durduran Ayastefanos anlaşması ile bilahare akdedilen Berlin Kongresi hep Osmanlı aleyhinde gelişmiştir ve Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları ile neticelenmiştir. Zaten ihtiyatlı bir kişiliği olan II. Abdülhamid bu şartlar karşısında kendi dış politika prensiplerini belirleyecektir.
Hayati bir zorunluluk olarak Almanya ile yakınlaşma süreci ve demiryolu politikalarında Fransız ve İngilizlerin yerine Almanya’nın tercih edilmesi, Batı kamuoyunda II Abdülhamid aleyhtarı yaklaşımları yeniden hızlandırmıştır. Bu yaklaşımları bertaraf etmek ve olumlu imaj yaratmak adına II Abdülhamid’in yaptıklarını açıklayınız.
Aslında hayati bir zorunluluk olarak Almanya ile yakınlaşma süreci ve demiryolu politikalarında Fransız ve İngilizlerin yerine Almanya’nın tercih edilmesi, Batı kamuoyunda Abdülhamid aleyhtarı yaklaşımları yeniden hızlandırdı. Bu yüzden Abdülhamid bir takım özel yöntemlere başvurdu. Batı kral ve kraliçeleri ile yazışarak, onların muhtemel tepkilerini dizginlemeye çalıştı. Ayrıca Papalığın resmen tanınması; yabancı hayır kurumları, Pastour Enstitüsü gibi ilmi kurumların desteklenmesi; yurt dışında açılan umumi sergilere iştirak edilmesi gibi davranışlar ile devletin tanıtımına önem verildi. Nispeten tarafsız görünen Macar Profesör Adolphe Strausz gibi birçok isim ile şahsi dostluklar kuran, nişanlar veren II. Abdülhamid, onları Avrupa kamuoyunda kendi sözcüsü gibi kullandı ve olumlu imaj yaratmaya çalıştı.
Osmanlı Devleti’nin Amerika ve Japonya ile ilişkileri diğer devletlere hangi mesajı vermeyi hedefliyordu, sebepleriyle birlikte açıklayınız.
19. yüzyılın sonunda yaşanan gelişmeler Osmanlı Devleti’ni yalnızlığa itti. Eski dostları ve müttefikleri Osmanlı topraklarından iktisadî imtiyazların dışında toprak koparmaya başladılar. İngiltere ve Fransa kendi yüzölçümlerinden daha büyük olan Osmanlı vilayetlerini işgal etti. İşte Osmanlı Devleti de dış politikada yeni alanlar yaratarak bu yalnızlıktan uzaklaşmaya, ayrıca kalkınması için ihtiyaç duyduğu kaynakları yaratmaya çalıştı.
Berlin Bağdat Demiryolunun uluslararası rekabeti nasıl etkilediğini açıklayınız.
Berlin Bağdat demiryolu işletme hakkının yanı sıra, demiryolu hattı boyunca her iki taraftaki yirmi kilometrelik alanda maden ve petrol arama işletme imtiyazının Almanlara verilmesi İngilizlerin Anadolu’daki iktisadi menfaatlerini zedeliyordu. Ayrıca göz diktikleri petrol bölgelerinden uzak kalıyor ve uzun zamandır üstünlük elde ettikleri Basra Körfezi ticaretleri tehdit altına giriyordu. Özellikle demiryolu hattının Bağdat’tan Basra’ya, buradan da Kuveyt’e ulaştırılması niyeti, İngilizleri büsbütün çileden çıkardı. Zira Avrupa’da durduramadıkları Almanlar ile Basra Körfezi’nde karşı karşıya geleceklerdi. Böylece sömürgeleri olan Hindistan yolunun da Alman baskısına maruz kalacak olması kabul edilemezdi. Bunun için Fransız ve Rusları da harekete geçiren İngiltere en azından projeyi kendi menfaatlerine uyarlamayı hedefledi. Bu çekişme uzun yıllar sürdü ancak çözüm bulunamadı. Gerek Osmanlı Alman ilişkilerinin aldığı yeni şekli ve gerekse İngiltere başta olmak üzere diğer büyük devletlerin tavrı bu sorunu ileriki yıllara taşıdı. Böylece Berlin Bağdat demiryolu sorunu Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasının ana nedenlerinden biri oldu.
Osmanlı Devleti ile Almanya’nın yakınlaşmasının sonuçlarını açıklayınız?
Osmanlı Devleti karşılaştığı felaketler ve özellikle 1878 Berlin Kongresi pek çok toprak kaybına neden oldu. Rusya hasım devlet idi. Fransa ve İngiltere Osmanlı toprak bütünlüğünü garanti eden 1856 Paris Anlaşmasına sadık kalmayacaklarının işaretlerini veriyorlardı. Fransızlar 1881’de Tunus’u; İngilizler de 1882 yılında Mısır’ı işgal ederek bu siyasetlerini açıkça ortaya koydular. Osmanlı Devleti’nin dış destek sağlayabileceği alternatiflere ihtiyacı vardı. Hiç bir Müslüman müstemlekesi olmayan; mutlakıyet yönetimi Osmanlı’yı andıran; şehzadeliği sırasında ziyaret ettiğinde II. Abdülhamid’in de beğenisini kazanan Almanya en iyi alternatif idi. Devletlerin Ermeni meselesindeki dayatmaları karşında Almanya’nın daha ılımlı siyaset takip ediyor olması da bir avantaj idi. İşte bu değerlendirmeler ışığında Osmanlı-Alman yakınlaşması başladı. Osmanlı Alman ilişkileri II. Wilhelm’in 1888 yılında imparator olması ile hız kazandı. Yeni imparator, Bismark’ın Avrupa merkezli politikalarına karşılık dünya politikaları takip etmeyi tercih ediyordu. Üstelik bu politikalarda doğuya doğru yayılmayı esas alan II. Wilhelm, II. Abdülhamid’in de diplomatik girişimleri ile Alman sermayesinin Osmanlı topraklarında yatırım yapmasını hararetle destekledi. Bu durumun farkında olan II. Abdülhamid, II. Wilhelm’i İstanbul’a davet etti ve ilk ziyareti 1889 yılında gerçekleşti. Bu ziyaretten kısa bir süre önce Osmanlı hükümeti İzmit-Ankara demiryolu inşa
ve işletme imtiyazını Deutsche Bank’a verdi. Bu maksatla kurulan şirket hızla inşa faaliyetine girişerek 1890 yılı ortalarında İzmit-Adapazarı hattını hizmete soktu. Bu hattın açılış töreninde ilk defa Osmanlı hükümetinin demiryolunun Almanlar eliyle Bağdat’a kadar uzatılması dile getirildi. Osmanlı Devleti ile Almanya arasında başta askeri alanda olmak üzere siyasi ve iktisadi pek çok ortak projeler gerçekleştirildi. İngiltere, Fransa hatta Rusya’nın aşırı tepkilerine neden olan Berlin-Bağdat demiryolu projesi bunların başında gelmekteydi. Aslında bu ilişkiler daha sonra iki devletin Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olmalarını alt yapısını hazırladı.
Osmanlı Devleti dış politikada hangi alternatif arayışlara girmiştir?
Büyük güçlerin karşısında saldırıya açık kalan Osmanlı Devleti yeni alternatif alanlar aramak zorunda kaldı. Özellikle Avrupa kıtası dışında, Osmanlı Devleti ile sorunları olmayan ülkeler tercih edildi. Aslında bu alanda daha önce var olan ilişkileri II. Abdülhamid ön plana çıkararak, Avrupa devletlerine mesaj vermeye çalıştı. Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin geliştirilmesine özen gösterildi. 1880lerden sonra iki tarafa arasında ticaretin hacmi önemli seviyelere çıkarıldı. Anlaşmalar yapılarak, ilişkiler diploması gereklerinin içine alındı. Aynı şekilde II. Abdülhamid’ten önce başlayan Osmanlı-Japon ilişkileri gerçek mecrasına 1880’den sonra girdi. Karşılıklı ziyaretler ile iki devlet ve millet arasında dostluk bağları güçlendirildi. Osmanlı Devleti’nin dış politikada alternatif arayışları sadece bunlar ile sınırlı kalmadı. Afrika işleri ile ilgilenildi ve özellikle Avrupa’da rekabeti kışkırtacak olan Almanya ile pek çok alanda ilişki geliştirildi.
Osmanlı Devleti’nin 19. Yüzyıl boyunca dış müdahaleye açık hale gelmesine sebep olan şey nedir?
1798 yılında Napolyon’un Osmanlı Devleti’nin en önemli topraklarından biri olan Mısır ve ardından Suriye’yi işgal girişimi, Osmanlı diplomasisinde yeni bir dönemi başlatmıştır. O tarihe kadar yabancı devletler ile ittifak yapma konusunda isteksiz duran, büyük zorunluluk olmadıkça hiç yanaşmayan Osmanlı devleti artık ittifakların içine girmek mecburiyetinde kaldı. Topraklarını tahliye etmek için geleneksel politikalarından vazgeçerek Ingiliz ve Ruslar ile “üçlü ittifak”a rıza gösterdi. Bu süreç Osmanlı Devleti’nin 19. Yüzyıl boyunca dış müdahaleye açık hale gelmesine sebep oldu.
19. yüzyılda Osmanlı diplomasisinde hangi ülkeler devre dışı kalmış hangi ülkeler önem kazanmıştır?
Osmanlı Devleti’nin “kadim dost/eski dost”u olan Fransa, Osmanlı politikalarında devre dışı kaldı. Kısa süre İngilizler ile Ruslar birlikte; uzun süre de İngilizler Osmanlı diplomasisinde ön plana çıktı.
Avrupa'nın eski dönem siyaseti nedir?
Büyük devletlerin kendi veya daha küçük devletleri de yanlarına çekerek yaptıkları, saldırı veya savunma amaçlı mutabakat ya da anlaşmalara ittifak denilmekteydi ve eski Avrupa siyasetini temsil ediyordu.
Eski Avrupa diplomasisi nasıl ve neden değişmiştir?
1815 Viyana Kongresi’nden itibaren Avrupa’nın kendi içinde de yeni bir dönem başladı. Avrupa’nın eski dönem diplomasisi yani ittifaklar sistemi de dönüştü. Viyana Kongresi’nden 1873 yılına kadar bu türden ittifaklar yapılmadı. Bu süreçte Avrupa iç sorunlara, ihtilallere, kısmen de ikili mücadelelere veya Almanya’da, İtalya’da oluşan birliklere sahne oldu. Bu dönemde eski “ittifaklar sistemi” yerine statükoyu korumayı amaçlayan “Avrupa Uyumu” diye isimlendirilen bir işbirliği ve istişare süreci başladı.
Avrupa Uyumunun en güzel örnekleri hangileridir?
Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı desteklenmesi ve 1856 Paris anlaşması ile neticelenmesi Avrupa Uyumu’nun en güzel örneklerindendir.
19. yüzyılda Avrupa'da gelişen bloklar hangileridir?
- 1873 yılında Avusturya, Rusya ve Almanya’nın oluşturduğu “Üç İmparator Ligi”.
- 1879 tarihinde Almanya- Avusturya ikili ittifakı.
- 1881-1887 yılları arasında Avusturya-Almanya-ltalya üçlü ittifakı.
- 1887 yılında Rusya-Almanya ittifakı.
- 1892 yılında Fransız-Rus ittifakı.
19. yüzyılda İngiltere'nin yaptığı en önemli ittifaklar hangileridir?
İngiltere zaman zaman Avrupa devletleri ile ittifak denemelerine girdi ise de sonuç alamadı. Bu süreçte dikkati çeken en önemli ittifakı, 1878 yılında Osmanlı Devleti ile Kıbrıs Anlaşması, 1902 yılında da içeriği itibarı ile Rusya’ya karşı Japonya ile yaptığı ittifaktır.
1878 Berlin anlaşmasından sonra masaların ana konusu nedir?
Özellikle 1878 Berlin anlaşmasından sonra bütün bloklaşma ve uzaklaşmalarda “şark meselesi/doğu sorunu” yani Osmanlı topraklarının paylaşımı problemi diploması masalarının ana konusuydu.
Osmanlı Devleti 19. yüzyılda nasıl bir etnik yapıya sahipti?
Osmanlı Devleti bu yüzyılda da Avrupa, Asya ve Afrika’da geniş topraklara sahip olduğu gibi, dünyanın en zengin dini ve etnik çeşitliliğine de sahipti. Müslüman Türkler, Araplar, Kürtler, Çerkezler, Arnavutlar ve Boşnakların yanı sıra Ortodoks Hıristiyan olarak Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Romenler de Osmanlı vatandaşları idi. Ayrıca Gregoryen ve Katolik Ermeniler, Katolik Marunîler ile Hırvatlar imparatorluk dahilinde önemli bir yekûnu oluşturuyorlardı. Bunu dışında yine Osmanlı vatandaşı olan, İspanya göçmeni Sefarad Yahudileri ile Arapça konuşan Yahudi guruplar da bulunmaktaydı. Bu dini ve etnik çeşitlilik burada sayılmayan diğer heterodoks Müslüman ve Hıristiyan guruplar ile daha da büyümekteydi.
II. Abdülhamid tahta çıktığında hangi savaşlar vardır ve bu durum onu nasıl bir siyaset izlemeye itmiştir?
II. Abdülhamid tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti savaş halinde idi (Osmanlı-Sırbistan, Karadağ Savaşı). Bu savaşın sorumlusu olmamasına rağmen uluslar arası sistem Osmanlı Devleti’ne hiç beklemediği teklifler ile yaklaştı. Bu ilk tecrübe yeni Padişah’ın hiçbir tarafa dayanmadan bir denge politikası izlemesi gerektiğini öğretti.
1876-1909 döneminde Abdülhamid'in dış politikada takip edilen prensipleri hangileridir?
Abdülhamid hem devletin içinde bulunduğu durumu ve hem de eski müttefiklerin aldıkları pozisyonları dikkate alarak, gelenekçi çizgide ama şartlara göre şekillenebilen yeni bir dış politika takip etmeli idi. Bu çerçevede onun döneminde (1876-1909) dış politikada takip edilen prensipleri şöyle sıralamak mümkündür.
- Bloklardan Uzak Durup, Tarafsız Kalmak
- Devletler Arası Rekabetlerden İstifade Etmek
- Savaştan Uzak, Diplomasi ve Savunma Eksenli Politika Yürütmek
- İç ve Dış Politikayı Birlikte Yürütmek
Devletler Arası Rekabetlerden İstifade Etmek prensibi nedir?
II. Abdülhamid denge politikası takip etmekle birlikte, barış zamanlarında başka devletler ile de ittifak yapabileceğini zaman zaman ima etmesi Avrupalı devletler tarafından da kaygı ile karşılanmaktaydı. Bu kaygıları gözlemleyen II. Abdülhamid de bunu siyasi bir enstrüman olarak kullandı. Osmanlı topraklarına yönelmiş paylaşım arzuları ve bu konudaki rekabeti birbirine karşı kullanarak devletin ömrünü uzattı.
Savaştan Uzak, Diplomasi ve Savunma Eksenli Politika kapsamında neler yapılmıştır?
Askeri yatırımlara hız verildi, modern askeri okullar açıldı, silah sistemi yenilendi, Çanakkale, Trablusgarp ve benzeri stratejik yerlerde güçlü istihkâmlar yaptırıldı. Bu arada iç güvenliğin sağlanmasına dönük tedbirler alındı. Özellikle Doğu Anadolu, Trablusgarp ve Yemen’de kurulan Hamidiye Alayları, hem devletin gücünü hissettirdi hem de güvenliğin sağlanmasına önemli katkılar sağladı.
1897 yılında yapılan Osmanlı Yunan savaşının özelliği nedir?
Bütün bu tedbirlere rağmen mümkün mertebe askeri güç kullanmaktan kaçınan II. Abdülhamid, Tunus’un Fransızlar; Mısır’ın İngilizler tarafından işgali karşısında savaş yerine diplomasiyi yeğledi. Bunun tek istisnası 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’dır. Yunanlıların adalarda Müslüman Türk unsuruna karşı giriştikleri baskı, zulüm hatta katliamlar karşısında kayıtsız kalınması, II. Abdülhamid’in hem merkeziyetçi ve hem de hilafet politikalarına aykırıydı. Ayrıca bu savaş bir noktada uzun zamandır Almanların katkısıyla modernleştirilen Osmanlı ordusunun da denenmesi anlamını taşıyordu. Nitekim bu ordu savaş meydanında zafer elde etti, fakat savaşın sonunda Osmanlı hükümeti diplomaside bu zaferi sürdüremedi.
1880'den İç politika uygulamaları nasıl değiştirilmiştir?
1880’lerden sonra Osmanlı iç politika uygulamaları da II. Abdülhamid’in karakterine uyumlu hale getirildi. II. Abdülhamid Osmanlı-Rus Savaşı’mn akabinde parlamentonun tatil ederek mutlak monarşiye ve muhafazakâr iç politikalara geri döndü. Hükümet ve bürokrasi üzerinde mutlak hâkimiyet kurarak, bu yolla dış politikayı da bizzat kendisi ele aldı. Hükümetin iç ve dış işlerine dair bütün uygulamalarına en ince teferruatlarına kadar karıştı ve yönlendirdi. Bu maksatla Yıldız sarayında oluşturduğu uzmanlar gurubundan ve tecrübeli devlet adamlarından yararlandı. Her ne kadar yönetimde mutlakıyeti esas aldı ise de her konuda danışmanlarından raporlar istedi. Özellikle içerde dış müdahaleye sebep olacak olaylardan kaçındı ve böylesi durumlarda, sadrazam veya kabineyi değiştirerek dış dünyaya mesaj verip mümkün olduğunca müdahaleleri en aza indirdi.
II. Abdülhamid mali konularda nasıl bir politika izlemiştir?
Osmanlı borçlanmasının yarattığı felaketler ve Duyun-i Umûmiye idaresinin kurulup (1881), adeta Osmanlı maliyesini rehin alması II. Abdülhamid’i mali konularda da ihtiyatlı davranmaya itti. 1875 yılında yaşandığı gibi yeni bir mali iflas, devletin bağımsızlığını zedeleyecekti ve bu yüzden olabildiğince borçlanmadan uzak durdu. Yabancılara iktisadi imtiyazlar verirken de seçici davrandı. İngiliz sermayesine aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin üzerinde İngiliz nüfuzunu da arttıracağı düşüncesi ile sıcak bakmaz iken, Alman sermayesinin Osmanlı topraklarında yatırım yapması için gayret gösterdi. Yaptığı anlaşmalar ile dış ticarette yeni alanlar belirlemeye çalıştı.
Hilafet ilk kez hangi Uluslararası belgeye girmiştir?
Rusya ile OsmanlıDevleti arasında yapılan 1774 Küçük Kaynarca anlaşması ile ilk kez hilafet, Müslüman bir devlet ile Hıristiyan bir devlet arasında imzalanan uluslar arası bir belgeye girdi ve uluslararası hukukta yerini aldı.
Hilafetin ilk kez uluslararası bir belgeye girmesindeki amaç nedir?
Savaşta galibiyet elde eden Rusların Osmanlı idaresindeki Ortodoksları himaye girişimleri karşısında; Osmanlılar da, halifelik makamıyla Rus hâkimiyeti altındaki Müslümanların hamiliğini üstlenerek bir denge oluşturmaktı. Osmanlı Sultanları bu tarihten sonra devletin zayıflamasına paralel olarak, gerek içerde birlikteliği ve gerekse dışarıdaki Müslümanlar ile dayanışmayı sağlamak adına hilafete sık sık vurgu yapmaya başlamışlardı.
Dinî milliyetçilik düşüncesi ile Osmanlı Devletinde neler yapılmıştır?
1876 anayasasına konan üç ve dördüncü maddeler, Osmanlı Sultanı’nın, Osmanlı tebaasının padişahı ve aynı zamanda da bütün Müslümanların da halifesi olduğunu öngörmekteydi. Anayasaya konan bu maddeler ile hem Osmanlı hâkimiyetinde ve hem de İngilizler başta olmak üzere başka güçlerin hâkimiyetindeki Müslümanların milliyetçi duygular yerine, dinî duyguları harekete geçirilmesi amaçlandı. Başka bir ifade ile 19. Yüzyılda her tarafta etkili olmaya başlayan “milliyetçilik fikirleri” karşısında, adeta bir “dinî milliyetçilik” düşüncesi ile karşı konulacaktı.
Sultan II. Abdülhamid İslam Birliği Siyaseti ile neyi hedefliyordu?
Sultan II. Abdülhamid bu siyaseti ile şunları hedefliyordu:
- 1878 Berlin Kongresi’nden sonra, Osmanlı Devleti’ni bölüşmeye niyetlenen Avrupa devletlerinin kendi müstemlekelerindeki Müslüman tebaaya ilgi göstererek onların Osmanlı hilafetini benimsemelerini sağlamak. Böylece İngiltere, Rusya ve diğer Batılı devletlerinin hâkimiyeti altındaki Müslümanları etkilemek suretiyle, emperyalist güçler üzerinde baskı kurmak.
- Anayasa ile teminat altına alınmış “hilafet kurumu’’ ile hem Osmanlı Devleti dâhilinde ve hem de haricindeki Müslümanlar arasında dayanışmayı, birliği ve yardımlaşmayı sağlamak.
Yaşanılan hangi olaylar Mısır'da II. Abdülhamid lehine yayın yapılmasına neden olmuştur?
Fiilen İngiliz işgaline düştüğü 1882’den itibaren Mısır II. Abdülhamid’e karşı muhalefetin de merkezi haline getirildi. Ingilizlerin himayesinde, burada rahatlıkla faaliyet gösteren muhalifler arasında, Ingilizler, Fransızlar, Ermeniler, Rumlar, Suriyeli müslüman ve gayr-i müslim gazeteciler yer aldı. Hatta Mısır, “Osmanlı hilafeti” yerine “Arap hilafetini” diriltmek isteyen İngiliz Wilfrid Scawen Blunt’un faaliyet merkezi oldu. Bu faaliyetler ters tepki doğurdu ve Mısır’da Ingilizlere karşı II. Abdülhamid’in politikalarını savunacak Mustafa Kamil gibi liderler ortaya çıktı. Özellikle İngiliz işgalinin kalıcı olduğu anlaşıldıktan sonra Mısır, İslam Birliği siyasetinin adeta ikinci ayağı oldu. Gerek Ezher ulemasının desteği ve gerekse Mısır Fevkalade Komiseri Gazı Ahmet Muhtar Paşa’nm gayretleri ile Mısır’da birçok gazete, II. Abdülhamid ve politikaları lehinde yayınlar yapmaya başladı.
Hicaz Demir yolları projesi mali olarak nereden destek almıştır?
Osmanlı hâkimiyeti dışındaki Müslümanlara maddi yardımlar yapma imkânı bulunmayan II. Abdülhamid, zannedilenin aksine- onlar üzerinde kurduğu manevi nüfuz sayesinde, onlardan maddi destek sağladı. Nitekim II. Abdülhamid’in İslam Birliği politikalarının en büyük yatırımı olan Hicaz Demiryolu projesi, dünya Müslümanlarının maddi katkıları ile yapıldı.
Matbuat-i Ecnebiye Müdürlüğü neden kurulmuştur?
Tunus’un Fransızlar; Mısır’ın Ingilizler tarafından işgali üzerine; işgalciler konumlarını meşrulaştırmak için II. Abdülhamid aleyhinde yoğun propaganda başlattılar. İngiliz ve Fransız basını başta olmak üzere dış basında II. Abdülhamid ve Osmanlı Devleti aleyhinde yapılan yayınlar ve çizilen karikatürler hayli arttı. Osmanlı Hariciye Nezareti, 1882 yılı sonlarında Sultanın dikkatini konuya bir kere daha çekerek yeni düzenlemelerin yapılmasını istedi. Nitekim 1883 yılı başlarında dış basını takip edecek, devletin ve padişahın imajını zedeleyici yayınları tekzip edecek olan Hariciye Nezareti’ne bağlı Matbuat-i Ecnebiye Müdürlüğü kuruldu.
Matbuat- i Ecnebiye Müdürlüğü, kurulduktan sonra ilk iş olarak ne yapılmıştır?
Matbuat- i Ecnebiye Müdürlüğü, kurulduktan sonra ilk iş olarak yurt dışında yayınlanan pek çok gazete ve dergiye abone oldu.
Hangi yabancı gazetelere teşekkür mektubu yazılmıştır?
Ilımlı olanlara da teşekkür mektupları gönderildi. Mesela; Osmanlı Devletinden tahsisat alan Ingiliz Daily Telegraph; Fransız Patrie ve Le France ile Avusturya’da yayımlanan Nouvelle Pres Libre ile Almanca çıkan Allgemeine Zeitung gazetelerinin yayın politikalarının daha ılımlı olduğu gözlenerek onlara teşekkür mektupları yazıldı.
Batı’da uzun zamandır tahrip edilmiş “Osmanlı imajını” düzeltmeye yönelik ne gibi tedbirler alınmaya çalışılmıştır?
II. Abdülhamid, 1887 yılında Mat buat-i Ecnebiye müdürlüğünden Osmanlı devletinde ikamet eden gazeteciler ile ilgili yeni bir çalışma yapılmasını istedi. Nitekim Müdürlük, Times, Daily News, Daily Cronicle gazeteleri ve bazı Fransız gazetelerinin temsilcileri ile görüşerek; Osmanlı Devleti hakkındaki yazılarında daha insaflı olmalarını istedi. Bütün bu gayretlere rağmen 1890’lı yılarda bir takım menfaatler peşinde veya ilgili hükümetlerin etkisinde olan bazı gazetecilerin şantajlarını sürdürdükleri görülmektedir. Nitekim aynı yıl gerek İstanbul’da ve gerekse Londra ve Paris’te Salih Münir Paşa’nm bazı gazetecilere 6400 lira dağıttırması bunu göstermektedir. Hiç şüphesiz bu uğraşlar, Batı’da uzun zamandır tahrip edilmiş “Osmanlı imajını” düzeltmeye yetmemiş ancak sınırlı da olsa olumlu bazı sonuçların alınmasına vesile olmuştur.
II. Abdülhamid hangi Macar profesörü Avrupada sözcüsü gibi kullanmıştır?
Nispeten tarafsız görünen Macar Profesör Adolphe Strausz gibi birçok isim ile şahsi dostluklar kuran, nişanlar veren II. Abdülhamid, onları Avrupa kamuoyunda kendi sözcüsü gibi kullandı ve olumlu imaj yaratmaya çalıştı.
Osmanlı Amerikan ilişkileri, Amerika’nın hangi politikaları çerçevesinde gelişti?
Osmanlı Amerikan ilişkileri, Amerika’nın Akdeniz politikaları çerçevesinde gelişti.
Osmanlı Amerikan ilişkileri II. Abdülhamid döneminde nasıl ve ne şekilde bir gelişme göstermiştir?
Osmanlı-Amerikan ilişkileri esas olarak II. Abdülhamid zamanında gelişme gösterdi. Zira O, Almanya hariç Avrupa’da meydana gelen olumsuz havayı Amerika ve Japonya’ya yönelerek kırmaya çalıştı. Amerika ile yapılan ticaret hacmi 1872’lerde iki milyon doların biraz üstünde iken 1882 yılında beş milyonu aştı ve bu rakam giderek her yıl arttı. Bu çerçevede Amerika İstanbul’daki elçiliği yanı sıra Osmanlı topraklarında çeşitli yerlerde konsolosluklar da açtı. Osmanlı Devleti de 1843’lerden sonra temsilci bulundurduğu Amerika’da bu dönemde elçilik düzeyinde temsil edilmeye önem verdi. Ayrıca 1893 yılında Amerika’da açılan Chicago Sergisine katıldı. Sergide II. Abdülhamid’in talimatı ile kurulan “Türk Köyü”, büyük ilgi gördü ve Osmanlı Devleti’nin yenidünyada algısının olumlu şekillenmesinde önemli katkılar sağladı.
American Missionary Board teşkilatı Osmanlı Devletinde nasıl faaliyet gösteriyordu?
Misyonerlik faaliyetlerini organize eden American Missionary Board teşkilatı II. Abdülhamid’in tahta geçmesinden yıllar önce Osmanlı topraklarındaki teşkilatlanmasını tamamladı. Eğitim kurumları açtı, Protestan kiliseleri kurdu. Özellikle “Doğu Türkiye Misyon”unun 1890’larda Ermeniler arasındaki faaliyetleri, onları Protestanlaştırma girişimleri ve nihayetinde Osmanlı Devletinden bağımsızlık istemek maksadı ile yaptıkları isyanlarda Ermenileri desteklemesi Osmanlı-Amerika ilişkilerini olumsuz yönde etkiliyordu.
Osmnalı-Japonya ilişkileri II. Abdülhamid döneminde nasıl bir seyir izlemiştir?
Gerçekte Osmanlı-Japon ilişkileri II. Abdülhamid’in tahta geçmesi ile başladı. Şehzadeliğinden itibaren Japonya’daki gelişmeleri takip ettiği bilinen II. Abdülhamid, tahta geçtikten sonra bu konudaki imkanları araştırdı. 1878 yılında bir Japon Savaş gemişi İstanbul’u ziyaret etti. Gemi personelini büyük bir misafirperverlikle karşılayan II. Abdülhamid onlara nişanlar verdi. Ayrıca, Japon İmparatoru’na “bir Türk harp gemisi ile selam ve sevgilerini gönderme arzusunda olduğunu” bildirmelerini söyleyerek Japonya ile ilişki kurma isteğini ortaya koydu.
Ertuğrul Firkateyni niçin Japonyaya gitmiştir?
II. Abdülhamid, Prens Kumatsu’nun ziyaretine karşılık, İstanbul tersanelerinde yapılan bir gemi ile iade-i ziyaret planlanması talimatını verdi. Bu amaçla hem yelkenli ve hem de makineli bir gemi olan yirmibeş yaşındaki Ertuğrul firkateyni seçildi.. Geminin bu uzun yolculuğa tahammül edip edemeyeceği tartışılırsa da, bir yıl önce yapılan tamir ve bakımına güvenildi.
Ertuğrul Firkateyni hangi mürettebattan oluşuyordu ve Japonya'ya nasıl ulaştı?
Bilgi ve görgülerini, denizcilik tecrübelerini arttırmak üzere o yıl Deniz Harp Okulundan mezun olan teğmenlerin de gemiye alınması kararlaştırıldı. Heyetin başına Miralay Osman Bey, gemi komutanlığına da Kaymakam Ali Bey tayin edildi. Yol güzergahı ve diğer hususlar için talimatmane ve hazırlıklar tamamlandı. Nihayet gemi, 56’sı subay olmak üzere 609 kişilik mürettebatı ile, Padişah’m “Murassa İmtiyaz Nişanını” İmparatora ulaştırmak üzere, 14 Temmuz 1889’ta İstanbul’dan yola çıktı. Büyük bir uğurlama töreni ile demir alan Ertuğrul Firkateyn’i güzergahı boyunca çeşitli limanlara uğrayarak yol aldı. Uğradığı her limanda büyük ilgi gören gemi ve mürettebatı, çoğu kere limanlarda planlanandan fazla kaldığından altı ay olarak belirlenen yolculuk on bir ay sürdü. Nihayet 7 Haziran’da Japonya’nın Yokohama limanında büyük törenle karşılanan gemi aynı zamanda Türk-Japon dostluğunun sembolü oldu.
Ertuğrul Firkateyni neden batmıştır?
Ertuğrul Firkateyni Japon sularında üç ay kaldı.. Osman Paşa resmi temaslarda bulunurken mızıka heyeti de halka konserler verdi. Gemi ve mürettebatı gereken hizmetlerini hakkıyla yerine getirdikten sonra yeni bir dönüş güzergahı yapılarak 15 Eylül 1890 tarihinde Yokohama limanından demir aldı. Ancak 23 Eylül’de İstanbul’a ulaşan haberlere göre; tarihi misyonunu başarmış olan Ertuğrul firkateyni 16 Eylül’de Kobe yolunda iken Kashinozaki fenerini geçtiği sırada kayalara çarparak battı. Tarihimize “Ertuğrul Faciası” olarak geçen bu kazada gemideki 609 mürettebattan sadece 69 u kurtuldu.
1904-1905 Rus-Japon Savaşında Osmanlı Devleti nasıl bir tavır takınmıştır?
19041905 Rus-Japon Savaşı sırasında Osmanlı Devleti “tarafsız kalma’’ gerekçesini kullanarak, Rusya’nın savaş gemilerinin boğazlardan geçişine izin vermedi. Böylece dolaylı olarak Japonya’ya yardım etmiş oldu. Osmanlı Kamuoyu da savaş ile yakından ilgilendi. Ayrıca Miralay Pertev Bey, savaşı gözlemlemek için Mançurya’ya gönderildi ve burada bir yıla yakın Japon ordusunun misafiri oldu.
Bismarck Avrupa dışı politikalardan niçin uzak durmak istiyordu?
Bismarck Avrupa’da elde ettiği avantajları kaybetmemek için dikkatlerini Avrupa dışı politikalardan uzak tutmak istiyordu. Dolayısıyla Avrupa Devletleri’nin şark politikalarında da uzak duruyordu.
Bismarck Osmanlı siyasetine nasıl dahil olmuştur?
Berlin Kongresi’nin Almanya’da toplanması ve toplantıya Bismark’ın başkanlık etmesi onu doğrudan OsmanlI siyasetinin içine soktu.
Alman ekolü ve Alman sermayesi Osmanlı topraklarında nasıl boy göstermiştir?
Paşa unvanı verilen Goltz kendini katıksız bir Türk dostu olarak tanıtmaktaydı. Fakat gerçekte, uzun zamandır ihmal edilmiş olan Osmanlı ordusunun silah sistemini tamamen değiştiren, Alman silah sanayinin dostu idi. Onun göreve başlamasından sonra 1885’te Çanakkale boğazının tahkimatı için Alman Krupp fabrikasına ağır toplar sipariş edildi ve bunu diğer silah türlerinin siparişi takip etti. Nitekim onun uyguladığı programlar sayesinde 1890lı yıllarda Alman silah fabrikatörleri Osmanlı silah siparişlerinin tamamını karşılıyorlardı. Tabii olarak Osmanlı subayları da silahları tanımak ve eğitimini almak için Almanya’ya gidiyordu. Bu da Osmanlı ordusunda hızla Alman hayranlığını ve ekolünü egemen kıldı. Silah ticaretinin yanı sıra Alman sermayesi hızla Osmanlı topraklarında varlık göstermeye ve yatırımlar yapmaya başladı.
1890 yılı ortalarında İzmit-Adapazarı hattını Hangi Alman şirketi yapmıştır?
Osmanlı hükümeti İzmit-Ankara demiryolu inşa ve işletme imtiyazını Deutsche Bank’a verdi. Bu maksatla kurulan şirket hızla inşa faaliyetine girişerek 1890 yılı ortalarında İzmit-Adapazarı hattını hizmete soktu.
Almanlar Türk demiryollarında ne tür yatırımlar yapmışlardır?
İmparatoru II. Wilhelm 1898 yılında ikinci kez İstanbul’u ziyaret ettiğinde Alman şirketleri Anadolu’nun pek çok yerinde faaliyette idi. Alman sermayesi ile kurulmuş olan Anadolu Demiryolu Şirketi, Îzmit-Ankara hattını tamamladığı gibi; Haydarpaşa-Iz- mit hattını yenileyerek işletme hakkını da elde etti. Aynı şekilde yeni sözleşme ile Eskişehir-Konya hattının yapım imtiyazı da Almanlara verildi.
Berlin-Bağdat Demiryolu'nun yapımı niçin ve hangi yıl Almanlara verilmiştir?
Aslında Osmanlı Devleti başlangıçta İngilizlerin de bu yatırıma ortak olmalarından yana idi ve bu teklif İngiltere’ye ulaştırıldı. Fakat gerek İngiliz sermayesinin yetersizliği gerekse İngiliz hükümetinin Almanlara tahammül edemeyişi yüzünden istenilen cevap alınamadı. Aksine İngiliz hükümeti projenin engellenmesi için çalışmaya başladı. Bu yüzden 3 Mart 1903 tarihinde yapılan kesin imtiyaz sözleşmesi ile Bağdat Demiryolu Şirketi’nin kurulmasına karar verilerek iş tamamen Almanlara havale edildi.
Berlin-Bağdat demiryolu sorunu hangi savaşın çıkma nedenlerinden biridir?
Berlin-Bağdat demiryolu sorunu Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasının ana nedenlerinden biri oldu.
Berlin-Bağdat Demiryolu projesi İngiltere tarafından niçin istenmemiştir?
Berlin-Bağdat demiryolu işletme hakkının yanı sıra, demiryolu hattı boyunca her iki taraftaki yirmi kilometrelik alanda maden ve petrol arama-işletme imtiyazının Almanlara verilmesi onlara büyük avantajlar sağlıyordu. Bu durumda İngilizlerin sadece Anadolu’daki iktisadi menfaatleri zedelenmiyor; hem göz diktikleri petrol bölgelerinden uzak kalıyor ve hem de uzun zamandır üstünlük elde ettikleri Basra Körfezi ticaretleri tehdit altına giriyordu. Özellikle demiryolu hattının Bağdat’tan Basra’ya, buradan da Kuveyt’e ulaştırılması niyeti, İngilizleri büsbütün çileden çıkardı. Zira Avrupa’da durduramadıkları Almanlar ile Basra Körfezi’nde burun buruna geleceklerdi. Böylece sömürgeleri olan Hindistan yolunun da Alman baskısına maruz kalacak olması kabul edilemezdi.
1900 yıllarda Osmanlı Devleti Rusya ile nasıl ve neden bir anlaşma yoluna gitmiştir?
Osmanlı Devleti’nde Alman nüfuzunun hızla yayılmasına tepki gösteren Rusya 4 Nisan 1900’de yapılan bir anlaşma ile etkisiz bırakıldı. Buna göre Osmanlı Devleti Rusya’nın nüfuz alanlarına giren Karadeniz yönünde ya demiryolu yapılmayacak veya Rus sermayedarlara yaptırılacaktı. Aynı yıl Rusya Odesa ile Basra Körfezi arasında gemi işletme imtiyazı elde etti. Bunlar aslında OsmanlI’nın aleyhinde Rusya’ya verilen tavizlerdi. Fakat bu yolla Osmanlı Devleti, uzun bir süre Ruslar ile çekişmeyi önlediği gibi, onları Basra Körfezinde Ingilizler ile karşı karşıya getirdi ve kendisi iç düzenlemelerde yoğunlaşabildi.
Belçika Orta Afrika için nasıl bir yarışın içine girmiş ve neler yapmıştır?
Afrika her zaman olduğu gibi ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde de sömürgeci devletlerin şiddetli çekişmelerine sahne olmaktaydı. Kral II. Leopold tahta geçmesi ile Orta Afrika’da bu yarışın içine girdi. II. Leopold temkinli ve akıllı bir yol takip ederek; 1876 yılından itibaren Avrupa’da kongreler düzenleyerek Afrika’ya olan ilgisini ortaya koydu. Kongrelerde, Afrika’ya Batı uygarlığını götürmek, köleliği kaldırmak, ticaret yapmak” fikirlerini tartıştırarak 1878 yılında Yukarı Kongo Araştırma Komisyonumun kurulmasını sağladı. Ardından yaptığı girişimler ile Kongo Havzasını Belçika egemenliğine alarak, serbest ticaret yaptırma karşılığında bunu ABD ve Avrupa devletlerine de onaylattı.
25 Haziran 1885’te Osmanlı Devleti hangi ülke anlaşma imzalamıştır ve anlaşmanın içeriği nedir?
Osmanlı Devleti ile Belçika Krallığı arasında 25 Haziran 1885’te on iki maddelik bir sözleşme imzalandı. Buna göre, Osmanlı Devleti de Belçika’nın Kongo üzerindeki egemenliklerini tanımakta; ancak Osmanlı Devleti de orada temsilcilikler açma ticaret yapma ve en önemlisi bölgedeki Müslüman ahali üzerinde hilafet hukukunu kullanma haklarını elde etmekteydi.