Siyasi Düşünceler Tarihi Dersi 1. Ünite Özet
Antik Yunan: Yurttaş Ve İktidar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Antik Yunan, Polis ve Siyaset
Batı siyasal düşüncesinin tarihinin başlangıç noktası olarak kabul edilen Antik Yunan uygarlığı, birbirinden özerk kent devletleri ya da polis’lerden oluşmaktadır. Tarihte ilk çıktığında “tepedeki kent” olarak nitelenen polis’ler, tapınma merkezlerinin bulunduğu yerdi. Bu yerlere akropolis denirdi.
İÖ VIII. yüzyılda ticaretin ortaya çıkmasıyla ve toprakların ortak maldan özel ellere geçmesiyle aristokrasi doğmuştur. Aristokrasi; birkaç soyun oluşturduğu bir toplulukta belirli bir soyun diğer soylara göre üstün kabul edilmesi ile yönetme hakkının bu soya verilmesi yönetimidir.
Polis’lerin temelinde eşitsizlik vardır. Topluluk arası savaşlar yüzünden ortaya çıkan köleler bunun en açık göstergesiydi. Fakat daha sonra borçlara karşılık teminat olarak kendilerini ya da aile fertlerini göstermesiyle borç köleliği yaygınlaşmıştır. Bu köleliğin tanığı İÖ 700’lerde yaşadığı sanılan, küçük bir mülk sahibi, yoksul bir Yunan şairi olan Hesiodos’tur.
İlk polis’ler az gelişmiş ve küçük köylerden oluşmuş tarım yerleşim yerleriydi. Bu polis’lerde yurttaşlar, siyasal kararların alınmasında ve uygulanmasında doğrudan yer aldığı, siyasal haklara sahip yurttaşların arasında kura ile belirlendiği doğrudan demokrasi ile yönetiliyordu. Polis’te köleler, Yunan asıllı metoikos’lar (yabancılar) ve kadınlar yurttaş haklarına sahip değildi. Her bir polis’in kendine özgü siyasal varlık olmanın dışında, özgün bir askeri, dini ve mimari bütünlüğe de sahiptir.
Polis’in yurttaşları dört ana sınıfa ayrılmıştır: Eupatrides (iyi doğmuşlar, soylular), Geomeres (küçük çiftçiler), Demiurgos (zanaatkarlar) ve Thetes (emekçiler, en yoksullar).
Atina’da İÖ VII. yüzyılda krallığın tamamen bitmesine rağmen, insanlar thesmoi’ye göre, yani tanrısal kökenli, sözlü ve geleneksel yasalara göre yönetilmekteydi. Ancak Atina geliştikçe, soyluların elinde kaldığı bu yasalar yetersiz kalınca İÖ 630 yılına doğru Atinalı Kylon tiran olma girişiminde bulunup soyluların iktidarını devirdi. Tiran, Yunanlılar’a göre, iktidarı mevcut yasal düzenlemelere aykırı bir biçimde ele geçirmiş kimselere denir. Tiranların öldürülmesi genellikle olumlu karşılanır. İÖ 621’de Drakon yasalarının hazırlanmasıyla, thesmoi yerini nomoi’ye, yani yazılı ve değişime açık yasalara bırakmaktadır.
Atina’da krallığın yıkılmasıyla, yurttaşların siyasal hak kullanımı çeşitli kurumlara geçmiştir:
- Arkhon (soylular)
- Strategos (komutan)
- Ekklesia (halk meclisi)
- Areopagus: Görevini tamamlayan arkhon’lar hayatları boyunca bu kurumun üyesi olurlar. Soyluların tekelinde olup, suçlu bulunan kişileri gerektiğinde yurttaşlıktan atma hakkına sahiptir.
- Bule (dörtyüzler meclisi): Soyluların tekelinde olan ve yasa önerilerini taslak haline getiren kurumdur.
- Heliaia (halk mahkemeleri): Otuz yaşını dolduran her yurttaşa açıktır ve kura ile bir yıllığına görevlendirilir.
İÖ 560’ta iktidar olan Peisistratos soylulara ağır bir darbe vurur. Fakat İÖ 527’deki ölümünden sonra soylular yeniden iktidarı ele geçirerek oligarşik rejimi, yani azınlığın yönetimini yeniden kurarlar. Kleisthenes yurttaşları, deme (yer, mahal) bağlarına göre yeniden örgütler. İÖ 449 yılından sonra Atina’da iki güç arasında mücadele başlar. Bir yanda toprak sahipleri, diğer yanda ise ticaret ve denizcilikle uğraşan kesimlerle emekçiler vardır. Bunların oluşturduğu demokratlar isonomia (yasalar önünde eşitlik) ve isegoria’yı (doğrudan siyasal hakkı) talep etmektedir. Bu mücadele sonucu Perikles iktidar olur.
Perikles dönemi Atina için altın çağdır. Bu dönemde gerçekleşen reformlarla tüm yurttaşlar siyasal haklara kavuşmuştur. Alt sınıflara kapalı olan devlet görevleri herkese açılmış ve kura ile seçilmenin önünü açmıştır. Ekklesia’da toplanan halkın devlet memurlarını yargılama yetkisi verilmiştir. İÖ 355 yılında Makedonyalıların etkisi başladığı Yunan yarımadasında bütün polis’ler III. Aleksandros’a bağlandı. İÖ 146’da Roma hakimiyetiyle Atina ve Sparta özerk kent ilan edildi; diğer polis’ler ise doğrudan bağımlı kentler haline geldi. İÖ 86’da ayaklanma sonucu polis’ler yıkıldı ve Yunan yarımadası eyalet haline getirildi.
Başlangıçta yurttaşlığın temel koşulu, belirli bir soya (genos’a) ait olabilmekti. Ancak deme bağları önem kazandıkça, daha çok özgür olma şartı öne çıkmıştır. Yunan’da özgürlük efendisizlik demekti, bu yüzden köleler insan sayılmazdı. Ayrıca metoikos’lar çalışan sınıflardı ve zorunluluk alanına aittiler. Kadınlar ise kocalarına bağımlı olduklarından metoikos’lar gibi zorunluluk alanına aitti. Bu alana oikos (hane) alanı denir. Oikos ve nomoi kelimelerinden ortaya çıkan “Oikonomoi” (Ekonomi) kelimesi; hanenin yasaları, ev yönetimi, malların servetin yönetimi anlamına gelir. Oikos alanı Yunanlılar için insanın maddi ihtiyaçlarının karşılandığı alandır.
Polis’in siyaset merkezinde demos (halk) vardır. Demokrasi kelimesi demos (halk) ve kratia (iktidar) kelimelerinin birleşmesiyle oluşturulmuş ve halkın iktidarı anlamına gelmektedir. Fakat polis’te halk sadece yurttaşları kapsamaktadır.
Atina’da demokrasinin düşmanları şunlardır:
- Yaşlı Oligark: O’na göre demokrasi, halka eşitlik verdiğinden dolayı soyca üstün olanlara göre daha çok güç kazanmasına yol açar.
- Ksenophon: O’na göre demokrasi, halk despotluğudur.
Demokrasiyi savunanlar ise şunlardır:
- Herodotos: O’nun için halkın idaresi, yasalar önünde eşitliktir. Ayrıca alınan her karar kamuya dayanır.
- Perikles: O’na göre demokrasi, tüm yurttaşlara dayanır. Devlet işlerinde herkesin olabileceği yer soydan dolayı değil, yüksek yetenekle kazandığı üne göredir.
Polis’te Siyasal Düşüncenin Öncüleri
İlk Yunan düşünürleri İyonya’da ortaya çıkmıştır. İyonya’nın Ephesos şehrinden olan Herakleitos, demokrasi düşmanı ve siyasal düşünürdür. Ona göre, yapılacak en doğru şey bilge bir insanın iradesine itaat etmektir. Doğa felsefesinin doruk noktası ve materyalist düşünür olan Demokritos’a göre ise devlet ve yasalar doğal değildir. Ayrıca meritokrasiyi (liyakata dayalı yönetimi) savunmuştur.
Sofist kelimesi; bilge, belirli bir alanda uzmanlık bilgisine sahip kişi anlamına gelir. Güzel söz söylemek polis’te hem çok önemli hem de siyasal anlamda çok işlevseldir. Sofistler, güzel söz söylemeyi öğretiyorlardı. Ancak Platon ve Aristolotes gibi düşünürler, Sofist düşünürleri aşağılarlar. Aristoteles ve ondan sonra gelen düşünürler, kendilerini Sofist düşünürlerden ayırmak için, kendilerine philosophos olarak tanımlarlar. Philosophia, sophia (bilgi) ve philia (sevgi) kelimelerin birleşmesiyle oluşmuştur. Filozof ise bilgiyi seven anlamına gelir.
Sofistlere karşı olan tepkilerin iki sebebi vardır: Zengin demiurgoi’nin Sofistler tarafından eğitilmesi ve Sofistlerin büyük bir kısmı metoikos’lardan oluşmasıdır. Sofistler iki döneme ayrılırlar:
- Birinci kuşak Sofistler: Birinci kuşak Sofistler düşüncenin merkezine insanı koymuşlar ve daha çok polis’le ilgilenmişlerdir. Siyaset sanatının tanrılar tarafından gönderildiğini ileri sürerler. Protagoras’a göre, kimse yurttaş olmadığı için siyasi haktan yoksun bırakılamaz. Ayrıca ona göre polis, bir tür sözleşmeyle kurulmuş yapay bir varlıktır. Dönemin diğer Sofisti Hippias’a göre ise, insanlar doğal yasa tarafından akrabadır. Bundan dolayı Sofistler tarihin ilk hümanistler olarak değerlendirilir. Hümanizm insancılık anlamına gelmektedir.
- İkinci kuşak Sofistler: İkinci kuşak Sofistler, birinci kuşağın tersine eşitliğe karşı gelirler. Antiphon’a göre insanların doğal olarak kardeş olmalarının nedeni yasalardır, yani yasa kısıtlayıcı, doğa ise özgürlüktür. Ona göre yasalar, özgürlüklerini gerçekleştirmek isteyen güçlü insanların önünde engeldir ve güçsüzlerin işine yaramaktadır.
En önemli Sofistlerden biri olan Sokrates, düşüncenin merkezine insanı ve toplumu koyar. Ancak diğerlerinden farklı olarak kendisinin bilgiye sahip olduğunu ve bilgi öğretebileceğini savunmaz.
Sokrates halkın içine karışıp, Atina demokrasisinin halkın yönetiminde değil de, halkın demagog’lar tarafından yönetildiğini söyler. Yunanca’da demos (halk) ve agogos (öncülük etmek) kelimelerinden oluşan Demagoji, insanlara duymak istedikleri şeyleri yalan ve abartılı şekilde söyleyip kandırmak anlamına gelir. Bunu yapan kişiye de demagog denir.
Sokrates’e göre yasalar, insanlara sadece iyilik sağlar ve yönetim şekli ne olursa olsun polis’i kutsal ve en büyük iyilik olarak görmüştür. En önemlisi yönetenlerin erdemli oluşudur, bilgisiz insanların elinde yok olmamalıdır.
Platon: İyi Yurttaş, İyi Devlet
Siyaset felsefesinin kurucusu ve en önemli isimlerinden biri olan Platon’a göre iyi insan varlığı, iyi bir siyasal örgütlenmeyle olabilmektedir. O yüzden Platon düşüncenin merkezine polis’i koymuştur. Bu durumda önemli olan şey polis’in bilgisidir ve onu bilecek kişi de filozoftur.
Platon Atina’da Akademia adında bir okul kurmuştur. İÖ 387 yılında, kentin dışında yer alan ve eski savaş kahramanlarından birinin adını taşıyan Heros Akademos bahçesinde kurulan bu okul, İS 529’da Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından kapatılmıştır.
İnsan ruhu üç ayrı bölümden oluşur ve her insanda birisi daha baskındır. Bu bölümler maddi istek (iştahsal bölüm), soylu istek (yürekli bölüm) ve bilgelik isteği (ussal bölüm)dir.
Platon’a göre polis, farklı sınıfların toplamına eşit değildir ve devlet bu farklı sınıfları birleştirir. Bu bakımdan Platon, organizmacı toplum görüşünün ilk isimlerindendir. Platon devlet ile yönetim biçimleri arasında fark gözetmeksizin, devleti sınıflandırmıştır. Patriarşi, yazılı yasalara gerek duyulmadığı, gelenekler ve ataların sözü dışında hiç bir şeyin olmadığı yönetim şeklidir. Nüfus artışıyla birlikte patriarşi ortadan kalkar ve monarşi (aristokrasi) ortaya çıkar. Platon’a göre monarşi, tek bir kişinin tüm topluluğun ortak çıkarlarını koruyan bir yönetim şeklidir. Bu yönetimle yazılı yasalara geçilir. Topluluğun tek bir aile şefi tarafından yönetilmesine monarşi, birkaç aile şefinin birleşip yönetilmesine aristokrasi denir. Monark ya da aristokratların şöhret kazanma isteklerinden dolayı askerlere iktidar olma şansı verilir. Timokrasi adı verilen bu yönetim şeklinde, askerler sadece kendi gruplarına önem verir ve onları zenginleştirir. Oligarşi, zenginlerin dahil olduğu ve yoksulların tamamen dışlandığı azınlık yönetimidir. Platon’a göre en kötü yönetim oligarşidir, çünkü oligarklar zenginleştikçe yoksullar fakirleşir. Zenginlerle yoksullar arasındaki fark açıldıkça sınıf mücadelesi başlar ve yoksullar oligarşiyi yıkıp demokrasiyi kurar.
Platon’un sınıflandırdığı devletin bozulmasında birbiriyle bağlantılı dört etken bulunur: toplumdaki iç birliğin bozulması, iş bölümü ilkesine uyulmaması, toplumsal çatışmalar ya da sınıf mücadelesi, ahlaksal çözülmeyle birlikte yönetici kesimlerin kendi iç birliklerinin ortadan kalkması.
Platon’a göre ideal devlet üç sosyal sınıftan oluşur. Erdemi ölçülülük olan üreticiler, devletin maddi ihtiyaçlarının karşılarlar. Devletin varlığını koruyan koruyucuların erdemi yiğitliktir. Erdemi bilgelik olan yöneticiler filozoflardan oluşmaktadır. Bu sınıfların, yaptıkları işlerin dışına çıkmamaları için dördüncü erdem olan adalet erdemi, ideal devlette ortaya çıkar. Platon’a göre, ideal devlet hem toplumsal değişime kapatılmalı hem de devletin içindeki değişim durdurulmalıdır. Toplumdan kaynaklanabilecek toplumsal dinamikleri ön gören Platon zenginliğe ve yoksulluğa yer vermemiştir. Ayrıca toplumsal değişimi durdurmak için nüfusu sabitlemeyi savunmuştur.
Filozofun başa geçmesinin en temel nedeni, akla dayalı, tutkulara kapılmayan toplumun bir bütün olarak mutluluğuna önem veren bir devletin ortaya çıkmasıdır. Toplum yeni rejime hazır değilse filozofun ilk görevi bir tabula rasa, yani temizlenmiş ve yeni şeylere hazır bir levha oluşturmaktır.
Filozof, ideal devleti kurmak için yasalar çıkarır ve bu yasalar üç temel işlevi yerine getirecektir:
- Her yurttaşı üstleneceği işleve göre sınıflandırmak.
- Her sınıfı kendi içinde ve sınıfları kendi aralarında birleştirmek.
- Böylece toplumu mutluluğa götürmek. Filozofun yönetimi gibi, bu yasalar da meşruluğunu doğrudan hukuk ve yasanın bilgisinden alır.
İdeal devlet toplumdaki hiyerarşinin, iş bölümünün ve soyların bozulmasıyla yıkılacaktır. İşbölümü bozuldukça koruyucular akla önem vermeyip savaşçılığı önemseyeceklerdir. Böylece ideal devlet onuru önemseyen timokrasiye bırakacaktır.
Platon’un ideal devlet modelinin meritokrasi ya da philokrasi olduğundan dolayı dünyada kurulamaz, çünkü bu model sadece tanrılara layıktır. Önemli olan ideal devleti kurmak değil, gerçek devletleri ideal devlet bilgisine yaklaştırmaktır. Bu ikinci en iyi yönetim biçimi Yasalar’dır. Bu modelde filozof-kralın yerini yasalar almıştır ve yasa aklı temsil eder. İyi bir yasa, değişime ve bozulmaya karşı katı bir özellik taşımalıdır. Fakat aynı zamanda dünyadaki değişimlere de ayak uydurmalıdır.
İkinci en iyi yönetim biçiminde Platon özel mülkiyet ve aile kurumlarına izin verir. Ancak kimin kiminle evleneceğini devlet karar verir, çünkü soyların bozulmaması çok önemlidir. Özel mülkiyet ise polis’in ortak malı olarak görülmelidir. Bu yönetim biçiminde ayrıca nüfus ve toprak arasında doğrudan bir ilişki vardır ve nüfus artışı olursa nüfus ihraç edilir, nüfus düşerse ithalat yoluyla eksikler tamamlanır.
Platon ikinci en iyi devletindeki yurttaşları zenginliklerine göre dört sınıfa ayırır. Siyasal hakkı daha çok zengin sınıflara vermesine rağmen Platon sınıfı ne olursa olsun, herkesi aynı iş bölümü sürecinden geçirir.
Yasa hakimiyetini sağlamak için Platon dengeli bir yönetim öngörmüştür ve karma anayasa modeli ortaya çıkar. Bu modelin siyasal kurumları Yasa Koruyucular Kurulu, Halk Meclisi ve 360’lar Konseyi’dir. Bu kurulun üstünde de onları denetleyen Denetçiler Kurulu bulunmaktadır. Ancak daha sonra Platon, filozof ve din adamlarının bulunduğu yeni bir kurum oluşturur ve bu kuruma Gece Konseyi adını verir. Gece Konseyi, bir kurum olarak filozof-kralın yerini alır ve bu konsey doğrudan anayasa düzeni konusunda karar alma yetkisine sahiptir.
Aristoteles: Devlet, En Yüksek İyi
Aristoteles’i Platon’dan ayıran en önemli fark, akıl yürütmenin yanı sıra olgulara önem vermesi ve gözleme başvurmasıdır. İÖ 335’te Lykeion adında bir felsefe okulu kurmuştur. Lykeion’da dersler öğrencilerle birlikte dolaşarak verildiği için, bu okula Peripatos (gezinen) okulu da denir. Aristoteles’e göre siyaseti anlamak için öncelikle toplum ve toplumu oluşturan insan anlaşılmalıdır. Toplumun amacı telosu, yani insanın içindeki mutluluğu ve yetkinliği sağlamaktır.
Aristoteles’e göre en küçük topluluk ailedir. İnsanların sadece günlük gereksinimlerini karşılamak için aileler birleşmek zorunda kalır ve köyler oluşur. Köylerin birleşmesiyle polis oluşturulur. Aristoloteles’e göre devletin özü insanların içindedir. İnsan sadece yurttaş olursa tam anlamıyla insandır. Aristoteles insanı zoonpolitikon (siyasal-toplumsal bir hayvan) olarak tanımlamıştır. Topluluğunun mutluluğunu ve iyiliğini amaçlayan devlet için adalet çok önemlidir. Adaletin düzgün yürütülmesi için adil yasalara ihtiyaç duyulur. Eğer yasalar kötüyse adalet zarar görür.
Aristoteles’e göre üç ayrı eşitsizlikçi ilişki aileyi ayakta tutar.
- Baba-çocuk ilişkisi: Çocukların düşünme yeteneği gelişmediği için babanın otoritesi altındadırlar.
- Karı-koca ilişkisi: Aristoteles kadının çok akıllı olmadığını ve erkeğe boyun eğmesi gerektiğini savunur.
- Efendi-köle ilişkisi: Aristoteles’e göre kölelerin düşünme yetisi olmamasından dolayı en iyisi efendilerine itaat etmeleridir. Ayrıca yurttaşlar köleler sayesinde aşağılayıcı işlerle uğraşmaktan kurtulmakta ve boş zamanlarından dolayı siyasete zaman bulmaktadırlar.
Aristoteles herkesin yurttaş olmasına karşı çıkar, çünkü herkes yurttaş olursa devletin içindeki adalet bozulur. Bu yüzden bedeniyle çalışanlar, zanaat ve ticaretle uğraşan insanların, yurttaşın gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip olmadıklarından dolayı yurttaşlığa kabul edilmemelidir. Ayrıca siyasetle ilgilenen kişi ile ticaretle uğraşan kişi eşit sayılamaz.
Aristoteles yönetim biçimini belirleyen iki etken üzerinde durmuştur:
- Çevresel, ekonomik ve psikolojik koşullar
- İklim koşulları veya coğrafya: Aristoteles’e göre soğuk ülkede yaşayan Avrupalılar yürekli ama beceri ve akıl bakımından geridirler. Bu yüzden iyi ve sürekli bir yönetim kuramazlar. Sıcak ülkelerde yaşayan Asyalılar zeki ve yaratıcıdırlar ama yürekli ve iradeli olmadıklarından dolayı hep köle olarak yaşarlar. Ilıman iklimde oturan Yunanlılar ise hem zeki, hem yürekli olduklarından iyi ve doğru anayasalara sahiptirler ve hep özgür yaşarlar.
Aristoteles yönetimleri sınıflandırmak için iki ana ilkeye başvurur: ortak iyiliği amaçlayan yasa ve yönetimi elinde olan kişi sayısı. Bu durumda üç iyi, üç de kötü toplam altı yönetim biçimi ortaya çıkar.
- Ortak iyiliği amaçlayan bir kişinin yönetimi olan monarşi ve bir kişinin çıkarını gözeten, başka bir kişinin yönetimi olan tiranlık.
- Ortak iyiliği amaçlayan azınlığın yönetimi aristokrasi ve zenginlerin çıkarlarını gözeten azınlığın yönetimi olan oligarşi.
- Ortak iyiliği amaçlayan çoğunluğun yönetimi olan politeia ve sadece yoksulların çıkarlarını gözeten çoğunluğun yönetimi olan demokrasi.
Aristoteles, krallığın her zaman ılımlı olmasını ister, yoksa yönetim tiranlığa dönüşür. Tiranlık en kötü rejimdir. En erdemli yönetim şekli ise aristokrasidir. Bu yönetim biçiminde her şey servet sahiplerinin elinde toplanır ve geliri olmayanların hiçbir hakkı olmaz.
Silah taşıma hakkı olan herkesin yurttaş olarak kabul edilerek yönetimde yer alan çoğunluğun yönetimi anlamına gelen Politeia, karma bir siyasal yönetim biçimidir. Aşırı zengin ve aşırı yoksulların ortasıdır, yani orta sınıf iktidarın asıl gücüdür. Aristoteles’e göre orta sınıf, değişimi en az isteyen sınıftır, çünkü kaybedecek şeyleri vardır. Politeia ile Aristoteles’in ideal devleti arasındaki temel fark, Politeia’da iyi insan ve iyi yurttaşın aynı kişi olması gerekmediğidir. Yurttaş bazı olumsuzluklar taşısa da yurttaştır ve siyasal hakkı vardır. İdeal devlette ise iyi yurttaş ve iyi insan aynı kişidir.
Aristoteles’in Devrimler Kuramı’nda geçen statis sözcüğü gerilim, bir şiddet patlamasının kaçınılmaz olacağı kadar büyüyünce ortaya çıkan bir durum anlamına gelir. Aristoteles’e göre devrimlerin nedenleri şunlardır:
- İnsan ya da topluluklar, çıkar, saygınlık ve onur bakımından başkalarına göre kendilerini eksik hissetmeleri,
- İktidarı elinde bulunanların mevcut iktidarlarını daha da artırmaya kalkması,
- Mevcut anayasanın yaşamını sürdürememesi,
- Bir devlette zenginler ve yoksunlar birbirlerine denk ise ve bu iki sınıfın çatışmasını yumuşatacak bir orta sınıfın bulunmaması veya güçlü olmaması,
- Güçlü sınıfın kendi içlerinde mücadele etmesi,
- Anayasa’nın dışarıdan müdahalelerle değiştirilmesidir.
Aristoteles’in devrimlere karşı alınabilecek önlemleri şunlardır: Eşitliğin sağlanması için hem sayısal hem de orantılı eşitliği devreye sokmak, iktidarı çoğunluğa vermek ya da onları iktidara ortak etmek, orantısız büyümeyi önlemek, orta sınıfa ağırlık vermek ve yasaların çiğnenmesini engellemek.
III. Aleksandros’un polis’i yıkmasıyla Yunan dünyası Helenistik Çağ’a girmiştir. Yunan kültürünün Asya kültürüyle kaynaşarak yeni kültürel biçimler oluşturması sonucunda ortaya çıkan kültüre Helen, buna uygun olarak gelişen düşünce biçimine Helenistik denir. Bu çağda polis’ler, siyasal açıdan olmasa da kültürel etkilerini sürdürmektedirler.
Polis’in yıkılmasıyla iki temel gereksinim doğmuştur. Epikoscu okulun cevap verdiği bireylerin yeni bir ahlak, davranış ve mutluluk gereksinimi; Stoa okulunun cevap verdiği yeni bir insan ve kardeşlik gereksinimidir.
Epikuroscu okulun kurucusu olan Epikuros, atomize bir toplum anlayışına dayanır. Herkes kendi hakkını korumak için başkalarının hakkını kabul etmelidir. Epikuros kişinin bilge olduğu için toplumdan uzak durduğunu ve uzak durduğu sürece de bilgeleştiğini belirtir. Epikuros, siyasal yaşamın insanlara bir şey katmayacağını, tam tersine birçok soruna yol açacağını ve iktidar mücadelesi yüzünden insanın diğerlerinden kötülük göreceğini öngörür. Epikuros insanları ikiye ayırır: 1) Bilge olanlar ve buna uygun yaşayanlar, 2) Bilge olmayanlar, kendi yapay arzularının, korkularının esiri olanlar.
Stoa okulunun kurucusu olan Zenon’la birlikte Kleanthes ve Khrysippos’dur. Stoacılar tanrısal bir aklı ve yasayı doğaya bağlarlar. Evrende (kozmosda) hiçbir şey akla aykırı bir şekilde gerçekleşemez, yani her şey bir zorunluluğa bağlıdır. İnsanlar aklını kullananlar ve kullanmayanlar olarak ikiye ayrılsalar da insanların hepsinin tek bir dünya devletinin (kosmopolis) yurttaşları (kosmopolites) dır. Zenon’a göre, dünya üzerinde yaşayan insanların farklı yasalarla ve farklı devletler altında yaşaması doğru değildir. Tek bir kozmos olduğuna göre, insanların tümü yurttaş sayılmalı ve ortak bir yasa altında birleşerek yaşamalıdır. Bu düşünceye de kosmopolitizm denir.