Osmanlı Tarihi (1789-1876) Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Osmanlı Reorganizasyonu: Tanzimat Devri 1839-1856
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Tanzimat dönemi ne zaman ve hangi olayla başlamıştır?
Tanzimat Dönemi’nin, 3 Kasım 1839’da Topkapı Sarayı’nın Gülhane Bahçesi’nde Sultan Abdülmecid’in Hatt-ı Hümâyunu’nun okunması ile başladığı konusunda, konuyla ilgilenenler açısından, genellikle bir tereddüt yoksa da, ne zaman son bulduğu hakkında farklı görüşler vardır.
Ortaçağ Avrupası'nı Günümüz Avrupa toplumundan ayıran özellikler nelerdir?
Avrupa Ortaçağ toplumunu, günümüz Avrupa toplumundan ayıran en önemli özellik, bireysel özgürlüğün bulunmayışıdır. Ortaçağ Avrupasında herkesin toplumsal düzendeki rolü sıkı bir biçimde belirlenmişti. Avrupa insanının toplumsal olarak bir sınıftan diğerine geçme şansı pek yoktu. Bir kentten ya da bir ülkeden diğerine gitmesi zordu. İnsanlar, âdeta doğduğu yerde kalmak zorundaydı. Zanaâtkarların ve köylülerin, satacağı malların fiyatları, satacağı yer, kasabanın pazar meydanı belirlenmişti. Lonca üyesi, hiç kimseye teknik sırlarını açıklayamazdı. Herhangi bir kazançlı alışverişi, kendi lon- casından olanlarla paylaşırdı. Kişisel, ekonomik ve toplumsal yaşam, sıkı kurallar altındaydı. Kişi, böyle bir yapı içinde bir birey değildi. Sadece kuralları önceden belirlenen ve ihlal edilemeyen bir grubun (cemaatin) üyesi bir köylü, zanaatkâr veya bir şövalyeydi.
Osmanlı Devleti'nin batıyı askeri alanda örnek almasında hangi olaylar etkili olmuştur?
Askerî alandaki başarısızlıklar, Karlofça (1699), Pasarofça (1718), Küçük Kaynarca (1774) ve Yaş (1792) gibi ağır şartlar içeren anlaşmaların imzalanmasına yol açtı. Batı kültürü ve onun yarattığı ürünlere karşı özellikle askerî açıdan artık Osmanlı idarecileri, daha farklı bir yaklaşım göstermek zorunda kaldılar. Lale Devri (1718- 1730)’nde başlayan bir süreç olmakla beraber 18. yüzyıl boyunca batılılarla ilişki kurma eğilimi, I. Mahmud devrinde (1730-1745) aslen bir Fransız olan Kont Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa) ve III. Mustafa Devrinde (1757-1773) Baron de Tott gibi şahsiyetlerin, Osmanlı ordusuna hizmet etmelerini sağladı. Bu isimlerin varlığı, Osmanlı Devleti’nin askeri alanda batıyı önemsediği ve batının yöntemlerini askeri kurumlarda uygulamaya çalıştığını göstermektedir.
II. Mahmut'un devletin işleyişiyle ilgili yaptığı köklü değişiklikler nelerdir?
II. Mahmud, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırdıktan sonra giriştiği reformlarda, çağdaşı devletlerde olduğu gibi devlet işlerinde uzmanlaşmayı sağlamak için bakanlıkları (nezaretleri) kurdu. Meclis-i Vâlâ’yı Ahkâm-ı Adliyye’yi kurarak bir danışma meclisi oluşturdu ve devlet görevlilerine vazifeleri karşılığında, merkezî hükümetçe maaş verilmesi vb. köklü değişikliklere yöneldi.
II. Mahmut'u diğer reformculardan ayıran temel özellik nedir?
II. Mahmud’u kendisinden önceki reformculardan ayıran temel özellik, Tanzimat hareketinin onun devrinde hazırlanmış olmasıdır. Tanzimat Dönemi, yenileşme tarihimizde kendisinden yaklaşık bir asır önce başlayan sürecin devamı olmakla birlikte öncekilerden pek çok farklılık göstermektedir. II. Mahmud öncesi reformlarda, Batı’nın temel yapısını oluşturan medenî değerler ile modern devletin temel özellikleri arasında yer alan hukuk devleti olma ve bireyin haklarının korunması gibi ilkeler göz önüne alınmamıştı.
Osmanlı'da milliyetçilik akımının etkisiyle gerçekleşen ilk büyük hareket nedir ve nasıl sonuçlanmıştır?
İlk büyük hareket Sırp İsyanları’ydı. 1812’de Bükreş Anlaşması ile Sırbistan özerklik kazandı.
Tanzimat Fermanı'nın ilan edilmesine sebep olan iç nedenler nelerdir?
19. yüzyılın ilk çeyreği boyunca Osmanlı Devleti, özellikle Fransız İhtilali’nin doğurduğu “Milliyetçilik” akımının etkisiyle Osmanlı sınırları içindeki çeşitli ulusların bağımsızlık talepleriyle karşılaştı. Milliyetçilik etkisini öncelikle imparatorluğun gayrimüslim unsurları üzerinde göstermişti.Bu anlamda ilk büyük hareket Sırp İsyanları’ydı. 1812’de Bükreş Anlaşması ile Sırbistan özerklik kazandı. Benzer şekilde, Osmanlı-Rus Savaşı sonrası 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’yla Yunanistan bağımsızlığını elde etmişti. Ayrıca Mısır’da Mehmed Ali Paşa’nın iki defa merkezi otoriteye isyan ederek Osmanlı Sultanı’nın varlığını tehdit etmesi de bir başka büyük sorundu. Giderek ağırlaşan bu sorunların üstesinden gelmenin yolu devletin yeniden organize edilmesinden geçiyordu. Böylece Osmanlı Devleti’ni modern bir devlet ve toplum yapısına dönüştürürken Müslüman ve gayrimüslim bütün unsurları da eşit haklar ve eşit yurttaşlık temelinde bir arada tutmayı amaçlayan Tanzimat Fermanı ilan edilmişti.
Mısır meselesinin Tanzimat Fermanı'nın ilanındaki yeri nedir ve nelere yol açmıştır?
Tanzimat’ı hazırlayan ekonomik gelişmeler arasında Mısır Meselesi özel bir yer tutmaktadır. Tanzimat Fermanı’nın ilanından kısa bir süre önce Mısır Meselesi’nin baskısı altındaki Osmanlı Devleti, 16 Ağustos 1838’de İngiltere ile Balta Limanı Ticaret Antlaşması’nı imzalamıştı. İngilizlere iç ticarette geniş imtiyazlar verildi. İngilizler Osmanlılar üzerinde daha fazla iktisadi nüfuz kurdular. 1838 Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmasının benzerleri aynı yıl içinde Fransa ile daha sonra 1840’ta İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, 1841’de Danimarka, 1843’te Portekiz ile imzalanmıştır. Böylece Osmanlı toprakları üzerinde serbest ticaretin koşulları için gereken diğer idari, mali, hukuki vb. reformları yapmak kaçınılmaz hâle geldi. Batı Avrupa devletleri ise iktisadi çıkarlarını sağlama almak karşılığında Osmanlı toprak bütünlüğünü destekleyeceklerdi.
Tanzimat Fermanı hangi padişah zamanında ve kim tarafından kaleme alınmıştır?
II. Mahmud zamanında Mustafa Reşid Paşa tarafından kaleme alınmaya başlanan ve yapılacak reformların ilkelerini ortaya koyan metin Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ya da diğer adıyla Tanzimat Fermanı’ydı.
Tanzimat Fermanı'nın içeriğini neler oluşturmaktaydı?
Ferman metnini, beş bölüm şeklinde özetleyebiliriz. Birinci ve ikinci bölümde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren Kur’an hükümlerine ve şeriat kanunlarına saygı gösterildiğinden, devletin kuvvetli ve halkın refaha sahip olduğu ifade edildikten sonra yüz elli yıldan beri türlü sebeplerle ne şeriata, ne de kanunlara saygı gösterilmediği, bu yüzden de devletin eski güç ve refahını kaybettiği vurgulanmaktaydı. Üçüncü bölümde, devlet idaresini iyileştirmek için bazı yeni kanunlar koymak gerekliliğine işaret edilmekte; dördüncü bölümde de yeni kanunların hangi konuları esas alacağı gösterilmekteydi. Buna göre; 1-Müslüman ve gayrimüslim bütün tebaanın ırz, namus, can ve mal güvenliğinin sağlanması, 2-Verginin düzenli bir usule göre ayarlanması ve toplanması, 3- Askerlik ödevinin düzenli bir usule bağlanmasını esas alan düzenlemeler yapılacaktı. Beşinci bölümde ise yeni kanunların dayandırılacağı genel prensipler belirtilmekteydi. Padişah da, hatt-ı hümâyuna ve yapılacak kanunlara saygı göstereceğine dair ant içti.
Kanunlaştırma (Codification) nedir?
Herhangi bir konuyla ilgili olarak izlenecek hareket tarzını kanun hâline koymak. Kanun şeklinde kurallar ortaya koymaktır.
Kanunlaştırma çabalarının ilk adımlarına hangi padişah döneminde rastlanmıştır ve nelerdir?
Kanunlaştırma adını verdiğimiz bu çabaların ilk adımlarını, II. Mahmud devrinde görmekteyiz. II. Mahmud’un son dönemlerine doğru Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza Kanûnnâmesi yanında yine 1838’de Memûrine Mahsûs Ceza Kanûnu yayımlanmıştı. Böylece sınırlı da olsa modern hukukun “kanunsuz ceza olmaz” ilkesi gereği, belirli suçlara önceden belirlenmiş cezaların verileceği ifade edilerek idarede keyfiliğe varan uygulamalara son verme çabasının ilk adımları atılmıştır. Belirsiz zulüm kavramıyla ifade edilebilen suçlar ve cezalar, kanunlaştırılmıştır.
Muhassıllık Meclisleri nelerdir? Ne amaçla kurulmuştur?
Tanzimatın öngördüğü amaçlardan biri de vergi adaletiydi. Buna yönelik ilk önlem Muhassıllık Meclisleri’nin kuruluşudur. Tanzimat sonrası Muhassıl gönderilen yerlerde, kurulan meclislere Muhassıllık Meclisleri denmiştir. Gayrimüslim topluluklarının da temsil edildiği bu meclis, valinin denetimine verilmişti. Bu meclisler hatt-ı hümâyunda vaadedilenlerin gerçekleşmesi için tasarlanmıştı. 25 Ocak 1840 tarihinde gönderilen bir talimatta Muhassılların maiyyetlerinde bir katib-i emlak ve nüfus ile bir tane mal kâtibi bulunacak ve gittikleri yerlerde öncelikle bir meclis kuracaklardı. Bu meclise beldenin hâkimi, müftüsü, bir asker zabiti ve vücûh-ı memleket denilen memleketin ileri gelenlerinden dört kişi, yine metropolit ve kocabaşılardan da birer kişi alınacaktı. Meclis haftada iki ya da üç gün gerek vergi gerekse o beldenin diğer sorunlarını görüşecekti. Muhassılların bulunmadığı yerlerde üç veya dört kazanın birleşmesiyle ve Muhassıl tarafından “vücûh”dan ileri gelenlerden birisi vekil tayin edilip müftü, nâib ve yine vücûhdan iki kişinin de olduğu bir meclis kuruluyordu. Muhassıllık talimatına göre, gayrimüslimlerin bulunduğu yerlerde Kocabaşı ve Metropolidin (Ermeni ve Rum temsilcileri) bu meclislere atanması öngörülüyorsa da başka cemaatlerin varlığı nedeniyle Yahudi ve Katoliklerin de bu meclislerde birer temsilcisi bulundurması Meclis-i Vâlâca kararlaştırılmış ve meclislere bunların da birer temsilcileri alınmıştı. Muhassıllık Meclisleri’ne seçimle üye olan vücûha “kadir ve haysiyyetlerine göre” aylık verileceği ifade edilmişti. Öte yandan Nâib ve vekillerine de maaş bağlanacak ve maaşlarını Emvâl-i Muhassıllıktan alacaklardı.
Tanzimat'a yönelik tepkilerin genel niteliği neler olmuştur?
Menfaat kaybına uğrayan kesimler reformların başarısız olması için çalışmaya bu arada özellikle halkı kışkırtmaya başladılar. Özellikle vergi temelli isyanlar Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinde ortaya çıktı. Bunların tamamı kısa süre içinde bastırıldı. Anadolu’da merkezî otorite daha güçlü olduğu için isyanlar büyümemiştir. Rumeli’deki isyanlar ise vergi gerekçesiyle başlamış olmasına rağmen kısa sürede ve kolaylıkla milliyetçi direnişlere dönüşmüştür. Babıâli bu bölgedeki isyanların, Hristiyanlık ekseninde uluslararası boyut kazanmasını engellemeye çalışmıştır. Bununla birlikte başta Rusya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin doğrudan müdahalelerini önleyememiştir. Çıkarları zedelenen bu zümreler, Mustafa Reşid Paşa ve ıslahâtları aleyhine mücadeleye girişeceklerdir.
Mustafa Reşid Paşa’nın vergi reformu, ülke içerisinde ciddi sarsıntılara neden olmuştur. Osmanlı topraklarında mali uygulamalardan kaynaklanan isyanlardan biri de 1841 Niş İsyanı’dır.
Tanzimat'ın getirdikleri gayrimüslim reayayı umutlandırmış ve kendilerine tanınan haklar için direnmeye girişmişlerdi. Niş İsyanı ile vergi işlerinde eski idari suistimallere göz yummayacakları ve haklarını arayacakları ortaya çıkmıştı. Gerçekte Tanzimat’ın yeni vergi politikaları, kargaşa doğurmuş ve eskiden vergi imtiyazlarına sahip olan zümrelerin ayaklanmaların başını çektiği görülmüştür. Bu isyan hareketleri yabancı müdahalelerini davet edebileceği için Babıâli’yi kaygıya düşürmüştür. Nitekim benzeri bir isyan da 1850’de Vidin’ de ortaya çıktı. Mevcut toprak rejiminin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu isyanda da Niş İsyanı’nda olduğu gibi milliyetçilik akımları ve dış tahrikler etkili oldu. Köylünün tarımsal yapı içindeki durumunun iyileştirilememesi huzursuzluğun en önemli kaynağıydı.
Mısır Meselesinin sonuçları ana hatlarıyla neler olmuştur?
1830’da başlayan ve 1840’ta sonuçlanan Mısır meselesi, bir iç isyan olarak ortaya çıktıysa da beş büyük Avrupa devletinin müdahalesiyle ciddi bir Avrupa sorununa dönüştü. Mehmed Ali Paşa, bu isyan ile elde etmek istediği Adana ve Suriye hakimiyetinden vazgeçmek zorunda kaldı. Ancak Mısır’ı babadan oğula geçirecek olan bir ferman elde etmeyi başardı. Rusya, isyanın ilk aşamasında Hünkar İskelesi Antlaşması ile Osmanlı üzerinde bir himaye kurmayı başardıysa da ikinci aşamada başta İngiltere olmak üzere Avrupalı büyük devletlerin baskısıyla bu avantaj kısa sürede etkisiz hâle geldi. İngiltere, Doğu Akdeniz ve Hindistan’ın güvenliğini tehdit edebilecek, Fransa’nın etkisi altındaki Mehmed Ali Paşa’nın büyük bir devlet kurmasını önlediği gibi Rusya’nın boğazlara yönelik girişimlerini de boşa çıkardı. Fransa, Mısır Meselesi’nde Mehmed Ali’yi destekleyerek Mısır’daki Fransız nüfuzunu sürdürmek istedi. Bir yandan da Osmanlı Devleti ile çatışmamaya ve Osmanlı toprak bütünlüğünü Rusya’ya karşı korumaya da özen gösterdi. Osmanlı Devleti’nin ise Mısır krizinde, bir paşasının isyanını bile bastırmayı başaramaması zayıflığını iyice ortaya çıkardı. Osmanlı Devleti varlığını devam ettirmek için sürekli başka bir ülkenin yardımına başvurmak zorunda kalacaktı. Bu olayla Avrupa devletlerinin Osmanlı üzerindeki çıkarları daha da açık hale geldi.
1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi neleri kapsamaktaydı?
13 Temmuz 1841’de Londra’da, Boğazlar Sözleşmesi veya 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi adını alan bir antlaşma imzalandı. 1841 Boğazlar Sözleşmesi, dört maddeden ibaret olup en önemli olanı ilk maddesidir. Bu maddeye göre Osmanlı Devleti, yabancı savaş gemilerinin Karadeniz ve Çanakkale boğazlarından geçemeyeceğine dair eskiden beri uygulamakta olduğu yasağı (kaide-i kadime), bundan sonra da uygulayacağına dair kararlılığını ilân ederek bu hususta garanti veriyordu. İngiltere, Rusya, Avusturya, Fransa ve Prusya ise Osmanlı Devleti’nin bu geçiş yasağı hakkındaki kural ve kararına saygı göstermeyi taahhüt ediyorlardı. Yani, Osmanlı Devleti barış zamanında hiçbir yabancı savaş gemisini Boğazlardan geçirmeyecek ve bu devletler de zorla geçme teşebbüsünde bulunmayacaklardı. Nihayet, 3. madde ile Osmanlı Devleti, diğer bütün devletleri, bu sözleşmeye katılmaya davet edecekti.
1. Maddede, Boğazların kapalılığına dair Osmanlı Devletinin taahhüdü, sadece barış zamanına aittir. Buna göre, Osmanlı Devleti, herhangi bir devletle savaş hâlinde olursa Boğazları istediği devletin savaş gemilerine açabilecekti. Nitekim Kırım Savaşı’nda böyle olmuştur. Yine 1841 Sözleşmesi ile Boğazlar uluslararası bir statü kazandı. Çünkü 1841’e gelinceye kadar Boğazları bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı tutmak Osmanlı Devleti’nin daima uygulamakta olduğu bir kuraldı. Fakat istediği zaman bu kuraldan vazgeçebilirdi. 1841 Boğazlar Sözleşmesi ise bu durumu değiştiriyordu. Boğazlar rejimini tayin eden artık sadece Osmanlı Devleti değildi. Avrupa devletlerinin karşılıklı ve ortak taahhütleri de söz konusuydu. Yani Osmanlı Devleti, diğer devletlerin onayları olmaksızın Boğazlar rejiminde bir değişiklik yapamayacaktı. Diğer yandan Avrupa devletlerinin, Boğazların kapalılığına saygı hususundaki taahhütleri, sadece Osmanlı Devletiyle karşılıklı ilişkilerini de ilgilendiriyordu. Dolayısıyla içlerinden biri taahhüdünden vazgeçip Osmanlı Devleti ile Boğazlar hakkında ayrı bir anlaşma imzalayamazdı. Osmanlı Devleti, 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile Rusya’dan gelebilecek bir tehlikeyi önlerken İngiltere, Boğazların kapalılığını kesinleştirerek Akdeniz’e dönük bir Rus tehlikesini dizginlemekteydi.
Maruniler ve Dürziler kimdir?
Marunî(ler): Kurucusu Aziz Mârûn’a nisbet edilen ve V. yüzyıldan itibaren ağırlıklı olarak Lübnan’da yaşayan bir Katolik Hristiyan cemaati.
Dürzi(ler): Mısır’da hüküm sürmüş Fatımi’lerden Hakim bi-emrillah’ın Allahlık iddiası ve ona inanan bir topluluk oluşmuş, ona ilk inananlardan olan Muhammed Dürzi’ye izafeten bu isim verilmiştir. Bu toplluk ehl-i sünnet Müslümanların baskısıyla Mısır’ı terk ederek Şam civarına yerleşmişlerdir. Dürzî adını alan bu topluluğun inanışlarında, Müslümanlıktan, Hristiyanlıktan, Mazdeizmden ve hatta putperestlikten alınma birçok esas bulunmaktadır.
1848 İhtilallerinin Osmanlı Devleti üzerine etkileri neler olmuştur?
1848 İhtilalleri Osmanlı Devleti’ni iki şekilde etkiledi. Osmanlı Devleti Macar Mültecileri (Sığınmacıları) Sorunu ve kısmen ona bağlı olarak gelişen Eflâk-Boğdan (Memleketeyn) İsyanı ile karşılaşmak zorunda kaldı.
Mülteciler Meselesi sonucunda yapılan anlaşmada alınan kararlar nelerdir?
16 Ekim1849’da Çar I. Nicholas ile görüşen Fuad Efendi Çar’ın tavrını yumuşattı. Bu yumuşamada Sultan Abdülmecid ve Mustafa Reşid Paşa’nın kararlı tutumlarının yanı sıra İngiltere ve Fransa’nın açık destekleri etkili olmuştu. Osmanlı Devleti’nin kararlı tutumunda Avrupa kamuoyunda oluşan desteğin de önemli bir yeri vardır. Yapılan görüşmelerden sonra varılan anlaşmada; 1- Rus elçisi tarafından verilecek de erdeki Rusya vatandaşı olan Polonyalıların bir daha geri dönmemek üzere Osmanlı Devleti tarafından sınır dışı edilmeleri 2- Rus vatandaşıyken başka bir devletin vatandaşlığına giren Polonyalılardan, Osmanlı Devleti’ne gelebilecek ve Rusya aleyhine entrikalar kurabilecek kişilerin sınır dışı edilmesi için ilgili ülke nezdinde girişimde bulunulması 3- Müslümanlığı kabul eden mültecilerin, Osmanlı ülkesinin iç bölgelerine yerleştirilmesi şartlarıyla, Çar mültecilerin iadesi talebinden vazgeçti. Mustafa Reşid Paşa, Âlî Paşa ve Titof arasında bir protokol imzalandı. Rusya ile bütün pürüzler çözüldükten sonra diplomatik ilişkiler, 25 Aralık 1849 tarihinde tekrar başladı. Stürmer, Hariciye Nazırı Âlî Paşa’ya 5 Kasım 1849 tarihinde bir nota göndererek Osmanlı-Avusturya ilişkilerinin dostça devamını sağlamak için mültecilerin teslimi talebinden vazgeçtiğini bildirdi. Bu mültecilerden Müslümanlığı kabul edenler Türkiye’de yerleştiler.
1849 Balta Limanı Sözleşmesi ile alınan kararlar nelerdir?
Bu antlaşmaya göre; 1- Rusya 7 yıl için Memleketeyn’de Osmanlı Devleti ile hemen hemen eşit haklara sahip olacaktı. 2- Sultan yedi yıl için iki yeni bey seçecek, Boyar meclisleri dağıtılacak ve bunların yerine bir divan kurulacaktı. 3- Anayasayı gözden geçirmek için Yaş’ta ve Bükreş’te olmak üzere iki komisyon kurulacaktı. 4-Dirlik ve düzen sağlanıncaya kadar her iki devlet yeterli miktarda kuvveti Memleketeyn’de bulunduracaktı. 5- Bu antlaşma sürdükçe her iki devlet, beylere danışman göreviyle delegeler gönderecekti. Bu antlaşma ile iki devletin arası yeniden düzelirken savaş çıkmasını önleyecek yeni bir statü kuruluyordu. Ancak Rusya’nın Eflâk ve Boğdan’a müdahalesi, bölgedeki nüfuzunun artmasına ve Osmanlı nüfuzunun azalmasına neden oldu.