aofsoru.com

Siyasi Tarih 2 Dersi 3. Ünite Özet

Savaş Sonrasında Dünya Düzeni (1945-1950)

Demokrasi Cephesinin Dağılması: Müttefikler Arası Anlaşmazlıklar

Postdam (Berlin) Konferansı ile (17 Temmuz-2 Ağustos 1945), II. Dünya Savaşı sırasında kurulan “demokrasi cephesi” dağıldı. Demokrasi cephesi Almanya ve Japonya ekseninde kurulmuştu. Yüzdeler Anlaşması oldukça önemliydi. 1944’teki Moskova Konferansı sırasında, İngiltere Başbakanı Churchill ve SSCB lideri Stalin, savaş sonrasında Avrupa’da kurulacak nüfuz alanları üzerinde “sözlü olarak” anlaştılar. Buna göre, SSCB Romanya’da %90, Bulgaristan’da %75; İngiltere ise Yunanistan’da %90 nüfuza sahip olacaklardı. Macaristan ve Yugoslavya’da ise iki tarafın nüfuzu eşit olacaktı. Bu anlaşma sonucu Churchill ve Stalin Avrupa’yı paylaşmış olacaktı. Postdam (Berlin) Konferansı’nda gündeme gelen en önemli konu Almanya’nın durumuydu. Taraflar Almanya’nın Nazizm’den ve askerden arındırılması, Nazi savaş suçlularının yargılanması için bir mahkeme kurulması konularında anlaştılar. Daha sonra Nürnberg’de kurulan mahkemede suçlular yargılandı. Almanya’da demokrasinin kurulması konusunda bir oydaşma sağlandı. Türk boğazları konusu da konferansın konularından biriydi fakat bu konuda anlaşma sağlanamadı.

ABD ile SSCB arasındaki anlaşmazlık noktalarından biri de atom silahı oldu. ABD, başta SSCB olmak üzere diğer devletlerin bu silaha sahip olmasını engellemek istedi. Fakat SSCB’de 1949’da ilk denemesini başarıyla gerçekleştirdi.

Paris Barış Antlaşması 10 Şubat 1947’de savaş sonrası barışı sağlamak üzere imzalanan antlaşma oldu. Bulgaristan, Finlandiya, İtalya, Macaristan ve Romanya’yla çeşitli sınır düzenlemeleri yapıldı. Almanya ile (birleşme gerçekleşmediği için) ve Avusturya’yla (işgale uğramış devlet statüsüne sahip olduğu için) barış antlaşması imzalanamadı. Japonya’yla ise ABD ile ayrı bir antlaşma imzaladı. Savaş sonrası en dikkat çekici gelişme Almanya’nın bölünmesi oldu. Savaşta en büyük yıkımlardan birini de İngiltere yaşadı. Savaşın ekonomik ve toplumsal yıkımı 1945 seçimlerinde kendisini gösterdi. Zaferin mimarı Churchill iktidarı kaybetti. Fransa, savaş sonrasında büyük bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlık içine düştü. İtalya’da ise 1946’da düzenlenen bir referandumla monarşi sona erdi, cumhuriyet ilan edildi. Müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıkların yanında ortak bazı sorunlar da ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan insan hareketleri önceki boyutlarını aştı.

ABD’nin Çevreleme Politikası

Savaştan her anlamda en kârlı çıkan devlet ABD oldu. Her şeyden önce 1930’larda yaşadığı ekonomik bunalımdan mutlak biçimde sıyrıldı. Öyle ki 1945’te dünya üretiminin yarısını ABD gerçekleştiriyordu. Savaş sonrasında kurulan uluslararası ekonomik sistemde belirleyici rolü de (IMF, Dünya Bankası gibi araçlarla) elinde tutan bu devletti. Üstelik bir de nükleer silah tekeline sahipti. Bu açıdan bakıldığında, XX. yüzyılın ortasında ABD’nin XIX. yüzyıl İngilteresi’nin yerini aldığı söylenebilir.

5 Mart 1946’da, artık muhalefete düşen İngiltere eski Başbakanı Churchill, Fulton’da yaptığı konuşmada yeni bir dönemin başladığına işaret ediyordu: “Baltıklar’dan Adriyatik Denizi’ne kadar bir “demir perde” Avrupa kıtasının üzerine düşmüştü.” “Demir Perde” ibaresi, ilerleyen yıllarda Doğu Avrupa’daki Sovyet hâkimiyeti altındaki ülkeleri ifade etmek için kullanılacaktır. Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler için Batı literatüründe uzun süre “Demir Perde Ülkeleri” nitelemesi yapılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, uluslararası komünizmin SSCB eliyle Avrupa başta olmak üzere tüm dünyaya yayıldığı varsayımından hareketle ve buna engel olmak için ABD’nin izlediği dış politikaya “çevreleme” adı verilir. Çevreleme politikasının ilk adımı Truman Doktrini oldu. Truman Doktrini çerçevesinde Yunanistan’a 300, Türkiye’ye 100 milyon dolarlık bir askerî yardım öngörüldü. Böylece Yunanistan’da komünistlerin iktidara gelmeleri engellendi. ABD’nin Avrupa’da istikrar ve güvenliği sağlamaya yönelik ikinci adımı Marshall Yardımı’ydı. Avrupa’da savaş nedeniyle ekonominin çökmesi, Sovyet birliklerinin varlığıyla pekişerek komünizm tehdidini ortaya çıkarıyordu.

Son olarak Avrupa-Atlantik bölgesinin askerî güvenlik örgütlenmesi olan NATO’dan söz etmek gerekir. NATO bir askerî ittifaktır. Nato, ABD’nin barış döneminde Avrupa devletleriyle ilk ittifaktır. Çevreleme politikasının askerî boyutunun ilk adımıdır. Nisan 1949’da kurulan örgütün 12 kurucu üyesi vardır: ABD, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç, Portekiz. Örgüte 1952’de Türkiye ve Yunanistan, 1955’te Federal Almanya Cumhuriyeti, 1982’de İspanya katılmıştır. NATO’nun en üst düzey organı üye devletlerin Dışişleri Bakanlarından oluşan Kuzey Atlantik Konseyi’dir. NATO, gerek iki kutuplu sistemde ve gerekse sonrasındaki uluslararası yapıda çok önemli rol oynamıştır. İki kutuplu sistemde kutuplardan biridir. ABD’nin barış döneminde Avrupa devletleriyle ilk ittifakıdır. Çevreleme politikasının askerî boyutunun ilk adımıdır.

SSCB ve Doğu Avrupa’da Sovyet Benzeri Rejimler

Savaştan en fazla hasarla çıkan ülke SSCB oldu. Kuzeyde Leningrad, merkezde Moskova ve güneyde de Stalingrad cephelerinin batısındaki toprakları tamamen yıkılıp yakıldı. Savaş sırasındaki “demokrasi cephesi” dağlınca SSCB “iki kamp teorisini” benimsedi. Buna göre kapitalizmle komünizm birbirlerine düşman iki dünya sistemiydi ve birinden biri yok oluncaya değin aralarındaki mücadele sürecekti. Dış politikada ise temel kaygı ABD’nin atom silahı tekelini kırmaktı. 1948’e değin üç aşamalı biçimde bu devletlerde Sovyet benzeri rejimler kuruldu. 1946’da bu devletlerde koalisyon hükûmetleri iktidara geldi ve komünistler bu koalisyonlarda önemli bakanlıkları ele geçirdiler. 1947’de komünist olmayan unsurlar hükûmetlerden tasfiye edildi. Sovyet dış politikasını belirleyen ikinci etken, önce Avrupa’da sonra Asya’da kurulan sosyalist devletler ve bu devletlere önderlik etme kaygısıydı. Savaş bittiğinde Polonya, Bulgaristan, Romanya, Çekoslovakya, Macaristan ve Almanya’nın (bu arada Berlin’in) doğusu Sovyet denetimi altındaydı. Son olarak 1948’de iktidar yerli komünistlerden, Moskova destekli unsurlara geçti. Bu iktidar stratejisi Lenin’in Ekim Devrimi’nin ardından öngördüğü “üç aşamalı iktidar” stratejisiyle örtüşüyordu.

Doğu Avrupa’da Sovyet benzeri rejimlerin kurulmasıyla SSCB “tek ülkede sosyalizm” ilkesinden ayrıldı. 1917’deki Bolşevik (Ekim) Devrimi’nin ardından Trotski’nin savunduğu “dünya devrimi” politikasına karşı Stalin’in savunduğu “tek ülkede sosyalizm” politikası benimsenmiş ve SSCB kurulmuştu. 1919’da toplanan Komintern (3. Enternasyonal) ise 1943’te dağıtılıncaya kadar SSCB’nin dış politika araçlarından birine dönüşmüştü. Komintern, Komünist Enternasyonel örgütünün kısaltılmış adıdır. Örgüt SSCB tarafından 1919’da kurulmuş, 1943’te feshedilmiştir. Şimdi, artık birden fazla sosyalist devlet olduğuna göre “tek ülkede sosyalizm” politikası benimsenemezdi. Böylece Sovyet dış politikasının Soğuk Savaş’taki en önemli kaygılarından biri gündeme geldi: Diğer sosyalist devletlerin önderi konumunu sürdürmek. Bunun için 1947’de Avrupa’daki 9 komünist partinin katılımıyla Kominform kuruldu (Polonya, SSCB, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, İtalya ve Fransa). Amaç, tüm Avrupa’daki komünist parti eylemlerini eş güdümlemekti. 1948’de Yugoslavya’nın örgütten ihracı bu hedeften daha başından sapıldığının göstergesi oldu. Komünist ve İşçi Partileri Enformasyon Bürosu adlı örgüt 1956’da Stalincilikten kurtulma süreci sonucunda feshedilmiştir. SSCB, önderlik rolünü ekonomik alanda da oynamaya çalıştı. 1949’da SSCB, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya ve Romanya’nın katılımıyla COMECON kuruldu. Marshall Yardımı’nı yürütmek için kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne yanıt niteliğinde kurulan örgütün amacı, işbirliği ve eş güdüm yoluyla üye devletlerin ekonomik kalkınmalarını desteklemekti.

“Soğuk Savaş” Kavramı ve Birleşmiş Milletler Düzeni

Soğuk Savaş: “Soğuk Savaş” terimi çok basit bir tanımla, tarafların birbirine karşı silaha başvurmaktan kaçındıkları çatışma durumudur. Sözünü ettiğimiz Soğuk Savaş terimi ise ilk kez 1947’de kullanılmıştır ve kısaca 1945’ten sonra Hitler karşıtı koalisyonun dağılmasının ardından ABD ile SSCB arasındaki mücadeleyi anlatır. Daha kapsamlı bir tanım verecek olursak: “Soğuk Savaş, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, birbiriyle yarış hâlindeki iki süper gücün ve bunların başlarını çektiği iki kutuplu uluslararası sistemin geçerli olduğu süreçtir. Bir başka kavram “iki kutuplu sistem”dir. Nasıl ki XIX. yüzyılda Avrupa’daki uluslararası ilişkiler düzeni “Avrupa Uyumu” olarak adlandırılıyorsa “iki kutuplu sistem” de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından geçerli olan ve günümüzde olmadığı saptanan bir sistemdir. Kısaca “iki kutuplu sistem”, diğer devletlerin güvenliklerini onların aracılığıyla sağladıkları birbirine düşman iki süper gücün var olduğu sistemdir.” Sistemde iki düşman blok vardır. Bu bloklar kendi içlerinde rejimlerinden ekonomik yapılarına, silahlarından, demir yollarındaki ray genişliklerine kadar yeknesaktırlar ve süper gücün denetimi altındadırlar.

“Soğuk Savaş”ı ideolojilerin savaşı olarak tanımlayanlar da vardır. Bir yandan ABD’nin başını çektiği kapitalizm ile diğer yandan SSCB’nin başını çektiği Bolşevizm. Her iki ideoloji de dünya çapında geçerli olma savındadır. Bu nedenle çatışmaları kaçınılmazdır.

Ekim Devrimi ve onun ideolojisi olan Bolşevizm, devrim kıvılcımını Avrupa’ya sıçratarak sosyalist dünya devriminin önünü açmak için yola çıkmıştır. Fakat ideoloji boyutu Batı için de önemli rol oynadı. Özellikle ABD’de izlenen iç ve dış politikalarda “komünizm tehdidi/tehlikesi” hep ön planda yer aldı. McCartizm 1950’lerin başında ortaya çıktı. Muhalif siyasi duruşu baskı altına almak için uygulanan, çoğu zaman dayanaksız suçlama ve iftiraları tarif etmek için kullanılan bu kavram “komünist avı” anlamına geliyordu.

İki kutup arasındaki bu savaş soğuk savaş olarak adlandırıldı çünkü, iki süper güç silaha başvurmaktan kaçındılar çünkü her ikisi de nükleer silahlara sahiptiler. Yani Soğuk Savaş’ı “soğuk” kılan nükleer silahların varlığı oldu. Her iki süper güç hızla silahlandı ve “ikinci vuruş yeteneği”ne kavuştu. Nükleer silahların yayılmaya başlamasıyla geliştirilen bu tabir, taraflardan biri saldırdığında saldırıya uğrayan tarafın, karşılık vererek saldırganı yok etme yeteneğine sahip olması demekti.

Soğuk savaşın bitişinin ne zaman olduğu ya da gerçekten bitişinin gerçekleşip gerçekleşmediği tartışmalı bir konudur. Kimilerine göre Soğuk Savaş’ın simgesi olan Berlin Duvarı’nın (onunla birlikte doğu Avrupa’daki Sovyet benzeri rejimlerin) yıkıldığı 1989’dur. Bu tarih savaşın bittiği tarihtir. Kimine göre ise SSCB’nin dağıldığı Aralık 1991. Hatta bazı yazarlar iki kutuplu sistemin sona erdiğini kabul etmekle birlikte Soğuk Savaş’ın sona ermediğini ve nükleer silahlar yeryüzünden yok edilmedikçe ermeyeceğini savunurlar.

Birleşmiş Milletler Sistemi: Örgütün kurucu belgesi 111 maddeden oluşan BM Şartı’dır. Şartın 1. Maddesi’nde de yer aldığı gibi BM’nin temel amacı uluslararası barış ve güvenliği sağlamaktır. İkincisi, devletlerin sorumluluklarını iyi niyetle yerine getirmeleridir (m. 2/2). Üçüncüsü, uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözülmesidir (m. 2/3). Dördüncüsü, üye devletlerin kuvvet kullanmak ya da kuvvet kullanma tehdidinden kaçınmaları ilkesidir. Kuvvet kullanmayı yasaklayan bu ilke barış ve güvenliğin sağlanmasında temel ilkedir. Son olarak ulusal yetki ilkesinden söz edilebilir. Bu ilke uyarınca BM, uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye sokmadığı sürece üye devletlerin iç işlerine karışamaz.

BM’nin altı ana organı vardır (m. 7). “Genel Kurul Birleşmiş Milletler’in bütün üyelerinden oluşur” (m.9/1). Olağanüstü toplantılar dışında her yıl Eylül-Kasım arasında üç ay toplanır. Genel Kurul’un aldığı kararlar tavsiye niteliğindedir ve bir yaptırımı yoktur. BM’nin üye devletleri bağlayıcı kararlar alabilen organı Güvenlik Konseyi’dir. Güvenlik Konseyi 15 üyeden oluşur. Bunların 10 tanesi Genel Kurulun 2/3 oyuyla iki yıllığına seçilirler. Beş tanesi ise sürekli üye statüsüne sahiptir.

Bu beş üyenin veto hakkı vardır: Çin Halk Cumhuriyeti (1945-1971 arası Çin Cumhuriyeti / Tayvan), Fransa, Rusya Federasyonu (1991’e kadar SSCB), İngiltere ve ABD. Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) örgütün ekonomik, sosyal, kültürel alanlardaki çalışmalarını yürütmek için kurulmuştur.

Savaştan Sonra Dünyanın Diğer Bölgelerindeki Gelişmeler

Orta Doğu: Savaş sonrasında Orta Doğu’da gerçekleşen ve belki de dünya çapında etkileri olan gelişme İsrail devletinin kurulmasıydı. Üç büyük din için kutsal sayılan topraklarda bir Yahudi devleti kurulması Orta Doğu’daki dengeleri bir daha sağlanamamak üzere bozdu. Tüm Yahudileri İsrail’de toplamayı hedefleyen Siyonist hareketin ilk kongresi 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanmıştır. Birinci Dünya Savaşından sonra Filistin’deki Osmanlı yönetiminin sona ermesi Yahudi devletinin kurulmasının önündeki en önemli engeli kaldırdı. Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’dan önemli sayıda Yahudi Filistin’e göçtü. 14 Mayıs 1948’de İsrail devleti kuruldu. Savaşın sonunda bir barış sağlanamadı ve İsrail devletinin yanında bir Filistin devleti kurulamadığı için bundan sonra yapılacak savaşların önü açılmış oldu.

Asya: Güneydoğu Asya savaşın en dehşet verici olaylarına sahne olmuş ve neredeyse tamamı Japon işgaline uğramıştır. Filipinler 1946’da ABD’den bağımsızlığını kazandı. 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığı bölgedeki diğer devletlerin önünü açtı. İngiltere 1948’de Seylan (Sri Lanka)ve Burma’nın bağımsızlıklarını tanırken Malaya’da (Malezya) yerel özerklik tanıyan federal bir yönetim kurdu. 1948’de yerel komünist hareketler Burma’da ve Malaya’da silahlı mücadeleye başladılar. 30 Aralık 1949’da Hollanda, Sukarno önderliğindeki Endonezya’nın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Savaş sonrasında Asya kıtasındaki en önemli gelişme hiç kuşkusuz Çin Devrimi’dir. Milliyetçi yönetimin askerî/idari hataları da buna eklenince komünistler iktidarı ele geçirdi. 1 Ekim 1949’da Mao Ze-tung Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilan edildiğini açıkladı. Böylece dünyanın en kalabalık komünist devleti kuruldu.

Asya’nın en büyük devletlerinden biri de Hindistan’dır ve Hindistan’ın bağımsızlığı da savaş sonrasında yaşanan önemli gelişmelerden biridir.

Latin Amerika: Latin Amerika ülkeleri İkinci Dünya Savaşı’na fiilen katılmadı ve bir yıkıma uğramadı.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email