Osmanlı Tarihi (1566-1789) Dersi 2. Ünite Özet
Büyük Buhran (1593-1623)
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Osmanlı İmparatorluğu’nda Buhran ve Değişim
Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılın sonlarında, 17. yüzyılın ortalarına kadar sürecek bir buhrana girdi. Osmanlı klasik düzenindeki değişmeler, bozulma değil yeni şartlara intibaktır. İmparatorluk, değişen dünya şartlarına paralel olarak kendi yapısını değiştirmiş, 17. yüzyılın ortalarına gelindiğinde klasik düzenden tamamen farklı, yeni bir devlet yapısı ortaya çıkmıştır. Yaşanan buhranın sebepleri şunlardır:
- Nüfus artışı
- Askerî sistemdeki değişim
- Celâli isyanları
- Malî buhran
- Dünya iktisadî sistemindeki değişiklikler.
III Mehmet Devri İsyanları
Maaş İsyanı (1595)
Kapıkulu sipahileri Ferhad Paşa’dan cephede oldukları için alamadıkları cülus bahşişlerinin verilmesini istediler. Veziriazam, ulûfelerinin ve bahşişlerinin seferde verileceğini söyleyerek, talebi reddetti. Sipahiler, bu durum üzerine isyan edip, Ferhad Paşa’nın azlini istediler. Veziriazam, bu açıklamasından sonra her ne şekilde mümkün olursa olsun isyanın bastırılması emriyle padişahın huzurundan ayrıldı. Yeniçeriler, asilerin üzerine yürüyünce, sipahiler isyandan vazgeçtiler. İsyana sebep oldukları için Koca Sinan Paşa Malkara’ya, Cigalazâde Sinan Paşa da Akşehir’e sürüldü.
Kira Kadın’ın Katli (1600)
Maaşlarını ayarı düşürülmüş akçe ile alan İstanbul’daki sipahiler, bu surette hizmet defterlerinin dağıtımında da kendileri aleyhinde bir uygulamanın yapıldığını öğrendiler. Bu gelişme, sipahilerin isyan bayrağını kaldırmalarına sebep oldu. İsyanın bir diğer sebebi de, Harem’le vezirler arasındaki nüfuz mücadelesiydi. Safiye Sultan, hizmet defterlerini kendisine tahsis edilmesini sağlamış, daha sonra bu geliri Yahudi Kira Kadın’a vermişti. Hâlbuki âdet üzere bu defterlerin sipahiler arasında dağıtılması gerekliydi. İsyan edenler Kira Kadın’ı öldürdüler. Ticarî mallarının bedeli ile nakit parası devlet hazinesine aktarıldı. Bu parayla, kapıkullarının üç aylık maaşları ödendi. Safiye Sultan, ortalık yatıştıktan sonra isyan sırasında pasif kaldığı için Halil Paşa’yı görevinden azlettirdi.
III. Mehmed’e Karşı İsyan (1601)
1601 Mart’ında kapıkulu sipahileri, Valide Safiye Sultan’ın arkasında bulunan sekiz kişinin imparatorluğu yönettiğini söyleyerek, kellelerini istediler. Sipahiler, ya sultanı hükümdarları olarak benimseyeceklerini ya da ocak kanunları ve töreleri gereği kendisini sarayın bir yerine hapsedeceklerini söylediler. Taht değişikliği gündeme gelmişken Sinan Paşa’nın arabuluculuğu ve bostancı başının azliyle durum sakinleşti.
Yeniçeri – Sipahi Savaşı (1603)
Hasan Paşa ile başını Mahmud Paşa’nın çektiği muhalif grup arasındaki iktidar mücadelesi, kapıkulu sipahisi ile yeniçerileri karşı karşıya getirdi. Sipahiler, III. Mehmed’den ayak divânı toplamasını istediler. Bâbüssaade Ağası ile Dârüssaade Ağası idam edildikten sonra ayak divânı dağıldı. Hasan Paşa, sipahi zorbalarının isyanını, başta yeniçeriler olmak üzere, diğer askerî güçlerin desteğini alarak bertaraf etmeyi başarmıştı. Ancak daha sonra bu gücü kendi çıkarları için kullanmaya kalkınca idam edildi. İktidar mücadelesi yüzünden karşı karşıya gelen yeniçeriler ve sipahiler, bundan sonra en küçük bir kıvılcımda silahlarını birbirlerine çeker hâle geldiler.
Celali İsyanları
Celali İsyanlarının Sebepleri
Yeni askerî sistem gereği ok ve kılıçla savaşan süvarinin yerini tüfekli piyade almaktaydı. Bu yüzden timarlılar azaltılıp, tüfekli asker istihdamına başlandı. İşsiz kalan timarlı sipahiler 25-50’şer kişilik gruplar hâlinde “levend” denilen haydut çeteleri oluşturup, eşkiyalığa başladılar. Bunlara, köylerini terk eden gençler ve okullarını bırakmak zorunda kalan medrese öğrencileri de (suhteler) katıldılar. Timarlı sipahilerin yerini “sekban” adlı tüfekli askerler alıyordu. Ancak savaş bittiğinde işsiz kalan bu gruplar eşkiyalığa başladılar. Celâli isyanlarının genişlemesinin önemli bir sebebi de tüfeğin yaygınlaşmasıdır. Ayrıca dünya ikliminde meydana gelen değişiklikler, uzun süreli kuraklıklar yaşanması bu isyanların çıkmasında önemli rol oynamıştır.
Büyük Celali İsyanları
Büyük Celâli isyanları 1596’daki Haçova Savaşı’ndan sonra meydana geldi. Sinan Paşa orduyu disiplin altına almak için çadırının önüne gelmeyecek herkesi asker kaçağı sayacağını ilân etti. Asker kaçakları yakalandıklarında idam edilecek, malları da hazineye kaydedilecekti. Savaşa gelmelerine rağmen düzensizlik yüzünden ordudan ayrı düşmüş olan ve sayıları 25-30 bin kişiye ulaşan askerler, bu emir üzerine korkudan kaçarak Anadolu’da eşkıyalık yapan gruplara katıldılar.
Celâliler, Karayazıcı Abdülhalim gibi yetenekli bir lider bulunca oldukça tehlikeli hâle geldiler. Karayazıcı Abdülhalim, Urfa’yı ele geçirerek padişahlığını ilan etti. Ancak Mehmed Paşa’ya mağlup olup, Sivas taraflarına kaçan Abdülhalim, III. Mehmed tarafından affedildi ve Çorum sancakbeyliğine getirildi. Çorum’da halka zulmetmeye devam etti. Gönderilen kuvvetlere yenildi ve öldü. Yerine kardeşi Deli Hasan geçti. Deli Hasan daha sonra affedilerek Rumeli’de düşmana karşı görevlendirildi. İran savaşları Celâli isyanlarını iyice genişletti.
Celâli isyanlarının en önemlileri Anadolu’da Kalenderoğlu’nun ve Suriye’de Canbolatoğlu Ali Paşa’nın ayaklanmalarıydı. Kuyucu Murad Paşa, isyanları bastırmak için büyük bir şiddet uygulamış, binlerce insanı Celâli oldukları gerekçesiyle idam etmişti.
Celali İsyanlarının Tesirleri
1596-1610 yılları arasında meydana gelen ve “Celâli Fetreti” diye adlandırılan bu dönemde Anadolu baştan başa harap oldu. Anadolu’daki insanların varlıklı olanları İstanbul’a, Rumeli’ye ve Kırım’a göçtüler. Anadolu halkının büyük kitleler hâlinde yerlerini terk etmeleri 1603-1610 yılları arasında yedi yıl sürdü ve bu karışıklık dönemi resmî kayıtlarda “büyük kaçgun” ve “büyük firar” adlarıyla anıldı. Göç etmeyen halk kaleye sahip bir yerde oturuyorsa buralarda kendisini savunmaya çalıştı. Savunma düzeni olmayan yerlerde oturanlar ise kale ve palangalar inşa ederek kendilerini korudular. Bir kısmı dağlara sığındı, eşyalarını ve yiyeceklerini sakladılar. Celâlilerin çoğunun, hanedanı ortadan kaldırma ve devleti yıkma gibi bir niyeti yoktu.
Veraset Sisteminin Değişmesi
Kardeş Katlinin Sona Erişi
Kanunî döneminde Şehzâde Bâyezid’in isyan etmesinden sonra sancaklara sadece padişahın en büyük oğlu gönderilmeye başlanmıştı. Ağabeyleri sancakta iken diğer şehzâdeler, Topkapı Sarayı’nda denetim altında tutuluyorlardı ve çocuk sahibi olmalarına izin verilmiyordu. I. Ahmed’in genç yaşta ani ölümüyle Osmanlı veraset usulünde bir ilk yaşandı. Devlet adamları, ölen padişahın oğlu Şehzâde Osman’ı değil de hanedanın en büyük erkek ferdi olan I. Ahmed’in kardeşi Mustafa’yı tahta çıkardılar. Tahta çıkmada “ekber ve erşed” olarak anılacak yeni bir sistem başlıyordu. Yeni sistem zamanla yerleşti. Ekberiyet usulü, kardeş katlini sona erdirse de bazı yeni meselelere yol açtı.
I. Mustafa’nın Kısa Hükümdarlığı
Ağabeyi I. Ahmed’in hükümdarlığı sırasında devamlı öldürülmeyi beklemek, I. Mustafa’nın akli dengesini bozmuştu. Padişahın akli durumu yerinde olmadığı için devlet işlerini valide sultan idare ediyordu. 1618’de I.Mustafa tahttan indirilerek, Şehzâde Osman tahta çıktı. I.Mustafa’nın ilk hükümdarlık dönemi sadece 96 gün sürmüştü.
II. Osman’ın Öldürülmesi
14 yaşındayken tahta çıkan II. Osman, valide sultan, Dârüssaade Ağası Mustafa Ağa ve hocası Ömer Efendi’nin tesiri altında bulunmakla birlikte, genç yaşına nispetle faal bir yapıya sahipti. Büyük umutlarla Hotin seferinde bizzat ordunun başına geçen II. Osman, hayal kırıklığına uğradı ve yeniçerileri büyük bir zafer kazanamamasının sorumluları olarak gördü. Zaten asker ile padişah arasındaki soğukluk daha sefer esnasında başlamıştı.
II. Osman, İstanbul’a döndükten sonra yeniçerilere çeki düzen vermek veya yeni bir ordu kurmak düşüncesine kapıldı. II. Osman’ın sonunu hazırlayan kararı ise hacca gitme arzusu oldu. 1622’de isyan bayrağını açan sipahi ve yeniçeriler, Atmeydanı’nda toplandılar. Asiler arasında sadece askerler değil, ilmiye mensupları ile İstanbul halkının bir bölümü de bulunuyordu. Asilerin yeni hedefi II. Osman’ı devirmek ve yerine I. Mustafa’yı tahta çıkartmaktı. Genç Osman’ı Yedikule’ye götürdüler. Asker dağıldıktan sonra Davud Paşa, Genç Osman’ı kementle boğdurdu.
I. Mustafa Devri İsyanları
II. Osman’ın Yedikule’de katledilmesiyle devlet yıllarca sürecek bir kargaşa ortamının içine girdi. Davud Paşa azledilip Mere Hüseyin Paşa veziriazamlığa getirildi. Taşrada isyanlar çıktı. Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa isyan başlattı. II. Osman’ın Yedikule’de öldürülmesi hadisesine karışanlar tek tek idam edildi. Olayları önlemek için yapacak bir şey kalmadığını anlayan Mere Hüseyin Paşa 30 Ağustos 1623’te sadaret mührünü teslim etti.
I. Mustafa’nın Tahttan İndirilmesi
Padişahın durumundan dolayı hazine boşalmıştı ve zorbalık her yere hâkimdi. Asker ve halk padişahın akli dengesinin yerinde olmadığının farkındaydı. Tahta 1623’te 11 yaşındayken çıkan IV. Murad, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni padişahı oldu.
Avusturya-İran Savaşları
Osmanlı-Avusturya Savaşları (1593-1596)
Avusturyalılar, 13 yıl süren harpleri, “Uzun Türk Savaşları” olarak adlandırırlar. Sınır çatışmaları yüzünden başlayan savaş üzerine Koca Sinan Paşa, 1593 Temmuz’u sonunda sefer için İstanbul’dan ayrıldı. Bazı kaleleri fethettikten sonra, havaların soğuması askeri Budin’e sonra da Belgrad’a dönmeye mecbur etti. Avusturya kuvvetlerinin karşı harekâtı üzerine birçok Osmanlı hudut kalesi Avusturyalıların eline geçti. Sinan Paşa, ertesi yıl harekete geçerek Yanıkkale’yi fethetti.
Savaşın ilk iki yılında Osmanlıların siyasi başarılar elde etmesi üzerine Avusturya, yeni bir Haçlı ittifakı meydana getirmeye çalıştı. III. Murad 1595’te vefat etti ve yerine III. Mehmed geçti. Sinan Paşa, 1595’te ordunun başına geçti. Eflâk’ın büyük kısmını ele geçirdi. Koca Sinan Paşa’nın sefer dönüşü sırasında, Osmanlı askerinin bir kısmı Eflak Voyvodası Mihail tarafından yok edildi. Avusturyalılar, Estergon Kalesi’ni ele geçirdi.
Haçova Meydan Muharebesi (1596)
III. Mehmed, Avusturya üzerine sefere çıkma kararı aldı. Sultan, 1596’da İstanbul’dan hareket etti. Yolda, alınamayan Eğri Kalesi üzerine gidilmeye karar verildi. 1596’da Eğri fethedildi. Cafer Paşa komutasında öncü kuvvetler, Haçova’ya gönderildi. Eğri Kalesi’nin fethiyle gelen moral, öncü kuvvetlerin mağlubiyetiyle yerini hüzün ve endişeye bırakmıştı.1596’da Osmanlı ve Avusturya orduları Haçova’da karşı karşıya geldiler. Avusturya ordusu, Osmanlı ordusunun sağ kolunu imha ettikten sonra sultanın bulunduğu merkeze saldırınca merkezdeki askerlerin bir kısmı kaçtı. Osmanlı ordusunun merkezine dalan Avusturyalılar savaşa kesin kazanılmış gözüyle bakıp, eşyaları ve hazineyi yağmalamaya başladılar. Yeniçerilerin yanı sıra savaşla işi olmayan kişilerin de düşman askerlerini öldürmesi ve sultanın cepheden ayrılmaması, dağılmaya başlayan ordunun tekrar kendine gelmesini sağladı. Osmanlılar, Haçova Meydan Muharebesi’nde mağlup olmak üzereyken savaşı kazanmışlardı.
Haçova’dan Zitvatorok’a
III. Mehmed Macaristan serdarlığını Mehmed Paşa’ya verdi. Yeni serdar Budin’e geldiğinde, Avusturya ordusunun Yanıkkale’yi muhasaraya başladığını haber aldı. Mehmed Paşa’nın buraya hareket etmesi üzerine Avusturyalılar geri çekildiler. Vaç önlerinde karargâh kuran Avusturya ordusunu karşıladı. Yapılan muharebede Avusturyalılar bulundukları mevkiden sökülüp atılamadı. Bu sırada taraflar arasında ilk sulh teması ve müzakeresi yapıldıysa da bir netice elde edilemedi.
Avusturyalılar, 1598 Mart’ında sınır savunmasında önemli bir mevki olan Yanıkkale’yi aldılar. Karşılıklı olarak savaşların devam ettiği sırada Osmanlılar 1600’de Kanije kalesini aldılar. Avusturya, Kanije’yi geri almak üzere şehrin önlerine geldi. Kale komutanı Tiryaki Hasan Paşa, uzun süre direndikten sonra ani bir huruç harekâtı ile Avusturya ordusunu bozguna uğrattı. Hasan Paşa, İstolni Belgrad üzerine yürüdü ve 1602’de kaleyi fethetti. Avusturyalılar, Peşte’yi işgal ve Budin’i muhasara ettiler. III. Mehmed’in ölümüyle 1603’te I. Ahmed tahta geçti. Bu sırada barış müzakereleri yapıldıysa da yine bir sonuç alınamadı. Erdel’de Katolik Avusturya idaresinin Protestan Macarlar’a uyguladığı baskı ve zulüm sebebiyle 1604’de Osmanlılar lehine bir durum ortaya çıktı. Mehmed Paşa artık Macaristan’ı kesin olarak Avusturya istilasından kurtarmaya hazırlanıyordu. Ancak Anadolu’da Celâli isyanları tehlikeli boyutlara ulaşmıştı ve İran cephesinde de işler kötüye gidiyordu.
Zitvatorok Antlaşması (1606)
Kuyucu Murad Paşa, Avusturya heyeti ile barış görüşmelerini devam ettiriyordu. Nihayet, 1606’da Zitvatorok’ta antlaşma imzalanarak savaşa son verildi. Avusturya, hâkimiyeti altındaki Macar toprakları için verdiği vergiyi son defa verecek ve yazışmalarda “Kayser” unvanıyla anılmak suretiyle Osmanlı padişahı ile denk sayılacaktı. Osmanlı yönetimi, Avusturya hükümdarının kayserliğini hemen tanımadı. Ayrıca İstanbul, haraç adı altında her yıl Avusturya’dan para talep etmeyi sürdürdü.
Şah Abbas ve İran
Şah Abbas, 1590’da Osmanlılarla antlaşma imzalayıp İran’ın kuzeybatı eyaletlerindeki hâkimiyetinden vazgeçmişti. Şah Abbas için bu, sadece dağılmanın eşiğine gelen devletini toparlamak için verilmiş geçici bir tavizdi. Şah Abbas, 1598’de Özbek hükümdarı Abdullah Han’ın ölmesinden sonra Horasan bölgesini tekrar ele geçirdi. 1600’de düzenlediği yeni bir seferle İran hudutlarını Ceyhun Nehri’ne kadar genişletti. Şah Abbas, Osmanlıları kuzeyden sıkıştırmak için Rus çarı ile ittifak kurmaya çalıştı ve Dinyeper Kazaklarını Osmanlılara karşı saldırıya geçmeye teşvik etti. Safevî hükümdarı, ülkesini dünya ticaretinin merkezlerinden birisi hâline getirmeye ve Osmanlıları ekonomik açıdan çökertmeye uğraştı. İngiltere-İran yakınlaşmasına karşılık, Osmanlılar ile İspanyol ve Portekizliler arasında yeni bir işbirliği gelişmeye başladı.
Osmanlı-İran Savaşları
Gazi Bey’in Şah Abbas’tan yardım istemesi, İran hükümdarına uzun süredir beklediği fırsatı verdi. Osmanlılarla yaptığı anlaşmayı bozup 1603’te Tebriz’e girdi. Kısa sürede Şirvan, Revan, Gence, Derbend ve Nahcivan gibi merkezleri ele geçirip, Anadolu kapılarına dayandı. I. Ahmed, Sinan Paşa’yı İran taraflarına gönderdi. Durumdan haberdar olan İranlılar, geri çekilirken Osmanlı ordusunun kendilerini takip etmesini engellemek için geçtikleri yerleri harabe hâline getirdiler.
Urmiye Gölü yakınlarında Şah Abbas’ın komuta ettiği İran ordusu karşısında mağlup olup Diyarbakır’a çekildi ve burada hastalanıp öldü.
Osmanlılar, İran savaşlarını 1610’a kadar beş sene serdarsız sürdürdüler. Padişah, Nasuh Paşa’yı veziriazam ve serdar tayin etti. 1612’de iki devlet arasında antlaşma imzalandı. İran ile Osmanlı ilişkileri, Şah Abbas’ın 1615’ten itibaren Nasuh Paşa Antlaşması’nın şartlarına uymaması yüzünden tekrar bozuldu ve iki devlet arasında yeni bir savaş başladı. I. Ahmed, 1617’de, 28 yaşında vefat etti. Nasuh Paşa Antlaşması küçük düzenlemelerle tekrar kabul edildi. Şah Abbas Avrupa ile Hindistan arasındaki ticareti kendi kontrolü altına almak istiyordu. Bu amaçla, İngilizler’in de desteğiyle, 1622’de Hürmüz Adası’nı Portekizliler’den aldı, 1623’te de İran-Hindistan ticaretinin merkezi Kandahar’ı topraklarına kattı. Bağdad hâkiminin üzerine bir Osmanlı ordusu gönderilince, Şah Abbas’tan yardım istemesi Osmanlılar ile İran arasında yeni bir savaş başlattı.
Kazak Saldırıları ve Osmanlı-Leh Savaşı
Kazak Saldırıları
1607’de eski Osmanlı-Leh anlaşması yenilendi. Kısa bir süre sonra iki devlet arasındaki ilişkiler bozuldu. Osmanlılar’ın desteğiyle Leh tahtına oturan Sigismund Vasa koyu bir Katolik idi ve yavaş yavaş Avusturya hanedanı ile ilişkilerini güçlendirdi. Bu değişiklik zamanla Osmanlı-Leh ilişkilerinin gerginleşmesine ve Eflak ile Boğdan’daki hâkimiyet mücadelesinin tekrar canlanmasına sebep oldu.
Kazak saldırıları, Osmanlı-Lehistan ilişkilerinde daha önce eşi görülmemiş boyutlarda ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Zaporog Kazakları artık belli bir ülkesi, başkenti bulunan, düzenli birlikler hâlinde organize olan müstakil bir askerî güç hâline gelmişlerdi. Kazaklar, 1610’larda tekrar Osmanlı topraklarına yöneldiler. Özi Limanı, Eflak limanları ve Kılburun havalisi, Sinop, Kefe, Trabzon ve İstanbul’un kenar semtleri, Kazakların saldırı ve yağmalamalarıyla harap oldu. 1615’in sonlarında Boğdan’da yaşanan yeni bir gerilim Osmanlı İmparatorluğu ile Lehistan’ı karşı karşıya getirdi. İskender Paşa, Leh-Boğdan kuvvetlerini ağır bir mağlubiyete uğrattı. Kırım’ı talan eden Kazaklar, 1617’de Karadeniz’e yöneldiler Osmanlı donanmasını tahrip ettiler. Taraflar arasında Yaruga (Bosa) Antlaşması imzalanarak muharebeden vazgeçildi. Lehistan-Avusturya yakınlaşması zamanla olgunlaştı. Doğu komşularıyla (Moskova ve Safevîler) yeterince meşgul olan Leh ve Osmanlı hükümetlerinin, 1619’da Yaruga (Bosa) Antlaşması’na resmî hüviyet kazandırmalarına rağmen fiiliyatta bu antlaşmanın sınır güçleri üzerinde herhangi bir bağlayıcılığı olmadı. İskender Paşa, 1620’de Yaş civarında meydana gelen savaşta Leh-Boğdan ordusu karşısında büyük bir zafer daha kazandı.
Hotin Seferi (1621)
Kazakların aynı yıl 50 bin kişilik bir kuvvetle Kili ve Akkirman dolaylarına düzenledikleri tahripkâr saldırı Osmanlı-Leh ilişkilerini tamamen koparttı. II. Osman derhal Lehistan seferi için gerekli hazırlıklara başlanmasını emretti. Genç Osmanlı padişahı, bazı vezirlerin itirazlarına rağmen, seferin komutasını bizzat üstleneceğini ilan etti. 2 Eylül’de Hotin yakınlarındaki dağlık bir araziye varıldı. Bu bölgede Osmanlı öncüleri ile Kazaklar arasında çarpışmalar yaşandı.
Bir ay kadar süren çatışmalarda iki taraf da üstünlük sağlayamadı. Genç padişahın bütün çabalarına rağmen, askerin gayretsizliği yüzünden Leh ordusu siperlerinden sökülüp atılamadı. İki devlet arasında 1621’de sulh yapıldı. Buna göre, Lehistan, Kazakların saldırılarına mani olacak; Boğdan, Eflak, Erdel ve Macaristan’ın içişlerine müdahale etmeyecek; Kırım hanları ve Boğdan voyvodaları Lehistan ile ilişkilerini eski antlaşmalara uygun olarak sürdürecekti. Buna karşılık Osmanlılar, Kırım ve Boğdan kuvvetlerini Leh arazisine akından men edecekti.
Antlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra II. Osman orduya İstanbul’a dönüş emri verdi. Bizzat padişahın komuta ettiği bu sefer halka büyük bir zafer olarak takdim edildi. Hotin Seferi’nde Osmanlıların istediği başarıyı kazanamamasının sebeplerinden ilki 1621’de iklimin normal değerlerinden daha yağışlı olmasıdır. Bir diğer sebep Osmanlıların sefer organizasyonunda yanlışlar yapılmasıdır.
Cizvitlerin Osmanlı Topraklarındaki Faaliyetleri
Cizvit tarikatı, Katolik Hristiyan âleminin en büyük tarikatlarından olup, 1534’de “İsa Cemiyeti” adıyla kuruldu ve Papa III. Paul’ün 1540’taki tamimiyle resmiyet kazandı. Tek amaçları, Katolikliği bütün insanlığa yaymak ve Katolik olanların inançlarını tavizsiz bir şekilde yaşamalarını sağlamaktı.
17. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Osmanlı topraklarında da boy göstermeye başladılar. İstanbul’a gelen ilk Cizvit topluluğu 1603’te Galata’daki San Benedikt Kilisesi’ne yerleşti. Cizvit misyonu faaliyetlerini iki alanda yoğunlaştırdı. İlk düşünceleri, İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi’ni ele geçirip tekrar Roma Kilisesi ile birleştirmekti. İkinci planları ise Kudüs’e yerleşmekti. Belgelere yansıdığı kadarıyla ilk olarak 1615 başlarında Rum keşişi kıyafetleri giyinmiş iki Cizvit, Kutsal Topraklarda dolaşmaya ve entrikalar çevirmeye başladı. Cizvitler, her iki amaçlarını gerçekleştirmek için kısa sürede başta İzmir, Takımadalar, Kıbrıs ve Sakız Adası olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerine de dağıldılar.
Din çatışmaları, bu defa Cizvitlerin etrafında Osmanlı coğrafyasında Batı devletleri arasında amansız bir nüfuz, misyonerlik ve diplomasi savaşına dönüştü. Katolik dünyasının diğer büyük gücü Avusturya da Cizvitlere sahip çıktı. Venedik’in İstanbul’daki daimi temsilcileri olan balyoslar, devletlerinin politikası doğrultusunda, daha İstanbul’a geldikleri andan itibaren Cizvitlerin buradan uzaklaştırılmaları için Osmanlı devlet adamlarına telkinlerde bulunmuşlardı. Kutsal Mezar’ın bekçiliği ile ilgili anlaşmazlıkta Fransa Cizvitleri desteklerken, Venedik mensuplarının çoğu İtalyan olan Fransiskenlerin yanında yer aldı. İngiltere ile Hollanda da Cizvitlerin amansız düşmanıydı. 17. yüzyılın sonuna kadar Patrikhane ve Kutsal Yerler hususunda Cizvitler ile Osmanlı topraklarındaki diğerler Hristiyan gruplar, dolayısıyla da bunları destekleyen Batılı devletler arasında şiddetli bir rekabet başladı.