Türkiye Selçuklu Tarihi Dersi 8. Ünite Sorularla Öğrenelim
Babürler Devleti (1526-1858)
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Türkiye Selçukluları, devlet teşkilatında hangi devleti esas almıştır?
Türkiye Selçukluları, devlet teşkilatında, tabiatıyla uzantısı oldukları Büyük Selçuklu Devletini esas almışlardır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin esas aldığı devlet teşkilatı üzerinde etkileri bulunan, Anadolu’da karşılaştıkları iki önemli olgu nedir?
Bunlardan biri Selçukluların köklü ve gelişmiş bir devlet yapısına sahip olan Bizans toprakları üzerinde kurulmuş olmasıdır. Gerçi Bizans devlet teşkilatının ve müesseselerinin Selçuklular üzerinde etkisinin olup olmadığı araştırılmış değildir. Bununla birlikte sınırlı olsa da, karşılıklı etkileşim mümkün görünmektedir. Diğeri ise Doğu İslam dünyasını kasıp kavuran Moğol istilasının siyasi etkileriyle birlikte devlet teşkilatı üzerindeki fiilî müdahaleleridir.
Diğer Ortaçağ İslam devletlerinde olduğu gibi, bir Selçuklu şubesi olan Türkiye Selçuklularında da devlet, saraydan başlayıp merkez, eyalet ve ordu teşkilatlarının tamamına nüfuz eden hanedan, Miryokefalon’a kadar Türkmenler sonra gulâm ve iktâ sistemleri ile inşa edilmiştir. Hangi gelişmeden sonra bu düzene ilişkin denge ve ahenk kaybı yaşandığı belirtilmektedir?
Moğol istilasıyla devlet yönetiminde sultanın gücü ve otoritesi fiilen yok olunca, bu ahenk ve denge sistemi bozulmuştur.
Diğer Selçuklu şubelerinde olduğu gibi, kut inancının tezahürü olarak, şehzadelerin iktidar mücadeleleri devam etmiştir. Hangi gelişme sonucu bu yaklaşım tepki ile karşılanarak uygulanmasından vazgeçilmiştir?
Kılıç Arslan’ın 11 oğlunu ülkenin çeşitli bölgelerine tayin etmesinin sarsıntıya neden olması üzerine bu uygulamadan vazgeçilmiştir.
Sultanın gücünün ve otoritesinin yerle bir edildiği Moğol işgali döneminde, ülkeyi kaosa sürükleyen bir diğer gelişme olarak hangisi ön plana çıkmaktadır?
Sultanın gücünün ve otoritesinin yerle bir edildiği Moğol işgali döneminde, birbirlerine üstünlük sağlayamayan şehzadeler adına yürütülen mücadeleler ülkeyi kaosa sürükleyen bir diğer etmen olarak ön plana çıkmaktadır.
Moğol istilasının yaratmış olduğu sancılı dönemlerde sultanın gücünün ve otoritesinin yok edilmesine karşın, devlet yönetiminde oluşan tahribatı önlemek adına alınan önlem hangisidir?
Devlet geleneğinde bulunmadığı halde, tahribatı önlemek için tecrübeli, saygın devlet adamları iki veya üç kardeşin ortak hükümdar olması çözümüne başvurmuşlardır.
Türkiye Selçuklu Devleti hangi gelişmeye kadar Anadolu’da zaman zaman bazı bölgesel güçleri kendisine tâbi kılmıştır?
Türkiye Selçuklu Devleti, Moğol istilasına kadar, Anadolu’da dönem dönem bazı bölgesel güçleri kendisine tâbi kılmıştır.
Türkiye Selçukluları, hangi gelişme sonrasında Moğollara tâbi duruma düşmüşlerdir?
Mardin ile Âmid ve Hısn-Keyfâ Artukluları, Erzincan ve Divriği Mengüccekleri, Sümeysat ve Haleb Eyyubî melikleri ve Musul atabergi Bedreddin Lü’lü’de zaman zaman Türkiye Selçuklu sultanlarına tâbi olmak zorunda kalmışlardır. Ancak Türkiye Selçukluları bu azamet devrinden sonra, Moğollar’a tâbi duruma düşmüşlerdir.
Sadece sultana mahsus olan semboller hangileridir?
Sultana ait olan her şey zamanla onun alâmeti olmuştur. Ancak taht ve tac doğal olarak sadece sultana mahsustur. Sultana ait olan semboller diğer sembollerden daha farklı, haşmetli ve emsalsiz
Unvan hükümdarın siyası durumunu resmen ifade eden ve adının başına getirilen sıfat veya sıfat tamlamaları” şeklinde ifade edilen kavram hangisidir?
Unvan-lâkab-künye
Selçuklu hükümdarlarının hep es-sultânu’l-a’zam unvanını taşımaları hangi gelişme sonrasında gerçekleşmiştir?
Türkiye Selçuklu hükümdarları da diğer Selçuklu sultanları gibi, önceleri genellikle es-sultânu’l- muazzam, daha sonra ise es-sultânu’l-a’zam unvanlarını kullanmışlardır. Bu iki unvanı I. Keykubâd düzensiz bir şekilde ayrı ayrı kullanmış olup, daha sonraları oğlu II. Keyhusrev’den itibaren Selçuklu hükümdarları hep es- sultânu’l-a’zam unvanını taşımışlardır.
Moğol işgali döneminde devlet güç kaybı yaşadıkça, devlet yönetimine ilişkin hangi çıkarımda bulunmak mümkündür?
Moğol işgali döneminde devlet güç kaybettikçe, bununla ters orantılı olarak sultanların daha iddialı unvanlar taşıdıkları görülür.
Es-sultânu’l-kâbir (kahreden sultan) unvanını kullanan sultan hangisidir?
II. Süleymanşah.
Es-sultânu’l-gâlib (galip sultan) unvanını kullanan sultan kimdir?
I. Keykâvus.
Ortaçağ İslam dünyasında yaygın bir gelenek olarak değerlendirilen lâkablar genellikle hangi formlardan oluşan sıfat tamlamalarıdır?
Ortaçağ İslam dünyasında yaygın bir gelenek olan lakaplar genellikle;
- (sıfat) + ü’d-dünya
- (sıfat) + ü’d-dîn
- (sıfat) + ü’d-devle
- (sıfat) + ü’l-mille
Formlarından oluşan sıfat tamlamalarıdır.
Türkiye Selçuklu sultanları lâkab olarak hangi kalıpları kullanmışlardır?
Türkiye Selçuklu sultanları lâkab olarak genellikle;
- izzü’d-dîn
- gıyâsü’d-dîn
- rüknü’d-dîn
- alâü’d-dîn Kalıplarını kullanmışlardır.
Türkiye Selçuklu sultanları sikkelerde hangi lâkabları kullanmışlardır?
Türkiye Selçuklu sultanları sikkelerde lâkab olarak;
- ızzü’d-dünyâ
- ızzü’d-dîn
- gıyâs’d-dünyâ
- gıyâs’d-dîn
- rukn’d-dünyâ
- rukn’d-dîn
- alâ’d-dünyâ
- alâ’d-dîn Kalıplarını kullanmışlardır.
İktidarın toplumla iletişim kurabileceği, kendini ifade edebileceği doğal ve etkili bir fırsat olarak değerlendirilen ve İslam dininde Cuma ve bayram namazlarının bir rüknü olan kavram hangisidir?
Hutbe.
Hutbe’nin devlet idaresinde nasıl bir etkisi olduğu ifade edilmektedir?
Tahta çıkan şehzadenin ilk yaptığı iş, hutbede sultanın unvanıyla adını okutturmaktı. Hanedan mensubu ve diğer tâbiler ise kendi bölgelerinde okunan hutbelerde sultanın ardından sonra kendi isimlerini okutabilirlerdi. Aksi takdirde isyan etmiş kabul edilirlerdi. Abbasi halifesi ise sultanlığının tanınması için kendisine başvuran şehzadenin talebini uygun görürse Bağdat ve civar şehirlerdeki hutbelerde onun adının okunmasını sağlardı.
Bütün Türkiye Selçuklu sultanları ne zamandan itibaren kendi adlarına hutbe okutmuşlardır?
Kılıç Arslan’dan itibaren, bütün Türkiye Selçuklu sultanları kendi adlarına hutbe okutmuşlardır.
Sikkeler, aslında ekonomik bir araç olmalarının yanında yöneticiler açısından hangi işlevi de yerine getirmektedir?
Aslında ekonomik bir araç olan sikkeler, üzerinde para disiplinini sağlamak için bastıran yöneticiyi ifade eden yazı ve semboller yer alır. Ancak sikkeler aynı zamanda toplumun her kesimine ulaşabildiği için, bu sayede yöneticiler için otoritelerinin yayılmasını ve kabulünü de sağlama işlevini yerine getirmektedir.
Türkiye Selçuklularından günümüze ulaşan ilk sikkeler Mesud’a ait olup, bakır olan sikkesinde es-sultânu’l- muazzam unvanı ile bağımsızlığını göstermekte, aynı zamanda sikkenin diğer yüzünde ise Bizans hükümdarlarının tasvirine yer vermiştir. Sikkelerin bir yüzünde Bizans hükümdarlarının tasvirlerine yer verilmesinde amaçlanan durum nedir?
Yeni sikkelerin halk tarafından kolayca benimsenmesinin sağlanabilmesi amacıyla sikkenin diğer yüzünde Bizans hükümdarlarının tasvirlerine yer verilmesi uygulamasına gidilmiştir.
İlk altın dinarı kim bastırmıştır?
İlk altın dinarı II. Kılıç Arslan, sonra da oğlu II. Süleymanşah bastırmıştır.
Sarayın sultanın ailesi ve hizmetkârlarıyla özel hayatını sürdürdüğü bölümüne ne denilmektedir?
Harem.
Sultanın yakın hizmetini ve sarayın genel işlerini gören saray personeli hangi sistem dâhilinde seçilmektedir?
Sultanın yakın hizmetini ve sarayın genel işlerini gören saray personeli gulâm sistemiyle eğitilen kişilerden seçilmekteydi. Esir alma, satın alma veya hediye gönderilme şeklinde temin edilen gulâmlar, gulâmhanede “baba” denilen kişiler tarafından eğitime tâbi tutulmaktadır. Bu eğitimden sonra liyakatlerine göre devletin saray, hükûmet, ordu, eyalet gibi muhtelif teşkilatlarında hizmete başlarlardı.
Kendilerine bağlı gulâmları olan emirlerin başlıca, en önemlileri hangileridir?
Kendilerine bağlı gulâmları olan emirlerin en önemlileri ise şunlardır:
- Melikü’l-hüccâb veya emîr-i hâcib
- Emîr-i perdedâr
- Üstâdü’d-dâr
- Emîr-i dâd
- Emîr-i âhur
- Emîr-i alem
- Emîr-i câmedâr
- Emîr-i candâr
- Emîr-i çaşnigîr
- Emîr-i meclis
- Emîr-i silah
- Emîr-i şikâr/Emîrü’s-sayd
- Emîrü’t-taşt/Taştî
- Şarabdâr-ı hâss/Şarab-sâlâr
- Hazinedâr-ı (Hızânedâr-ı) hâss
- Rikâbdâr
- Müneccim
- Üstâd-ı saray (muallim)
Ortaçağ Doğu İslam dünyasının bir parçası olan Büyük Selçuklu Devleti’ndeki hükûmet ve bürokrasinin hangi dönemden miras kaldığı ve hangi dönemin etkilerini taşıdığı bilinmektedir?
Sâsâni bürokrasi mirasının etkisinde kalan Ortaçağ Doğu İslam dünyasının bir parçası olan Büyük Selçuklu Devleti’ndeki hükûmet ve bürokrasi geleneğinin, Türkiye Selçuklu Devleti’nde de devam ettiği bilinmektedir.
Vezir ve diğer üst mevkilerdeki devlet adamlarının artık otoritesi elinden alınan sultanın değil, İlhanlı hükümdarlarının ve onların tayin ettikleri umumî valilerin istekleri doğrultusunda icraat yapar hale gelmelerinin nedeni olarak hangi durum ileri sürülmektedir?
Moğol istilasının doğurduğu fiilî durum nedeniyle, vezir ve diğer üst mevkilerdeki devlet adamları artık otoritesi elinden alınan sultanın değil, İlhanlı hükümdarlarının ve onların tayin ettikleri umumî valilerin istekleri doğrultusunda icraat yapar duruma gelmişlerdir.
Vezirin başkanlık ettiği ve günümüzde hükûmetin veya bakanlar kurulunun karşılığı olarak düşünülen kavram hangisidir?
Dîvân-ı A’lâ.
İç ve dış diplomatik, resmî yazışmaları düzenleyen ve sultanın menşurlarına tuğra çeken dîvân hangisidir?
Dîvân-ı Tuğra/İnşâ.
Hazinenin gelir ve giderlerinin düzenlendiği, yıllık bütçenin hazırlandığı ve günümüzdeki Maliye Bakanlığı’nın karşılığı olarak tanımlanan dîvân hangisidir?
Dîvân-ı İstîfâ.
Asker sayısını belirleme ve toplama, askerî teçhizatı tedarik, kayıt ve kontrol etme, askerlere tevcih edilen iktâların idaresi, hâssa ordusu askerlerinin bistegânî denilen ücretlerinin üç ayda bir ödenmesi gibi sorumlulukları üstlenen dîvân hangisidir?
Dîvân-ı Arz.
Devletin mali işlerinin, gelir ve giderlerinin kontrolünden ve denetlenmesinden sorumlu olan dîvân hangisidir?
Dîvân-ı İşrâf.
Memurların veya askerlerin nüfuzlarını kötüye kullanıp baskı kurarak fazla vergi aldığı veya mallarını gasbettiği sivil halkın hak aradığı, adaletin tecelli etmesini umdukları en yüksek makam olarak tasvir edilen dîvân hangisidir?
Dîvân-ı mezâlim.
Gelirleri sultana tahsis edilen arazilerin idaresinden sorumlu olan dîvân hangisidir?
Dîvân-ı hâss.
İktâ sisteminin, askerî iktâ olarak geliştirilmesi hangi dönemde gerçekleşmiştir?
Ortaçağ İslâm dünyasında mevcut olan iktâ sistemi, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından askerî iktâ sistemi şeklinde geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Böylece toprağa bağlı ve sadece sefer zamanlarında orduya katılan bir askerlik sistemi oluşturulmuştur.
Türkiye Selçukluları’nın, Büyük Selçuklular’a iktâ tevcihine göre gerçekleştirdiği uygulamalar, nasıl farklılık göstermektedir?
Türkiye Selçukluları’nin iktâ tevcihinde Büyük Selçuklulardan farklı bir uygulamaya gittikleri görülmektedir. Büyük Selçuklularda meliklere veya büyük komutanlara bir eyaletin tamamının yönetimi, dolayısıyla iktâ gelirleri de bölünmeden tevcih edilmekte iken; Türkiye Selçuklularında II. Kılıç Arslan’ın ülke yönetimini 11 oğlu arasında taksim etmesinden sonra, siyasi parçalanma belirtilerinin görülmesi üzerinde iktâ sisteminde bu uygulamadan vazgeçilme yoluna gidilmiştir.
Asker toplama alanı olan iktâ bölgelerinde, isyan etme eğilimi olan yöneticilere fırsat vermeme adına ne tür bir girişimde bulunulmuştur?
Bir valiye idari hizmetinin karşılığı olarak takdir edilen iktâ topraklar tek parça olarak değil, farklı bölgelerde yani valilik yaptıkları şehirlerden uzak yerlerde verilmekteydi. Böylece aynı zamanda asker toplama alanı olan iktâ bölgelerinde, isyan etme eğilimi olduğu düşünülen yöneticilere fırsat verilmemiş oluyordu.
Taşraya yönetici olarak gönderilen idarecilerin taşıdıkları unvanlar nelerdir?
Taşraya yönetici olarak gönderilen idarecilerin taşıdıkları unvanlar ise şunlardır:
- Melik
- Melikü’s-sevâhil/reîsü’l-bahr
- Sâhib
- Sübaşı/serleşker
- Muktâ’
- Nâib
Türkiye Selçuklularının askeri teşkilatı hakkında nasıl bir yargıya ulaşmak mümkündür?
Türkiye Selçuklularının askeri teşkilâtı da esas itibariyle Büyük Selçuklunun devamı mahiyetindedir. Bu sebeple her ikisi de, boylar birliği esasına dayana bozkırlı Türk Devleti hüviyetleri dolayısıyla Türkmenler’e dayanmaktaydılar. Ancak devletin aslî unsurunu ve büyük ölçüde askerî gücünü oluşturan Türkmenler, Selçuklu sultanlarının merkeziyetçi politikalarına direndikleri ve şehzâde isyanlarında devleti sarsıntıya uğratacak roller oynadıkları için zamanla sistemin dışına çıkarılmışlardır.
İktâ uygulaması nasıl gerçekleştirilmektedir?
İktâ uygulaması, mukta’lar vasıtasıyla taşranın, mukta’ların vergileri toplaması yoluyla maliyenin yönetimini sağlamakta ve buradan sağlanan askerler sayesinde ordunun temelini oluşturmaktaydı.
Dîvân-ı Arız’ın görevi nedir?
Ordunun idarî işleri, asker temini, gulâm askerlerin maaşları, iktâların kontrolü, ordunun teçhizatının sağlanması, sefer güzergâhlarının hazırlanması, askerin teftişi, ganimetlerin tespit ve taksimi, kayıtların tutulmasından sorumludur.
Ordunun idarî kadrosunu oluşturan elemanlar hangileridir?
Ordunun idarî kadrosunu oluşturan elemanlar ise şunlardır:
- Beylerbeyi
- Sübaşı
- Ellibaşı
- Kutvâl / Dizdâr / Kaledâr
İslâm toprakları üzerinde kurulmuş olan Büyük Selçukluların kısa sürede büyük bir medeni gelişim göstermiş olmalarına karşın; Türkiye Selçuklularında benzeri gelişimin gözlenememesi hangi durum ile açıklanmaktadır?
İslâm toprakları üzerinde kurulmuş olan Büyük Selçukluların kısa sürede büyük bir medeni gelişim göstermiş olmalarına karşın, Türkiye Selçukluları onlardan farklı olarak, yüzyıllardır devam eden savaşların tenhalaştırdığı, tahrip ettiği ve gayrı Müslimlerle meskûn Anadolu’da, ihtiyaç duydukları medeni hamleyi yapma imkânı bulamamışlardır.
XII. Yüzyılın sonlarında, askeri tehditlerin savuşturulması ile ne tür bir değişim süreci gözlenmiştir?
Askeri tehditlerin büyük ölçüde savuşturulduğu XII. yüzyılın sonlarında, güvenliğin sağlanması ve fetihlerin genişlemesiyle ticaret artmaya, ülke iktisadî bakımdan zenginleşmeye başlamıştır. Bununla birlikte iktisadî refaha paralel olarak başlatılan imar faaliyetleri, Moğol istilasının bile hızını kesemediği bir ivme kazanmıştır.
Her ne kadar yıkıcı etkileri olsa da Doğu İslâm dünyasını yerle bir eden Moğol istilası nasıl bir faydayı da beraberinde getirmiştir?
Doğu İslâm dünyasını yerle bir eden, siyasî ve iktisadî çöküntülere sebep olan Moğol istilasının; birçok âlim ve mutasavvıfın Türkistan, Horasan, İran ve Azerbaycan’dan kaçarak Türkiye’ye sığınmalarına sebep olduğu için, Selçuklu Türkiye’sinde ilmî hayatın gelişmesinde büyük katkılar sağladığı konusunda bir görüş de ileri sürülmektedir. Bu durum da her ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğu ileri sürülse de Moğol istilasının neden olduğu faydalı bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
Meşşâîlik nedir?
İslâm fetihlerinden sonra Yunan felsefesiyle tanışan Müslümanların Aristo mantığı, Aristo ve Ploton felsefelerinin Tanrı-Evren-İnsan ilişkisiyle ilgili görüşleriyle Kelâm ilminin konularını anlamlandırmaya çalıştıkları felsefi akıma meşşâîlik akımı denilmektedir.
İşrakîlik nedir?
İşrakîlik, İslâm düşünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi esas alan akılcı meşşailiğe karşı mistik sezgi ve tecrübeye dayanan düşünce sisteminin adıdır.
Türkiye Selçuklu dönemi tıbbının genel tıp tarihi içerisinde önemli bir yerinin olmasını sağlayan etmenler nelerdir?
Türkiye Selçuklu dönemi tıbbının genel tıp tarihi içerisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu dönemde tıp kurumlarının yaygınlaştırılmasıyla tıbbın topluma mal edilmesi sağlanmıştır. Zekeriya Râzi’nin klinik tıp yöntemi ile İbn Sina’nın teorik tıp anlayışı birleştirilmiştir. Tıp eğitimi ile hasta tedavisinin birlikte yapıldığı dârişşifâlarda klinik tıbbın bütün gerekleri yerine getirilmiştir. Tüm bu gelişmeler ise Türkiye Selçuklu dönemi tıbbının genel tıp tarihi içerisinde kendisine özel bir yer edinmesinin sağlamıştır.
Vahdet-i vücud anlayışı nedir?
Vahdet-i vücud, Allah’tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmayı, gerçek varlıpın tek ve bunun da Allah’ın varlığından ibaret olduğunu, Hakk’ın ve onun tecellilerinden başka hiçbir şeyin gerçek bir varlığının olmadığını ileri süren tasavuuf anlayışına denilmektedir.
Selçuklu Türkiye’sinin bir diğer önemli sosyal kurumu olarak değerlendirilen Ahîlik’in ortaya hangi dönemde gerçekleşmiştir?
Selçuklu Türkiye’sinin diğer bir önemli sosyal kurumu Ahîlik’tir. Ahîliğin burada ortaya çıkışı, Selçuklu sultanı I. Keykâvus’un Abbas’i halifesi en-Nâsır li-Dinil- lah’ın elçisi Şihabüddin Ömer es-Sühreverdi vasıtasıyla fütüvvet teşkilâtına girdiği döneme rastlamaktadır. Nitekim fütüvvetin ilkelerini belirleyen fütüvvetnâme geleneği ahîlik safhasında da devam etmiştir. Ahî ünvanı taşıyan isimler arasında da sonraları Ahî Evren unvanıyla anılan şahsın Şeyh Nasîrüddin el-Hoyî olduğu ve I. Alâeddin Keykubad döneminde bu esnaf teşkilâtını kurduğu iddia edilmektedir.
Türkiye Selçuklularının Büyük Selçuklu Devleti'nden farklılaştığı iki temel olgu nedir?
Türkiye Selçukluları, devlet teşkilatında da tabiatiyle uzantısı oldukları Büyük Selçuklu Devletini esas almışlardır. Ancak onların Anadolu’da karşılaştıkları iki önemli olgunun devlet teşkilatı üzerindeki etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir. Bunlardan biri Selçukluların köklü ve gelişmiş bir devlet yapısına sahip olan Bizans toprakları üzerinde kurulmuş olmasıdır. Gerçi Bizans devlet teşkilatının ve müesseselerinin Selçuklular üzerinde etkisinin olup olmadığı araştırılmış değildir. Bununla birlikte sınırlı da olsa, karşılıklı etkileşim mümkün görünmektedir. Diğeri ise Doğu İslam dünyasını kasıp kavuran Moğol istilasının siyasi etkileriyle birlikte devlet teşkilatı üzerindeki fiilî müdahaleleridir.
Türkiye Selçuklularının devlet teşkilatı hakkında başvurulabilecek kaynaklar nelerdir?
Genel olarak bütün Selçuklu şubeleri için olduğu gibi Türkiye Selçuklularının devlet teşkilatı hakkında da o dönemde yazılmış müstakil bir kaynak yoktur. Bu devletin teşkilatı için de başvurabileceğimiz kaynaklar inşa ve münşeat mecmuaları, siyasi tarih kaynakları, sikkeler, kitabeler ile temlikname ve vakfiye gibi belgelerdir.
Sultanın başlıca sembolleri nelerdir?
Sultana ait olan her şey zamanla onun alâmeti olmuştur. Taht ve taç doğal olarak sadece sultana mahsustur. Diğer semboller belli sınırlandırmalarla, tâbiler veya diğer devlet adamları tarafından da kullanılmaktaydı. Fakat sultana ait olanlar diğerlerinden daha farklı, haşmetli ve emsaliz idiler. Unvan-lakap-künye, hutbede adını okutturma, sikke bastırma, nevbet vurdurma, tuğra ve tevki’, saray ve otağ, tırazhil’at, çetr, gâşiye bunların başlıcalarıdır.
Sultanın sembollerinden hutbe nedir?
Hutbe: İslam dininde Cuma ve bayram namazlarının bir rüknü olan hutbe, aynı zamanda otoritenin ve siyasî iktidarın kendini ifade ettiği bir sembol olmuştur. İktidarın toplumla iletişim kurabileceği, kendini ifade edebileceği doğal ve etkili bir fırsat olan hutbeyi, halife ve hükümdarlar gayet iyi değerlendirmişlerdir. Tahta çıkan şehzadenin ilk yapacağı iş hutbede, sultan unvanıyla adını okutturmaktı. Hanedan mensubu ve diğer tâbiler ise kendi bölgelerinde okunan hutbelerde sultanın adından sonra kendi isimlerini okutabilirlerdi. Aksi takdirde isyan etmiş kabul edilirlerdi. Abbasi halifesi ise sultanlığının tanınması için kendisine başvuran şehzadenin talebini uygun görürse Bağdat ve civar şehirlerdeki hutbelerde onun adının okunmasını sağlardı. Böylece iktidarın meşruiyeti sağlanmış olurdu. Keza bazı sultanlar veliaht olarak seçtikleri oğullarının adını da hutbelerde okuttururlar, halifenin ve vassallarının da okutmasını talep ederlerdi.
I. Süleymanşah’ın Tarsus’u fethettikten sonra Trablusşam hakimi fiîî Kadı İbn Ammâr’dan kadı ve hatip istediği ifade edilmişti. Ancak daha sonra Antakya’nın fethi dolayısıyla Sultan Melikşah (ve Abbasi halifesi)’ın adını hutbede okuttuğu ve para kestirdiği rivayet edilmektedir. Bununla birlikte söz konusu rivayet tarihi vakıaya uymamaktadır. I. Kılıç Arslan’dan itibaren bütün Türkiye Selçuklu sultanları kendi adlarına hutbe okutmuşlardır. Türkiye Selçukluları Güneydoğu Anadolu, Suriye ile el-Cezire’de gücünü hissettirdiği zamanlarda bazı Artuklu ve Eyyubi melikleri ile Erbil beyi de tâbiyet alâmeti olarak hutbelerde Selçuklu sultanlarının adlarını zikretmişlerdir.
Melikü’l-hüccâb kimdir?
Sarayın en büyük âmiridir. Maiyetinde hâcibler vardır. Sultan ile Dîvân-ı A’lâ yani hükûmet arasındaki irtibatı sağlardı. Ancak kaynaklarda onlardan daha çok komutan veya elçilik gibi geçici görevleri dolayısıyla bahsedilmektedir.
Merkez teşkilatında vezaret nedir?
Vezir sultanın menşûru (fermanı) ile göreve başlar. Yürütme, yasama ve yargı yetkilerini elinde bulunduran sultanın vekili sıfatıyla devletin bütün işlerini idare eder. Genel olarak vezirin görev alanı ve yetkileri Büyük Selçuklu vezirleriyle aynıdır. Ancak Moğol istilasının doğurduğu fiilî durum sonucunda vezir ve diğer üst mevkilerdeki devlet adamları artık otoritesi elinden alınan sultanın değil, İlhanlı hükümdarlarının ve onların tayin ettikleri umumî valilerinin istekleri doğrultusunda icraat yapar duruma geldiler. Hatta vezir başta olmak üzere nâib-i saltanat ve atabegler sultan tarafından değil İlhanlılar tarafından seçilmeye başlandı. Daha da ileri gidilerek sultanın vezirinden başka İlhanlılar da kendilerine bağlı ikinci bir vezir, nâib-i saltanat ve atabeg tayin etmeye başladılar. Dolayısıyla devlet adamlarının icraatları genelde Selçuklu Devletinin ve ülkesinin menfaatlerinden çok İlhanlıların menfaatleri doğrultusunda olmuştur.
Taşraya yönetici olarak gönderilen idarecilerin taşıdıkları unvanlar nasıl sıralanır?
Taşraya yönetici olarak gönderilen idarecilerin taşıdıkları unvanları şöyle sıralamak mümkündür: Melik (şehzade), melikü’s-sevâhil / reîsü’l-bahr, sâhib, sü-başı / serleşker, muktâ’, nâib.
Selçuklular'da Türkmenlerin askeri teşkilattan uzaklaştırılmak istemelerinin sebebi nedir?
Türkiye Selçuklularının askerî teşkilâtı da esas itibariyle Büyük Selçuklunun devamı mahiyetindedir. Bu sebeple her ikisi de, boylar birliği esasına dayanan bozkırlı Türk Devleti hüviyetleri dolayısıyla Türkmenlere dayanmaktaydılar. Ancak devletin aslî unsurunu ve büyük ölçüde askerî gücünü oluşturan Türkmenler, Selçuklu sultanlarının merkeziyetçi politikalarına direndikleri ve şehzâde isyanlarında devleti sarsıntıya uğratacak roller oynadıkları için zamanla sistemin dışına çıkarıldılar. Büyük Selçuklular’da Nizâmülmülk’ün tavsiyesiyle, boy dayanışması kırılacak şekilde, kendilerinin alternatifi olan gulâm sistemi içinde dağıtılmaya çalışılmışlardı. Buna rağmen direnen unsurlar batıya göç ederek Azerbaycan ve Anadolu’da yoğunlaştılar. Türkmenler aynı problemlerin yaşandığı Türkiye Selçuklularında ise, 1176’dan sonra daha çok uçlara itilmek suretiyle merkezden uzaklaştırılmış; fakat uç beylerinin idaresinde askerî hizmete devam etmiş, ikinci dönem beyliklerin de temelini oluşturmuşlardır.
Gulam askerini tanımlayınız.
Muhtelif yollarla temin edilip gulâmhanelerde ciddî bir eğitimden geçirilen gulâmlardan seçilmiş, daimî, maaşlı, profesyonel askerlerdir. Türkiye Selçuklularında Türk, Kıpçak, Hıtay, Kürt, Tâcik, Deylemli, Kazvinli, Keşmirli, Rum, Ermeni, Gürcü, Rus, Frank, hatta Çinli gibi çok farklı unsurlardan gulâmların bulunduğu bilinmektedir. Bunlar bulundukları konuma ve göreve göre muhtelif isimlerle anılmaktadırlar.
Gulâmân-ı hâss bütün saray gulâmlarını ifade eden gulâmân-ı dergâhtan seçilen ve doğrudan sultanın şahsına bağlı olan gulâmlardır. Bunlar sultanın özel hizmetini ve muhafızlığını yaparlar ve her zaman onun yanında bulunurlardı. Ancak sultanın emriyle muhtelif işlerde de görevlendirilirlerdi. Heybetli ve yiğit olanlarından seçilen mefâridelerin bir kısmı sarayın, bir kısmı da sultanın muhafızlığını yaparlardı. Mefâride-i halka-i hâssın ise bunların bir kısmına verilen isim olduğu anlaşılıyor. Gulâmân-ı hâssın diğer bir kısmı da genel olarak hizmetkârları ifade eden mülâzimândır. Bunlardan mülâzimân-ı yatak-ı hümâyûn ise sultanın muhafızlığını yapmakta ve dolayısıyla hâssa ordusunda önemli bir yer teşkil etmekteydiler.
İkta Askeri nedir?
İktâ çok boyutlu bir sistemdir. İktâ uygulaması, mukta’lar vasıtasıyla taşranın, mukta’ların vergileri toplaması yoluyla maliyenin yönetimini sağlamakta ve buradan sağlanan askerler sayesinde ordunun temelini oluşturmaktaydı. Türkiye Selçuklu Devleti Büyük Selçuklu Devletinin uzantısı olarak onun aslî unsurlarından biri olan bu sistemi de devralmıştır. Ancak askerî iktâlar küçültülmüş ve vilayetlere sübaşı (serleşker) olarak gönderilen emirlerin yetkileri sadece toplayacağı askerlerin komutanı olmakla sınırlandırılmıştır. Bu olumlu değişiklikler merkezî otoriteyi güçlendirmiş ve en azından Moğol istilasına kadar ülkenin istikrarına ve kalkınmasına büyük katkı sağlamıştır.
Ücretli asker uygulaması Türkiye Selçuklularında hangi dönemden itibaren ortaya çıkar?
İhtiyaç halinde temin edilen, başta Franklar olmak üzere, Türkmenler de dâhil birçok farklı kökene mensup paralı askerlerdir. Bu uygulama Türkiye Selçuklularında XIII. yüzyılın başından itibaren görülür. Bunlar zaman zaman etkili de olmuşlardır. Nitekim Babaî İsyanının bastırılmasında Türkmenlere karşı ön saflara sürülen Frank askerlerinin etkili olduğu bilinmektedir.
Türkiye Selçıklularındaki yardımcı kuvvetler nelerdir?
Devlete zaman zaman tâbi olmak zorunda kalan Kilikya Ermeni Krallığı, Trabzon Rum Devleti ile Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de hüküm süren Artuklular, Mengücekler, Eyyûbîler gibi bölge ve şehir hâkimleri ihtiyaç durumunda, tabilik ükümlülüğü gereği asker vermekteydiler.
Bunların dışında bazen zorunlu olarak, bazen isteyerek orduya katılan gaziler, şehir kuvvetleri, hatta evbâş veya ayyâr denilen başıbozuk takımı gibi düzensiz gönüllü birlikler de bulunmaktaydı.
Divan-ı Arız'ın görevleri nelerdir?
Ordunun idarî işleri, asker temini, gulâm askerlerin maaşları, iktâların kontrolü, ordunun teçhizatının sağlanması, sefer güzergâhının hazırlanması, askerin teftişi, ganimetlerin tespit ve taksimi, kayıtların tutulmasından bu dîvân sorumluydu.
Ordunun idari kadrosundaki beylerbeyinin görevleri nelerdir?
Beylerbeyi: Türk Devlet geleneğinde ordunun başkomutanı doğal olarak hakan veya sultandı. Ondan sonraki en büyük askerî makam ise beylerbeyi (emîrü’l-ümerâ)liktir. Büyük Selçuklulardaki başkumandan emîr-i sipehsâlârın karşılığı olmalıdır. Merkezdeki bu beylerbeyinden başka uçlarda sahib-i Etrâk de denen uç beylerbeyleri bulunmaktaydı. Ancak ordu komutanı olarak tayin edilen herhangi bir emir de beylerbeyi unvanını taşırdı. Keza bu unvanı taşıyanlar dışında, vezir veya saray emirlerinden biri de, sultan tarafından komutan olarak tayin edilebilirdi.
Meşşailik nedir?
İslâm fetihlerinden sonra Yunan felsefesiyle tanışan Müslümanların Aristo mantığı, Aristo ve Platon felsefelerinin Tanrı-Evren- İnsan ilişkisiyle ilgili görüşleriyle Kelâm ilminin konularını anlamlandırmaya çalıştıkları felsefi akıma meşşailik olarak adlandırılmaktadır.
İşraiklik nedir?
İşrakilik, İslam düşünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi esas alan akılcı meşşailiğe karşı mistik sezgi ve tecrübeye dayanan düşünce sisteminin adıdır.
Kutbüddin Şirazî kimdir?
Kutbüddin Şirazî (ö. 1311) Felsefe, tıp, astronomi, matematik, musiki ve din ilimleri gibi birçok disiplinde uzman olup, Selçuklu Türkiye’sinde müderrislik ve kadılık yaptı.
Vahdet-i vücut nedir?
Vahdet-i vücut, Allah’tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmayı, gerçek varlığın tek ve bunun da Allah’ın varlığından ibaret olduğunu, Hakk’ın ve onun tecellilerinden başka hiçbir şeyin gerçek bir varlığının olmadığını ileri süren tasavvuf anlayışına denilmektedir.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî kimdir?
Mevlânâ Celâleddin Rûmî: Etkileri günümüze kadar devam edegelen, dünyaca tanınmış, bu devrin diğer önemli bir siması Mevlana Celâleddin-i Rumî’dir (ö. 1273). O çocuk yaştayken babası Bahâeddin Veled ile birlikte Moğolların önünden kaçarak Belh’ten Anadolu’ya gelmiştir. Kübreviyye halifesi olan babasından, onun vefatından sonra Muhakkık-i Tirmizî’den tasavvufî eğitim almış, Şam ve Halep gibi merkezlerde medrese tahsili görmüştür. Konya’da müderrislik yaparken Kalenderî şeyhi Şems-i Tebrizî’nin de tesiriyle coşkulu bir tasavvufî anlayış geliştirmiş, ilişkileriyle, yazdığı eserlerle müslim, gayr-i müslim halkı, aydınları, yöneticileri derinden etkilemiştir. Kur’an’ın kölesi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Onun cezbe halindeyken sema ettiği, ney ve musikiyi, hatta bazen bir anlatım dili olan müstehcen üslubu ilâhî aşka davet için sadece bir vasıta olarak kullandığı, Kuran’ın kölesi olduğunu açıkladığı aşikârdır. Moğol işbirlikçisi olduğu hakkındaki önyargılı iddianın aksine, Mevlânâ’nın Moğol yöneticilerle diyalog içinde olmasının şiddeti azalttığı bilinmektedir. O Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr, Fîhi mâ Fîh gibi bütün eserlerini zamanına hâkim olan Fars kültürü nedeniyle Farsça yazmış olmasına rağmen sadece seçkin bir zümreye değil, toplumun her tabakasına nüfuz edebilmiştir. XIV. yüzyılın Türkçe yazan büyük şairlerinden Âşık Paşa ile Yunus Emre onun görüşleri doğrultusunda yazmışlardır. Ancak Mevleviyye tarikatı onun vefatından sonra, oğlu Sultan Veled zamanında oluşturulmaya başlanmıştır.
Hacı Bektaş-ı Velî kimdir?
Hacı Bektaş-ı Velî: Burada Selçuklu devrinde Türkiye’de yaşayan, ancak tarihî olarak hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmadığımız, daha çok menkıbevi bilgilerle tanınan Hacı Bektaş-ı Veli’yi de anmak gerekir. Onun Moğolların önünden bir Türkmen aşiretinin başında, bir Haydarî şeyhi olarak geldiği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek Vefâî tarikatına bağlandığı ve merkezden uzak Sulucakarahöyük’e yerleştiği tahmin edilmektedir. Ona ait olduğu iddia edilen, Makalât, Kitâbü’l-Fevâid gibi bazı eserler mevcut ise de tartışmalıdır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin etrafında şehirlerden uzakta, yaylak-kışlak hayat tarzını devam ettiren ve Sünnî İslâm kimliğine mensup olmakla beraber coğrafî ve içtimai şartların bir sonucu olarak şehirliler kadar İslâmî bilgiye sahip olmayan Türkmenler bulunmaktaydı. Hayatta iken pek tanınmayan Hacı Bektaş-ı Velî, Türkmenler arasında asıl şöhrete XIV. yüzyılda halifesi Abdal Musa’nın faaliyetleriyle ulaşmıştır. Bu Türkmenler daha sonraları XIV. yüzyılın sonlarından itibaren onun adına izafeten Bektâşî, Safevî propagandasının tesiri altında kalınca da kırsal kesimdekiler Kızılbaş veya Alevî olarak anılmaya başlanmıştır.