Osmanlı´da İskan ve Göç Dersi 2. Ünite Özet
Xıv-Xvııı. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’Nin İskan Siyaseti
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
XIV-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin İskân Siyaseti
Malazgirt Zaferi’nden XIII. yüzyıla kadar geçen süre içerisinde doğudan gelen Türkmen göçleri sayesinde Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma süreci tamamlanmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışının ardından Anadolu’ya gelen Türkmenlerin yaylak ve kışlak istekleri Anadolu Selçuklu Devleti tarafından değerlendirilerek, devletin batı, kuzey ve güney uçlarına yönlendiriliyorlardı. Böylelikle hem onların yerleşik halkın tarım arazilerini tahrip etmesi önleniyor hem de özellikle batıdaki Bizans sınırında bir güvenlik kuşağı oluşturuluyordu.
Osmanlı Beyliği’nin ortaya çıkışı, Anadolu Selçuklu merkezî otoritesinin Ertuğrul Gazi idaresindeki Oğuzların Kayı boyuna mensup Türkmenleri Söğüt-Domaniç havalisine iskânının sonucudur. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kösedağ yenilgisiyle devlet toprakları üzerinde irili, ufaklı Türkmen beylikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Söğüt ve Domaniç bölgesinde XIV. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Osmanlı Beyliği’nin Anadolu’nun diğer bölgelerinde kurulmuş, kendisinden daha güçlü beyliklerin arasından sıyrılıp çıkması ve güçlü bir devlete dönüşmesi uyguladıkları gazâ politikası ve iskân siyaseti ile gerçekleşmiştir. Bu şekilde kurulmuş olan Germiyanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Saruhanoğulları ve Karesioğulları Batı Anadolu’da; Çobanoğulları ise Kuzeybatı Anadolu’da Bizans împaratorluğu’na karşı gazâ politikasını uyguluyor, doğudan gelen Türkmenleri Bizans’tan aldıkları yerleştiriyorlardı. Böylece Batı ve Kuzeybatı Anadolu’daki Türkmen nüfusu kısa zamanda büyük bir artış göstermeye başlamıştır.
Çobanoğulları Beyliği’nin XIII. yüzyılın sonlarında, gazâyı terk etmeleri üzerine Osmanlılar devralmıştır. Böylece yaptığı sistemli iskân politikası sayesinde büyük bir devletin temelleri atılmaya başlanmıştır.
XIV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Uyguladığı İskân Metotları
Siyasî sınırlar içerisinde insanlar için dengeli bir şekilde yerleşim düzeninin oluşturulması için nüfusun belli bir kısmının çeşitli nedenlerle yer değiştirmesi yani başka bir bölgeye devlet eliyle nakledilmesi gerekmektedir. Bu uygulama İçe dönük ya da dışa dönük, zorunlu veya isteğe bağlı olarak sınıflandırılır ve genel olarak iskân adı verilir. Devletlerin hayatındaki siyasî ve askerî başarılar, göç ve iskân hareketlerini dışa dönük olarak teşvik etmiştir. Tersi durumunda göç ve iskân içe dönük olarak yapılmıştır. İskân faaliyetlerinde uyguladıkları yöntem ve bu yolla insanların refah içinde yaşamalarını temin etme devletlerin medeniyet seviyelerini ortaya koyar.
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren yükseliş, duraklama ve gerileme devirlerinde siyasî, sosyal ve ekonomik şartlara göre değişik iskân siyasetleri uygulamıştır. Devletin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde ele geçirilen bölgelere Türk ve Müslüman ahalinin yerleştirilmesi, dışa dönük bir iskân siyasetidir. Buna karşılık XVI. yüzyılın sonlarından itibaren devletin uzun yıllar savaştığı dönemlerde Anadolu’da ortaya çıkan Celali İsyanlarının etkisiyle halkın kırsal kesimden kaçması sonucu harap olan mahallere aşiretlerin yerleştirilmesi bir iç iskân uygulamasıdır. Bu durum özellikle XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren düşman eline geçen topraklardan Osmanlı sınırlarına doğru başlayan ve siyasî gelişmelerle gittikçe hızlanan göç hareketiyle yeni boyutlar kazanmıştır.
Kolonizatör Türk Dervişleri Vasıtası ile Yapılan İskân
Rumeli’nin fetih ve Türkleşmesinde uygulanan iskân yöntemlerinden birisi, Türkmen dervişlerinin stratejik yerlerde zaviyeler ve tekkeler inşa etmeleri yoluyla olmuştur. Dervişler zaviye veya tekkelerini kurdukları bölgelerde gelip-geçen yolculara hizmet etmekte ve bölgenin asayişini sağlamaktaydılar. Zamanla bu zâviye ve tekkelerin etrafında köy ve kasabalar kurulmaya başlanmıştır. Osmanlı tarihlerinde Gaziyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum, Alp-eren olarak isimlendirilen bu dervişlere araştırmacılar Kolonizatör Türk Dervişleri adını vermişlerdir. Bu dervişlerin bazen devletin desteğiyle bazen de kendi inisiyatifleriyle henüz ele geçirilmemiş bölgelerde bile faaliyet gösterdikleri ve birer üs mahiyetinde koloniler oluşturdukları bilinmektedir. Osmanlıların bölgede kurdukları yerleşim birimlerinin isimleri arasında Ahi, Baba, Abdal, Fakih gibi tarikat unvanlarına rastlanılması bu dervişlerin bölge iskânında ne kadar önemli roller oynadıklarını ortaya koymaktadır.
Anadolu’dan Rumeli’ye Yerleşmek İçin Gelen Türkmenlere Timârlar Verilmek Suretiyle Yapılan İskân
Rumeli’nin iskânında takip edilen diğer bir metot fethedilen bölgelere aileleri ve akrabalarıyla Anadolu’dan gidip, yerleşecek olan Türkmenlere devletin timârlar tahsis ederek, bölgenin iskânını teşvik etmesidir. Bölge mamur hâle getiriliyor ve toprağın işlenmesi gerçekleştirilmiş oluyordu. Böylece yollar boyunca köyler ve kasabalar kurularak, batıya doğru yapılacak yeni seferlerde askerî sevkiyat ve erzak tedariki kolaylaştırılmış oluyordu. Rumeli’deki zengin topraklara sahip olmak isteyen pek çok Türkmen Osmanlı hâkimiyetine geçerek, Rumeli’de timâr elde etmişlerdir.
Vakıflar ve Temlikler Vasıtası ile Yapılan İskân
Diğer bir iskân metodu vakıflar ve temlikler yoluyla yapılmıştır. Fethedilen yeni bölgelerin imar ve iskânını gerçekleştirmek için bizzat kendisinden faydalanılan vakıflar olarak külliye, câmi, mescid, imaret, medrese, köprü vs. hayır eserleri meydana getirmek, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri uyguladığı fetih metotlarından birisiydi. Böylece kısa zamanda o vakıf eserinin etrafında mahalleler oluşuyor ve bir kasaba hâline gelmesi sağlanmış oluyordu. Örneğin, Sultan II. Murad’ın Ergene Suyu’nun üzerine bir köprü yaptırmasından sonra bu köprünün çevresi iskân olunarak, bugünkü Uzunköprü Kasabası meydana gelmiştir.
Osmanlı tarafından kendilerine mülk verilen şahıslardan kendi mülklerinin yeniden düşman eline geçmemesi için çalışacakları, bölgeyi kendi adamlarıyla iskân edecekleri ve toprağı en verimli biçimde işleyecekleri beklenmekteydi. Ayrıca devlet bir kısım mülk sahiplerini bazı vergilerden muaf tutarak, zenginleşmelerini ve onların kanalıyla bölgenin imarını sağlamayı amaçlamaktaydı.
Derbendler Vasıtası ile Yapılan İskân
Uygulanan iskân ve yerleştirme yöntemlerinden bir tanesi de derbend teşkilatı idi. Yolların, seyahat ve ticaret emniyetinin sağlanması derbendler sayesinde olurdu. Önemli derbendler dört tarafı duvar ile çevrili küçük bir kale şeklinde olup, etrafında cami, han, mektep ve dükkânlar bulunmaktaydı. Bir yerin derbend olabilmesi için yolların kavşak noktasında bulunması ve eşkıya baskınlarına açık mahaller olması gerekirdi. Bu gibi stratejik yerler ve yerleşim bölgeleri dışında olan geçit alanları, devlet tarafından derbend olarak belirlenmekte ve genellikle sürgün metoduyla iskânı gerçekleştirilmekteydi. Bu sayede stratejik bölgeler yerleşime açılarak, yolların güvenliğini sağlanmış oluyordu.
Sürgün Metoduyla Yapılan İskân
Sürgün bir kişi veya topluluğun vatanından, ailesinden uzaklaştırılması, göçürülmesi, başka bir yere iskân ettirilmesi anlamlarına gelir. Osmanlı Devleti’nde sürgün iki şekilde uygulanmaktaydı: Birincisi herhangi bir suç işleyen kişi veya topluluğun bulunduğu yerden başka bir yere iskân edilerek yapılan sürgündür. İkincisi ise yeni fethedilen bir bölgenin iskân edilmesi amacıyla yapılan sürgünlerdir. Köylü ancak devlet için stratejik önemi olan veya iskânı için gerekli görülen mahallere ve fetihle elde edilen boş, verimli arazilere iskân edilebilirdi. Çünkü iskân yerlerini bırakıp gitmeleri yasaklanmıştı.
Osmanlı Devleti’nin büyüyüp gelişmesinde yeni fethedilen bölgelere uyguladığı iskân siyaseti oldukça etkili olmuştur. Devlet ihtiyaç hissettiği zaman bir kısım örfî vergilerden ve sürgünden muafiyetleri olmayan bölgelerdeki halkı, lüzum duyulan yerlere sürgün metoduyla iskân etmekteydi. Gelibolu’ya geçen Osmanlı kuvvetleri bölgeyi ele geçirmişlerdir. Bölgedeki kaleler tamir olunarak, Karesi bölgesinden Türkler getirilmiş ve buraya yerleştirilmiştir. Osmanlı fetihleri karşısında Hıristiyan halkın önemli bir kısmı Balkanlar’ın içlerine doğru göç ederken, onların yerlerine Anadolu’dan nakledilen Türk ve Müslüman halk yerleştiriliyordu. Bunun için kullanılan en önemli yöntem sürgün metoduydu.
Sürgün işinden birinci derecede belirlenen yerlerin kadıları sorumluydu. Kadılar sürgün için ayrılan ailelerin hangi köy veya mahalleden olduklarını kefilleriyle beraber hazırladıkları defterlere kaydederlerdi. Bu defterler iki nüsha hâlinde hazırlanırdı. Defterlerden birisi İstanbul’a, diğeri ise sürgün yapılacak bölgenin beylerbeyine gönderilirdi. Ayrıca kadılar hazırladıkları bu sürgün defterinin bir kopyasını kendi sicil defterlerine kaydederlerdi.
Osmanlı idarecileri konar-göçer aşiretlerin yerleşik hayata geçirilmesi bir devlet politikası hâline getirilmiştir. Devlet bu uygulamayla hem Anadolu’daki yerleşik halkla konargöçerler arasındaki asayiş olaylarından kurtulmuş oluyor hem de Trakya ve Balkanlar’daki toprağın işlenmesini sağlayarak gelirlerini arttırıyordu.
XIV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Yürüttüğü İskân Faaliyetleri
Osman Gazi’nin gazâyı ön plânda tutması ve devam ettirmesi onu kısa zamanda Kuzeybatı Anadolu’da lider konumuna getirmiştir. Anadolu’nun diğer bölgelerindeki gaziler silah arkadaşlarıyla birlikle gelerek, onun liderliğinde toplanmaya başlamışlardır. Osman Gazi de topraklarına Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Türkmenleri yerleştiriyordu. Osman Gazi’nin Bizans aleyhine yürüttüğü bu gazâ ve ele geçirdiği bölgelere Türkmenleri yerleştirme faaliyeti, ününün bütün Anadolu’da yayılmasını sağlamıştır. Bu sayede Osman Gazi zamanında birçok bölge Türkmen iskânına açılmış ve buralarda köyler kurulmuştur.
Osman Gazi’den sonra beyliğin başına geçen Orhan Gazi babasının gazâ ve iskân siyasetini devam ettirmiştir. Bursa ve İznik kalelerinin fethinden sonra bir taraftan Türkmen grupları yerleştirilirken, diğer taraftan câmi, mescid gibi binalar inşa edilmiştir. I. Murad döneminde Saruhan bölgesinden bir grup Yörük taifesi Gelibolu’da Serez civarına iskân edilmiştir. Daha sonra I. Bayezid zamanında daha büyük Yörük gruplarının iskân edildiği bilinmektedir. I. Bayezid zamanında Rumeli’nin Türkleşmesi için büyük gayret gösterilmiş ve bu durum Fetret Devri’nde de devam etmiştir. Rumeli’ye bir kısım Tatar taifesi de yerleştirilmiştir. Sultan I. Mehmed zamanında Tatarlar Rumeli’ye sürgüne gönderilmiş ve Tatar Pazarı isimli kasaba bu şekilde kurulmuştur.Osmanlıların Rumeli’de takip ettikleri bu iskân ve bölgeyi Türkleştirme politikası, II. Murad ve II. Mehmed zamanlarında da başarı ile devam ettirilmiştir.
Osmanlıların Rumeli’ye iskân ettikleri Yörük teşekkülleri Naldöken, Tanrı Dağı, Selanik, Vize, Kocacık ve Ofçabolu Yörükleri olarak isimlendirilmiştir. XV. yüzyılın ilk yarısında Naldöken Yörükleri bugünkü Bulgaristan topraklarına yayılmışlardır. Rumeli Yörükleri içerisinde sayıca en fazla olan Tanrı Dağı Yörüklerinin yoğun bir biçimde yaşadıkları yerler Gümülcine, Karasu Yenicesi, Kavala, Drama, Demir Hisar, Ruscuk, Tırnova ve Niğbolu taraflarıdır.
Rumeli’deki Yörük taifeleri içerisinde en geniş sahaya yayılmış olanı Selanik Yörükleridir. Bunların yoğun biçimde yaşadıkları yerler bugünkü Makedonya ile Teselya bölgesiydi. Ofçabolu Yörükleri Üsküp ile îştip arasında kalan ve aynı ismi taşıyan bölgede yaşamaktaydılar. Bu Yörük grupları içerisinde sayıca az olanlarından Vize Yörükleri Hayrabolu, Vize ve Çorlu bölgesine yerleşmişlerdi. Kocacık Yörükleri ise Edirne, Kırkkilise, Çirmen ve Vize taraflarına yerleşmiş bulunmaktaydılar. Anadolu’dan Rumeli’ye sürgün metoduyla gerçekleştirilen iskân ve bölgenin Türkleştirilmesi siyaseti XV. yüzyılın sonlarından itibaren yavaşlamaya başlamıştır.
XIV-XVI. yüzyıllarda iskân faaliyetleri içerisinde sonuçlarını en iyi şekilde takip edebildiğimiz örnek İstanbul olmuştur. Osmanlı fethinden önce İstanbul’un nüfusunun 30-40 bin civarındadır. İlk iş olarak Osmanlı hâkimiyetini tanımaları şartıyla halkın can ve mal güvenliğinin sağlanacağına dair ferman yayınlanmıştır. Şehri terk edenlere serbestçe evlerine dönebileceklerine ve istedikleri işlerde çalışabileceklerine dair güvence verilmiştir. Savaş esirlerine devlet hizmetinde çalışarak, özgürlüklerini kazanma hakkı tanınmış ve Fener semtine yerleştirilmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra ömrü boyunca şehrin imar ve iskânı için çalışmıştır. Padişahın amacı ülkedeki bütün din ve millet mensuplarını bünyesinde barındıran bir dünya başkenti oluşturmaktı. Anadolu ve Rumeli’deki bütün kadılıklara fermanlar gönderilerek, arzu eden esnaf ve zanaatkârın aileleriyle birlikte İstanbul’a gelip, yerleşmelerine yardımcı olunması istenmiştir. Böylece Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinden farklı etnik ve dinî gruplara mensup insanlar İstanbul’a göç ederek, yerleşmeye başlamışlardır. Fakat bu tedbirler İstanbul’un ekonomik hayatını canlandırmada yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine yerel idarecilere gönderilen emirlerle Anadolu ve Balkanlar’dan iş sahibi ve zanaatkârların zorunlu bir şekilde İstanbul’a gönderilmeleri istenmiştir.
Fetihten yaklaşık yirmi beş yıl sonra Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da yaptırdığı nüfus sayımına göre yaklaşık olarak 80 bin civarında kişi İstanbul’da yaşamaktadır. Üstelik bu rakama önemli bir sayıya ulaşan yeniçeriler ve diğer askerî gruplar dâhil değildi.
Fatih Sultan Mehmed Fethin hemen arkasından mimarisine dokunulmayan Ayasofya Kilisesini tamir ettirerek, bir minare ilavesiyle câmiye dönüştürmüştür. Fetihten yaklaşık on sene sonra İstanbul’un tepelerinden birisi üzerine yeni bir câmi inşa ettirmeye başlamıştır. Fatih adıyla bilinen bu câminin etrafında dördü kuzey, dördü de güney tarafında olmak üzere sekiz medrese yer almaktaydı. Fatih Sultan Mehmet bugünkü Sarayburnu denilen mahalde Topkapı Sarayı’nı yaptırırken, şehrin ticarî faaliyetlerini canlandırmak için Kapalı Çarşı ve Bedesteni de inşa ettirmiştir.
Fatih Sultan Mehmed zamanında sürgün yoluyla iskân politikasının uygulandığı yerlerden birisi de Trabzon olmuştur. Türk aileler şehre sürgün metoduyla iskân edilerek şehirde Türk ve Müslüman nüfusunun varlığı sağlanmıştır. Trabzon Rum İmparatorluğu devlet görevlileri ve soylu aileler Rumeli’nin değişik yerlerine sürgüne gönderilmiştir. Aynı şekilde Arnavutluk’ta bazı soylu kişiler ve asker aileleri Trabzon’a sürgün edilerek, iskân edilmişlerdir.
XVI. yüzyılda eskisi kadar sık ve yoğun olmasa bile Osmanlılar yeni fethettikleri bölgelere sürgün yoluyla iskân politikasını devam ettirdiler. Rodos fethedildiğinde ülkenin değişik yerlerinden sürgünler yapılmıştır. Sürgün metoduyla iskân faaliyeti o dönemde Kıbrıs Adası’na da olmuştur ve adanın tamamen alınmasından sonra her on aileden bir ailenin adaya sürgün için ayrılması istenilmiştir. Bu bölgelere daha sonra Adana, Tarsus ve Sis (Kozan) Sancakları da ilave edilmiştir. Anadolu’nun iç ve güney bölgelerinden sürgün için aileler seçilmiştir.
XV-XVI. yüzyıllarda gerçekleştirilen sürgün ve iskân faaliyetleri sadece yeni fethedilen bölgelere Anadolu’dan Türk nüfusunun ihracı şeklinde gerçekleşmemiştir. Rumeli’deki bazı Hıristiyan aile ve grupları ülkenin değişik yerlerine sürgüne göndermiştir. Özellikle XV. yüzyıl içerisinde ele geçirilen Balkan ülkelerinin mevcut feodal yapısı Osmanlı merkezî yapısına, devlet ve toplum düzenine uygun değildi. Fethin ilk yıllarında bu bölgelerde sadece yerel nüfuzlu ailelerin vergiye bağlanması ile yetinilmiştir. Aslında Osmanlı Devleti özellikle Müslüman devletlerden ele geçirdiği bölgelerde halkın kendi idarelerine alışmasını kolaylaştırmak için idarî yapı, vergi ve kanunları bir müddet yürürlükte bırakırdı. Bu yöntemi nüfuzlu ailelerin ellerindeki topraklara bir müddet müdahale etmeyerek, Balkanlar’da da uygulamıştır. Ayrıca bu durum Osmanlıların hâkim oldukları bütün memleketlerde genel ve ortak bir toprak düzeninin yerleştirilmesi ve vergilendirme politikasına da uygun düşmemekteydi. Bu nedenlerle Balkanlar’daki feodal beyler bir müddet sonra başka bölgelere nakledilerek, halk üzerindeki nüfuz ve baskıları ortadan kaldırılmıştır. Ellerindeki topraklar timârlara ayrılarak, sipahilere dağıtılmıştır.
XVII-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Uyguladığı İskân Metotları
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Safeviler ve Habsburg İmparatorluğu ile yapılan savaşlar ekonomiyi olumsuz yönde etkilediği gibi iç karışıklıkların da ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. XVII. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu’nun çoğu bölgesinde görülen Celali İsyanları ve ekonomik sıkıntıların etkisiyle daha güvenli gördükleri kasaba ve şehirlere göç eden insanlar tarıma dayalı olan devletin maliyesini olumsuz yönde etkilemiştir. Ayrıca bu durumu timâr sisteminin bozulmasına sebep olduğundan asker ihtiyacı için maaşlı kapıkulu askerlerinin sayısının yükseltilmesi yoluna gidilmiştir. Bu duruma bağlı olarak XVII. yüzyıldan itibaren iskân siyaseti tamamen değişmiş, fetihler durduğundan artık dışa dönük bir iskân olmamış. Köprülüler Devri’nde alınan yerlere de dışa dönük sistemli bir iskân siyaseti uygulanmamıştır.
Konar-Göçerlerin Terk Edilmiş Harap ve Boş Alanlara Yerleştirilmeleri Suretiyle Yapılan İskân
XVII. yüzyılda harap ve sahipsiz yerlere konar-göçer aşiretlerin yerleştirilmesi, buraların ziraata açılması ve bu yolla devlet gelirlerinin yükseltilmesi yönünde bir iskân politikası takip edilmiştir. Bu politika XVIII. yüzyılda da devam ettirilmiştir. Bu politikanın belirlemesinin sebepleri aşağıdadır:
- Uzun savaşlar yüzünden oluşan ekonomik buhranlar.
- İç karışıklıklar ve isyanlar.
- Devlete yeni gelir kaynakları sağlamak için harap ve boş alanların ziraata açılması.
Osmanlı devletinde yaşayan konar-göçerler mevsimden mevsime yaylak ve kışlak arasında göç etmek durumundalardı. Kışlak ve yaylak arasındaki mesafe bazen oldukça uzak olabilmekteydi ve gider gelirlerken yerleşik halkla sorunlar yaşıyorlardı. Osmanlı konar-göçer toplulukların sebep oldukları sorunları çözmek için onları XVII-XVIII. yüzyıllarda terk edilmiş harap ve boş alanlara yerleştirilmeleri politikasını benimsemiştir.
Yeni Yerleşim Yerleri Açmak ve Derbend, Hanların Tamiri Suretiyle Yapılan İskân
İskân siyasetlerinden bir diğeri yeni yerleşim yerleri (mamureler) oluşturmak ve tamir edilen mevcut han ve derbendleri iskâna açmaktı. Bu suretle kasaba ve köylerin oluşturulması bölgede asayişsizliğin önlenmesinde önemli bir vasıta olmuştur. Argıthanı, Ulukışla, Kadınhanı gibi yerleşim yerleri bu suretle ortaya çıkmıştır.
Rumeli ve Kırım’da Toprak Kayıpları Sebebiyle Osmanlı Sınırlarına Göç Eden Muhacirlerin İskânı
XVII. yüzyılın sonlarında Avusturya, Rusya, Venedik ve Lehistan ile yapılan savaşların kaybedilmesiyle imzalanan Karlofça Antlaşması önemli toprak kayıplarına sebebiyet vermiştir. Buralarda yaşayan Türk ve Müslüman ahali Osmanlı sınırlarına göç etmek mecburiyetinde kalmıştır. XVIII. yüzyılda Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Kırım’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesiyle XIX. yüzyılın başına kadar yüzbinlerce insan Anadolu ve Rumeli’deki Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır. Devlet bu muhacirlerin iskânında oldukça zorlanmıştır.
XVII-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin Yürüttüğü İskân Faaliyetleri
XVII-XVIII. yüzyıllarda yaşayan büyük konar-göçer gruplar ve yaşadıkları alanlar şu şekildeydi: Sivas’ın güneyi Dulkadir ve Halep Türkmenlerinin yaylağı idi ve Yeni-il olarak bilinmekteydi. Maraş, Elbistan, Kadirli, Kozan, Yozgat bölgelerinde Dulkadirli Türkmenleri yaylak ve kışlak hayatlarını devam ettirmekteydiler. Ulu Yörük adı verilen Türkmen teşekkülü Sivas’ın batısından itibaren Ankara bölgesine ve yine Sivas’ın kuzey taraflarında Tokat’a kadarki coğrafî sahaya yayılmıştı. Kışlakları Urfa, Mardin ve Diyarbakır üçgeninde olan Bozuluş Türkmenlerinin yaylakları Erzurum, Pasin, Kars yaylarıydı. Ramazanlı Türkmenleri İskenderun’dan Alanya’ya kadar bölgeyi kendilerine yurt tutmuşlardı. İzzettinli Taifesi ise Kilis taraflarında yaşamaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin XVII-XVIII. yüzyıllarda uyguladığı iskân siyaseti eşkıyalık hareketleri önlenemez bir boyut kaydeden konar-göçerlerin devlet eliyle iskânı teşebbüsüdür. Devlet aşiretlerin yerleştirilmeleri için fermanlar çıkararak, bunların harap ve boş yerlere sürgün yoluyla iskânını emretmiştir. Sürgün yoluyla yapılan bu yerleştirmenin amaçlarını şu şekildedir:
- Konar-göçer aşiretlerin eşkıyalık yapmalarının önüne geçmek.
- Konar-göçer aşiretleri iskân ederek, onlardan daha fazla vergi almak.
- Harap olan alanlar ile boş arazileri ziraata açmak.
- Askerî alanda konar-göçerlerden daha fazla yararlanabilmek.
- Konar-göçerleri özellikle güney ve doğu bölgelerine yerleştirerek, tampon bölgeler oluşturmak.
Bu dönemdeki iskân siyaseti incelendiği zaman bölgelere hitap eden, oraların ıslahını hedef alan bir politikanın takip edildiği görülmektedir. Ayrıca devlet bu dönemde ilk defa savaşlardaki başarısızlıklarla elinden çıkan topraklardan sınırlarına doğru akın eden muhacirlerin iskânı meselesiyle uğraşmak zorunda kalmıştır.